Öykü

Sessiz Tanrı

“Dinle!” dedi Ahl’dorn. “Duyuyor musun sesleri? Denizlerin tanrısı ağlıyor. Çok yalnız. Bir zamanlar tüm bu gördüğün evrene hükmeden yedi bilinen bir de bilinmeyen sekiz tanrılar denirdi onlara.” Kadın öfkeli denizin getirdiği rüzgârda dalgalanan kızıl saçlarının ardından gülümseyerek Ahl’dorn’un omzuna başını yasladı. Üşümemek için kollarını gövdesinde birleştirmişti. “Biliyorum sevgilim. Sekiz tanrının en yalnız olanının denizlerin altında kederle uyuduğunu da biliyorum. O ihtişamlı günlerinin geri gelmesini bekleyen dev bir balina o.” Kadının sesi sanki çok uzaklardan işitilen hüzünlü bir melodiyi andırıyordu. Hüzünlü ama bir o kadar da onu bu sonsuz bilinmezliğin içinde ayakta tutan tek şey. “Tanrılara yaraşan da yalnızlıktır,” dedi adam onu çok iyi anladığını belirten bir gülümsemeyle. Ne de olsa yolu yarılamış bir yalnızlığın ete kemiğe bürünmüş hâliydi o.

Hava iyice kararmış, Ay insanı ürperten ışığıyla eski ve lanetli unutulmuşlukları davet edercesine denizin simsiyah ve dalgalı bir çarşaf gibi duran yüzeyine göz kırpıyordu. Derinlerde gizlenen ve bulunması hiç de hayra alâmet olmayan bir şeylerin ortaya çıkma vaktinin geldiğini haykırıyordu adeta. Geceye eşlik eden sisin de etkisiyle gördükleri hiçbir şeyden emin olamaz hâle gelmişlerdi. Sessiz denizden gelen en ufak bir ses, balinaların ve diğer deniz canlılarının şarkıları, içinde bulundukları durumun kasvetiyle onlarda farklı duyguların tezahür etmesine sebep oluyordu. Bir müddet uçsuz bucaksız denizin ortasında eski ve ahşabı yer yer çürümüş tekneleriyle öylece ilerlediler. Arkalarında bıraktıkları karadan uzaklaştıkça sanki geçmişleri de onlardan uzaklaşıyordu. Şu birkaç saatlik yolculukları boyunca o zamana dek yaşadıkları hayat gerçekliğini yitirir gibi olmuştu. Anlamlandıramadıkları bir çaresizlik ve dehşet hissi yavaş yavaş ruhlarını esir alıyordu. Tekneleri suda ilerledikçe zaman ve mekan kavramları da silik bir hatıraya dönüşüyordu. Altlarındaki siyah deniz ve üstlerindeki bembeyaz Ay daha önce bildikleri Ay ve denize benzemiyordu artık. Sanki hepsi de sinsi bir plan kurarak bu iki insanı tuzağa çekmeye çalışır gibiydiler. Ara sıra çevresini saran tiksinti verici bulutların ardından gizlice denize göz kırpan Ay’a, deniz de pusuya yatmış aç bir piton gibi sessiz sessiz eşlik ediyordu.

Tekneyle biraz daha ilerlemişlerdi ki onları ürperten hayallerinden uyandıran bir çatırdama sesiyle dehşet içinde irkildiler. Bir şeye çarpmışlar ve öylece hareketsiz kalmışlardı. Kadın korkudan dili damağına yapışmış bir hâlde konuştu. “Ahl’dorn, denizin ortasında neye çarpmış olabiliriz ki? Hem, bu kadar büyük bir şeyi nasıl fark edemedik?!” “Korkma,” dedi adam, “sis ve gece yüzünden seni bile göremiyorum. Hadi gidip bakalım neye çarpmışız.” Kadın, “Hayır sevgilim, gitmeyelim. Burada kalalım. Sabahı bekleyelim,” dedi büyük bir endişeyle. Adamın ellerini sıkı sıkıya kavramış, onu ikna etmeye çalışıyordu. “Korkacak bir şey yok canım. Hatta en iyisi sen burada kal. Ben hemen bakıp geliyorum. Teknemizi çarpıp takıldığı şeyden kurtarır kurtarmaz yanındayım. Saatlerce burada duramayız ya,” dedi adam ve kadının yakarışlarını duymamışçasına tekneden inerek gözden kayboldu. Zifiri karanlığı biraz olsun aydınlatmak için yanına aldığı el fenerini yaktı. Küçücük bir adacıktı ayağını bastığı yer sanki. Her ne uğursuz sebepten olduğu bilinmez bir şekilde insanın nefes almasını güçleştiren bir havası vardı. Ayağının altındaki zemin bataklığa benziyordu. Adımını attıkça vıcık vıcık bir pisliğin içine iyice batıyordu. Deniz tüm günahlarını buraya kusmuştu. Çabucak yorulmuş, ter içinde kalmışken duyanları çıldırtacak kadar ürkütücü bir böğürtü sesiyle kendinden geçti. Sanki o şeytani seslerden gizli bir emir almışçasına fener ışığını kesti. Korku ve yorgunluk yüzünden durmaya karar verdi adam. Şakaklarından akan ter gözlerinin içine dolarak sızlamalarına sebep oluyordu. Artarak devam eden böğürtü sesleri kadim ve iğrenç bir ritüelin habercisi gibiydiler. Daha fazla devam etmenin yersiz olduğunu düşünerek geri döndü. Fakat yürüdüğü kısacık yola rağmen bir türlü tekneyi bulamıyordu. Ahl’dorn iyice telaşlanarak soluk alışverişlerine yetişemez bir hâle gelmişti. Yere çömelerek nefesini kontrol etmeye çalıştı. “Ufak bir sinir krizi, panik atak gibi bir şey olsa gerek,” diye geçirdi aklından. Sonra bir anda sevgilisini hatırladı; nasıl unutmuş olabileceğine hayret ederek… Avazı çıktığı kadar kadının adını haykırdı. Defalarca. Fakat sesi öylesine cılızdı ki, ancak kendisi işitebiliyordu. “Bu nasıl olabilir? Aman tanrım, aklımı yitiriyorum sanırım. Yardım et, ne olur yardım et,” diye sayıklamaya başladı. Bu defa bir müddetliğine kesilmiş böğürtü çok daha farklı bir şekilde tekrar işitildi. Çıldırmış dev bir fil ile balinanın seslerinin birbirine karıştığı tuhaf bir şeydi işittiği. Aynı anda ayağının altındaki iğrenç, çamurlu ve pis kokulu zemin gümbürtüyle titredi. Sevgilisinin adını haykırmaktan ve dehşet içinde bir o yana bir bu yana koşuşturmaktan bitap düşmüştü ki gözüne bir müddetliğine bulutların ardına gizlenmiş Ay ilişti. Aklına nerede ve ne zaman okuduğunu hatırlayamadığı o sözler düştü. Lanetli bir kitaptan, okunmaması gereken sözlerdi onlar.

“Ay’ı görüyor musun işte o zaman?
İçi ifritlerle dolu dev bir demir toptur o
Sonsuz bir siyah çarşaf gibi olduğunda sular
Ay ile arasında şeytani bir pazarlık başlar
Denizlerin karanlık ve sessiz tanrısı uyanır da o lanetli uykusundan
Bir ayin düzenlenir kan ve et deryasından
Ay’ı görüyor musun işte o zaman?”

Zihnine düşen bu sözlerle beraber yüreği pişmanlıkla dolmuştu ki şahit olanların aklını yerinden oynatacak o şeyi gördü. Daha önce hiçbir insanın görmediği, görse dahi anlatabilecek kadar aklına hâkim olamayacağı o dev tanrıyı. Söze dökmenin bir yolu yoktu bu dehşeti. Ahl’dorn çığlıklar atarak hangi dilde olduğu bilinmeyen bir şeyler haykırdı. “Sotak Du’na, Kopiz Du’na! Gate na galıha abılota batuk dikred.” “Sessiz Tanrı, Balina Tanrı! Sana en sevdiğimi veriyorum kurban olarak.”

