Öykü

Gök Ada

“Ren seni şımarık fasulye sırığı , kırmızı köpek balıkları hayal ürünüdür.”dedi, Elk. Tangırtı ve tıngırtılarla Sonsuz okyanusun üzerinde süzülürken.

“Öyleyse kanıtlamalısın bunu aptal şişko,” diye cevapladı Ren.

Elk başını iki yana sallarken gözleri umutsuzlukla parladı. “Kırmızı köpek balıkları yok,” dedi. “Beyaz’da yok”, “Sarı ya da mavi  köpek balığı da yok!”. Gözlerini Ren’e dikti; “Bu okyanuslar da en az senin beynin kadar boş!”

Söz sırası Ren’e geçmişti ve bu konu hakkında bir hayli sözü vardı. Ama Elk cevaplama fırsatı vermedi.

“Biraz uyumam gerek Ren,” dedi ciddi  bir şekilde. “Şu hurdayı biraz uçuruver.”

Ren homurdanarak Yusufçuğun kontrol paneline geçti. “Pekâla yağlı martı, git ve şişko kıçını biraz daha büyüt!,”

Elk  gülmseyerek odadan ayrıldı. Aslında pek şişman sayılmazdı. Hatta Renden daha zayıf olduğu şöyle bir bakanlar için bile âşikar bir durumdu. Ama o gece aklından çıkmayan şeyler Ren’in sarfettiği cümleler değildi. Bilhassa kendi söyledikleri canını yakıyordu; “Yokluk!”

“Elli yıl” dedi. Kendi kendine, Dünya’dan  ayrı elli yıl , uluslararası bir gezegen keşfetme görevi için gönderilmişlerdi uzaya. Elli yıl ışık hızına yakın bir biçimde seyahat ederek, gezegen gezegen dolaşmışlardı.

Yaşama olasılığı bulunan bütün gezegenleri ziyaret etmişlerdi. Çoğunda sadece taş ve toprak bulmuşlar, bazılarında ise şimdi olduğu gibi dev okyanuslara rastlamışlardı.

Ama canlı hiçbir şey yoktu ortalıklarda, heryer boş ve sessizdi.

Uzaylı bulmak umuduyla çıktıkları yolda, kendileri uzaylı olmuştu. Gezegenleri yusufçuk olan bir çift  uzaylı. –Uzay gemileri yusufçuğa benzediği için bu adı takmışlardı-

Elk odasının penceresine gelip karanlık okyanusu seyretmeye koyuldu. Düşlere dalmıştı, uzay sevdasıyla yanıp tutuştuğu günlere ait düşler. Genç bir pilotken tanıştığı Rina geldi aklına; şimdi ne kadar değişmiştir? Diye düşündü. Büyük ihtimalle torunları olmuştur. Yaşlanmış ve güzelliğini kaybetmiştir.

Ama hayalinde hep aynıydı; genç ve güzel. Düşleri yaşlanmıyordu, aslında kendiside pek fazla yaşlanmamıştı. Hücre yenileme programı sayesinde genç ve atik görünüyorlardı –Bir de ışık hızında yakın seyahatlerinden dolayı- . Daha kırklı yaşlarının başında olan bir çift yetmişbeşlik genç.

Bunların hiçbir önemi yoktu artık. Uzayda kaybolmuş ve geri dönme umutlarını yitirmişlerdi. Artık tek hedefleri vardı; Yaşam kırıntısı bulunan bir gezegen keşfetmek!

Elk düşlerinden, engin okyanusun derinlerinden gelen bir parıltıyla sıyrıldı. Birkaç adım atıp gözlerini okyanusun derinliklerine dikti. Evet, Yanılmamıştı! Aşağıda, okyanusun dibinde mavi bir parıltı vardı, hareket eden bir parıltı.

“ Bu mümkün olamaz dedi”, Elk.  Günlerdir okyanusu tarıyorlardı. Dalgaların hareketleri dışında tek bir kıpırtı dahi görememişlerdi. İçeriye Ren’e haber vermek için koşar adımlarla koridorları arşınladı.

Kontrol odasına daldığında Ren ; Gürültülü bir şekilde horluyordu. “Seni bunamış Budala” dedi. Ren’i yerinden sıçratarak  “uyumaya gidenin ben olduğumu sanıyordum”.

“Bağırıp durma be!” diye hırladı Ren.

“Seni uykucu yelken direği, okyanusun altında canlı birşeyler var ve sen burada horluyorsun. Dua edelimde biz geri dönene kadar gitmemiş olsun”

Ren hayretler içinde Elk’e bakakaldı. “Doğru olamaz, “dedi. “Bu  organizmograf;  senin beyninden daha büyük olan herhangi bir canlı organizmayı tespit edebilir.”

“Uyumasaydın görürdün aptal fasulye sırığı!” diye azarladı elk.

“Beyninin küçük olduğunu her zaman söylemişimdir Elk.  Sismograf kayaların fısıltılarını bile yakalasa ötüyor, organizmografı düşünmek bile istemiyorum.”

“Tamam, akıllı bezelye tanesi. Bu organizmograf elli yaşında ve hiç alarm vermedi, belki biraz paslanmıştır ne dersin?” .

“Dur bir dakika!” Ren aklına bir şey dank etmiş gibi ayağa fırladı. Güç panellerinin olduğu bölmeye gidip birkaç şeyi kontrol ettikten sonra hışımla Elk’e döndü; “Seni budala tarla faresi, organizmografı neden çalıştırmadın?” diye kükredi.

Elk; “senin açman gerekiyordu aptal zürafa pisliği” dedi.  “Ne yani altı gündür boşuna mı , dolaşıyorduk bu pislik okyanusu”

Ren koca cüssesiyle Elk’in üzerine çullandı. Elk’ten onbeş santim daha uzun olmasına rağmen, Elk , daha  sağlam ve yapılıydı.

Beraber  kontrol panellerinin üzerine yığıldılar. Ren, Elk’in kafasını sismografa vurmaya başladı. Elk’te Ren’in kasıklarına dizlerini savurup acı içinde yere yıkılmasına neden oldu.

Hışımla doğrulup Ren’in üzerine atlayacağı sırada; Yusufçuğun burnu okyanusa yöneldi.

Bununla birlikte, Ren kasıklarını tutarak Elk’in üzerine savruldu. Beraber, yusufçuğun ön camına yapıştılar.

Elk otomatik pilotu tekrar çalıştırmak için hamle yaptı, ama çok geçti artık. Şapırtı ve şupurtularla karanlık okyanusa Dalarken  , gemi alarm çığlıkları atmaya başlamıştı bile.

* * *

 

Büyük bir hızla okyanusun derinliklerine doğru yol alıyorlardı. Elk yarı baygın bir halde doğrulmaya çalıştı ama nafile bir çabadan ötesine geçemedi.

“Aptal Ren,” dedi. Üzerine yığılımış Ren’e bakarak. Ren hala baygın bir halde yatıyordu.         “Her neyse artık çok geç”

Gemi içeri su almıyordu ama; denizin dibine indikçe artan basınç camları her an patlatabilirdi.

Lanet geminin böyle bir duruma göre acil durum planlaması yoktu. Sonuçta uzayda kaç tane okyanusa düşebilirlerdi ki ?

Ren homurdanarak uyanırken Elk’e okkalı bir küfür savurdu.

“Seni geberteceğim sıçan boku.”

“Buna gerek kalmayacak,” diye yanıtladı. Elk, “biraz sonra zaten öleceğiz . şimdi şu lanet kıçını suratımdan çek”

Ren’in başlarına gelen felaketi anlaması birkaç dakika sürdü.

“2400 bir uzay macerasının sonu!,”dedi

“Ölmeden önce duymak istediğim son kişisin”diye yanıtladı Elk.

“Şimdi şu aptal çeneni kapat be adam!” diye inlerken, Ren’in kafasına sert bir şaplak indirdi.

