“Patlamanın gerçekleşmesine son 12 saat…”
Mekanik bir ses sessiz odayı doldurdu. Odanın bir köşesine sinmiş yaşlı adam acı dolu gözlerle vücuduna dolanmış kalın bantlara baktı. Tam önüne, üstünde küçük bir ekran olan siyah bir kutu bağlanmıştı. Kutudan geliyordu mekanik ses. Geri sayım başlamıştı.
***
36 saat önce, Taksim Meydanında bir telefon kulübesi
O gün dedektif, telefon kulübesinin yanındaki banklara oturmuş, bir yandan simit yiyor, bir yandan da emekliliğinin ilk gününün tadını çıkarıyordu.
Takım elbise giymiş insanlar yüzlerinde panikle karışık ciddi bir ifadeyle etrafta koşturuyor, köşede bir simitçi, çocuklara simit satıyor, yaşlı bir bayan küçük köpeğini gezdiriyor ve elbette uzaklardan gelen tramvayın sesi etrafı çınlatıyordu.
“Zrrr!”
Dedektif bir anda yanındaki telefonun çalmasıyla yerinden zıpladı.
Etrafına bir bakındı ama umursayan yoktu. Tedirgin bir şekilde o yöne bakmamaya çalışarak önüne döndü ve bankın etrafında dört dönen güvercinlere simit atmayı sürdürdü.
Tam dikkatini vermiş güvercinleri izlerken, telefonun çalışıyla bir kez daha yerinden sıçradı.
“Zırr!”
Arayan gerçekten çok inatçı olmalıydı.
Rahatsızca yerinde kıpırdanan dedektif birden izleniyormuş gibi bir duyguya kapılmıştı.
Simitleri bankın kenarına koydu ve telefonu cevaplamak için banktan kalktı. Tedirgin bir şekilde etrafına son kez bakındı ve telefonu açtı.
“Alo?” dedi. “Kimi aramıştınız?”
Uzun bir süre bitmek tükenmek bilmeyen hışırtılar dışında hiç ses gelmedi. Daha sonra hışırtılar kesildi ve yerini kesik kesik fısıltılarla ağlama seslerine bıraktı.
Dedektif sabırsızlanmaya başlamıştı. Tam kapatıyordu ki telefonda kötü bir aksanla konuşan kalın bir adam sesi yankılandı.
“Açacağını biliyordum, dedektif.”
“Kim? Kimi aramıştınız?”
Uzun bir sessizlik oldu. Telefonda adamın hırıltılı nefes alıp verişi yankılanıyordu. Sonunda bir öksürük duyuldu ve dedektif telefonu kapama isteğiyle savaşırken adam tekrar konuştu. Bu sefer daha aceleci bir ses tonuyla konuşuyordu.
“Bir rehinem var… Seninle ilk oyunumuzu oynayacağız dedektif… Devamı gelecek…”
Ses dedektifi endişelendiriyordu. İçinden bir ses telefonu kapamak ve bütün bunlar olmamış gibi davranmaktı… Ama ya doğruysa bütün bunlar?
“12 saatin var… Süren başladı. İpuçları önünde olacak ve eğer yalnız oynamazsan…”
Ses kesildi.
***
Dedektif hızla evine yürürken sesin söyledikleri kulaklarında çınlıyordu. Bu rastgele bir atış olamazdı. Onun ‘kim’ olduğunu biliyordu.
Bir düşmanı vardı.
Apartmanın girişine geldiğinde bir gariplik olduğunu çoktan anlamıştı.
Ve bunda ‘gelişmiş dedektiflik duyularının’ zerre kadar payı yoktu. Binalara yansıyan polis arabasının kırmızı-mavi ışıkları ve telaşlı bağrışmalar dedektifi çoktan alarma geçirmişti.
İçinden yükselen, panikle karışık heyecan duygusu kapıcının bağrışlarıyla giderek arttı.
“Hırsız! Hırsızı gördüm ben!”
Dedektif ilgisiz bir tavırla görünmeye çalışarak polislerden birine yaklaştı ve:
“Hangi daireye girmişler?” diye sordu. Ama cevap belliydi.
“2. kat, 3. daire. Sanırım kendisi dedektifmiş.”
Başını kaldırmadan bunları söyleyen genç polis sonunda dedektife bakabildi. Elinde bir dosya vardı ve en öndeki kâğıdın üstüne alelacele dedektifin resmi yapıştırılmıştı. Yanında da ismi yazıyordu. Dosyaları inceleyen dedektif, polisin kendisiyle konuştuğunu geç fark etmişti.
“…efendim, evinize izinsiz girmedik; isterseniz çalınan bir eşya olup olmadığını kontrol edin…”
Polis, onun dedektif olduğunu anlamış; ‘efendim’ diye hitap etmişti.
Dedektif başını salladı ve hızla apartmanın önünde yaygara koparan kapıcının yanından geçip 2. kata çıktı.
Kapının önünde duraksadı ve derin bir nefes alıp açık kapıdan içeri girdi. Neyse ki polisin de dediği gibi başka içeri giren olmamıştı. Çabucak odalara bir göz attı, bilgisayarı masanın üstünde açık duruyordu; belli ki hiç dokunulmamıştı. Televizyon da yerli yerindeydi, sanki hiç kimse girmemiş gibiydi.
Tam dedektif derin bir nefes alacakken gözüne bir şey ilişti.
Masanın üstünde bir CD vardı.
Dedektif CD’yi ceketinin cebine sıkıştırdı ve hızla dışarı çıktı. Onu bekleyen polislere hızla bir göz attı ve önceden konuştuğu polise gidip, hiçbir şeyinin çalınmadığının, dosya tutmaya gerek olmadığını kısaca anlattı.
Polisler hızlıca toparlanıp gidene dek bir eli ceketinin cebinde sabırsızca bekledi.
Polis arabası binaların ardında kaybolunca hızla evine girip kapıyı arkasından kilitledi.
Derin bir nefes aldı ve hızla bilgisayarın başına oturdu.
***
CD’nin içinde bir ses dosyası vardı.
Dosyayı açarken dedektifin elleri heyecan ve panikle titriyordu.
Beş dakikalık dosyanın ilk üç dakikası tamamen hışırtılardan ibaretti.
Daha sonra bir haber spikerinin sesi duyuldu.
Çok eski bir kayıt olmalıydı.
“Dün gece saatler 12’yi gösterirken 1980 yılının ilk ölümü gerçekleşti. İstanbul’un Bebek semtinde bir evde çıkan yangın sonucunda genç Doktor Sinan Birgören’in hayatını kaybettiği düşünülüyor. Küçük kardeş A. Birgören yangından canlı kurtuldu. Doktorun cesedi bulunamadı, dava devam ediyor.”
Dedektif can kulağıyla haberi dinlerken gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Son 20 saniyede başka bir ses devreye girdi.
“Bu bir kaza değildi…”
Telefondaki sesti bu.
“Sana tek ipucum bu. Eğer cevabı bulamazsan, dava… Gerçekten kapanacak.”
Kayıt bittiğinde dedektif ne yapacağını biliyordu.
Hızla Emniyet Müdürlüğünün sayfasına girip, haberi araştırmaya başladı.
Doktorun ailesinden hâlâ yaşayanlar vardı.
Yanan evin ve akrabalarının adresini not aldı ve saat 1’i gösterirken yola koyuldu.
***
Patlamanın gerçekleşmesine son 10 saat…”
***
“Siz Doktor Sinan Birgören’in kardeşi misiniz?”
30’lu yaşlarını yeni doldurmuş bir bayan açmıştı kapıyı.
Kısa kızıl saçları uzun boyuyla oldukça hoş bir hanımdı.
Genç bayan bu sözleri duyunca yüzünü buruşturdu ve bir şeyler geveleyerek kapıyı kapamaya çalıştı.
Ama dedektif samimi bir yüz ifadesi takınarak;
“Ben size inanıyorum.” dedi. “Sadece hikâyenin tamamını duymaya geldim.”
Kadın uzun bir süre dedektifi inceledi. Sonra da pes ederek kapıyı açtı ve içeriye girmesini işaret etti.
Burası dedektifin geldiği 3. adresti. İlk yanan eve gitmişti.
Eski mahalle son iki yılda yenilenmiş, yanan evin yerine şirin bir villa yapılmıştı.
O zamanlar burada yaşayan bütün insanlar da ya taşınmış ya da ölmüştü.
Önceden öğrendiği bilgilerden, küçük kız ağabeyinin öldüğünü inkâr etmişti. Ama kimse dinlememiş ve kanıt da bulunamamıştı. Olay unutulmuş ama dava kapanmamıştı.
Ama bilmedikleri bir şey vardı.
Doktor 1979 yılında bir hap üstünde çalışıyordu. Bu olaydan birkaç ay önce hapı bitirmiş, patentini almak için uğraşıyordu.
Daha sonra bundan ani bir şekilde vazgeçmişti…
Dedektif, tehditler aldığını düşünüyordu.
Şimdi öyküyü birinci elden dinleyecekti.
***
Dedektif evden çıkarken küçük kardeşin gözlerine yeni bir umut ışığı doğmuştu.
***
“Altı haberleriyle bir kez daha karşınızdayız…”
Dedektif arabayı park etti ve hızla içeri girdi.
Geriye esaslı bir kanıt bulması gerekiyordu. Ve bunu da bir tek rehineyi kurtararak yapabilirdi.
Bilgisayarını açtı ve başına oturdu. Sonra da eskiden hep yaptığı gibi, Emniyet Müdürlüğünün sayfasına giriş yaptı. Şimdi istediği her şey ellerinin altındaydı. Ve bu sefer nereden başlaması gerektiğini biliyordu. Heyecanla arama kutusuna tıkladı ve parmakları tuşların üstünde gidip gelirken şu sözcükler aranmaya başladı.
“Sinan Birgören, Laboratuvar.”
Bulduğu adresi bir kenara not aldı ve telefonunu eline alıp yüzünde bir gülümsemeyle hızlı arama tuşuna bastı.
“Bir ihbarda bulunmak istiyorum…”
***
Ertesi gün bir gazete haberi
DOKTOR SİNAN BİRGÖREN YAŞIYOR
Dün geç saatlerde bir ihbarla düzenlenen baskın sonucu Doktor Sinan Birgören eski laboratuvarında bir bombaya bağlanmış şekilde bulundu. 1980 yılında evlerinde çıkan yangın sonucu hayatını kaybettiği düşünülen doktor, aslında yaptığı bir deney sonucu onu tehdit edenlerin olduğunu, kardeşini korumak için yangını çıkardığını sonra da oradan kaçmış olduğunu belirtti. Birkaç haftaya kadar da deneyinin patentini almak için başvuracağını belirtti. Doktorun neden bir bombaya bağlı olduğu ise hâlâ bir sır…
“Zrrr!”
Dedektif aynı dün sabah yaptığı gibi banklara oturmuş, simit yiyor ve bakkaldan aldığı gazeteyi okuyordu. Telefon çalınca yüzünde bir gülümseme belirdi ve kendinden emin bir tavırla ayağa kalkıp telefonu açtı.
“Aferin, dedektif.”
Dedektif duraksadı. Arayacağından emindi emin olmasına; neden arayacağı üstüne hiç düşünmemişti. Başka bir kurbanı mı kurtaracaktı? Bu sefer beceremezse onu gerçekten parçalarına ayıracak mıydı?
Dedektifin duraksadığı gören ses konuşmaya devam etti.
“Gelecek ay benden bir telefon daha alacaksın, dedektif. Bu sefer zamanın daha kısa olacak.”
Tam cevap verecekti ki, ses kesildi ve yerini mekanik bir kayıt aldı.
“Devam etmek için jeton atınız… Devam etme…”
Dedektif ironi karşısında gülümseyerek telefonu kapattı ve elleri cebinde, insanların oradan oraya koşuşturmasını izlemeye başladı.
***
Devam edecek…
Defne Tuncer | Daphne Ariana Evans
merhabalar…
Cümlelerinizin netliği ve akıcılığı ile kesintisiz bir okuma keyfi yaşattınız fakat bir çok noktada da dayanılmaz bir merak bıraktınız. Özellikle küçük kız kardeş ve dedektifin konuşmasını bizim hayal gücümüze bırakmış olmanız… halbu ki ben sizin hayalinizdekileri merak ediyordum.
Büyük bir hikayenin başlangıcı olduğunu düşünerek elinize sağlık.
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim, beni çok mutlu ettiniz.. 🙂
Hep aynı bahaneyle kendimi savunarak şunu eklemek istiyorum; öyküyü daha da uzatıp, başka olaylar da katmak isterdim ama zamanım olmadığı için ancak bu kadar yazabildim…
Büyük bir hikaye.. Belki,, kim bilir? 🙂
İyi günler dilerim…
Selamlar Defne;
Güzel ve meraklı bir dedektiflik hikaye olmuş. İçerdiği gizem unsuru okuyucuyu sonunda kadar sıkmadan götürebiliyor. Ayrıca üslubunu da daha gelişmiş ve biraz daha oturmuş gördüm bu öykünde. Bölümleri ayırma sorununu da halletmişsin gibi görünüyor ki bu da bir başka sevindirici nokta.
Hikayenin tek kusuru çok çabuk bitmesi ve dedektif eskimizin olayları biraz çabuk çözmesi. Bir de profesörün kızıyla dedektif arasındaki konuşmaya şahit olabilseydik harika olurmuş.
Kalemine sağlık…
Okuduğunuz için gerçekten teşekkür ederim, yorumunuz beni çok mutlu etti 🙂 🙂
Sizin öykülerinizi son zamanlarda çok sık göremiyoruz, umarım bir daha ki ayda bizimle olursunuz 🙂
İyi günler dilerim.. 🙂
Selamlar Defne,
İlk göndermiş olduğun öyküden bu yana böyle bir mesafe katetmiş olman inanılmaz sevindirici! Mit’in dediklerine tamamıyle katılıyorum, öykünün kısalığı ve dedektifimizin meseleyi çabucak hallettmiş olmasını da öykünün kısalığına bağlıyorum. Yine de keyif vericiydi, devamını merakla bekliyoruz.
Kalemine sağlık 🙂
Merhaba,, yorumunuz için çok teşekkür ederim; sizden bunları duymak büyük bir onur :))
Bu ay da maalesef yazamayacağım, umarım seneye daha sık katılabilirim.. 🙂
İyi günler..