Simsiyah denizin dibinde iki masmavi göz belirdi. Kocaman ve Ay’ın beyaz ışığını lanetli mavi ışığıyla sindiren, aralarında metrelerce mesafe bulunan iki dev yuvarlak. Suyu olanca azameti ve görenlerin gözlerine inanamayacağı dev cüssesiyle yararak yukarı doğru uçsuz bucaksız kocaman ve simsiyah bir boru gibi yükseldi Sessiz Tanrı. Öylesine yukarıdaydı ki sanki biraz daha gayret etse Ay’ı da yutacaktı. Metrelerce yükselen dev balinanın üzerinden aşağı şelaleden akarcasına boşalan deniz sularının altında seçebildiği kadarıyla yaratığın bir kısmı hâlâ suyun içindeydi. Pis, pürüzlü ve binlerce yıldır el değmemiş gibi duran derisinden yayılan iğrenç koku tüm o dehşetin ortasında dahi adamın midesini bulandırmaya yetti. Dev solungaçları kocaman ve sivri birer mızrak gibiydi. Uçlarından hangi cehennemin dibinden geldiği bilinmeyen yeşil renkli bir sıvı akıyordu. Yaratığın baş kısmının nereye kadar yükselmiş olabileceğini tekrar görmek amacıyla bir kez daha Ay’a baktı. Kocaman mavi gözleriyle Ay’a selam duruyordu sanki yaratık. Aşağıdan bakıldığında aldatıcı bir şekilde Ay ile yaratığın başı arasında neredeyse hiç mesafe kalmamış gibi görünüyordu. Yukarısı mavi ve beyaz ışık altında o kadar netti ki, Ahl’dorn bir an için iki dev arasında küçücük bir karartı fark etti. Yaratık kocaman ağzını açıp da Ay’ın ışığının üstüne katran gibi çöken içinin zifiri karanlığını dışarı aksettirmeden önceki o kısacık anda bu karartının biricik sevgilisini de taşıyan teknelerine ait olduğunu anlamıştı. Adam yaşadıklarının tarifsiz yıkıcılığyla daha fazla dayanamayıp olduğu yere yığılırken canavar da balinalara özgü o meşhur hareketiyle geldiği sulara gövdesinin yan tarafıyla dalarak gözden kayboldu. Sıçrayan tonlarca suya bir müddetliğine tüyleri diken diken eden sesi eşlik etti. Ve bir sonraki kurbanını iğrenç bir açlıkla beklemek üzere tekrar sonsuz uykusuna daldı.

Haluk Çevik

"Bu gidişle son nefesine dek akademik eğitimine devam edecek olan 84 doğumlu bir yüksek mühendis."

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhaba

    Elinize sağlık. Balina temasına canavar bir tanrısallık ile yaklaşmışsınız. Detaylara girmeden genel hatlarıyla bir okuyucu olarak yorumlayacağım.

    Aslında konuyu işlemenizi beğendim, iki insan, denizin ortasında sessiz Tanrı balina ile karşılaşır ve biri kurban olur.

    Ancak metninizde biraz kopukluk yaşadım bu da sanırım nedensellikle ilgili. Bağlantı kuramadığım noktalar neden denizin ortasındalar ya da nereye gidiyorlar, hangi ihtişamlı günler, sekiz tanrıdan diğerler kim gibi gibi. Bunlar kafamı kurcalayanlar.

    Öykünüzün ilk cümlesindeki yedi bilinen bir bilinmeyen tanrı kısmını değiştirmenizi öneririm. Giriş cümlesi olarak metni zayıflatmış bana göre.

    Metinde bana göre bolca geçen “iğrenç” ya da “tiksinç” kelimelerini, yinelemek yerine belki farklı bir betimleme yapmayı düşünebilirsiniz.

    Öykünüzü okurken aklıma bir açılım geldi, izninizle paylaşmak isterim.

    Acaba bu öyküde, adam kadını kandırarak ve bu niyetiyle ilgili bize de biraz ip ucu vererek, balina tanrıya kadını kurban etseydi- bile isteye şeytani bir biçimde. Sadece aklıma geldi :slight_smile:

    Tekrar kaleminize sağlık

  2. Merhaba

    Yorumunuz için çok teşekkür ederim. Vakit ayırıp öykümü okumanız, değerlendirmeniz beni çok sevindirdi :slight_smile:

    Teşekkürler

  3. Avatar for Batuhan Batuhan says:

    Güzel olmuş :slight_smile: Karakter isimleri çok hoşuma gitti.

  4. Çok teşekkür ederim :slight_smile:

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for Muge_Kocak Avatar for Batuhan Avatar for Haluk_Cevik