İlk gün, meydanın ortasında yaşlı bir kadın görünce hiç kimse şüphe duymadı. Sadece, kadının yanından geçerken burun kıvırıp surat ekşittiler. İkinci günde de, çarşının içinde yaşlı bir adam belirdi. Kasap vitrininin hemen önüne çömelmiş oturuyordu; yine kimseden ses çıkmadı. Ertesi hafta hemen her caddede bir yaşlıya denk gelebiliyordunuz, ay sonunda ise her sokakta…
Belediye başkanı çoktan işe koyulmuştu. Yaşlıları yakalayıp infaz ediyordu. Fakat bu hurda yığınına yetişebilmek ne mümkün! Günde on dört ip çekiliyor, yirmi yaşlı idam tezgahının etrafını sarıyordu. Ertesi gün yirmi kişi asılırken, yaşlılar tamamen meydanı dolduruyordu. Nereden çıkıyordu bu lanet yaratıklar?
Belediye başkanı balkon koruluğunu sıkıca kavramış, dalgalı denizi seyrediyordu. Dört bir yanları su ile çevriliydi. En yakın kara parçası da iki günlük mesafedeydi. Mantıklı tek bir açıklama bulamıyordu, gökten mi yağıyordu bunca ihtiyar? Arkasını döndü, eşikte gözlerini üzerine dikmiş bir ihtiyarı fark edince ürperdi, bir adım geri attı ve dengesini yitirip balkondan aşağı yuvarlandı. Olgun bir hurma gibi toprağa çakıldı. Aslında konağının sadece ikinci katından düşmüştü. Bu yüzden bir anda değil de, iç kanama sebebiyle ağır ağır, ıstırap dolu bir halde can verdi.
Başkanının yardımcısı, yeni görevine atanmanın heyecanını hiç yaşayamadı. Kalbi hep felaketlerin uyarıcısı, korku ile doluydu. Bu yüzden tüm ada halkını toplayıp boş bir arsayı üç insan boyunda kazdırdı. İçine yaşlıları tıkıp üzerini toprak ile örttü. İkinci, üçüncü, beşinci çukur da ağzına kadar doldu. Bırak yaşlıların soyunu kurutmayı, sayının düştüğünden bile emin değildi. Bu türden gereksiz işlerle vakit kaybedemezdi. Dalları kırpmayı bırakmalı, fidanı kökünden sökmeliydi.
Topladıkları yaşlıları, at arabasıyla Aytepe’ye çıkartılıp oradan uçuruma ittiler. Aradan geçen iki ayda kasaba halkı ilk defa nefes alabilmişti. Evet, hala yaşlılar ortaya çıkıyordu fakat öyle hızlı temizleniyordu ki kasaba halkı onlara bakınca, akşama solacak bir portakal çiçeği görüyordu.
Mutlu bir haber daha aldılar. Başta Aytepe civarı olmakla birlikte kıyılardaki balık oranı artmıştı. Öyle ki, tek bir günde topladıkları av, kendilerine bir-iki hafta yetiyordu. Kendilerini bu bereketi sağlayan, nesillerinin devamını koruyan kişiyi unutmadılar. Oy birliğiyle yeni belediye başkanını kral yaptılar. Altın kaplama tacı, gümüş asası ve kadifeden pelerini ile adanın bir hükümdarı olmuştu.
Taç giyme töreni için tiyatro binasını seçtiler. Geniş sahneye bir ziyafet sofrası kurdular. Halk da izlemek üzere yerlerini almıştı. Kral’a duyduklarını saygıyı göstermek için seyirci sandalyelerini kaldırmış, ziyafeti ayakta izliyorlardı.
Kral, büyüklüğünü pekiştirmek için, yaşlılardan birini affetmiş, tek bir gün boyunca, ertesi günün sabahına kadar yaşamasına müsaade göstermişti. Hatta akşam yemeğini kendileri ile aynı salonda yemesine bile izin vermişti. Yaşlı kadın, köpeğin önündeki tastan bir parça daha ekmek kopartıp ağzına attı, çemkire çemkire somurdu. Gülümsedi Kral, kadına minnetini göstermesi için şans tanıdı, rahatını sordu. Kadın başını ziyafet sofrasına doğru kaldırdı. Kral’ı bir türlü seçemiyordu. “Artan balıkları kurutun.” dedi.
Tüm salona bir ölüm sessizliği çöktü. Emniyet müdürü elinde balık bıçağıyla, yargıç kiraz salkımıyla, avukat makyaj aynasıyla, vali avukatın baldırıyla kalakaldı. Tüm gözler önce yaşlı kadına ardından da Kral’a çevrildi. Bu aşağılık varlık, nasıl oluyor da böyle cüretkar laflar dile getirebiliyordu? Hem de yüce krallarına, bilge krallarına karşı… Ateşli bir kahkaha attı Kral, sanki tüm hayatı boyunca bu anı bekliyordu. Koluyla sofrayı gösterdi: “Yağmur gibi yağarken taze,” dedi ve köpeğin tasını işaret etti, “kim tenezzül eder bayata?”
Tüm salon kısa süren tereddüttün ardından ayaklandı. Hurralar atıyor, çatal-bıçağı tabağa vuruyor, alkış çalıyorlardı. Yirmi tane elleri olsa yirmisini de çırpacaklardı. Vali, parmaklarını avukatın baldırından çekti, kalem-kağıt çıkartıp bu özlü sözü not aldı. Kral, halkına baktı. Göğsü şişti, şişti, sanki etten kemikten değil plastikten yapışmıştı. Bir balon gibi genişliyor, genişliyor ve yükseliyordu.
Karşılık vermedi yaşlı kadın, sadece şapşal bir şekilde gülümsüyordu. Kral küçümser bir ifadeyle “Ne o, yoksa yakalayamadın mı sözlerimi?” dedi. Yaşlı kadın kaşlarını oynattı, sanki kendisi ile konuşulduğunun farkında değildi. Kral’ın suratı ekşidi, ayağını tepip: “Sana cevap vermen için soruyorum be kadın!” diye haykırdı.
Yaşlı kadın yine dalgın gözlerle kalabalığa baktı, ekmeğinden bir parça daha koparıp somurmayı sürdürdü ve affedilmesinin yirmi ikinci dakikasında idam edildi. Hem de oracıkta, tiyatro binasında… Boyundan kopmuş kelle geniş sahnede yuvarlandı, valinin bacaklarının arasından geçip zemine düştü. Tok bir ses havaya karıştı. Kelle yuvarlanmaya devam etti, adım adım seyirciye yaklaştı. Kalabalık geniş bir kavis çizerek geri çekildi. Kelle, son bir gayretle kasabın tam ayağının dibinde durdu. Kadının suratındaki o şapşal gülümseme bozulmamıştı.
Kasabın midesi bozuldu, hafifçe öğürdü. Elini son anda ağzına götürüp durumu kurtardı. Bir yaşlarındaki terzinin kızı kalabalığı yardı, kelleye yanaşıp çömeldi, “Ağu ağu!” diyerek elini birkaç kez kadının pörsümüş yanağına çarptı. Kasap, kendisini daha fazla tutamadı, tüm gün boyunca ne yediyse hemen yanındaki genç bayanın elbisesine çıkardı.
Bu olaydan iki ay sonra yaşlıların ortaya çıkması kesildi. Artık sadece sağda solda unutulmuşlar kalmıştı. Hala ambarlarda, eski evlerde, ormanın derinliklerinde bulunabiliyordu. Fakat kıyafetlerinden de belliydi, bunlar yeni değildi. Yine bu zamanlarda ağlara köpek balığı takılmaya başlamıştı. Ada halkı, üç metreye yakın bu hayvanları gösteriş olsun diye kasabada gezdirmişti. Hatta bir adım ileri gitmiş, festival düzenlemişlerdi. Köpek balığını, başlarının üzerine kaldırıp gruplar halinde koşuyor, daha hafiflerini taşıma yarışması düzenleniyor, yavruları ise en uzağa atma kategorisinde kullanıyorlardı.
Tüm bu sefanın ortasında hiç kimse balık sayısının gitgide düştüğünü fark etmedi. Ve belki de daha vahimi önemsemedi. Ta ki on gün süren bir fırtınanın ardından tekrar denize açılana kadar. Gün boyunca avlanmışlar, dört yüz elli üç nüfuslu ada halkı için on yedi kilo balık tutmuşlardı. On yedi! Ertesi gün sonuç daha vahimdi; on üç kilo.
Haftalar geçiyor, balık nüfusu bir türlü artmıyordu. Hatta bazen tekneler hiç av bulamadan dönüyordu. Ve sonunda kaçınılmaz son, aç kalan köpek balıkları avcılara saldırmaya başladı. İnsan lezzetli olsa gerek, bu eti tadabilmek için türlü türlü hilelere başvuruyordu. Sandalları alabora ediyor, teknelere kafa atıyor, sanki dala sopayla vurup cevizleri dalından ayırırcasına insanları denize düşürüyordu. Hatta denizdekiler yetmiyor dalgayla kendilerini kumsala atıyor, kadın-erkek, çocuk-bebek demeden ne bulurlarsa diş geçiriyordu.
Kral da ölmüştü. Aç kalan halk kendi başının çaresine bakmış, o da kendi karnını doyurmak için Aytepe’ye, ava çıkmıştı. Bir köpek balığı yemi yutmuş, oltayı birkaç kez titretmiş, avını kaçırmamak adına misinaya elini dolayınca adamı denize çekivermişti.
Kasap bu olayın canlı şahidiydi. Bir tesadüf eseri bu manzara ile karşılaşmıştı. Günlerdir gözlerini ne tarafa çevirse, tiyatro binasındaki yaşlı kadının kesilmiş başını görüyordu. Yolun kenarında ters dönmüş bir bağaya denk geliyor, komşunun avlusunda balkabağı görüyor, bombeli kayalara gözü takılıyordu. Haftalarca bu işkenceye dayanmıştı. Ama ne zaman ki aynadaki görüntüsüne anlamlar bulmaya başladı, işte o gün işler bir daha eskiye dönmemek üzere yepyeni bir yol izledi.
Tüm aynaları kaldırdı. Pencerede yansımasını görünce camları kırdı, muşambayla kapladı. Denize de yaklaşamaz olmuştu. Tüm gün yavru bir sokak kedisinin tedirginliği ile titreye titreye kanepesine gömülmüştü. Daha fazla dayanamamış, uzun zamandır aklından geçen düşünceyi gerçekleştirmek için Aytepe’sine çıkmıştı. İşte Kral’ın ölümünü orada görmüştü.
Kral’ın vefatının aradan iki hafta geçti. Kasap, evinde üç yaşlı kadın saklıyordu. Masada dertli dertli düşünürken ekmeği bölüp misafirlerine dağıttı. Üç kadın da aynı anda çemkire çemkire ekmeği somurdu. Kasap ürperdi, bir-iki titredi. Evet, hiç hoşlanmıyordu bu gürültüden fakat yine aynı gürültü kendisini düşüncelerinden uzaklaştırıyordu. Karanlık düşüncelerinden…
- Ganbatte, Ganbatte Kudasai! - 15 Aralık 2017
- İskelet Prenses ve Zehirli Şapka - 15 Kasım 2017
- Göle Yansıyan Dolunay - 15 Ekim 2017
- Kutsal Hastalık - 15 Eylül 2017
- Kişi ve Aksak - 15 Ağustos 2017
Merhaba, öncelikle öyküde en sevdiğim kısımdan başlayayım: Konu. Yaşlılara yazık olsa da konuyu çok yaratıcı buldum ben 🙂
Temayı adaya isim vererek kullandın sanırım. Tekrar okuması yaptığını düşünüyorum sanırım gözden kaçtılar, bazı yerlerde yazım yanlışları var.
Öykü gayet güzel ilerlerken patt diye tosladım bir yerde; şurası:
“Oy birliğiyle yeni belediye başkanını kral yaptılar. Altın kaplama tacı, gümüş asası ve kadifeden pelerini ile adanın bir hükümdarı olmuştu.” Rejim değişikliği biraz ani oldu sanki 🙂 Öykü ya başladığı gibi gitseydi ya da kral olarak başlasaydı belediye başkanı öyküye, daha iyi olurdu sanki. Öykünün buradan sonrası epey farklılaşıyor. Anlatmak istediğim öyküde bir kopukluk var; okurken hissedebildiğim. Konu çok güzel, başlangıç da öyle lakin gelişme aşamasında ve finale ilerlerken aceleye gelmiş bir şeyler var; bu öyküyü biraz daha uzatmalısın bence, sendeki dosyanda.
Çok hoşuma giden iki yer oldu, onları da belirteyim:
“Tüm salona bir ölüm sessizliği çöktü. Emniyet müdürü elinde balık bıçağıyla, yargıç kiraz salkımıyla, avukat makyaj aynasıyla, vali avukatın baldırıyla kalakaldı.” Burada kahkahayı bastım.
“Olgun bir hurma gibi toprağa çakıldı.” Güzel benzetme, dikkat çekici.
sevgiler.
Maalesef bu seferki seçki beni zorladı. Güzel olduğunu düşündüğüm bir konu bulmama rağmen, son birkaç gün kala öykü bir türlü sona ulaşmadı. Daha fazla strese girmek yerine yeni bir öykü yazmayı denedim. Halbuki bir ay daha beklesem iyi denk gelecekmiş. (Bakınız, gelecek ayın teması: Ada)
Bu ay biraz daha serbest yazıp hem kendimi geliştirmek hem de sınırlandırmamı kaldırmak istedim. Bazı yazarların dünyalardan dünyalar geçiş yapabilmesini oldukça kıskanıyorum. Bu yönde denemeler yapmak istedim. Belirttiğiniz eleştiriler doğrultusunda yeni düzenlemeler yapacağım.
Okuyup yorumladığınız için teşekkürler.
Konuyu ben de ilginç buldum. Dikkat çekici, anlatımınız da biraz gizem katıyor. Hurma benzetmesi iyiydi, gülümsedim okurken. Hikayede en çok kasap ile ilgili kısmı sevdim. Diğerlerinden farklı bir bakış açısına sahip. Bazı yerler bana da hızlı geçilmiş gibi geldi ama anlatmak istediğini yeterince aktarabilmişsin. Ellerinize sağlık.
Hızlı geçilmiş yorumunuzda haksızsınız diyemeyeceğim. Normalden biraz uzun yazınca mümkün olduğunca kısa tutmaya çalıştım. Beğenmenize sevindim. Okuyup yorumladığınız için teşekkürler.
Merhaba;
Kralın sarayındaki davete kadar her şey çok güzel ilerliyordu. Oradan sonra öykünün ucunu biraz kaçırdım. İlginçtir bu ay ki tema “ada” olunca benim de aklıma ilk yaşlıların terk edildiği bir adayı yazmak gelmişti-sanırım artık başka bir kurgunun peşinden gitmeliyim- Poe’nun şu meşhur etkide birlik yaklaşımı biraz kaybolmuş gibi geldi bana. Yani önce neden yaşlılar öldürülüyor diye düşündürüyorsunuz kurguyu bunun üzerinde beklerken, balıklar derken köpekbalıkları, sonra kral kasap bir anda dağılıyor okuyucu ya da ben öyle oldum belki de. Eğer kabul ederseniz benim önerim öyküye bir süre sonra dönüp kurguyu yaşlıların orada meydana çıkışları ve yok edilişleri üzerinde yoğunlaştırmanız. Tabii sadece bir öneri yazar sizsiniz sonuçta. Fakat konuyu çok güzel yakalamışsınız. Üzerine gidin derim affınıza sığınarak.
Merhaba, bu aydan itibaren biraz serbest stilde ilerlemeyi planlıyorum. Kalemi rahat bırakamamak kendimde eksik gördüğüm bir yön ve geliştirmeye ihtiyacım var.
Etkide birlik eleştiriniz için minnettarım. Odak noktayı yaşlıların öldürülmesi değil, onlara karşı tutum olarak düşünmüştüm. Fakat bunu doğru yansıtamadığımı görüyorum. Halbuki İlk paragraf ve son paragraf bu değişimi özetliyor sanmıştım. Belki, ilk göze çarpan ayrıntı yaşlıların katledilmesi olduğu için bu ayrıntı öne geçmiş veya asıl konuyu yeterinde öne çıkaramamış olabilirim. Bu konunun üzerinde duracağım. İşaret ettiğiniz için tekrar teşekkürler.
Balık, köpekbalığı, kasap gibi ayrıntıların hoş olacağını düşünmüşken, sizden ve başka bir okuyucudan da benzer eleştiriyi aldım. Bunun da üzerine düşüneceğim.
Okuyum eleştirdiğiniz için teşekkür ederim.
Öykü oldukça sıra dışıydı, eğlenceliydi. Nasıl tanımlayacağımı bilemiyorum ama güzeldi.
Okuyup yorumladığınız için teşekkür ederim. Bir süredir yazmadığınızı görünce bizleri bıraktığınızı düşünmüştüm. Hem de tam güzel bir ritme oturmuşken. Gelecek ayın teması oldukça hoş, umarım karşılaşırız.
Güzel bir konu seçmişsiniz, zevkle okunuyor. Yukarıdaki yorumlarda bahsedilmiş gerçi ama benim de bazı benzetmeler hoşuma gitti. Belki diyaloglar biraz daha uzatılarak okura nefes alacak zaman tanınabilirdi. Olaylar hızlı gelişip sonlanıyor. Bu güzel öykü için teşekkürler. Elinize sağlık. 🙂
Okuyup yorumladığınız için teşekkürler. Dediğiniz gibi diyaloglar biraz daha uzatılsa fena olmazmış. Tavsiyeniz için teşekkürler, ileriki çalışmalarımda göz önünde bulunduracağım.
Gerçekten garip ve güzeldi.
Beğenmenize sevindim. Okuyup yorumlardığınız için teşekkür ederim.