Öykü

Denizci Ufka Ulaşmaya Çalışırken

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde,

Aradan sayısız yıllar akıp geçtiğinde,

Kafdağı’ndan macera arayan ışıltılı bir peri,

Girmiş açık bulduğu ilk pencereden içeri.

Kafdağı’nın güzelliklerini fısıldamış insana,

İnsan görmek istemiş güzellikleri, kalkmış ayağa.

Denizleri aşmış perinin fısıltıları kulağında.

Dönüp durmuş Dünya’nın çevresinde merakla,

Bir gün o güzellikleri görebilmek uğruna.

Artık geçmiş fark ettiğinde hatasını,

Son gücüyle bir deftere yazmış perinin fısıltılarını.

Defter Dünya’nın çevresinde dönmüş durmuş,

Kitap olmuş, çocuklara masal olmuş.

————————

Kapıda durup yorgun ve ağrımaya başlamış ellerini destek alacak başka bir yer bulamamışçasına beline koydu. Sıkıntıyla gittikçe boşalmakta olan odaya baktı, sağda kalan tekli koltuğu ve duvara dayalı kocaman dolabı da çıkardı mı oda en az bir mağara kadar yankı yapacaktı. Taşınmayı oldu olasıca hiç ama hiç sevmemişti, hele de eşyaları kendisi taşımayı. Alnını tişörtünün kirden ve terden sarılaşmış koluna bir daha sildi, belini kütürdetti.

İçinde yıllarca eşyalarını saklamış dolabının karşısında durduğunda duygulandı birdenbire. Yıllar akıp gitmiş, bir bölümün daha sonuna gelinmişti işte. Gitmesi gerekiyordu, uzağa. ‘Evim’ dediği yerden yüzlerce kilometre uzağa, başka bir yere ‘evim’ diyebilmek için. İş. Onu sararıp düşmüş bir yaprak misali sağa sola savuran rüzgârın adı İş’ti.

Arkasını dönüp odanın geri kalanına baktı. Bağırdığında onu duymazdan gelen, ağladığında görmezden gelen duvarlarla çevrili bu küçük odada geçmişti günleri. Koltuğun arkasındaki pencereden vuran Güneş ışığının bazen de Ay ışığının altında; tekli tahtına kurulup okuduğu kitaplarla nerede olduğunu, sıkıntılarını unutmuş, başka hayatlara girmişti.

Geçmişten gelen solgun benizli konuklar, yüzüne bir gülümseme kondurdu. Sonra onları kovmak istercesine başını salladı.

Yapması gereken işleri vardı.

Dolabın kapağı sızlanmayı andıran bir gıcırtıyla açıldı. Dizlerinin üzerine çöktü, içeridekileri gelişigüzel dışarı çıkartmaya başladı.

İşte, birkaç ayakkabı kutusu. Kafasını geniş dolabın içine soktu ve devam etti. Yedi ay önce aldığı ama hiç kullanmadığı gereksiz bir eşyayı soğuk günlerde sarıldığı battaniye takip etti.

Ahşabın ve mazinin tozlu kokusu, dolabın derinliklerine indikçe ağırlaşıyordu. Dolabın köşesine yaslanmış, oraya konduğu günden beri mahkum olan kutuyu güçlükle kavradı. Ne olduğunu bile hatırlamıyordu, artık onu özgürlüğüne kavuşturma vakti gelmişti.

Tozlanmış ve aşınmış kapak merakla açıldı.

Bir şaşkınlık nidası kopuverdi ağzından. Bu şey, nasıl oraya girmişti?

Elini, gerçekliğinden emin olmak istercesine yaldızlı başlığın üzerinde; kapağı süsleyen alacalı resimlerde gezdirdi.

Büyülenmişçesine kitabı çıkardı. Bu onun çocukluğuydu, olduğu her şeydi. Küçük bir çocukken devleri bununla alt etmişti, saraylarda koşuşturmuş, perilerin misafiri olmuştu.

İçini çocuksu bir heyecan doldurmuştu şimdi. Hatırlıyordu.

Kitabın sayfaları arasında yıllardır katlı duran sayfayı elleri buldu hiç düşünmeden.

Sayfanın solunda kocaman, yeşilin tonlarıyla süslenmiş bir dağın çizimi vardı; tepesinde de sayfayı sağdan sola kaplayan bir bayrak.

Kafdağı.

Yerini kimsenin bilmediği, aşabileni masalların diyarına götüren dağ. Arkasında balıkların ve ışığın oynaştığı mavinin en güzel tonundan uçsuz bucaksız ırmakları, küçük kanatlarıyla arkalarında yakuttan bir toz bırakarak çaya yetişmeye çalışan perileri, zümrütten ağaçları, bilge büyücüleri saklayan dağ.

Küçükken hayali, Kafdağı’nı tırmanmak ve zirvesine oturup masal dünyasını seyretmekti arkasına gerçek dünyayı alarak. Bunun uğruna bulduğu bir çantaya alabildiği tüm eşyaları doldurup sokağa çıktığını hatırladı. Bir sokak geçmeden kötü kalpli cadılar onu bulmuş ve Kafdağı’na gitmesini engellemişti.

Yıllar sonra akıllandığında ve üniversiteyi kazandığında o kötü cadılardan biri tebrik için gelmişti.

“Hatırlıyor musun afacan bir minikken Kafdağı’na gitmek için evden kaçmıştın?” O an hissettiği utancı, bir daha asla hissedemezdi. Ne kadar gerizekalıymışım, demişti içinden. Ama cadı, aldırmadan devam etmişti çayını yudumlarken.

“Aferin şimdi kocaman oldun, üniversite de kazandın.”

Elini dağdaki çıkıntıları, çamların dikenlerini hissedebilecekmiş gibi dağ resminin üzerinde gezdirdi. Sayfanın alt tarafındaki başka bir resmi daha aradı gözleri.

Küçük bir yelkenlideki denizci, elindeki altın renkli dürbünüyle denizin ötesindeki dağın silüetine bakıyordu.

Bağdaş kurup kitabı kucağına aldı, titreşip duran telefonunu da sessize.

Kafdağı. Denizci. Gemi. Ufuk. Silüet. Masal Diyarı. Kafdağı. Denizci. Gemi. Ufuk. Silüet. Masal Diyarı.

Zihni birkaç kere daha döndürdü kelimeleri düşüncelerini toparlayabilmek için; hangi kelimeyi kullanacağını seçemeyen, hangi rengi kullanacağına karar veremeyen bir yazar gibi.

İçindeki minik çocuk halatın bir ucuna sıkı sıkı yapışmış tüm gücüyle çekiyor, yetişkin tarafıysa ona büyüdüğünü söyleyip diğer yöne çekiyordu.

“Kafdağı gerçek,” dedi çocuk mızmızlanarak.

“Saçmalama masal hepsi,” dedi yetişkin. “Seni büyütmek için söylenen birer masal hepsi.”

İp çocuğun ellerinin kayıp gitti. Hatırlıyordu. Anlıyordu.

“Ve büyüttüler de,” dedi çocuk bir adım yetişkine atarken. Daha uzun göründü tuhaf bir şekilde her bir adımıyla.

“Bana hayal kurmayı öğrettiler, beni büyüttüler.” Bir adım daha, bir adım daha, daha, daha… Her bir adımla yıllar geçti, yetişkinin karşısına geldiğinde ikisinin de ellerinden kayıp gitmiş ipi tekrar kavradı.

Mızmızlanan çocuk büyümüş, yetişkin olmuştu hâlâ aynı masala inanan.

“Kafdağı’nın sakladığı ve vadettikleri insanların bu hayatta ulaşmak istediklerinin bir yansımasıdır. Yeri bilinmez, hiçbir zaman ulaşılamaz çünkü insanların isteklerinin bir sınırı yoktur. Ufuk çizgisi gibidir, gözünle görebilirsin, oradadır işte. Şunu yaptığım zaman artık her şey tamam dersin. Gemi ufka doğru süzülür, birkaç yüz metre sonra orada olacağım dersin. O istediğin, her şeyi tamamlayacak şeyi yaparsın ama sen yaklaştıkça ufuk uzaklaşır, birkaç yüz metreyi alırsın ama önünde yeni birkaç yüz vardır. Dünya’nın yuvarlaklığında dönersin, dönersin, dönersin… Yaşadığın dünyadır Kafdağı, tırmanmaya ve zirveye ulaşmaya çalışırsın. Ama bir zirvesi yoktur, döner durursun Dünya’nın çevresinde. Belki de bir gün zirveye ulaşacak olma hayali biz denizcileri yolumuza devam ettirir.” Gülümsedi. Kitabı tekrar kutunun içine koyup sıkıca bantladı.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for Sindella Sindella says:

    Çok güzel bir öyküydü. Öykünün başında yazdığınız dizeler öyküyle ve kurulan hayallerle birleşince masalsı bir hava olmuş. Özellikle son paragraf çok anlamlıydı. Hatta bir yere de not ettim :smile:

  2. Beğendiyseniz ne mutlu bana! Kayıp Rıhtım’da yeniyim, yorumunuzu benim için çok değerli. Zamanınızı ayırıp okuduğunuz ve yorum yazdığınız için teşekkürler.

  3. Merhaba @blue_sapiens
    Rıhtımda yenisin, hoşgeldin. Benimde üçüncü ayım. Umarım kalıcı oluruz :slight_smile:
    Öykündeki cümleler gerçekten iyi. Sadece konuyu biraz daha derinleştirebilirdin.
    Tebrikler.
    Ellerine, düş gücüne sağlık.
    Sonraki seçkilerde görüşürüz.

  4. Umarım kalıcı oluruz dediğiniz gibi :slight_smile: . Tavsiyeniz için çok teşekkürler, öykü seçkisinden bitiş tarihinden 1 gün önce haberim olduğu için biraz aceleye geldi, affola :slight_smile: .
    Güzel sözleriniz için tekrardan teşekkür ederim.

  5. Merhabalar
    Öykü masalsı ve samimiydi. Betimlemeleri ve karakterin ruh dünyasını sevdim. Yine de bazı kısımlar biraz yüzeysel geldi. Biraz daha detayla çok hoş olabilirdi. Diğer seçkilerde görüşmek üzere. :slight_smile:

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for gayekcelik Avatar for blue_sapiens Avatar for maviadige Avatar for Sindella