Öykü

Meh-Teh

-1-

İçindeki fırtınayı durduramıyordu. Görünmez bir el kalbini sıkıştırıyordu. Kulaklarının uğuldamaya başladığını hissetti.

Vahşi bir hayvan pençeleriyle tüm vücudunu parçalıyormuş gibi hissediyordu ve ruhunu kanatıyordu. Nefes almakta zorlanıyordu.

Üzerinde iki nokta bir parantez çıkartması bulunan siyah kupasını, varlık sebebi lezzetsizliğiyle insanların mutsuzluğunu pekiştirmek olduğunu düşündüğü çay makinesinin ağzına tuttu ve kupanın içine kusmasına izin verdi.

Kravatını gevşetti ve gömleğinin ilk düğmesini açtı. Puslu ve karanlık havaların, insanın üzerinde yarattığı negatif etki ile ilgili okuduğu makaleyi hatırladı. Ama, O böyle havaları severdi. Kendini tutsak hissetmesinin nedeni hava değil ise ne olabilirdi?

Sorusunun cevabını alabilmek için her şeyi bilene başvurmaya karar verdi ve ekrana “özgürlük” diye yazdı “Tibet mi demek istediniz?” sorusu ile karşılaştı.

TİBET!!!!

Kutsal adamın, tüm insanlığa reva gördüğü 14 günlük özüne dönme iznini burada geçirebileceğine karar verdi.

-2-

Uçaktan indiğinde turizm acentesinin görevlendirdiği rehberin elindeki beyaz levhada ismini gördü. Rehber, ufak tefek kırmızı yanaklı sevimli bir adamdı. İlk olarak ne yapmak istediğini sordu. Yorgun olduğunu, önce otele gidip rahatlamak istediğini söyledi.

Otel, Tibet’in en güzel yerinde idi. Önünde yemyeşil bir vadi uzanıyordu. Balkon kapısını sonuna kadar açtı ve temiz havayı ciğerlerinin en derinliklerine kadar çekti. İçindeki kanama durmuş, fırtına yerini huzurlu bir dinginliğe bırakmıştı. Ruhunun havalandığını, ayaklarının yerden kesildiğini hissetti. Balkon kapısının camından yüzüne baktığında uzun zamandan sonra ilk defa içten gülümsediğini gördü. İyi görünüyordu. Doğru bir karar verdiğini anladı.

Sırt çantasını aldı, otelin lobisine indi. Lobide rehber onu bekliyordu. “Nereden başlayalım?” diye sordu. “Fark etmez”dedi, çünkü nereye gitse aynı şekilde hissedeceğini biliyordu.

Mavi 1940 model, üstü açık, egzozu “Dünya Çevre Örgütü”ne aykırı olarak üretilen otomobilde giderken yüzüne çarpan esintiye teslim oldu ve gözlerini kapadı.  Rehber, yanından geçtikleri tarlalarda neler yetiştirdiklerini anlatıyordu. Ülkenin önemli geçim kaynağı bu tarlalardan elde ediliyordu. Çalışanların sırtlarında büyük hasır sepetler vardı. Bazılarının içinden çıkan minik kafalara baktı. Otelin balkonundan bakarken fark ettiği yeşil denizin içinde hareket eden renk cümbüşünü şimdi yakından görebiliyordu.

Arkalarında, siyah duman bulutunu bırakarak tepedeki kırmızı görkemli yapıya doğru ilerlediler. Çakıl taşlı patikaya geldiklerinde araba durdu. Görkemli binanın bahçesinden geçerken, dünyanın bu kadar turuncu olabileceğini hayal edemezdim diye düşündü. Yavaş ve saygılı tavırlarla Mabed’in içerisine doğru ilerlediler. Büyüleyici bir atmosferi vardı. Duvarlarda büyük, uzun tüylü insan figürüne benzeyen çizimlerin betimlendiğini gördü. Rehbere, figürlerin ne anlama geldiğini sorduğunda “Meh-Teh” “İnsana benzer hayvan demek” cevabını aldı.

-3-

MEH-TEH!!!…. İnsana Benzer Hayvan…

Özgürlük diye yazdığında neden “TİBET” kelimesinin çıktığını,  içindeki hayvanın neden sustuğunu şimdi daha iyi anlıyordu.

Tam da olması gereken yerde… Evindeydi.