Bunun üzerine tekrar kavga etmeye başladılar. Şimdide su altında dövüşen bir çift köpekbalığını andırıyorlardı.-Ölmek üzere olan bir çift köpek balığı-

“Hadi öldür beni dostum,” dedi. Elk,

“Asıl senin beni öldürmen lazım adamım,” diye yanıtladı. Ren.

İkiside boğularak ölmekten korkuyordu, Ciğerlerine dolan suyu hayal dahi edemiyorlardı.

“Sence tuzlumu dur?”,

“Bilmem hangisini tercih ederdin?”,

“İkisinide etmezdim , Dostum neden filmlerdeki gibi, bir göktaşına çarpmadık söylesene?”

“Neden olacak, senin aptallığın yüzünden.”

“Asıl sen organizmografı çalıştırsaydın bunları yaşamazdık, Ha!”

“Sahi buraya kadar gelmişken, nerede senin uzaylı?”

Kavgayı bırakıp karanlık okyanusu seyretmeye koyuldular. Bazen merak ölüm korkusunu bastırabilir ve bazen de insanlara ölümü getirir.

Ama o gün merak ölüm getirmedi; satlerce süren bir düşüşün ardından –geminin  kesinlikle ezilip parçalanması gerekirdi- karanlık okyanustan dışarı çıktılar. Daha doğrusu aşağı düştüler.

“ Boğulmak gibi bir şey bu dostum,” dedi. Ren, “Aşağı sürüklendiğini sanıyorsun ama yukarı çıkıyorsun”.

“Hayır daha çok dejavu gibi”

“Öldük mü sence? Ne dersin”

“Bu kadar kolay olacağını sanmıyorum, belki de rüyadayız”

“Sanmam rüyalar bile bu kadar çılgın olamaz”

“Ahh! Birdaha bunu yaparsan seni gebertirim.”

“Biz zaten ölüyüz, beni iki kere öldüremezsin”

“Nerden çıkarttın bu aptal fikri!”

“Rüyada olsaydık, seni ısırdığımda uyanırdın. Bende rahat bir uyku çekerdim.”

“ Şoka girmiş iki kafa, olacaklar birazdan lapa!”

“Lanet olası çeneni kapa!”

Gerçekten şoka girmiş olmalıydılar.  Çünkü; Son sürat, aşağılarında, yüzen bir adaya düştüklerini şimdi fark etmişlerdi.

Hayır doğal bir ada değildi. Ya da su üzerindeki bir toprak parçası hiç değil!

Tonlarca Kilo metalden oluşmuş gibi görünen, Havada asılı yüzen bir ada.

“Çarpışmaya tahmini otuz saniye!”

“Evet sanırım, gerçekten lapa olacağız”

“Evet uzaylı lapası”

“Dur bakalım!” Elk; Ters dönmüş uzay gemisinde doğruldu.

“Dostum ölmedik!” Hemen uçağın kontrol paneline süründü. Yanıp sönen otomatik pilot düğmesi karşısında parlıyordu.

“Yaşama dokunmak , evet bu inanılmaz ama gerçek”

“ Hangi gerçek seni aptal, birazdan öleceğiz, Gemi parçalanmadıysa bile , uçuş sistemi kesinlikle bozulmuştur”

“Çarpışmaya tahmini; on Saniye!”

“Dokuz saniye!”

“ Otomatik pilot devrede , Gemi dengelenme mekanizması başarıyla çalıştı, Sistem çekirdekleri başarıyla bağlandı , yer çekimi iticileri Kullanımda!  ”

Ani bir devinimle, uçağın burnu, havalanarak tekrar eski durumuna döndü.

Şimdiyse; Havada asılı kalmış bir gece lambası gibiydiler.

Elk hemen kontrol paneline geçti. Altlarındaki şey her neyse, çok büyük, siyah ve pürüzsüzdü. Karanlık bir adayı andırıyordu.

Üstlerindeki gökkubbe ise, gri bir deniz gibi dalgalanıyordu.

“Bu imkansız,” dedi. Elk, “Böyle bir şey mümkün olamaz”

“Hangisi” dedi. Ren, “Üstümüzdeki mi? Altımızdaki mi?”

“Bence kesinlikle öldük” diye sözüne devam etti Elk. “Burası da Cehennem”.

“Cennet olmadığı kesin!”

Altlarındaki adadan ışıklar saçılmaya başladığı zaman, büyük bir heycan sardı dört bir yanlarını. Şimdi ikiside aynı şeyi düşünüyordu “uzaylılar!”.

Karanlık adanın , alt köşesinden iki kapak açıldığı zaman endişeye ve heyecana; İçeriden iki yassı uzay gemisi çıktığında ise tamamen dehşete kapıldılar.

Gemiler , yusufçukla aynı irtifaya çıkınca, Oldukları yerde asılı kaldılar. Havada asılı duran  iki “Frizbiyi” andırıyorlardı.

“Sence her zaman söyledikleri gibi dost canlıları mı? Elk? “

“Bunu birazdan anlarız”

Gemiler havda birkaç dakika kıpırtısız bekledikten sonra, uzun zamandır kulanılmayan telsizde  bir ses yankılandı.

“Hoşgeldiniz bizde sizi bekliyorduk!” dedi karşı taraftaki ses. Metalin toprağa sürtünmesine benzer bir tonu vardı.

“Merhaba uzaylı, biz dostuz” dedi. Ren,

“Taklit siz dünyalıların genlerinde olmalı” diye yanıtladı uzaylı, sonrada can çekişen bir kurbağanınkine benzer sesler çıkardı. Elk uzaylının gülmüş olduğunu tahmin etti.

“Nasıl, habersizce ziyaret edilmek güzel mi?” diye çıkıştı Ren. Elk kolunu çimdikleyince susmak zorunda kaldı.

“Habersiz mi? Bizim habersiz olduğumuzdan sizin nasıl haberiniz oldu”

“ıım , şey, haberiniz olsaydı kapıda karşılardınız değil mi?”

Elk tekrar çimdiklemek zorunda kaldı.

Bu sefer can çekişen bir filinkine benzer, ses yankılandı telsizde.

“Siz insanlar, hep böyle komik olursunuz zaten”

“Beyler” dedi. Elk, “Bize ne yapmayı düşünüyorsunuz?”

“Ne olacak üstümüzde deney yapacaklar” diye cıyakladı Ren.

Bu seferki gülüş, doğum yapan bir gergedanın sesini çağırıştırıyordu.

“Sanırım” dedi uzaylı. “Yeterince deney yaptık”

“Sonuçları bizede söyleyiverin bari”

Elk bu sefer Ren’e, şaplak attı.

“Sonuçlar mı? Eh şey; Tehlike oluşturamayacak kadar aptal, Kızartılamayacak kadar da lezzetsizsiniz”

“Ne yani lezzetli olsak, yiyecekmiydiniz bizi”

İkiside korkmaya başlamıştı. Bu uzaylılar sandıkları gibi; duygusuz ve bilge görünmüyorlardı.

“Bizimle gemimize kadar gelin” dedi uzaylı

“Ne yapacaksınız” diye sorusunu tekrarladı Elk.

“Korkmayın, sizi yemeyeceğiz!”

Diskler süzülerek geldikleri çıkışa geri döndüler.

“Bence kaçmalıyız” dedi Ren. “Bu pislik orospu çocuğu bizi yiyecek”

“Nereye?” dedi elk. Ya da “Nasıl?”

“Sonsuzluğun içinde kapana kısıldık”

“Ah güzel evim”diye sızlandı Ren. “Babam her zaman tamirci olmamı isterdi”

Elk istemsizce, gemiyi aşağıdaki karanlık deliğe çevirdi. Aşağıda onları neyin beklediğini bilmeyerek yavaşça süzüldüler. İkiside kapana kısılmış koyunlar gibi hissediyordu.

İçeri girdiklerinde,sandıkları gibi heryeri karanlık ya da kafeslerle çevrili bulmadılar. İçerisi dev bir uçak hangarını andırıyordu; Yüzlerce disk şeklinde uzay gemisi vardı.

“Kurtuluş günü filmi bunun yanında bir hiç kalır” dedi Ren.

“Astronot kıyafetlerinizi giyin” diye emrivaki bir ses duyuldu.

“Nerede bu adi sıçanlar” dedi Ren.

“Bu lanet gemide silah yoktu değilmi?”

“Hayır yok” diye yanıtladı Elk. -Birçok kere intihar etmeyi düşünerek silah aramıştı ama yoktu-.

Astronot kıyafetlerini giyindikten sonra, çekingen adımlarla çıkış bölümüne ilerlediler.

“Çıkmadan önce sana söylemem gereken şeyler var”dedi Elk. Derin bir iç geçirişle devam etti. “Elli yıldır bu hapishanede arkadaşız dostum; eğer ölürsek şunu bil ki, her zaman bana iyi bir yoldaş oldun.”

“Sende dostum, sende iyi bir yoldaştın.”

Birbirlerine sarıldıktan sonra kapıyı açan kolu yavaşça indirdiler.

“Elk” dedi Ren, inmeden önce. “Şey aslında o kadar da şişman değilsin”

Çekingen adımlarla, gemiden indiler. Görünürde hala uzaylı yoktu. “Hey ho!, orda kimse varmı?”

“Hoşgeldiniz, Ren Glupglop ve Elk Porttrop” dedi. Bir ses hemen karşılarından. Sonra, bir hayalet gibi ortaya yüzlerce uzaylı çıktı.

Elk ve Ren birkaç adım  gerilemek zorunda kaldılar. Karşılarında insanı andıran bir bedene sahip başlarında yüzlerini kapatan miğfere benzer kasklar takılı olan yüzlerce uzaylı vardı.

Üzerlerindeki kıyafetler ise tamamen gri renkten oluşmuş cüppe ve omuzlarından ayaklarına kadar dökülen aynı renk pelerinden oluşuyordu.

Hepsi aynı kıyafeti giyiyordu ve bu halleriyle yarı büyücü ve yarı roma askerlerini anımsatıyorlardı. Hepsinin boyu en az iki metreydi ve gözlerinin görünmesi gereken yerde siyah bir karaltıdan başka hiçbirşey yoktu.

“Uzun zamandır sizi bekliyorduk” dedi. Uaylı lejyonun’un en önünde duran ve daha uzun görünen uzaylı.

“Sizin koca kafalarınız ve sıska vücutlarınız yokmuydu?” diye sordu Ren.

“Ah şu küçük insanlar; Bizi hiç görmediniz ki. Zekanız olmasa da hayal gücünüz bir hayli gelişmiş”

“Ama gemileriniz, hayal gücümüzdekilerle aynı”

“Ah evet, çok uzun bir süre uzay gemisi tasarlamak istedik ve sizin çizimleriniz çok işimize yaradı”

Şimdi de kapana kısılmış bir sıçan gibi gülüyordu.

“Bize ne yapacaksınız” diye lafa karıştı Elk. “Yoksa bütün gün burada, bizimle dalga geçmenizi mi bekleyeceğiz?”

“Sabırsız olmayın, sabır büyük bir erdemdir” dedi uzaylıların sözcüsü.“Uzun bir süredir sizi izliyorduk. Hakkınızda herşeyi biliyoruz. Sizin ise hakkımızda bilmenizi istediğimiz tek şey; sizi tekrar yuvanıza götürecek olmamız.

Elk ve Ren oldukları yerde donakaldılar. Akıllarına evlerinin , gezdikleri sokakların ve tabi ki de insanları görüntüleri doluşmaya başladı.

“Tek şartımız” diye devam etti, uzaylı lideri. “Bizden kimseye bahsetmeyeceksiniz”

“Bahsetmek mi? Asla” diye yanıtladı Ren.

“Öyleyse beni takip edin”

Beraber uzunca bir mesafe yürüdükten sonra- ki bunların hepsi hayalmiş gibi geliyordu.- Geniş bir bölüme girdiler. Her tarafta uzaylılar vardı ve epeyce meşgul görünüyorlardı.

“Burası bizim deneyler ve ışınlanma üzerine çalıştığımız laboratuvar” dedi uzaylı. “Dünya’dan malzeme ve insan almak için bu odaları kullanıyoruz.” Elk’in kıkırdama sayabileceği türden bir cıyaklamayla sözlerini sürdürdü: “Daha önce buradan hiçbir insan evine dönmedi. Ama korkmanıza gerek yok. Artık insan deneklere ihtiyacımız kalmadı. Siz bizim birçok keşifte bulunmamızı sağladınız. Bu nedenle; İnsanlığa teşekkür etmek için sizi evlerinize yollayacağız.”

“Sanırım sana sarılmak istiyorum” dedi Ren.

“Bu saçma insan geleneğine gerek yok” dedi uzaylı “Ağzınla teşekkür etmen yeterli”

“Şimdi, şu küçük odaya girin”diye buyurdu. Elk uzaylının arkasında duran camekanlı odayı şimdi fark etmişti.

“Bu kadar basit mi?”

“Ah, evet uzatmanın ne anlamı var?”

Elk ve Ren ürkek adımlarla odaya doğru yürüdüler.

“Peki canımız yanacak mı?” diye sordu Ren.

“Birazcık gıdıklanacaksınız ve birazcık titreyeceksiniz o kadar”

Oda’nın kapısı kapanmadan önce uzaylının iğrenç sesiyle güldüğünü duyumsadılar.

Kendilerini ışınlama işlemine hazırlarlarken –yere daha sıkı basmak gibi- etrafın soğumaya başladığını ve kendilerinden başka herşeyin donduğunu gördüler. Camekanın dışındaki uzaylılar oldukları yerde kalmıştı.

“Elk, sanırım ışınlanıyoruz” dedi Ren.

“Ah, zavallı çocuklar hiç sanmıyorum” dedi arkalarından gelen tok ve serin bir ses.

İkisi de yerlerinden sıçradılar. Arkalarını döndüklerin de verdikleri tepki ise “Baba!” oldu.

“Oh, hayır ben sizin babanız değilim” dedi Sesin sahibi.

“Nasıl yani?” dedi Ren. “Benim babam senindemi baban?”

“Aslında benim babam, nasıl senin baban oluyor” dedi Elk.

“Aslında” dedi. Adam ben ikinizin de babası değilim”

“Peki, öyleyse sen kimsin?” diye sordu Elk.

“Ben mi? Ben, Galuzay’ım ve sizin babanız değilim sadece görüntüm öyle. Buraya sizi kurtarmak için geldim.”

“Kimden?” diye sordu Ren.

“Hangi kimden?”

“Bizi kurtarmak için geldiklerin”

“Benim deyimimle mi? Sizin deyiminizle mi?”

“Bu uzaydakiler hep böyle gıcık mı?” dedi Ren.

“Peki tamam öyleyse, iki sorunuzu da cevaplayayım: sizi kurtarmak  istediğim kişiler, sizin deyiminizle uzaylı. Benim söyleyişimle Ragnar’lar. Ayrıca uzaydaki herkes bu kadar gıcık değil.”

“Peki bizi neden kurtarmak istiyorsun?”

“Evlat” dedi. Galuzay “Üzgünüm ama az önce ışınlanmak yerine uzay tozu olacaktınız”

“Ragnar’lar, yani az önce tanıştığınız uzaylılar; Yıllardır sizin gezegeninizi arıyor!”

“Zaten bulmadılar mı” diye sordu elk.

“Bu kadar budala olmayın çocuklar, Uzayda sadece siz ve gri adamlar dedikleriniz yok. Sizi ziyaret edenler, dost uzaylılar ve diğer ırklara karşı dünyayı gözetiyorlar.”

“Peki bulunca ne yapacaklardı?”

“İnsan köleler uzayda hiç de fena bir fikir değil”

“Peki bununla bizim alakamız ne?” dedi Ren.

“Sizi toza çevirip molekül ve atomlarınızdan dünya’ya giden yolu bulacaklardı”dedi galuzay.

“Peki bizi korumak istemenizin sebebi ne?” diye sordu Elk.

“Sizi korumak mı? Eh uzaylıları sizden koruyoruz”

“Nasıl yani?”

“Siz insanlar sandığınız kadar cahil değilsiniz de ondan. Sizin uzaydaki gelişmiş ırkları keşfetmenizin düşüncesi bile korkunç”

“Ama insan köleler demiştin”

“Evlat, rakibini küçümsemek en büyük hatadır. Sizin küçümsenmeyecek bir ırk olduğunuzu bilenlerin sayısı da pek az”

“Öyleyse şimdi ne yapacağız?”

“Sizleri evinize götüreceğim”

“Eğer bu uzaylılar bizi dünya’ya ışınlayamıyorsa sen nasıl götüreceksin?”

“Hem bizi Dünya’ya göndererek uzaylıların varlığını insanlara açıklayabileceğimizi biliyorsun”

“Evet, açıklamanız olası fakat inanmaları mümkün değil”

“Bizi uzaydaki yaşamı bulmamız için yolladılar”

“Sizi gönderenler şimdi yaşamıyorlar ve üzülerek söylemeliyimki dünya bıraktığınız gibi değil”

“Ee tabiki de bıraktığımız gibi olamaz, aradan elli yıl geçti”

“Peki öyleyse kendi gözlerinizle görün”

Uzaylı Ren ve Elk’in ellerini avcuna aldıktan sonra “gözlerinizi kapayın” dedi. Elleri bir buz kalıbı kadar soğuk ve haddinden fazla yumuşaktı.

Önce hiçbirşey olmadı sonra ikisinin de ruhu vücutlarından çekiliyormuş gibiydi. Bütün enerjileri Galuzay’ın parmaklarına akıyordu sanki.

“Gözlerinizi açabilirsiniz” dedi Galuzay. Karanlık bir dağ yamacında duruyorlardı şimdi.

“Bu inanılmaz” dedi Elk.

“Burası neresi?” diye sordu Ren.

“İlerdeki dağın arkasında Mezolonya var!” dedi Galuzay.

“Mezolonya’da nedir?” Diye sordu Elk.

“Mezolonya yeni çağın devleti demektir evlat” dedi Galuzay. “Siz yokken Dünya’da çok büyük savaşlar yapıldı. Bütün devletler bu savaştan nasiplerini aldılar. Şimdi Dünya tek bir devletten oluşuyor.”

“Bu imkansız” dedi Elk.

“Hayır, evlat imkansız diye bir şey yoktur. Şunu bilin ki: Bilim ve teknoloji artık belirli kişilere öğretiliyor ve insanlar sadece gereği kadar teknoloji kullanabiliyor.”

“Peki Amerika ve Britanya’ya ne oldu?”

“Evlat, dediğim gibi çok büyük savaşlar yaşandı. Bu savaşı devletler kazanmadı bu savaşı insanlar kazandı. Belirli insanlar. Artık Dünya eskisi kadar kalabalık  ve özgür değil. Bütün insanlar köleleştirildi ve bütün Şah’lar devrildi.

“Peki isyanlar çıkmadı mı?”

“Hayır çıkmadı ve çıkmayacak. Teknoloji sayesinde herkes gün be gün takip ediliyor. Küçük gruplaşmalar dahi silah zoruyla dağıtılıyor ve öğrenim sadece üst seviyedeki insanlara verildiği  için cahil kalan toplumlar eğitimli yöneticilerin ve onlara hizmet edenlerin sayesinde, karşı koyacak gücü bulamıyorlar.

“Bu gerçekten mümkün değil” dedi Elk.

“Bıraksaydın da ölseydik”dedi Ren.

“Evet hayalimdeki Düya bu değildi”

“Evlat bu kadar üzülmeyin” dedi Galuzay. “Emin olun dünya eskisinden karışık değil”

“Özgürlüğün ve daha kötüsü özgürlük hayallerinin bile olmadığı bir dünya hiç olmasın daha iyi”

“Bizi geri götür!” dedi Elk.

“Nereye ölmeye mi?”

“Hayır; özgür bir şekilde ölmeye”

“Bunu yapamam çocuklar hayır!”

“Yapacaksın yaşamı ya da ölümü seçmeye hakkımız var!”

“Peki öyleyse tutun ellerimi” dedi Galuzay.”Ve gözlerinizi kapatın”

Elk’in enerjisi azalmaya başladığında gözlerini açtı. Gördüğü manzara karşısında küçük dilini yuacaktı neredeyse. Galuzay’ın bedeni yoktu onun olması gereken yerde kocaman bir uzay boşluğu vardı. İnsan biçimli bir pencereden uzaya bakıyordu sanki.

“Gözlerini kapamazsan sonsuza dek kaybolabilirsin” dedi Galuzay. Sesi zihninde çalan eski bir şarkının nakaratları gibiydi.

Elk gözlerini ikinci sefer açtığında kendini çok farklı bir yerde buldu. Masmavi bir gökyüzünün altındaydılar ve ileride gökdelenleri andıran binalar vardı.

“Sonunda vakti geldi” dedi Galuzay.

“Neyin”

“Gri adamlarla tanışmanın”

Arkalarından gelen duygusuz bir sesle irkildiler.

“Merhaba Dünyalı’lar” dedi sesin sahibi.

Arkalarını döndüklerinde karşılarında Koca kafalı ve sıska vücutlu, gri bir uzaylı duruyordu.

“Ne yapacaksınız bize” dedi Elk. Artık hiçbirşeye şaşırmıyordu.

“Dünya’yı ve dünyaları kurtaracaksınız” dedi Gri Adam.

“Nasıl yani”

“Siz artık uzayın bir parçasısınız, dünyanızı ve uzaydaki diğer ırkları despotlara karşı korumak için size yardım edeceğiz”

“Şimdi işe uzay gemisi uçurmayı öğrenerek başlayacaksınız”

“Peki sonra”

“Sonrası için şimdiden birşeyler söylemek aptallık olur. Başarılı olup olamayacağınızı zaman gösterecek.”

Gök Ada” için 4 Yorum Var

  1. İşte budur. Gerçekçi konuşma sahneleri, yeterli seviyede betimleme ve etkileyici bir son. Genel olarak öyküyü sevdim. Anlatım da oldukça akıcıydı.
    Fikrimce pürüzlü olan kısım ise şöyle: Elli yıldır boşlukta sürüklenen iki insanın bu kadar pozitif ve espritüel olması gerçekçi mi? Belki de pozitif değillerdi de anlatım biçiminden dolayı bana öyle geldi, bilemiyorum.
    İsimleri çok sevdim. Öykünün devamını sabırsızlıkla bekliyorum. ( Bağlaçların kullanımına ve noktalama işaretlerine biraz daha özenilmiş olarak.) 🙂

  2. Merhaba,
    Öncelikle hikayem için yazdığınız yorum için teşekkür ederim.

    Diyaloglar güzl olmuş. Hikaye okuyucuyu yormuyor ve akıcı bir şekilde ilerliyor. İki kafadarın kendi aralarında konuşmalatını güzel aktarmışsınız. Elinize sağlık. Kafadarların devamını bekliyorum 🙂

    1. Teşekkür ederim yorumunuz için 🙂 doğrusunu söylemek gerekirse kendimi hikaye hakkında eleştirilere hazırlamıştım (gönderip göndermemekte kararsız kaldım. kurguyu iyi yapamadığımı düşünmüştüm.) birdahaki seçkiye katılırsam eğer daha iyi yazmaya çalışırım 🙂

  3. Merhaba, çok hoş bir öyküydü. Okurken çok eğlendim. Öykü gayet akıcıydı, kurgu düşündüğünüzün aksine başarılıydı, diyaloglar ise müthişti. Uzaylı ilgim ve pek sevdiğim esprili anlatım bir arada olunca okumamak olmazdı. Temayı güzel kullanmışsınız, yaratıcı.
    Kaleminize kuvvet.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *