Önsöz
Bu hikâyede beklediğin üzere (eğer bekliyorsan) uçan daireler dahil hiçbir olağanüstülükle karşılaşmayacaksın. Söz veriyorum. İtimat et.
Asıl Söz
“Çok uzun zaman önce uzak, çok uzak bir galakside…”
Ethem dünyalıydı. Gezegenimiz olan dünya da çok uzakta bulunan bir galaksiye göre çok uzak bir galaksi elbette. Dünyalı Ethem, dibini merak ettiği için yarı beline kadar eğildiği kuyunun ağzından kuyunun dibine doğru kanatsız bir uçuş gerçekleştirdiğinde yedi yaşındaydı. Kuyunun dibinde o güne kadar karşılaşmadığı bir şeyle karşılaşmıştı: Gökyüzüyle. Ayın on dördünde doğan dolunay, kuyunun dibindeki Ethem’in yüzünü okşadı önce, şefkatle uyandırdı onu derin kuyunun derin uykusundan. Kuyunun dibini ışıl ışıl etti. Korkusunu yendi Ethem’in. Ethem dolunaya baktı da baktı. Kuyunun dibinde olmasına aldırmadan baktı, kuyunun dibini kendine yuva bellemiş envai çeşit böceği umursamadan baktı, düştüğü esnada aldığı darbelerin sızısını ve kaşında açılan ufak çaplı yarıktan akan kanı önemsemeden baktı. Karanlık göğün ortasında durup karanlığı yenen, alacalı yıldızların hepsini etrafında toplayan, güneş gibi buyurgan değil de daha çok bir mütevazılıkla geceyi aydınlatan dolunayı ilk kez ve son kez seyreder gibi doya doya seyretti. O gece eline değil dolunayın tamamını oradan geldiği rivayet edilen bir parça taşı bile verseler bir dakika düşünmeden bütün dünyayı satardı.
Ethem bir gece boyunca kuyunun dibinde kaldı. Bir gece boyunca usanmadan dolunayı seyretti. Ve sonunda onu gördü. Belki bir saniye, belki saniyenin yarısı kadar bir süreliğine dolunayın önünden daire şeklinde bir gölge geçti. Küçük bir andı fakat Ethem’in hayatında büyük bir anıya dönüşecekti. Sabah olup da Ethem’i kuyudan çıkardıklarında sorduğu tek bir soru vardı: “Siz de gördünüz mü? Kırmızı, yeşil, mavi… Sırasıyla yanan ışıkları vardı. Yuvarlak gibiydi. Gece, dolunayın önündeydi. Siz de gördünüz mü?”
İlk günler “başına sert bir darbe aldığın için hayal görmüşsündür, düşünme artık o geceyi,” deyip geçiştirdiler. Ethem vazgeçmeyince “uçak görmüşsündür, onun da sırasıyla yanan ışıkları var. Dolunayın önünden geçerken görmüşsündür de başka bir şey sanmışsındır,” deyip kandırmaya çalıştılar. Ethem ne söylenirse söylensin gördüklerinden vazgeçmeyince daha da üstüne gitmediler. Büyüyünce unutur dediler, üstelemediler. Hem kimselerin görmediği şeylerden kimseye zarar gelmezdi zaten.
Ethem büyüdü ama unutmadı o geceyi. O geceden sonra her gece gökyüzüne bakıp durdu. Özellikle her ayın on dördünde pür dikkat kesildi gökyüzüne. İman etmişti o gecede, kuyunun dibinden gökyüzünde gördüklerine. Fakat hiçbir şey yoktu işte. Ne dolunay bir daha o gece ki gibi parladı ne de önünden herhangi bir gölge geçti.
Zamanla unutulur diyenler genelde haklıdırlar. Zamanla unutulmaz belki ama zamanla vazgeçilir inanılanlardan. Ethem askerde tuttuğu her gece nöbetinde dayak yedi komutanlarından, onların deyimiyle “avelavel” seyrediyordu gökyüzünü. Yediği her şamarda biraz daha indirdi başını. Her geçen gün biraz daha vazgeçti yukarı bakmaktan. Tezkere günü geldiğinde başı önünde ayrıldı asker ocağından. Askerden döner dönmez takım elbiseli memur, eli yüzüklü koca halini aldı. Evlendirildiği kadının adı Yıldız’dı. İki çocuğu oldu. Erkeğin adını Venüs, kızın adını ise Jüpiter koydu. Kimse karışmadı, geçmişin acısını çıkarıyor, karışırsak eski haline döner diye itiraz etmediler.
Böyle böyle yaşlandı Ethem. Sonra bir gün televizyonda bir filme denk geldi. Yıldız savaşları. Çok uzun zaman önce uzak, çok uzak bir galakside, uzaylı ırkların birbirleriyle verdiği mücadeleyi anlatan bir filmdi. O gece Ethem, televizyon karşısında uyuyakaldı. Üstü açıktı. Rüyasında kuyuyu, dolunayı, gölgeyi gördü. Yıllar sonra yeniden kuyunun dibindeydi. Yarım kalan düşünden heyecanla uyandığında Han Solo, Ölüm Yıldız’ını yok etmeye çalışan Luke Skywalker’ı Darth Vader’dan kurtarmaya çalışıyordu. Ethem’in uykulu gözleri televizyonda değil, dışarıdan gelen renkli ışıklardaydı. Kırmızı, yeşil, mavi… Sırasıyla yanıp sönüyordu. Ethem uzandığı yerden fırladı ve bir hışımla balkona koştu. Yaşadığı heyecan yüzünden balkon kapısı önünde birikmiş terlik havuzunu fark edemedi, terlikler yüzünden bozulan dengesini bir türlü toparlayamadı ve yeniden kanatsız bir uçuş gerçekleştirdi. Bu kez beşinci kattan aşağı düşmüştü. Vücudu balkon kapısı önünde kaybettiği dengeyi beş kat aşağıda asfalt zeminin üzerinde bulmuştu. Ethem’in gözleri açıktı. Renkli ışıklara sahip kocaman reklam panosuna bakmaktaydı. Büyük reklam panosunda renkli ışıklara sahip reklamlar dönmeye devam ediyordu. Kırmızı, yeşil, mavi…
Son Söz
Mezarlık bekçisi korkuyla kulübesine sinmişti. Yer sallanıyor. Küçük kulübe sarsılıyor. Sanki Dabbetü’l Arz yeryüzüne intikal ediyordu. Bekçi dışarıda neler olduğunu merak ediyor fakat korkudan kafasını kaldırıp pencereden dışarı bakamıyordu. Uyku sersemliğiyle olmayacak şeyler gördüğünü ya da hâlâ uykuda olduğunu ve anlamsız rüyalar gördüğünü düşündü bir saniye için. Ardından merakına yenik düştü, gözlerinin göreceği hizaya kadar kafasını kaldırıp dışarı baktı. Sırasıyla kırmızı, yeşil, mavi ışıkları yanıp sönen, daire biçiminde ve epey büyük bir cisim, dün gömülen mevtanın mezarının üzerinde süzülüyordu. Mezar Ethem İnanç’a aitti.
Açıkçası ben de Ethem’e güvenmemiştim, eğlenceli başlayıp tatlı bir sonla bitti.
“İman etti” kullanımı ilginç geldi, şiirsi bir cümlede olduğu için günlük kullanımındaki anlamını karşılamıyor olabilir ve metnin geri kalanından uzak olduğu için muhtemelen de öyle ama günlük hayattaki “iman” kullanımıyla anomalileri deneyimlediğini iddia eden insanlar arasında bir benzetme olarak düşünmek zihin açıcı oluyor.
Bir de Ethem’in ömründe bir yerlerde kendisi gibi gökyüzüyle kafayı bozmuş bir deliyle tanışmasını çok isterdim. “Venüs kız ismidir yalnız.” tarzı bir geyik hikayesinde hiç sırıtmazdı bence. (Tabii bu hikayede bundan bahsetmemek doğruydu, sapar giderdi yoksa. Sadece okurken Star Wars kısmından önce bunu düşündüm.)
Merhaba
Öykünüzu beğendim. Ethemin hikayesi gördükleri hayali ve rüyası beklentilerimi fazlasıyla karşılayan bir öykü oldu. Finali öyküleri daha çok beğeniyorum nedense. Girişi gelişmesi ve sonucu olan öykülerin tadı daha güzel oluyor. Muhtemelen 8 ile 26 yaş aralığında bir süreyi bize sırasıyla hiç siritmadan anlatmissiniz akışı bozan birseye rastlamadım ben. Gayet akiciydi. Başarılar dilerim
Yazar, hikayenin önsözünde verdiği sözü tutmamış. Ethem’in mezarının üzerinde süzülen ışıklı cisim olağanüstü bir şeyse tabi.