Kürekle kazmanın sapları cama vurdu. “Tak!” bagaja sığmadığı için, Zelkif’in ayaklarında bitmiş, arka koltuğun çoğunu kaplıyordu, bu cılız aletler. “Tak!” Ağabeyine söyleyemediği için küreği Aura Mehmet’ten almıştı, Çöpü. “Yine define peşinde mi koşuyan la?” demişti. Fidanlığın altına oturmuş, kulağını kaşıyarak. “Bir şeyler bulursan az biraz da bize de bırak bari Çöpü”
“Sen hiç merak etme Aura, senin hakkın hazır.”
“Öyle diyorsun da geçende öyle demiştin, benim küçük kazma sana verdiğimden beri kayıp hâlâ.” Küreğin sapı cama vurdu. “Tak!” Şunu sabitle dedi diğeri, arkasına baktı. Zelkif ayağıyla küreğe bastırdı, kıçının bir yanağını havaya kaldırdı. Sap arada kayıp tekrar cama vuruyor, Zelkif yine tek yanak üzerinde oturuyordu.
“Çöpü Amca…” Montunun cebinden bir poşet çıkardı, (anası biliyordu, yolluk diye cebine bir poşet kuruyemiş koymuştu) “Şimdi biz bir yere gidiyoruz da, nereye gidiyoruz? Ne arayacağız, hiç anlatmadın. Yarın akşam köyün aşağısına gel ona doğru, dedin. Çöpü göz ucuyla diğerine baktı. Tepkisiz…
“Bizim buralarda duymuşsundur, esasen, çok fazla sit alanı var. Eski Anadolu kavimlerinden mezarlar, binalar… Yıllardır kral Justinyen’in külçeleri etrafta deyip duruyorlar, defineciler. Bir dönem Cenevizliler buralarda kalmışlar. Bizim Kapalıçarşı’daki kuyumcu bahsederdi.”
Diğeri araya girdi: “Anadolu bilinmeyen binlerce topluma ev sahipliği yaptı. Binlercesi, ücra köşelerde, kıymetlerini geride bıraktılar.” Sessizlik oldu.
Çöpü poşetten bir leblebi alıp havaya bir tane salladı ağzıyla yakaladı. “Badem var mı?”
Zelkif eliyle torbayı yokladı.
“Peki, biz bunların arasından neyi arıyoruz, külçe altın mı? Vazo mu?”
“Bir silah… Mızrak! Zengin olacağız oğlum! Toprağın altına son kez gireceğiz beraber.”
Yarım saat daha taşlı, yolda sallantılı gittikten sonra durdular. Hiç tanıdık değildi buralar, acaba Zelkif gündüz vakti geçmişti de, dikkate değer bir şey görmemiş miydi? Hep bilindik ağaçlar, çamlar, yabani armutlar. Ötede baykuş uluması, derenin oradan çekirge sesleri.
Arabayı eğik bir çamın yakınına park ettiler. Kürekleri ve bagajdaki, halatı feneri, çantayı sırtlandılar. Önden diğeri, rehber gibi yürüdü. Arkasından Çöpü, en arkada Zelkif.
Zelkif: Niye bulaştım ki böyle bir şeye, ne güzel evde battaniyenin altına yatmak varken şu an titreye titreye bilinmeze gidiyorum. Diğeri kim? Adını bile söylememişti, yola çıkılan insan hiç değilse bunu söylemez mi? Ağzını doğru düzgün açmadı. Ama amcamla geldi. Bir bildiği vardır amcamın. Hem sabahına zengin olacağız, değil mi? Ondan sonra yüzüme bakmayan babamın kızarmış suratını, doya doya seyredecem. Bilirim sever parayı, içi gidecek, kuduracak, bana yakınlaşacak yine. Diğeri Jandarmadan mı acaba? Oysa hiç asker tipi yok.
Çöpü: Sen sabret. Yıllarca kuyu kazdın, değerini bilmediler. Zor iştir dedin, gülüp geçtiler. Define arayacağım dedin, kuyularda bulamadın şimdi nasıl bulasın dediler. Bir rakı sofrasında karşıma çıkacağını nereden bilebilirdim talihin. Zengin olacağımı bilsem daha önce otururdum o masaya. Diğeri çok konuşmuyor, ama o gün anlattıkları aklımdan çıkmıyor. Masadayken her şeyi ballandırarak anlatırken şimdi susması garip gerçekten. Ama dediği gibi işini biliyor sanki.
Çamların arasında seyrek bir patikadan dolana dolana çıkıyorlardı. Tepeye doğru giderken, arada soluklanıyorlar, diğeri ise hiç kesilmeden yürüyor, ikisinin soluklanmasına donuk bakışlarla izliyordu. Hava soğumaya başladı, Zelkif soğuk soğuk terliyordu. Durun dedi diğeri;
Yokuştan yukarı doğru bir kayanın üzerine tırmandı, bakındı:
“Geldik mi? Bu adam niye konuşmuyor?”
Diğeri kayadan indi. “Şimdi… Abdestiniz var mı?”
Zelkif amcasına mahcup bir şekilde baktı.
“Unuttun değil mi?”
“Almasam olmaz mı?”
“Olmaz,” dedi diğeri. Amcası başını salladı. “Alman gerekiyor.”
Hava iyice soğuk çantasında ki suyu düşündü, onunla alırsa iyice ıslanırdı. “Toprakla olur mu?”
“Olur.”
Ayakkabısını çıkardı, montunu çimenlere düzgünce bıraktı. Otları söktü, toprağı eşeledi. Elleri toprak toprak oldu. Çamurlu. Ardından çorabını, ayakkabısını giydi. İçindeki toprakla rahatsız rahatsız adımını attı. Sol ayakkabısında taş dolanıyordu. Söyleyemedi durun diye. Kayanın üzerine tırmandılar. Bir açıklığa çıktılar, ağaçsız, ortalıkta. Açıklığın kenarında bir yapı, yıkık eski. Üzerine otlar bitmiş. Aşağıdan dere tarafında kurbağa sesleri geldi.
Derme çatma, kulübeden bozma eski yapının yanına geldiler. Yüklerini boşalttılar. Çöpü Hasan bir keresinde, bir gece karakolda geçirdiği geceyi anımsadı. Yedikule’de aynı burada olduğu gibi, surların oraya kazma küreği, eşyaları koymuşlar; tam kazı yaparken, polisler enselemişti. Sonradan yakalayan polis amirlerinden birinin, (pis bir adamdı…) altına çektiği son model arabayı anımsadı. Zengin olacaksın oğlum!
Baykuş sesleri arttı. Diğeri yerden aldığı taşla ağacın tekine fırlattı. Onlarca baykuş uçuştu.”
Zelkif küreğe tutunarak sordu: “Ne yapacağız şimdi? Her yeri kazacak mıyız sabaha kadar?”
Diğeri tepkisiz, etrafına bakındı, ara ara yere çömelip durdu. Biliyor olmalı ne yaptığını. Sonra yapıdan birkaç metre yürüdü. Ayağıyla birkaç kere toprağa vurdu. Hiçbir şey anlamadılar. “Burası… Burayı kazacağız.” Diğeri çekildi. Çöpü yere bir kazma darbesi vurdu.
“Amca, peki bu aradığımız şeyin. Mızrağın tarihi nedir acaba? Biliyor musunuz? Büyük savaşlarda mı kullanılmış da nesilden nesle aktarılmış yoksa bizim muhtardan daha az kişiyi idare eden bir kralın, sırtını kaşıması için mi kullanılmış?”
Çöpü Hasan kazmayı yere savurdu. “Sen ne diye dert ediyorsun ki? Zengin olacaksın oğlum onu düşün sen. Boş ver, dert etme ne boka yaradığını. Avrupa da zengin züppenin biri verdiği davette, salonun başköşesinde bu eseri gösterip, kokuşmuş misafirlerine caka satacak.”
“Bakarsın biz de kazandığımız parayla oralara gider görürüz. Zaten bir akraba vardı bizim şehirli, gitmiş Avrupa’ya. Oralarda müzeleri görmüş, diyormuş ki; bizim Anadolu toprakları olmasa, müzede gösterilecek tek bir eser olmazmış!”
“E işte bizim insanımız umursamıyor böyle şeyleri, gidiyor elin yabancısı bakıyor.” Kazmayı daha sert vurdu.” Devletin de bakmazsa insanı gibi veya değer vermezse; başka biri o değeri verir. Al şu küreği de biraz da sen kaz bakalım.” Diğeri dikilmiş bekliyordu.
Zelkif kazmayı vurdu, amcası soluklanıyordu, karşıdaki tepe de bir ışık görünür gibi oldu. Köyün o taraflardan. “Çabuk fenerleri kapatın!” dedi diğeri.
“Jandarma mı?”
“Bilmiyorum, belli olmaz.”
Zelkif karanlıkta kazmayı savurdu. Sert bir yere denk geldi, “Tak!” etti. “Işığı yakın da bakalım!”
Olmaz, dedi amcası, beklediler. Karşı tepedeki ışık, çamların ardında giderek soluklaştı sonra da kayboldu. Hadi şimdi ver bakalım feneri dedi diğerine. Zelkif önce kürekle üstteki toprağı attı. Küreğin ucuyla dokundu, zemini yokladı. Işığı tutup baktılar. “Bu!” dedi, eliyle toprağı sildi. Kalıp bir kapak. Mermer. Sis, tepenin üzerine fark ettirmeden çökmeye başladı. Çöpü diğerine bakmak için arkasına döndü, ortalıklarda yoktu. Işığı gezdirdi etrafa ama göremedi. Çöpü seslendi. “Hey!” dedi. Ses yankı yaptı. Cevap veren olmadı.
“Koş bir bak bakalım nereye kayboldu diğeri!” Zelkif pısırık bir halde durunca, “Tamam,” dedi. “Al şu ipi, sıkıca tutun, eğer bir şey olursa dönersin buraya, kaybolmazsın.”
Çöpü, ipi iyice tuttu. Bir ucunu yeğenine verdi. Zelkif yavaş yavaş yürüdü ve sisin içerisinde kayboldu. Terlemeye başladı. İpi tutan eli sırılsıklam olmuştu. Artık diğerini bulmak istemiyordu. “Kimdi bu adam?” Geri dönmek istiyordu. Gergin ip bir yerde büküldü, hissetti. Yavaş yavaş amcasına doğru dönmeye başladı. Amcasına yaklaştıkça bükülen yer kayboldu, gerginlik azaldı. Amcasını gördü.
“Bulamadım!” Yere çömelip oturdu.
Bir süre sebepsizce beklediler, sise doğru baktılar. Etrafta ses yoktu. Akılları başlarına geldikten sonra buraya kadar gelip devam etmekten başka bir yol bulamadılar. “Arabaya dönemeyiz!” dedi çöpü, “Diğeri yokken olmaz. Sis varken bırak dönmeyi, arabayı bulana kadar bile kayboluruz. Şafağa kadar buradayız.” Çöpü kapağı zorladı. Zelkif istemeye istemeye yardım etti.
Aşağıdan dereden ağlama sesi geldi, Zelkif, amcasına korkuyla bakındı. Çöpü çakal sesi olduğunu söyledi. “Korkma! Çakallar, geceleri, bebek ağlaması gibi ağlarlar.”
“Niye ki? Hangi insan buna kanıp iner, hem inse bir çakal insana ne yapar ki?”
Beraber kapağı zorladılar. Zor zahmet kaldırdılar, sonrada ittiler, kenara düştü. Zelkif delikten feneri tuttu. Bir düzine, yıkık dökük merdiven, dibi göremedi. “Geri dönelim!”
“Olmaz! Artık son kuyu bu! Daha da ölene kadar yerin altına inmeyeceğim. İpi getir birbirimize bağlayacağız.” İpi toparladı, çantadan fazladan pil aldı.
İpi bellerine bağladılar, sonra kaldırdıkları kapağa iyice düğüm attılar, bir uçları dışarıya bağlı ineceklerdi. Zelkif belini iyice sıkmıştı. Daraldı. Önden amcası arkasından o; bir adım indi. İki adım, üç adım… Onuncu adım oldu, şimdi sola dön, bir adım indi, ağlama sesi geldi. “Yukarıdan!” dedi çöpü, “bakma, çakal sesidir.” Zelkif yukarı baktı, karanlıktan başka bir şey göremedi. Ne kadar inmişlerdi ki daha. İp belini iyice sıktı. Bir adım, iki adım… İyice üşüdü. “Ben niye terliyorum? Çöpü amca?”
“Buradayım devam et.” Çöpü eğildi. “Dikkat et başına! Çömel!”
Çömeldi, başının üstünü yokladı, ışığı tuttu, oval bir kemer, eski silik kabartma. Hafızasında ki bütün alfabeleri yokladı, bilmiyordu bu yazılanları. “Sakın geçme yazıyor olmalıydı. Ne duruyorsun ışığı kapat, bendeki yeter!”
Bir süre çömelerek gittiler. Rüzgâr gelmeye başladı. Sanki bir şeyler diyordu rüzgâr! “Sakın geçme.”
Su sesi geldi, bir yerde damlıyordu. Çöpü gidemedi daha, ip gitmedi daha, durdular, ipi bellerinden çözüp yere bıraktılar. Zelkif feneri açtı ipin yanına, yere bıraktı.
Boğulacak gibi oldu, en son kuyu kazarken böyle olmuştu.
“Destur de! Destur zengin olacağız yeğenim, ona odaklan. Destur!” Zelkif tekrarladı.
“Zengin olacağız destur!”
“Destur saygısızlık değildir amacımız. Destur!”
Amcası durdu. Feneri yere tuttu. Bir kurbağa belirdi. Ardından bir tane daha. Göz açıp kapayıncaya kadar, onlarcası, “Nereden bunlar?” dedi.
“Geri dönelim!”
“Olmaz, Destur! Dua oku Zelkif, Destur!”
Ayaklarının etrafı kurbağalarla çevrili ilerlediler. Zelkif dayanamayacak gibi oldu, gözlerini kapatarak, amcasına tutunarak ilerledi. “Geri dönün yazıyor olmalıydı.” Kurbağalar azaldıkça, yol aşağı doğru eğildi. Sağa doğru büküldü. Koca bir bina yerin altında! Destur!
Birkaç bodur kapı girişi gördüler, patırtılar duydular. Çöpü, ne çıkacaksa bir anda çıksın diye geçirdi içinden. Sırayla ve aniden hepsine ışık tuttu, hiçbir şey yok dedi burada. Çıktılar, yoldan devam ettiler.
Çöpünün elindeki fener tekledi, bir çıkmaza doğru yürüyorlardı. Fener söner gibi oldu. Birbirimize tutunalım. Zelkif tutundu. Destur diye sayıklıyordu.
“Durun!”
Durdular. Kaskatı kesildiler.
“Kimdir o gelen?”
“Destur! Biz başıboş gezeriz.”
“Yalan söylemeyin. Başıboşlar buralar kadar gelemez.”
“Destur! Biz…”
Zelkif konuştu, titrek titrek. “Biz kralın mezarını ziyarete geldik.”
“Siz hükümdarın, kıymeti için mi geldiniz?”
“Biz… Hayır!”
“Ben kralın bekçisiyim. Silahından başka bir şeyi yoktur. Geri dönün!”
“Olmaz,” dedi çöpü, “kral artık öldü, ahir dünya da işine yaramaz, Destur!”
“Almaya kalkarsanız sonuçları büyük olur, size de ahir dünyada faydası olmaz,” dedi karanlıktan daha karanlık siluet.
Çöpü korktu.
“Katlanacaksanız geçin ama yalnızca biriniz geçsin.”
Çöpü, Zelkif’in kolunu bıraktı. Yüzünü göremeden bakmaya çalışıyordu. Zelkif anladı. Çöpü kuyuya önce hep Zelkif’i indirirdi. Unutma, kuyuya iner gibi! Destur!
Zelkif’in tuvaleti geldi. Unutma kuyuya iner gibi, karanlık siluet bir duvarı, efor sarf etmeden itti. Ardından loş bir ışık geldi. Işık, Silueti aydınlatmadı. Destur! Aralıktan sızarak geçti. Minik bir odada, lahit üzerinde kabartmalar, üzerinde bir mızrak gördü. Paslanmış ucu. Korktu, yaklaştı, boğulur gibi oldu. Kuyuda tekken de böyle olurdu, tuvaleti gelirdi. Amcası yukarıdan bakardı. Mızrağa elini uzattı. Zengin olacaksın! Destur! Arkasındaki kapı kapandı. Işık söndü! Korktu! Amca?
Sevgili Selim,
Boğazdaki balinadan, 28 Şubatta Esra’yı bulmak için toplanan aile meclisine ve Muhtarın diktiği 6 ağaca kadar geçirdiğin yolculukta bizimle en çok 2019 da öykülerini paylaştın. Umarım yeni yılda daha çok yazarsın.
Hikayelerinde genel tekinsizlik hissini başarılı bir şekilde kullanıyorsun. Tekinsizlik derinleştikçe okuyucuyu hikayeye çekiyor ve çektikçe okuyucu korku hissini merakla birlikte hissettiğinden okumaya devam ediyor ancak hiç bir zaman dehşete düşmüyor. Tam düştüğü anda hikayeyi bitiriyorsun ve okuyucu aklında sayısız soru ve merakla bırakıyorsun. Bu anlamda hikayen tam tadındaydı. Tebrik ederim.
Tek bir yorum yapmam gerekirse; siste kaybolan 3.kişi havada kalmış. O karakterin görevinin, amca-yiğenin mezarlığı bulmasını sağlamak olduğunu anlıyorum ancak kaybolmasında bir amaç göremedim. Ancak ilk tanıştıklarında konuşkan kazı yaparken suskun olmasının bir anlamı olmalı diye düşündüm, ancak onu da bulamadım. Bu ufak düzletme hikayenin bizi daha da ürkütmesini sağlayabileceğin kanaatindeyim.
Mutlu bir yeni yıl dilerim
Eline ve düş gücüne sağlık
Sevgiler
Dipsiz