Mütevazi adamdım aslında ben. Mütevazi bir aile, mütevazi bir hayat, mütevazi bir çevrede büyümüştüm. Ne ara bu kadar bokun içine battım hatırlayamıyorum. En büyük hayali babasıyla maça gitmek olan mütevazi bir çocuktum işte, temiz bir hayal, temiz bir hayat.
Parası olana cennet, parası olmayana cehennem yaşatan benim gibi avarelerin ise neden yaşamaya değer bulduğunu hala anlayamadığım o boktan şehrin, bilmediğim boktan bir sokağında gözümü açmıştım. Önceki gece ne yaptım, nereye gittim yine hatırlamıyordum, duvar dibinde kartona uzanmış, ceketimi boğazıma kadar iliklemiş, soğuğun göğsüme sapladığı hançerlere alışmaya çalışarak biraz vakit geçirdim. Geçirdiğim bu aşırı boktan ve aşırı anlamsız dakikalarda, önceki gece ne haltlar yediğimi hatırlamaya zorladım kendimi. Birkaç dakikalık beyin yakma işleminden sonra hatırladığım tek şey Sedat’tan aldığım haplar oldu sonrası benim için yine avarelik. Bilinç kaybı, vücudumu saran o yanma hissi sonrası yine yok, her zamanki gibi yok. Sadece derin bir boşluk.
Üstüme başıma çeki düzen verip, ayağa kalktım ve sokağın sonuna doğru yürümeye başladım. Yürürken kendi kendime sokağı düşündüm ne kötü sokak lan bu! Çöp tenekesini karıştıran bir kedi bile yok, kedilerin bile terk ettiği sokağı bulmuşum uyuyacak, ulan bok kafalı avare bari iyi bir sokak seçseydin kendine en azından kedisi olan bir sokak.
Sokağın evin yakınında olduğunun farkına varınca sevindim. Anlamsız bir sevinçti, sevinmek için neden arayanların sevindiği sebepler gibi bir şeydi ama hayat insanı bu noktaya getiriyordu işte, benim gibi avareleri. Sevinmek avarelerin en büyük lüksüydü, böyle olunca da hayattaki bu lüksü sık sık kullanıyordu avareler. Benim gibiler diyorum ama benim gibiler, benim gibi olduklarının farkında bile değillerdi. İnsan diyorlardı kendilerine ama avarelerdi işte, hayal kurmaktan korkan insan mı olur? Benim tek farkım avare olduğumun farkına varmış olmamdı.
İki cadde yürüdüm ve uyandığım sokaktan tek farkı içinde bir kedisi, tekel bayi ve benim yaşadığım kömürlük olan sokağa döndüm. Tam apartmanın kapısından içeri girecektim ki Sedat’ı gördüm, sarı dişlerini gururla gösterircesine gibi yani bir at gibi sırıtarak bana doğu geliyordu ve bana neredeyse iki adım kala ‘’Lan dün gece nasıl kırdın kafayı olum sen bir anda yok oldun ortalıktan aradım bulamadım seni’’ dedi. Kafayı kırdığım doğru, orasını bende hatırlıyorum, asıl merak uyandıran kısım neyi nereye katmıştım? Ben bu düşüncelerle boğuşurken, bu düşüncelerimi fark eden Sedat sanırım beynimi yormama kıyamadı ve hemen devam etti ‘’Olum Mahmut abi görmesin seni, sakın gözüne gözükme bir süre ‘’ dedi.
Benim, kullanmaya kıyamadığım o aşırı gerekli beynimi yormak yerine Sedat’ın ağzını yormayı seçmem neredeyse bir saniyemi bile almadı ve tüm gecemi aydınlatacak sihirli sorumu sordum ‘’Ne oldu lan ne yapmışım ben Mahmut abiye? ‘’ Bu soruyu sorarken bile içimden ‘’ulan inşallah kötü bir şey yapmamışımdır, kahveye sittin sene almaz beni yoksa’’ diye düşünerek Sedat’ın neredeyse hiç kullanmadığı beyninde soruma vereceği cevabı hazırlama süresini geçirdim.
‘’Adamın telefonunu sobaya attın durduk yere, sonra da ne anasını bıraktın, ne de sülalesini, saydın sövdün’’ Sedat daha cümlesini bile tamamlamadan içimden kocaman bir hassiktir çektim. Severdim Mahmut abiyi, iyi adamdı. O da benim gibi avareydi, gerçi avare olduğunu bilmiyordu ama öyleydi işte. Hayalleri elinden alınmış, intihar için iyi bir sebep bile bulamamış, hap olmadan hayal bile kuramayan biri olmuş, bana çok yakın ama bir ben değil.
Mahmut abinin dünyaya karşı en büyük beklentisi gündüz sattığı çay paralarının, gece kafasını kırması için hap almaya yetecek kadar olmasıydı. Tipik avareydi işte haplar olmadan hayal kuramıyordu o da, zamanında sevdiği kızı vermemişler Mahmut abiye ‘’Sen kızıma layık değilsin’’ demiş kızın babası buda kafayı kırıp gece basmış evi, kızı kaçıracak aklı sıra, elinden tutmuş kızın gidiyoruz seninle uzaklara demiş. Tam film sahnesi olacakmış ki, mavi gömlekliler gelmiş, evin kapısında almışlar bizim çılgın aşık Mahmut abiyi doğru karakola oradan savcılık, mahkeme derken, yüksek yakalı amca haneye tecavüz ve adam kaçırmaya teşebbüsten yollamışlar bunu hapse. Bizim bu manyakta küsmüş hayata, beklenti falan kalmamış avare olmuş çıkmış işte.
‘’Neyse yapmışım bir hata affettiririm kendimi ben, sen geceyi boş ver de sigara ver bana’’ diyerek Sedat’a elimi uzattım. Hemen yüzü düştü puştun ama yine de verdi iki dal sigara.
Apartmana girdim, Sedat mal gibi kaldı arkamda, zaten çok sevmezdim puştu, ne zaman onunla hap atsak muhakkak bir boka batardım ben, bu seferde Mahmut abiyle batmıştım boka. Merdivenlerden aşağıya indim benim ev yerin iki kat altında, ev dediysem gerçek ev değil, tek oda, bir tuvalet banyo karışımı bir şey bir tezgah ona da mutfak diyorlar 2 çekyat bir de küçük masa var işte, güneşin gireceği bir pencere bile yok bir havalandırması var onun sayesinde nefes alıyorum. Kömürlüğü tutarken yönetici ‘’Bak evladım penceresi yok, burada yaşanmaz, güneş gözükmeyen yerde kırılırsın hastalıktan’’ demişti. Keyfimden tutuyordum kömürlüğü sanki güneşin göreceği ev tutacak para nerde lan bende bir avare adamım ben, ‘’Boşver amca hayat bize güneşi göstermemiş, kalacağım yer güneş görmese ne olur’’ demiştim bende nasıl tiyatral konuştuysam adam acıdı bana, içli içli baktı, biraz da iğrenme vardı gözlerinde yakaladım o bakışı ama aldırmadım, biz avarelere hep böyle bakarlardı zaten.
‘’Eh peki o zaman ayda 100 lira demiştim ama sen 75 ver, belli ki durumun yok’’ dedi amca, tiyatral cümlem beklediğimden çok daha büyük bir etki yapmıştı anlaşılan bu hadiseye de çok sevinmiştim hatırlıyorum, en büyük lüksümü burada da kullanmıştım işte.
Kömürlüğüme girdim kapıyı arkamdan ittirdim, kapatmadım zaten kapının kendini kapalı tutacak bir mekanizması da yoktu göstermelik öyle duruyordu işte. Dünden kalma peyniri buldum çekyatın kenarında ekmekle onu yedim. Sonra aldım elime kağıdı kalemi yine yazdım o insanların hayran hayran okuyacağı şiirlerden bir tanesini.
Haftalık yerel bir gazeteye şiirler yazıyordum. Şu bomboş ve anlamsız hayatımda değer verdiğim tek şeydi yazdıklarım, değer veriyorum derken öyle çokta değil yani benim hayatımda değer göreceli bir şey. Muhafaza edecek yerim olmadığı için en değerli varlıklarım sayesinde bazen sobada ısınıyordum işte.
Aldım kalemi yine hiçbir şey düşünmeden döküldü mısralar kalemimden kağıda.
Sevmek mi güzeldi yoksa sevilmek mi? Bilemedim.
Bakmak mı güzeldi yoksa görmek mi? Bilemedim.
Ölmek mi güzeldi yoksa yaşamak mı?
Yaşamak güzeldi be arkadaş!
Onunda kıymetini bilemedim.
Mısralar bitince yine kendimden şüphe ettim. Benim gibi bir avare nasıl yazardı şiir, böylesine boş bir hayattan nasıl güzele dair en ufak bir kırıntısı bile olan bir şeyler çıkardı. Benim gibi bir avarenin yaşamının neresi güzelse, kızdım kendi kendime lan bok çuvalı heba ediyorsun kelimeleri senin gibi hapçı bir müptezelin harcına mı bunlar diyerek içimden söylendim. Sonra yine yıldım kendimden, bıraktım söylenmeyi ve o tanıdık his geldi yine, bangır bangır bağırmaya başladı içimde, yine elde edemeyeceğim bir şeyi istemeye başladım. Vücudum titriyor, görüşüm bozuluyordu, hayal kurmam lazımdı benim, boka bulanmış gerçeğimden kurtulmam gerekiyordu. İyi olmasa da iyiye yakın bir şeyler hayal etmeliydim, avareleşmeliydim.
Çekyatın altındaki zulama attım hemen elimi, buruşturulmuş kağıdın içinden çıkardım kırmızı hapı, attım bir tane ağzıma, beynimde patlamasını bekledim. Yavaş yavaş geliyordu sıcaklık sarıyordu beni, fazla değil 10 dakikaya yine hayal kurabilecektim. Hap etkisini gösterirken avarelik hızlıca çöktü üzerime, yine avareyken ne olacağını hatırlamayacaktım ama en azından, sabahleyin kedisi olmayan bir sokakta uyanmayacaktım.
Avareliğim tam başlayacakken yine isyan ettim hayata, çocukluğuma, yaşamış ve yaşanmamışlıklarıma ana avrat sövdüm saydım.
‘’Ah be baba! Birlikte gitseydik ya bir kere maça, en büyük hayalim tek gerçeğim olsaydı ya benim ah be baba!’’
Merhabalar. Bu ay bol şiirli ve şairli anlaşılan 🙂 Karakteriniz Açlık romanının Andreas’ının Türk ve avare versiyonuymuş (Yanlış anlaşılmasın, kesinlikle orijinal olmadığını söylemiyorum. Sadece bana onu anımsattı.) gibiydi. Öyküye bir de şiir eklemişsiniz, güzel olmuş. Elinize sağlık.
Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Aslında öykünün temeli üzerinde çok duramadım. Bazı elde olmayan sebeplerden dolayı aynı gün yazıp göndermek durumunda kaldım. O yüzden bazı eksikliklerim olabilir . Zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim.
Okudukça bir şeyler yazacağım. Bu yüzden, sözlerim “devamını görmeden ve ön yargıyla” olacak. Kusuruma bakma lütfen 🙂
Girişteki mütevazilik vurgusunun “bok”ile bölünmesi, karakterin yaşadığı hava değişimini çok güzel anlatacakmışsın gibi bir izlenim uyandırdı bende. Umarım bu güzel vaadi hakkıyla gerçekleştirebilmişsindir 🙂
“Parası olana cennet, parası olmayana cehennem yaşatan benim gibi avarelerin ise neden yaşamaya değer bulduğunu hala anlayamadığım o boktan şehrin, bilmediğim boktan bir sokağında gözümü açmıştım.” Dil bilgisi konusunda hiç bir zaman “emin” olamadım fakat bana öyle geliyor ki, burada minik bir anlatım hatası var. “yaşatan”dan sonra gelen “benim gibi bir avarenin” kısmı, bir tamlama oluşturuyormuş gibi algılandı tarafımca. Sanırım oralarda bir yerlerde, bu etkiyi bölecek bir virgül olmalı. Emin değilim, sadece, okuyucu hissimi söyledim 🙂
“ulan bok kafalı avare bari iyi bir sokak seçseydin kendine en azından kedisi olan bir sokak.” Bahsettiğime benzer bir sorunu burada da yaşadım. Virgülleri daha sık kullanman gerektiğini düşünüyorum. Elbette, bir yazar tercihi de olabilir fakat benimki “okurlarından sadece birisinin” tercihi değerinde 🙂
Ve, belirtmek isterim ki, karakterin uyanışıyla ilgili betimlemenin bana sadece “olay” anlattığını hissettim. Bir empati veya onunla birlikte “ulan, ne oldu bana?!” araştırması yapma hissi yaşayamadım. Bilemiyorum bunu hissettirmeyi mi yoksa hissettirmemeyi mi amaçladın fakat, bölümün bendeki etkisini bilmek istersin diye düşündüm. Genelde, böyle sahnelerde, “içinde bulunduğu yer” hakkında daha fazla yargıda bulundurtmak, okuyucunun da o sahneye ilişmesini sağlar. Etrafında gördüğü şeylere tek tek bakıp, o sersemlik halinde ne olduklarını anımsamaya ve yorumlamaya çalışmasını bir arada vermeni tercih ederdim açıkçası. Fakat, yazara tercihlerimi iletmekten daha fazla müdahale edecek değilim. Haddimi yeterince aştım zaten 🙂
“Anlamsız bir sevinçti, sevinmek için neden arayanların sevindiği sebepler gibi bir şeydi ” Pek emin değilim ama bir tür anlatım sıkıntısını da burada sezdim. Sadece “sevinmek” kelimesinin tekrarı anlamında değil, cümlenin anlamı babında da… “Sevinmek için neden arayanların seçtiği sebepler” tarzında bir ifade bana daha doğru gibi geliyor çünkü, aksi halde “sevinmek için neden arıyor olmaya sevinmek” gibisinden, tam ifade edemediğim tuhaf bir anlam çıkıyor. Fakat, dediğim gibi, dil bilgisinde iyi değilim ve yazarın yapmak istediklerini yanlış yorumluyor olabilirim.
Yorumumu fazla uzatmamak adına, bundan sonra gördüğüm böylesi ifadelere fazla değinmeyecek ve genel bir yorum getireceğim. Sorun olmaz umarım ve umarım görece sert sözlerimden dolayı kalbini kırmadım?
“Sonra aldım elime kağıdı kalemi yine yazdım o insanların hayran hayran okuyacağı şiirlerden bir tanesini.” Bu cümleye kadar, karakterin şair olabileceğine dair “seçik” bir ifadeye denk gelmemiştim. Bilerek mi seçtin böyle olmasını yoksa anlatımında özellikle gözetmediğin bir nokta mıydı? Genelde, anlatımda bir “vurucu etki” yaratması umulmuyorsa böyle “giz açığa çıkartma” sahneleri biraz… Sorunlu algılanır okuyucu tarafından. En azından, bana öyle geliyor 🙂 Karakterin, özel bir amaç güdülmüyorsa, tüm öyküde bulunmasını dilerim. Şimdi, karşıma birden çıkınca şairliği o kadar ayrıksı duruyor ki… Özellikle seçtiğini düşünebiliyorum sadece. “Yer altı edebiyatı” tarzı bana pek uygun olmadığı için, özel bir duygu besleyemedim :/
Bir de, eklemek istedim. Alıntı yaptığım paragrafın civarındaki paragrafların”işte” ve “zaten” gibi, anlatmaya mecali kalmamış birisinin sözleriyle bitiyor. Bunu da atmosferi güçlendirmek için mi yaptın yoksa bir anlatım hatası mı acaba?
Şiirlerden pek anlamadığım için, öyküde yer edenler hakkında pek bir şey de söyleyemeyeceğim. Fakat, ardından gelen “avareleşme” ihtiyacını “imalı” bulduğumu da söylemeliyim 🙂 “avarelik/hayalcilik” bağıntısında kurduğun şeyi sevdim.
“yine avareyken ne olacağını hatırlamayacaktım ama en azından, sabahleyin kedisi olmayan bir sokakta uyanmayacaktım.” Imm. Tam anımsayamıyorum ama karakter o sokakta uyanırken, bir şeylerin etkisinde olduğu için orayda sızıp her şeyi unutmamış mıydı? Öyle değilse eğer, öyküde gördüğüm en başarılı ifade burada.
Sonunun uygun noktada bittiğini düşünüyorum. Fakat, ortada bir yerde de dediğim gibi, böyleli öyküleri değerlendirmekte pek iyi değilim. Ve, maalesef, onlardan keyif almakta da. Yine de, her düşün takdiri hak ettiğini düşünüyorum. Yazdıkların ve paylaşımın için teşekkürler:)
Ek: Bazı yer altı edebiyatçılarının imla uygulamasını bilerek es geçtiklerini duymuştum. Seninki de (eğer, yargılarımda yanılmıyorsam) öyle bir sebepten miydi acaba?
Yorumunuz için teşekkür ederim. Dürüstçe söylemem gerekirse bazı imla hatalarını kendim bıraktım ama büyük çoğunluğu benim kişişel hatalarımdan kaynaklanıyor. İmla hatalarımın okuyucunun gözüne batacağını tahmin ediyordum. Hap konusuyla ilgili kafamda kurguyu oluşturmuştum ancak bazı sebeplerden dolayı aon gün yazmaya başladım ve hem Metin hemde kurgu açısından düzenlemeleri istediğim gibi yapamadım. Bu konuyu açıkcası kendimce heba ettiğimi bile düşünüyorum. Hikayenin en başından itibaren karaktere sıkı sıkıya bağlı bir anlatım yolu seçmem gerekirdi ancak sizinde fark ettiğiniz gibi yer yer bu anlatımdan saparak kurguyu bozdum bu hatalarımdan dolayı siz okurlardan da özür dilerim. Uyarılarınızı ve düşüncelerinizi dikkate alacağım. Yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Üşenmedim saydım; gözlerim doğru saydıysa dokuz kere “.ok” geçiyor öyküde. Küfürleri saymıyorum elbet. Yani okurken diyorum ki karakter ne çekmiş ki ağzından sürekli bunlar çıkıyor; niye hap düşkünü? Sebebi babasıyla bir kez bile maça gitmemesi olamaz. Bu sebebin altını doldurmak lazım ki karakter inandırıcı olsun. Başta ve finalde baba özlemini aynı cümleyle vermek yerine finalde daha farklı -yine babayla ilgili olabilir- verseydiniz daha etkili olurdu hiç değilse babaya bir sebep bulmuş olurduk.
Öyküde o kadar çok “avare” kelimesi geçiyor ki okurken biraz rahatsız etti açıkçası. Bazılarını hatta belki yarısını muadili kelimelerle değiştirseydiniz keşke: Serseri, hayta, berduş, derbeder vs.
“10 dakika” yerine “on dakika” daha doğru bir yazım.
Biraz daha dikkat isteyen bir öykü.
Emeğinize sağlık.
Zaman ayırıp yorum yaptığınız için teşekkür ederim. Bazı eksiklerim olduğunun farkındayım. Biraz aceleci davrandığım için öykünün kurgusunu tam oturtamadım. Tavsiyelerinizi dikkate alacağım . Yorum yaptığınız için teşekkür ederim.
Merhaba, kelime tekrarı çok olmuş. Son gün yazıp gönderdiğinizi yazmışsınız. Aceleye geldiği belli oluyor. Size tavsiyem; öyküyü yazdıktan sonra birkaç gün dinlendirmeniz olacak. Böylece gözden kaçan çoğu hatayı fark edeceksiniz ve öykü aceleye gelmemiş olacak. Ellerinize sağlık. Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…
Merhabalar,
Kelime tekrarları benim de gözümü yordu.
Öykünün sonunda başına yapılan göndermeyi ben sevdim açıkçası.
Biraz aceleye geldi demişsiniz, zaten diğer okur arkadaşlar da hatalarınızdan bahsetmiş o konuya girmeyeceğim bu sebeple.
Şiir seven biri olarak şiir eklemenizi beğendim, önceki seçkide ben de öyküme bir şiir yazmıştım.
Elinize sağlık, sonraki seçkilerde görüşmek dileğiyle.
Çok gerçek ve samimi buldum tebrikler.