Öykü

İndigo Bir Gecenin Tanık Oldukları

Herhangi bir zamanda, herhangi bir gezegen ve gerçeklikte, bulutsuz bir gökyüzünün altında, tam olarak belirtmek gerekirse ay ışığının aydınlatmasıyla parıl parıl parlayan ve içinde yüzen küçük larvalar ve farklı canlılarla dolu geniş bir gölün kıyısında oturan, yüzünü seçemediğimiz bir çocuk vardı. Gecenin geç saatleri, âdeti üzere makul bir saatte uyuyabilecek kadar iç huzura sahip olanları tatlı bir rüyanın kollarına bırakır. Zihninde canavarlarla boğuşanlar ise, gün ışıyana dek aydınlanmayacak karanlık düşünceleriyle baş başadır. Zannediyoruz ki saçları önüne düşmüş bu oğlan da uykusunu kaçıracak bir dertten muzdaripti; zira saatlerdir başında oturduğu gölün siyah yüzeyinde kendi yansımasını izliyor, kim bilir aklından neler geçiriyordu.

* * *

Yüzüm ve ardındaki düşüncelerim… Sanırım hastayım, düşüncelerim hasta ve ben sıkışıp kalmış, adlandıramadığım bir şeyler tarafından kuşatılmışım. Âdeta çürüyorum içten içe ve hiç kimse de farkında değil, onlara gösterdiğim kadarıyla beni görebiliyorlar yalnızca.

Son günlerde kendime bakıp duruyorum. Daha önce kendimi görmemişim gibi, bu yüz tanımadığım birine aitmiş gibi. Ya da sanki yeterince iyi bakarsam içimdeki sorunları çözebilirmişim gibi. Bu kadar hasta düşünce… Onları uzak tutabildiğim ufak anlar yakalamak giderek zorlaşıyor, sanırım beni tamamen ele geçirdiklerinde sonsuza kadar hasta kalacağım.

“Amar!” yavaşça başımı sesin geldiği yöne doğru çeviriyorum, cevap verme gereği duymadan, adımın seslenilmesinin içimde uyandırabileceği en ufak bir heyecan kırıntısından yoksun bir şekilde. Babam hızlı adımlarla bana doğru geliyor, kızgınlıkla soluyor ve dinleme zahmetine girmediğim birtakım cümleler sarf ediyor. Sözlerine karşılık olarak yeri geldiğinde sakin bir şekilde başımı sallıyorum, onay vermem hoşuna gidiyor. Siniri geçince tane tane anlatıyor, “Karavanı tamir ettim, evladım, yarın tekrar yola çıkarız artık. Yolumuz hayli uzun. Evrenin en ücra köşesinde iki gündür sıkıştık kaldık resmen, hah, şaka gibi! Neyse, yavrum, şimdi yatıyorum ben, uyumaya niyetin yoksa bari sabah bir yere kaybolma da tekrar aramayayım seni. Burada daha fazla oturursan da üşüteceksin, demedi deme.” Başka bir onayımdan sonra ikna olmuş bir şekilde uzaklaşıyor. Ben de tekrar kendi içime dönüyorum. Kaç yıldır bu haldeyim, ikamet ettiğim sabit bir yer olmadan oradan oraya savruluyorum, bilmiyorum. Hayatım yollarda geçti ama içimdeki boşluk yalnızca son zamanlarda kontrolümden çıktı ve beni yutacak büyüklükte bir deliğe dönüştü. Biter mi peki bir gün? Belki, belki bir gün…

* * *

Aynı kasabada, hemen hemen aynı vakitlerde şehre yeni gelen birilerinden bahsediliyordu. Bir gezgin ve oğlu, diyorlardı, çok çok uzaklardan gelmişler. Kıyının ilerisine araçlarını koymuşlar; kim bilir bugüne kadar nereleri görmüşler, onların bilmediği ne güzelliklere tanık olmuşlar.

Fısıltıların sahipleri, meraklarına yenik düşüp sonunda bu yabancılarla konuşmaya karar verdiler. Büyükleri tarafından bu şehre uğrayan tüm yabancıların kâfir olduğuna inandırılsalar da daha önce şehirlerinde bu kadar uzun süre kalan hiç kimseyle karşılaşmamışlardı ve bu vesileyle gözlemledikleri kadarıyla onların korkulacak ruh emicilerden ziyade sıradan canlılar olduğuna kanaat getirmişlerdi, sadece kendilerinden biraz farklı bir türdendiler…

* * *

Artık uyumak istiyorum. En son ne zaman uyudum, hatırlamıyorum; belki dün birkaç saat kestirmiştim, ya da o ondan önceki gündü… Mühim değil, şu anda düşünmeyi bırakmak için en iyi seçeneğim buymuş gibi gözüküyor zaten. Bir yerde bu kadar uzun süre kalmak beni daraltıyor, uyanıkken zihne hücum edenleri defetmek zorlaşıyor çünkü aynı yerde kaldıkça etrafımdaki şeylere aşina oluyorum. Normalde ortama uyum sağlamakla geçireceğim süre zarfında uğraşacak bir şeyim olmayınca da düşüncelerim sel olup beni yutuyor. Uyumak, kendini ve daha da iyisi düşüncelerini sessize almak ise bir kaçış gibi hepsinden. Gerçek olmayacak kadar müthiş geliyor kulağa, kalkıyorsun, berbat bir gün geçiriyorsun ve uyuyorsun, tüm dertlerin sadece susuyor saatlerce. Benim için ise bu durum, gecelerim kâbuslarla bölünmeye başladığından beri tanımını değiştirdi. İlk başlarda bu nadiren beliren kötü rüyalar yüzünden çok sıkıntı yaşamasam da giderek şiddet ve sıklıklarını arttırdıklarında artık gün ışığında ve yokluğunda bana huzur kalmadığını idrak etmem çok zor olmadı.

Gördüğüm kâbuslar beni terden sırılsıklam ve perişan bir halde uyandırsa da kalktıktan sonra hiçbirini anımsayamıyorum. Uykunun kollarından pençelerle sökülüp alınacak kadar ne yaşıyorum, merak ediyorum bazen. Tek bildiğim bu kâbusların öylece hayatımı mahvettikleri ve ben kendimi titreme nöbetleriyle sarsılırken bulduğumda, onların hiçbir şey yapmamış hatta hiç orada olmamış gibi bir köşeye çekildikleri. Bu durum sanki yıllardır sürüyor; öyle ki, en son ne zaman kâbusa dönüşmeyen bir rüya görebildim, hatırlamıyorum. Fakat insan alışıyor bir süre sonra, ben de alıştım. Olabildiğince gündüzleri ve olabildiğince az uyuyorum artık, yollarda geçip giden günlerimde bu düzensizlik pek bir sorun teşkil etmiyor nasılsa.

Sonunda yapacak bir şeyimin olmadığını benimseyip inanılmaz bir isteksizlikle ayağa kalkıyorum; yeterince çaresiz olduğum bir durumu, başka bir çaresiz durumla değişmek zorunda olmamın ne kadar acınası olduğunu biraz durup düşünüyorum. İçimdeki ciğerlerim çıkasıya kadar haykırma isteğini bir kez daha zorlukla yutuyorum ve sakince kabul ediyorum gördükten sonra unutacağım kâbuslarımı. Bu kabulleniş tuhaf bir şekilde her şeyi kolaylaştırıyor, artık gidebilirim. Karavana yöneldikten birkaç adım sonra ise suda duyduğum bir şıpırtı sesine arkamı dönüyorum, bir hareketlilik dikkatimi çekiyor; sanki gölde bir dalga oluştuğunu görüyorum ya da gördüğümü sanıyorum. Sonrasında, göle doğru birkaç adım atmam ve hafifçe eğilip bakmaya çalışmamın ardından hızla gelişen olaylar ise zihnime aynı anda hücum eden, içinde şaşkınlıktan put kesilmeyi, ağzımın kontrolsüz bir şekilde açılmasını, yine kontrol edemediğim ellerimin ağzımı kapatma girişiminde bulunup başarısız olmasını ve ani bir tabanları yağlama isteğini barındıran bir dizi düşünce ve olaylar silsilesinden oluşuyor.

* * *

Suyun içinde parlayan ışık toplarını görene dek, dalgaya yalnızca birkaç tatlı su balığının sebep olduğunu düşünüp geri dönmekteydi. Bu ışık topları sudan çıkıp karşısında dikilince ise bir süreliğine gerçekten nefes almayı unutmuştu, ancak nefes almayı unuttuğunu idrak edebildiğinde kesik bir soluk almayı denemişti fakat hâlâ yerinden çıkacakmış gibi atan kalbi buna müsaade edecek gibi durmuyordu. Dahası, bunun yine o berbat kâbuslardan biri olabileceğine kendini inandırabilecek kadar bile yerinde değildi aklı. Orada hareketsiz ve ürkmüş bir halde yere sindiğinde neler düşündüğünü bilmek isterdik, tabii zihninin paslı köşelerinde en ufak bir hareketlenme olmuş olsaydı. Donup kalmak deyimini birebir deneyimlemişti kendisi. Daha önce sayısız varlıkla karşılaşmış; bu gezegene ait olmayacak güzellikte bitkilerle, mümkünse kilometrelerce uzağında kalmak isteyeceğiniz canlılarla tanışmıştı. Küçükken, boyunu geçkin bir yılan tarafından ısırıldığında babasının uyguladığı ilk yardımla ölümden döndüğü bir anısı bile vardı; doğayla ve içinde yaşayanlarla hep iç içe olmuştu, koşullar bunu ona zorlamıştı. Fakat bu gördükleri, ancak masallardan fırlama bir hayal dünyasında rast gelebileceğiniz türdendi.

Bir insanı nasıl kare ya da dikdörtgen gibi kesin şekillerle tarif edemezseniz, karşılaştığı bu canlıları da anlatabilecek sözcükler kendisinde mevcut değildi. Yine de fiziksel görünüşlerinin bembeyaz olduğuna bizim değinmemizde fayda var. Üstelik; belki on, belki yirmiye varan sayılarıyla hepsi vücutlarına kıyasla büyük kanatlarıyla havada durabiliyordu. Beyaz saçları omuzlarına dökülmekteydi ve yine beyaz renkteki uzun elbiseleriyle gölün tepesinde durmuş, çocuğun yaşadığı şaşkınlığın aynıyla -fakat aynı korkuyla değil- onu izliyorlardı.

Aynı konumlarını koruyup sessizlik içinde birbirlerine bakmayı ne kadar sürdürdüler bilmiyoruz. Çocuk, bu gerçek dışı durumu nasıl duyu organlarına güvenip benimsedi ve gerçekliğinin içine kattı, gerçekten bilmiyoruz. Yalnızca tahmin ediyoruz ki yıllardır süren, onu kendi gerçekliğinden bir nebze olsun uzaklaştıracak en ufak bir dala tutunma arayışı; bu gördüklerine inanmasını kolaylaştırmış, hatta belki de içinde kaybettiği ve zamanla kaybettiğini bile unuttuğu bir parçasını mutlu etmiş bile olabilir.

* * *

Yavaşça doğruluyorum, boş zihnimde başarısızlıkla birkaç kelimeyi birleştirmeye çalışmam işe yaramıyor ve en azından sessizliği bozmak adına ağzımdan çıkanları dinliyorum, “Siz…pe…aaa…pardon ama acaba peri misiniz?” Konuşmamın ardından bir şekilde rahatladıklarını hissettiğim bu grup, gölden bana doğru biraz daha yaklaşıyor; bazılarının hafifçe kıkırdadığını bile işitiyorum. “Evet, bize böyle de diyebilirsin.” diye geliyor bir ses. Arkalardan biri neşeyle devam ediyor, “Biz bu gölde yaşıyoruz, daha önce hiçbir yabancıyla konuşmadık.”Biraz duraklıyorum, sonra allak bullak olmuş kafamı düzgün bir cümle kurmaya zorlayarak soruyorum, “Nasıl yani, peri olmanıza rağmen sadece ve sadece bu gölde mi yaşıyorsunuz, hiç gün yüzüne çıkmadan?” yine neşe ve heyecanla onaylıyorlar. “Kanatlarınız bile var.” diyorum ve onlar için olağanüstü derecede sıradan olan bir şeyi boş yere belirttiğime kızıp durumu kurtarmak için devam ediyorum, “Ve hiç kimseyle karşılaşmadınız, hiç başka yer görmediniz?” onlardan yine aynı karşılığı almama rağmen memnuniyetlerini anlamlandıramıyorum. Biraz duraksıyorum ve bugüne kadar tek bir yere sabitlenmiş olarak yaşamanın nasıl bir duygu olabileceğini hayal etmeye çalışıyorum, olmuyor. Karşımda somut bir şekilde dikilen perilerle konuşuyor olmama rağmen hâlâ bu konuya takılıyor kafam; hayatını yollarda olmadan geçirmek ve bütün o yıllar boyunca sadece tek bir yere, tek bir bölgeye bağlı kalmak… Bunlar bana göğe yükselen dağlar kadar uzak şeyler. Tekrar konuşacak kadar toparlandığımda sözcükler ağzımdan dökülüyor âdeta,

“Peki, hiç… Hiç, yani, ne bileyim, hiç bıkmadınız mı buradan? Hiç farklı yerler görmek, farklı dünyalarla tanışmak istemediniz mi?”

“Hayır, neden isteyelim ki! Bu göl ihtiyacımız olan her şeyi veriyor bizlere.”

“Peki, peki hiç sinsi düşünceler eşlik etmedi mi ruhunuza ve hiç arzu etmediniz mi kaçıp gitmeyi? Ben bu gezegenin en güzel yerlerini karış karış gezdim, görüp görebileceğim bütün afralarda bulundu bedenim. Rüzgârlarında koştum, okyanuslarında yüzdüm, özgürlüğü iliklerime kadar hissettim defalarca. Yine de ayaklı bir makine gibi hissetmekten kendimi alamıyorum. Sanki tüm hayatım bir kâbustan ibaret,” son cümleyi söyledikten sonra istemsizce acı bir gülümseme yerleşiyor dudaklarıma; gözlerimin dolmaması için başımı yukarıya, yıldızlara, kaldırıyorum. “Belki sizler de gerçek değilsiniz.” Dudağımı ısırdım ve, yine de, dedim içimden, yine de benim hasta zihnime ait olamayacak kadar güzelsiniz.

* * *

 Oğlanın onları adlandırmak istediği adıyla ‘periler’ çocuğu bir tepeye çıkardılar. Gökyüzü açıktı ve hava soğuktu. Çocuğun şaşkın bakışları altında etrafında daireler çizerken hayatın güzelliklerinden ve uğruna yaşamaya değecek sebeplerden bahseden şarkılar mırıldandılar. Onların bildiği yaşam mucizelerle doluydu çünkü, küçücük göllerini terk etmemiş dahi olsalar farkındalardı etraflarında olup biten her detayın ve paylaşabiliyorlardı coşkularını. O ise izliyordu sadece, uzaktı tüm bu olanlara ve bu hoş tınıların içinde kaybolmuş gibi duruyordu.

Tatlı şarkılarını tam olarak ne kadar olduğunu bilmediğimiz bir süre boyunca sürdürdüler. Açık arazide yankılandı yumuşak sesleri. Sabahın ilk ışıkları bulundukları tepede dans ederken, onlar hâlâ aynı heyecanla söylemeye devam ediyorlardı. Ancak çocuk dinledikçe daha da karmaşık duygular içine giriyordu; evet, güzeldi tüm bu duyduğu sözler ve sesler ama yine de uzun bir süredir içindeki boşluğu aşıp da kendisine ulaşmayı başaramayan hislerinden yoksun yaşıyordu ve şimdi de çok farklı değildi. Hepsinin neşeyle tekrar ettiği sözleri duyabiliyordu, hatta bu belki ona bir parça mutluluk bile veriyordu fakat hissetmekten uzaktı. Onların ne kadar da hayat dolu olduğunu gördükçe kendi içindeki sıkıntının kaynağını daha da sorguluyordu. Ne yapacağını bilemedi, çaresizliğin kollarına düşmüştü yine. Bir anda dizlerinin üstüne çöküp yüzünü ellerinin arasına almasıyla periler duraksadılar, şarkı söylemeyi kestiler ve bu durum onları endişelendirse de sorunun ne olduğunu anlayana dek sabırla beklediler. Herkes sessizlik içinde kaldı olduğu yerde.

Amar dakikalar sonra gözünde parlayan yaşlarla ellerini indirdiğinde çatallı sesiyle konuşmaya çalıştı, “Sözleriniz,” dedi. “yaşamı aslında hiç tatmadığımı hatırlattı bana.” duraksadı, doğru sözcükleri bulmaya çalıştı. “Neden peki, neden ben de eşlik edemiyorum şarkılarınıza, sizin aynı his ve heyecanınızla? Hayata karşı kör müydüm bunca zamandır?” Gözyaşları yanaklarına boşanırken, artık elinde olmadan haykırıyordu, “Siz, periler, ne kadar da naziksiniz! Benim ruhumun bulunduğu bataklığa uğramamış saf güzelliğiniz…”

* * *

O bulutsuz, indigo rengi gece, çok tuhaf olaylara tanıklık etti. Tam olarak anlamlandıramadığımız bir şeyler olmuştu; belki havanın rengindendi, belki de perilerin şarkısından…Gün doğumuyla birlikte oğlanın içinde sıkışmış karanlık parçalara da bir ışık tutulmuştu sanki ya da zırvaydı hepsi ve yalnızca gölün yüzeyinden yansıyan ufak bir hayal kesitiydi tüm bu olanlar; dedik ya, bizim kavrayışımızdan uzaktı. Fakat kesinlikle değişmişti bir şeyler ve Amar biliyordu artık, hayatında hiç olmadığı kadar huzur doluydu şimdi ve son bulmuştu kâbusları…

* * *

“İçinizde huzur yoksa eğer, içinizde veya dışınızda neyin olduğunun hiçbir anlamı yoktur.”

Erva Nur

Ben Erva. Henüz üniversitenin birinde, her yönüyle olmasa da ilgimi çeken bir bölümde okuyorum ve hayatımla ne yapmak istediğimi çözmeye çalışıyorum. Kedileri severim. Arada okurum, sık sık da bir şeyler yazarım. Cesaretimi toplayıp düzenleyebildiklerimi de burada paylaşıyorum.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Öykü tıpkı Miyazaki’nin animelerinden bir parça gibiydi. Tadını ve atmosferini çok sevdim, kaleminize sağlık :herb:

  2. Merhaba, vakit ayırıp düşüncelerinizi belirttiğiniz için teşekkür ederim. Bahsettiğiniz ismi daha önce duymadım, doğrusu anime izlemiyorum ama öyküyü sevdiğiniz bir şeylerle bağdaştırmış olmanıza sevindim:D İşin aslı, hikâyeyi yazarken Indigo Night adlı şarkı çalıyordu kafamda, olay ve diyalogları onun sözleri üstüne kurguladım. Olur da dinleyebilirseniz daha net anlaşılır sanırım ne demek istediğim. İyi günler!

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for ComaBerenices Avatar for Ozymandias