Öykü

Her Gece Cümbüş

Gözlerimi açtım. Hani; açmasaydım da olurdu yani. İnsan uyanınca ilk karşılaştığı şey karanlık olunca biraz morali bozuluyor. Ne bileyim; böyle gülümseyen, sırıtan bir güneş falan istiyorsun.

Artık nasıl yattıysam, boynum fena tutulmuştu. Suratımı buruşturdum. Siz olsanız siz de buruştururdunuz! Kalktım yatağımdan; su almaya gittim. Tam buzdolabını açıyorum; pencerede bir karartı fark ettim. Çok teatral ve klişe değil mi? Ama ne yapayım; gördüm işte! Aaa bir de yalancı mı diyorsun bana?! Hadi be oradan! Çık git, bas şu sağ üstteki kırmızı butona! İzin verirsen hikâyeme devam edeceğim, bir sürü insan meraktan kıvranıyor şu an!1

Sıkkın sıkkın gidiyorum pencerenin yanına ve… Sürpriz! Kediymiş. Kusura bakma, senin o müthiş fantastiğe olan doyumsuzluğunu doyuramadım. Zaten bir şey asla doymuyorsa, neden besleyesin ki? Ha bu arada tüm öykü size kurgu gibi gelebilir ama unutmayın, bunların hepsi yaşandı.2

Suyumu dolduruyorum. Ve –ne büyük sürpriz ki- içiyorum. Kapıdan mayışık mayışık çıkıyorum.3 Kıkırdamalar kulağıma çalınıyor. Dikkatle dinleyince kardeşimin odasından geldiğini fark ediyorum. “Sen hala uyanık mısın!” diye bağırıp egomu tatmin etmek amacıyla, hevesle terliklerimi şaplatarak oraya doğru yöneliyorum.

Odaya öylesine heyecanla girdim ki “Baskın basanındır!” diye bağırmadığıma şükretmek gerek!

Gördüğüm sahne karşısında ağzım açık kaldı. Hani böyle bildiğin açık kaldı. Sondaj kuyuları gibi. Aslında sondaj kuyusuna büyük ölçüde benziyordu. Çünkü ağzımda kalan biraz su akıp gitmişti dudaklarımın arasından. Evet, biraz iğrenç değil mi?

İki tane ufacık yaratık –on beş santim falandı en fazla- kardeşimin yastığına tünemişti. Tıknazlardı ve yeşil tenlerinde büyükçe siğiller vardı. Turuncu gözleri pörtlekti ve beyazı yoktu. Kedilerinki gibi dikey gözbebekleri vardı. Uyuyan Alp’in kulaklarıyla falan oynuyor; burnunu gıdıklayıp tiz seslerle kıkırdıyorlardı.

E tabii var olan bütün hevesim kaçtı gitti!

Deliriyorum sandım. Bu yaratıklar da neydi? Ve niye bu kadar iğrenç kokuyorlardı? Ve niye evimizdeydiler? “Hey!” dedim. “Nesiniz siz? N’apıyorsunuz burada?”

Turuncu gözlerini bana çevirdiler ve pis pis baktılar. Sonra tekrar kıkırdamaya koyuldular. “Biz… biz…” dedi tiz sesle “Biziz!” Sonra yüksek sesle gülmeye başladılar. Gözlerimi devirdim. –Biraz iğrenerek- ikisini enselerinin sarkık derilerinden yakalayıp göz hizasına kaldırdım.

“Kimsiniz?” dedim tekrar “Nesiniz? Ne yapıyorsunuz burada?”

Minicik yumruklarıyla ellerime vurmaya çalıştılar. Onları şöylece bir sarstım ve “Cevap verin bana!” dedim. Bu sırada şansıma tüküreyim ki Alp uyandı.

“Abinapyosunburdaya!” gibi pek anlamlı bir soru sordu bana. Ellerimi öne uzattım ve yaratıkları gösterdim. “Bunlar ne ya?”

“Ellerin tabii ki!” dedi gözlerini devirerek. Son model pis bakışlarımı sergiledim ona. “Görmüyor musun bunları?!”

“Neyi görmem gerekiyor ki?!”

“Bu… bu canavarları! Cinimsi şeyleri! Jabba the Hutt’ın minyatürlerini!”

“Halüsinasyon mu görmeye başladın şimdi de? Ben zaten hep seni Bakırköy’e yatırmamız gerektiğini biliyordum!”

Şöyle bir tane çakasım gelmişti Alp’e. Acaba sahiden hayaller mi görüyordum? Deliriyor muydum acaba? Fırlattım attım cinimsi şeyler. “Aah! Yavaş olsana be!” ünlemlerini duymazlıktan geldim.

Geri geri yürümeye başladım. Sonrasını pek hatırlamıyorum. İnsan düşerken gözü kararıyor çünkü! Sadece ayağıma bir şeyin takıldığını ve “Devriliyooooo!” nidasını duyduğumu hatırlıyorum. Sonra küçük yaratıklar üzerime çıktı ve benim ayıltmak istiyormuşçasına tokatlamaya başladılar. Geri ittirdim onları hafifçe. “Bayılmadım!” dememe kalmadı bir tanesi ellerimin üzerinden zıplayıp suratıma kondu ve tokatlamaya devam etti. Tuttuğum gibi odanın bir kenarına savurdum onu.

Kardeşim bana endişeli gözlerle bakıyordu. Sahiden göremiyor muydu onları? Deliriyor muydum?

“Delirmiyorsuuuuun!” dedi derin, hülyalı bir ses. Mor rengi, altın çizgili bir kedi pencerenin pervazında durmuş beni izliyordu. Eflatun gözleri bana mayışık mayışık bakıyordu. “Bizi sadece sen görebiliyorsun çünkü-“

“Ne o, ben seçilmiş kişi miyim?” dedim alayla.

“Eh, öyle olmak istiyorsan… Ama daha değişik bir açıklaması var bu işin.”

“Neymiş o?”

“Bızdır-Kızdırlar’ın işedikleri suyu içtin.”

“Bızdır-Kızdır? Ne o be?!”

“Şu gördüğün minik cinler. İnsanı sinirlendirmeye birebir.” Dedi. Halden anlarmış gibi kafasını sallıyordu.

“E, niye evimdesiniz? Ne işiniz var burada?”

“Buradaki bir şey –ne olduğunu bilmiyorum- bizi çekiyor. Tüm büyülü yaratıklar -cinler, periler, Bızdır-Kızdırlar vesaire- aylak aylak gezinirken bile buraya doğru geliyor. Ayaklarımız bu yöne çevriliyor. Sizden öncekiler de bu yüzden kaçmıştı evden.”

“A-ama niye geliyorsunuz ki? Engelleyemez misiniz kendinizi? O sizi çeken şeyi bulup çıkaramaz mısınız?”4

“Ah, bir bilsek! Ama zaten çok takmana gerek yok. Pek çoğumuzun size zararı yoktur.”

“Alış buna diyorsun yani?”

“Evet. Hatta bazılarımızın sohbeti de bayağı iyidir. Bakınız; ben!” dedi gülümseyerek.

Elimde olmadan gülümsedim. “Peki, sen nesin?”

“Oyum buyum. Milatın başlangıcından önce vardım; Musa Kızıldeniz’i yardığında başı ben çekmiştim. Hazreti Süleyman’la az muhabbetim olmadı. Cleopatra benden güzelliğin sırlarını istedi. İstanbul fethedilirken ben surlardan etrafı izliyordum. Einstein atomu benim sayemde parçaladı. Ben medeniyetin başlangıcından beri var olan çok yüce bir varlığım.”

Bu bir şaka mıydı yoksa?

“O kadar yüceysen, niye sen de bu eve gelmek zorunda kalıyorsun?” dedim merakla. Tüm korkum kedinin tatlı sesiyle uçup gitmişti sanki.

“Dediğim gibi; bilmiyorum. Tüm ölümlülerden ve biz varlıklardan bile daha müthiş, daha güçlü etkiler vardır. Onlara karşı gelemeyiz.”

Eh bayağı garip konuşuyordu doğrusu. “Ne gibi etkiler bunlar? Nerden geliyorlar? Nasıl oluşmuşlar?”

“Öylesine kadim ve güçlü kuvvetler vardır ki; bunları ne ben, ne de bir başkası açıklayabilir.”

“Rüya görüyorum herhalde” deyip manyakça sırıttım. “Birazdan annem gelip uyandıracak beni. Dedem olsaydı şimdi ‘bir tarafın açıkta kalmış senin’ derdi kesin.”

“Deden; annenin babası, Mehmet Özkan değil mi? Eh iyi adamdır.”

“Dedemi de mi tanıyorsun? Allah’ım yardım et bana. Tüm bunlar kabus olmalı. Eğer kabus değilse de; kesin deliriyorum ben. Evet evet deliriyorum.”

“Kâbus değil. Delirmiyorsun da. İnsanoğlu niye her şeye bu kadar kapalı? Niye hiçbir yeniliği kabul etmiyor?” Öylesine hüzünlü bir tavrı vardı ki…

“Eh bunun bir rüya olduğunu düşünüyorsan, unut gitsin. Kimseye hiçbir şey anlatma. Nasıl olsa yavaş yavaş aklından silinir.”

Gözlerini şöyle bir kırptı. Kardeşim tekrar hareket etti. Bızdır-Kızdırlar yatağa düştü. Kedi yavaş yavaş gözden kaybolurken pencere aydınlanmaya başladı. Güneş doğuyordu herhalde. Bızdır-Kızdırlar ışığı görünce tiz çığlıklar atıp kıkırdadılar ve yatağın altına saklandılar.

Alp “Abi?” diye seslendi. Bir uykudan uyanıyormuşçasına irkildim ve ona çevirdim kafamı. “Bir şey yok, bir şey yok.” Dedim ve odama yollandım. Sahiden bir uykudan uyanıyordum. Gözümüzün önündeki perdenin ardında acaba daha neler vardı kim bilir?

* * *

O gecenin üzerinden yıllar geçti. Her zaman, bir daha onları aramaya çıkmadım diye pişman oldum. Onun ne demek istediğini şimdi anlıyorum. Ne kadar dar görüşlü, ne kadar ahmakmışım. Gençliğime tekrar dönebilsem…


1Ya da ben öyle olmasını umuyorum.

2Külliyen yalan! Ama insanı öyküye çekmek için birebir.

3Mutfak kapısından. Uyurgezer değilim ki dış kapıdan çıkayım!

4Ben kediyle konuşurken kardeşim donmuş kalmıştı nedense. Sanırım çevremizdeki zaman durdu. Çünkü Bızdır-Kızdırlar da yatağın üzerinde zıplarken havada kalmıştı. Herhalde bu o kedinin işiydi.

Her Gece Cümbüş” için 4 Yorum Var

  1. Sonu net olarak bir yere varmayan eğlendrici bir öykü olmuş. Kızdır Bızdır ismi çok hoşuma gitti, onların işediği suyu içmek… Iyk?

    Samimi bir anlatımın ve orjinal fikirlerin var. Ellerine sağlık.

  2. Samimi bir dille yazılmış, eğlenceli bir hikaye sunmuşsun bizlere. Bızdır-Kızdırlar ve kedi çok enteresandı gerçekten de. Özellikle kedi bana Alis Harikalar Diyarı’ndaki sırıtkanı anımsattı.

    Şu sayılarla belirttiğin kısımları ana metinin içine eklemen daha iyi olurmuş yalnız. Özellikle dördüncü metin mutlaka yazının içinde olmalıydı. Bu tarz eklemeleri dipnot olarak değil de parantez içinde eklemen daha yerinde olacaktır kanısındayım.

    Kalemine sağlık…

  3. Evet mit, aslında kedi olayı oradan geldi.:D Yalnız, onu daha bir olgun göstermeyi planlıyorum; a-aa! Spoiler mı verdim ne 😛

  4. Bızdır-Kızdır ismine bayıldım! Ben tam çay içerken işemek kısmını okuyunca komik oldu biraz 😀
    Diğerlerinin dediklerine katılıyorum. Samimi anlatımını beğendim.
    Ben de şu anda bilim kurgumsu bir hikaye yazıyorum. Roman olma yolunda ilerliyor, kendime durduramadım hehe.. Ben de tam böyle ilginç isimler arıyordum. Senin şu hımm, nasıl desem, ırkının ismini duyunca aklıma orjinal fikirler geldi.
    Esin kaynağı olduğun için teşekkürler, yazmaya mutlaka devem et!

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *