Öykü

Rıfat’ın Rüyası

Salonun geniş koltuklarına kurulup Rıfat’ın gelmesini beklerken şiddetli bir gök gürültüsüyle birlikte dökülüvermişti kelimeler dudaklarımdan. İkinci bir kez düşünmeyi gereksiz bulmuş olmalıydım. Gözlerimi iki dostumdan birinin yüzüne değil de duvarda asılı duran Melling’in Hipodrom gravürüne sabitleyip anlamsızlığının ayırdına geç vardığım sıkılganlıklarla dolu o ilk gençlik günlerimi yeniden anımsamıştım. Oysa pek de uzak olmayan bir geçmişte tıp doktoru bir arkadaşımın konuştuğumda gözlerimi insanlardan asla kaçırmamam gerektiğini salık verdiğini unutmamıştım. Tane tane söylediği, ‘özgüven’, ‘inşa’ ve ‘sen’ gibi kelimeleri benliğimde ilk günler sağlam olduğunu düşündüğüm bir yer edinmiş olsalar da kısa bir süre sonra uçup gitmişlerdi zihnimden. İnsanlara yukarıdan bakmakla tevazu arasındaki o ince çizgiyi geçmemek ilk duyduğumda becerebileceğim bir iş gibi görünmemişti. Tavsiyesini iş işten geçtikten sonra, gözlerimi insanlardan kaçırdığımda anımsıyor olmamsa kaderin bir cilvesiydi şüphesiz.

Dostlarım, birer mahlas sahibi olmamız gerektiğini benden duyduklarına pek şaşırmamış gibiydiler. Bir planımın olduğunu anlamış olsalar da her zamanki gibi meraklarını kendilerine saklamayı başarabilecek kadar soğukkanlı davranabilmişlerdi. Tuhaf zamanlardan geçiyorduk. Aramıza gönüllü ya da gönülsüz koyduğumuzu bilemediğimiz mesafeler şöyle dursun, coşkumuzun dozunun kaçabileceği endişesi yeterli heyecanı göstermemize engel oluyordu. Mahlaslarımızın harflerine uzun bakıldığında ya da üzerlerine çok düşünüldüğünde anlamını yitiren kelimelerden biri olacağını -ki neredeyse tüm kelimeler böyledir- bilmeleri gerektiğini, seçimlerini yapmadan önce bunu iyice düşünmelerini istediğimi de eklemiştim. Dostlarım bu ve buna benzer küçük oyunları sevdiğimi iyi bilirlerdi.

“Aklınıza gelen ilk kelime olmalı” dedim akla gelecek ilk kelimenin vasat olma ihtimalini hiçe sayarak. “Rezervuar köpeği miyiz lan biz?” diyerek sırıttı Ferit. Mahlaslarımızı ilk kez dillendirdiğimizde hafif bir gülümseme yerleşmişti dudaklarımıza. Derinlerde bir yerde kök saldığına neredeyse emin olduğumuz birbirimizi hor görme isteğimizden kaynaklanmıyordu yine de ifadelerimiz. Nihayetinde dostluğumuzun temellerini çocukluğumuzda atmıştık. Samatya’da aynı mahallede birlikte büyümüş, doksanlı yılların ortasında semtlerimizin ve okullarımızın ayrışmasıyla görüşemez olmuştuk. Onca yıldan sonra ilk kez tekrar bir araya geldiğimizde ‘hiç değişmemişsin’ler, ‘saçlar amma da beyazlamış’lar ve ‘göbek almış yürümüş hacı’lar havada uçuşmuştu. Çoğu son model olan telefonlar ceplerden hızla çekilmiş, Facebook’lar paylaşılmış, çoluk çocuğun resimlerine hep birlikte bakılmış ve finalde türlü kredi kartı geç gelen hesap sümeninin arasına fırlatılmıştı. Çayların, kahvelerin ve tatlıların aritmetiği beş dakikalık hükmünü sürmüş, kafasını önünde durduğu her bir müşterinin ters yönünde çevirerek rakamları görmemeye büyük özen gösteren garsonun elindeki cihaza vakurla girilmişti dört haneli şifreler. Bense hesap sümeni ve adisyon gibi kavramları hiç duymamış naif bir çocuk gibiydim o an neyi düşündüğümü bilmeyen ve umursamayan eski dostların arasında. Daldığım kısa gündüz düşünden Ferit’in beni omzuyla dürtmesiyle uyanmıştım. Uygun bir mimik ve ‘hadi yine iyisin’ alt metniyle “Ben hallettim!” demişti ocak altı kısar bir özenle kısmasını beklediğim ama kısmadığı sesiyle. “Neyi hallettin Ferit? Ben hiç bir şeyi halledemedim şu hayatta, sorularıma cevap bulamadım…” diyemedim. Hesap konusunda bir kastım yoktu oysa. “Bu sefer bendensiniz”, “Lafı mı olur”, “N’oolcak abi bi sonraki sizden olur” gibi eski yaklaşımların artık hiç dillendirilmiyor olmasıydı beni anlık bir gündüz düşünün derinlerine dalmaya iten. İnsanların yaşlandıkça artan kendilerini garanti altına alma istekleri, çocuklarla birlikte artan türlü sorumluluklar, özel sektörde ve kamuda işlerin boka sarması, benzine sanki Sanayi Devrimi’nden bu yana geliyormuşçasına gelmeye devam eden zamlar ve buna paralel artan fiyatlar dostların birbirlerine iyilik yapma isteklerini de törpülemiş gibiydi. Sonraki görüşmelere makam-mevki sahibi olduklarını düşünen ve kendilerini artık bizim gibi tiplerle görüşemeyecek olduklarına inandırmış olanlar katılmamışlardı ve biz geride kalanlar sonuncu buluşmada doğal seçilimin gerçekleştiğine emin olmuştuk. O günden beri de çekirdek kadro olarak birbirimize ev ziyaretleri yapmaktan memnun gibiyiz.

Bu geceki önerim sonrasında mahlas olarak benim Tıpkıbasım’ı, Ferit’in Sucuklutost’u, Murat’ın Dük’ü seçmiş olmasının zengin hayal dünyamızın birer yansıması olup olmadığını ilk anda kestirememiştim. Onların çocukluk günlerimizden kalan ve gece boyu dolduracağımız bir hatıralar denizinde yüzecek dal parçaları olduğunu bilebilmemiz mümkün değildi. Aklımdakinin ne olduğunu sormalarını beklemeden açıklamaya giriştim. Rıfat geldiğinde ona içimizden birinin bir rüya gördüğünü ve bu rüyayı ondan dinlemek istediğimizi söyleyecektik. Sorularıyla bizi o yönlendirecekti. Sorularındaki anahtar kelimelerin ilk harfleri alfabenin ilk 15 harfi içindeyse ‘Evet’, son 14 harfi içindeyse ‘Hayır’ diyecek ve ondan kendi hayal gücüyle geliştireceği bir hikâye dinlemiş olacaktık. Dostlarım oyunu ilginç bulmuş olsalar da heyecanlarını yine bastırmışlardı. Oysa tedirginliklerini bir kenara koyup kendilerini dışavurabilselerdi her şey daha farklı olabilirdi. Ah şu anti-ekspresyonistler! Kahrolmayasıca dostlarım. Neyse ki en azından katılımcı olmayı kabul etmişlerdi.

Üzerinden süzülen iri yağmur damlalarına aldırmadan pardösüsünü yeni aldığım ahşap portmantoya asmayı tercih etti Rıfat kapıdan girdiğinde. ‘Bir ara çay koymaya ya da tuvalete diye kalkar, altına ufak bir kilim serdiğim ayaklı askıya kaydırırım pardösüyü’ diye geçirdim içimden. ‘Ama ya giderken pardösüsünü bıraktığı yerde bulamayıp sinirlenir ve bana yumruk atmak isterse’ diye de endişelenmedim değil. Sinirli adamdır Rıfat. Dükkanında gereksiz sorular soran gıcık bir kızın kafasında klasik gitar kırmışlığı vardır. Kadına el kalkar mı lan Rıfat? Gitar da kalkmamalı. Rahmetli babasının mesleği olan antikacılığa merak saldıktan sonra koleksiyonuna kattığı binlerce parçanın hikâyesini tek tek ezberlemiş fil hafızalı bir arkadaşımızdır Rıfat. Her arkadaş grubunun gizli ve gizemli bir lideri varsa bizimkisi kesinlikle Rıfat’tır. Her ne kadar tam bir bilinçle olmasa da onu bu geceki oyunun ebesi olarak seçmenin altında yatan neden bizim çoktan unuttuğumuz ve unutmayı seçtiğimiz onca anıyı detaylarıyla hatırladığına ve onları sadece kendisine sakladığına emin olmamdır.

Murat ve Ferit Rıfat’a hâl-hatır sorarlarken ‘bana ne oluyor’ diye düşünmeye dalmıştım. Küçük hesapların adamı değildim ki ben. Bırak pardösü arkadaşının bıraktığı yerde kalsın, varsın süzülen damlalar çin işkencesi gibi tane tane damlasın ve o pahalı portmantonun birinci sınıf ahşabını kabartsın. Yeter! Yeter ki sen kabalık etme dostuna.

Rıfat trafiğe girmek istemediği için metrobüse binmeyi tercih ettiğini, yağmurda bunun ne büyük bir hata olduğunu bilemediğini söylerken bölüp çayları koymak için kalktığımı söyledim. Bir kulağım onlarda, gözüm yanından geçtiğim portmantomda (pardösüye ve üzerindeki damlalara bakmamak için gözlerimi sımsıkı kapamaya hazırdım) mutfağa doğru ilerledim. Elimde tepsi, çaylarla döndüğümde hikâyenin asıl kısmını kaçırdığımı, karanlıkta duraktan evime doğru yürürken Rıfat’ın bir yankesici tarafından neredeyse gasp edildiğini öğrendim. Geçmiş olsun dileklerimden ve küçük oyunumuzun akışını özetledikten sonra ilk sorusunu duymak için beklediğimizi açık eden meraklı gözlerimizi kendisine diktik. Çaylardan eş zamanlı alınan ‘fırt’ların ‘hürp’leri sadece salonun değil, boşalttığımız zihnimizin duvarlarında da yankılandı.

Yarım saat kadar önce atlattığı olayın da etkisiyle olacak, “Hırsızlık var mıydı rüyada” diye sordu ilk. ‘Hırsızlık’. ‘H’. Onuncu harf. “Evet” dedim. “İçinizden biri hırsızlık yapıyordu”. “Evet”. “Hanginiz? Direkt isim söyleyebiliyor muyuz? “Mahlaslarımızı kullanarak her şeyi sormakta serbestsin, ben Tıpkıbasım, Ferit Sucuklutost, Murat da Dük…” “Rüyayı gören hanginizse bir bakkaldan çaldığı sucuklutostu gömüyordu o hâlde”. “S”. Alfabenin ikinci yarısı. “Hayır” demem gerekirken ani bir kafa karışıklığıyla “Evet” demiş bulundum. “Mahallenin bakkalı Selahattin itini hatırlamayanınız yoktur heralde değil mi?” dedi. “Salçalı sanayi tostunda bir numaraydı şerefsiz… Sur dibinde gizlice kesilen eşeklerin etinden imal o kangal kangal sucukları zar inceliğinde doğradığı büyük ekmek bıçağını her daim elinin altında tutardı…” Bunu söyleyip duraksadığında ortama bir sessizlik çökmüştü. Anlık bir aydınlık salonun büyük camından içeri vurdu ve iki saniye sonra duyduğumuz gök gürültüsüyle birlikte camlar yerinden oynadı. Üst kattaki yeni evli çiftin bebekleri sesten korkmuş olacak ki ağlamaya başladı. “Tıpkıbasım efendi!” dedi Rıfat. “Muhtemelen yine babamın kitaplığındaki tıpkıbasımlardan birini araklıyordun…” ‘Arak’ “Evet”. “Rahmetli o kitapların akıbetini hiç sormazdı… Ne olduğunu biliyordu tabi.. ”  Sessizlik. “Sen bizim evden kitap çalarken, Ferit bakkaldan sucuklutost çalıp bize geldi”. “Evet” “Dük mü? Dük dediğin anca tuvalde olur, birinizde dük resmi var” “D”. Beşinci harf. “Evet”. “Bu mahlası Murat seçtiğine göre bir dükün resmine bakıyor, bi dakka bi dakka sen Londra’da değil miydin geçen ay? Hah işte Neyşınıl Galeri’de bir dükün portresine bakıyordun”. “Evet” dedi Murat hafif sırıtarak ve Marlborough Dük’ü Churchill’in portresini anımsayarak. “Dük sana benziyor muydu?”. ‘Benzemek’. “Evet”. “Bu rüyada hepiniz var mısınız peki?” “Evet”. “Murat kendisine fena halde benzeyen, neredeyse kendisinin tıpkıbasımı olan dükün portresini çalıp bizim eve getirdi, peşinde interpol var, Selahattin Bakkal, çalınan tostun failini bildiği için tostun parasının peşine düşüp polisleri aradı, polis Ferit’in de peşinde, rüya bu ya rahmetli babam da aslında ölmemiş ve seni kitap hırsızlığından polislere şikayet etmiş…” Sessizlik. Yüzlerimizde tuhaf bir gülümseme. Rıfat bitirdi: “Tamam lan çözdüm işte, polis hepimizin peşinde… Ama kendi suçumun ne olduğunu bilemiyorum…”

Öğle saatlerinde başlayan yağmur dinmiş, irili ufaklı binlerce eşyasının yanında tozlu anılarımızın da koleksiyoncusu olan Rıfat unutmayı seçtiğimiz tüm anılarımızı küçük bir oyunla tekrar açığa çıkarmıştı. Cüzdanından aşırdığı paralarla günler boyu hepimize cips, çikolata ve türlü aromalı gazozlardan alışını babası Tahir amcaya ispiyonlayışımızı, durumun farkına vardığı hâlde sesini çıkarmayan bakkalla girdiği kavga sonucunda bakkalın yeni bileylediği ekmek bıçağını Tahir amcanın böğrüne saplayışını, kan kaybından ölen babasından sonra yalnızca Bakkal Selahattin’i değil annesinin evlendiği o soysuz herifi de öldürüp top sahasının ortasına gömen dört çocuğun yapıp ettiklerini hep birlikte yeniden anımsamıştık. Geçmişin sürekli tekrar eder bir şekilde hâlen bir yerlerde yaşanmaya devam ettiği düşüncesi boğazlarımızda bir yumağın kalmasına neden olsa da biz yine yaşananları unutmayı seçecek ve bir kaç ay sonra tekrar görüşecektik. Rıfat, tüm anlattıklarının bana ait olduğu konusunda ısrarcıydı. Sonraki görüşme için geçmişin unutmaya çalıştığımız başka bölümlerini anımsatacak bir oyun bulma sırası artık ondaydı. Düşündüğünün aksine hikâyesi yalnız benim değil hepimizin rüyasıydı.

Rıfat’ın Rüyası” için 10 Yorum Var

  1. Merhabalar. Yarattığınız ortamı beğendim açıkçası. Evde arkadaşlığın sıcaklığı, dışarıda yağmurlu havanın soğukluğu, yağmur damlaları, mutfakta demlenen çay… Bu arada öyküde bahsi geçen rüya oyununu da biliyordum. Hiç oynamadım ama… Yalnız bu oyun kısmı biraz sallanmış öyküde. Aktarmak zor ne de olsa. Metin kötü değil kesinlikle ama -hani böyle yağ gibi derler ya- akıp gitmiyor. Biraz okurken zorladı.

    Ama söylediğim gibi, hayatın içinden çekip çıkardığınız gündelik saptamalar, ayrıntılar hoşuma gitti. Sıcak. Samimi.

    Elinize sağlık..

    1. Duygunun ve atmosferin geçmiş olması sevindirici, akıcılık konusu da malum demlendirme ile ilgili, daha erken yazıp bir kaç kez elden geçirmek gerekiyor elbet, zamansızlıktan ancak tek revize şansı oluyor bu aralar… Yorum için teşekkürler!

  2. Merhaba, güzel bir öyküydü, sevdim. Bir önceki öykünüz ve bu öykünüze bakarak hoş bir tarzınız olduğunu düşünüyorum. Hikaye etmede başarılısınız. İfadeleriniz de güzel ama bu öyküde biraz karışıklık var ve okurun kafasında soru işaretleri bırakıyor; bu sebeple akamıyor öykü. Biraz daha dolambaçsız, düz ifadeler durumu kurtarır gibi. Ama öykünün atmosferi güzel.
    Kaleminize kuvvet.

  3. Akıcılığı sağlayacak sadeleştirme için öykülerle ilgilenecek daha çok zamana ihtiyaç var sanıyorum, yorumunuz için teşekkürler!

  4. Merhaba, güzel bir öykü kaleme almışsını. Arkadaşların dediği gibi biraz sadeleşirse daha güzel ve akıcı olacaktır. Öykünüzü beğendim. Elinize sağlık ve kaleminize kuvvet. Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…

  5. Merhaba;
    Güzel bir öykü. Diyalogları ayırıp yazsaydınız belki okuma açısından daha kolaylık sağlamış olurdunuz. Bir de oyunun içinde çok kaldığınızı düşündüm. Oyunu anlatmak önemli olayın akışı için ama o bölümü bence tekrar gözden geçirseniz iyi olur. Dilinizin kıvraklığını, anlatım gücünüzü sevdim ben. Gelecek öykülerde görüşmek dileğiyle…

  6. Merhabalar. Öykünüzü yukarıdaki yorumların geneline katılmakla birlikte çok beğendim. Üslubunuzu okuması rahat, etkileyici betimlemeleriniz ise dinginlik verici. Ayrıca anılar koleksiyoncusu fikri hoşuma gitti, daha fantastik bir öykü olsaydı bu öykü yaratıcılık bakımından da kuvvetlenirdi. Bir tek baş karakter harici karakterler gözümün önünde kanlı canlı belirmedi öykünüzde. Diğer seçkilerde de öykülerinizi okumak isterim. Elinize sağlık.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *