Öykü

Punk + Akdeniz

1977 mayısında bir cuma günü, Batı Akdeniz’deki ada krallığı Mulbao’nun prensesi Elenor Omnium Sanctorum de Torrellas y Rebina uykusunu alamamış bir şekilde okul binasına girip sınıfına doğru yürümeye başladı. Mahmud gülümseyerek yanına yaklaştı. “İlk teneffüste kaçıyoruz, sen de gelsene.”

Mahmud tuhaf biriydi. Mohawka izin verilmediği için, kafasının ortasında bir şeritten ibaret olan saçlarını iki yana yatırıp komik göründüğünü umursamadan bütün gün dolaşır, okul sınırlarının dışına çıktığı anda bolca jöle harcayarak çok sevdiği tarzına kavuşurdu. Genç kız onunla takılmak istediğini fark etti. Yokluğu anlaşılır anlaşılmaz tüm şehrin birbirine gireceğini farkındaydı. Buna rağmen “Neden olmasın?” dedi.

Prenses, dersin bir dakikasında bile odaklanıp dinleyemedi. Not alıyormuş gibi yapıp defterine karikatür çiziyordu. Öğretmenin sorularını yuvarlak cevaplar ve aklında kalanlarla geçiştirmeye çalıştı. Aslında problem onunla alakalı değildi, Elenor başarılı sayılabilecek bir öğrenciydi. Problem havadaydı. Sıcak, kızın kafasını çalıştırmaya yönelik tüm motivasyonunu yiyip bitirmişti sanki.

Zil çaldığında kendini bahçeye attı. Mahmud’u nerede bulacağını tahmin edebiliyordu. Oğlan kantinin arkasında, her seferinde öğretmenlerin gözünden kaçan o sihirli alanda, sigara içiyordu. Elenor’un damarlarına adrenalin pompalandı. Takdir edersiniz ki okuldan kaçmak pek de prenseslere yakıştırılan bir davranış değildir, onların her zaman kaidelere uymaları falan beklenir. “Gidiyor muyuz?” diye sordu genç kız.

“Zari’yi bekliyorum.”

“Neden beni de davet ettin Mahmud? Yani Alehandro öğrenirse falan…”

Oğlan gülümsedi, “Gerçekten küçük kardeşinden mi korkuyorsun?” Paketini uzatıp ona sigara ikram etti.

Prenses teklifi geri çevirmedi. “Çakmağım da yok ama…” Mahmud’un sigarayı yakmasını bekledi, sonra “Çocuk veliaht,” dedi. “Bir gün kral olacak. Ayrıca çok da küçük değil, aramızda bir yaş var.”

“Küçük kardeşinin sözünden çıkamıyorsun yani?”

“Beni sinir etmeye mi çağırdın?”

“Sinirlenince güzel oluyorsun.”

“Ben senin için söylüyorum. Başına bela olmasın?”

“Ateş olsa cürüm kadar yer yakar. Zaten on seneye kalmaz monarşiyi kaldıracaklar, Alehandro’nun da elinde kibir ve kendini beğenmişlik dışında bir şey kalmayacak.” Elenor, ilk denemesi olduğu için korka korka bir duman çekti ve öksürmeye başladı. Mahmud sigarayı yere düşmeden yakalayıp kıza geri uzattı. “Bunu hâlâ istiyor musun?”

Prenses, eliyle istemediğini belirtti. Derin derin nefes alıp vererek ciğerlerini rahatlatmaya çalışıyordu. Mahmud’un onun bu haline kahkahalarla güldüğünü görünce kaşlarını çattı. “Bak gelmeyeceğim o olacak.”

“Tamam be prenses celallenme hemen. Nereden bileyim hiç içmediğini. İyi aile kızı olduğunu unutmuşum, o kadar. Sert biraz bu zaten, yeni başlayanlara göre değil.” O sırada Zari’nin yaklaştığını fark etti. “Hoş geldin kuzen.”

“Selam Mahmud, selam Elenor.”

“Selam,” dedi prenses, başörtülü kızı taklit ederek. “Siz ikiniz kuzen misiniz gerçekten?”

“Uzaktan,” diye açıkladı Zari. “Onun dedesi benim annemin kuzeni.”

Mahmud, Elenor için yaktığı sigarayı Zari’ye uzattı. “Şunlar bitsin de gidelim.”

“Okuldan nasıl çıkacağız?” diye sordu prenses.

Oğlan, cebinden takkesini çıkarıp başına geçirdi. “Cuma’ya gidiyoruz.”

“Kapıdaki bekçi beni tanımıyor mu?” dedi genç kız gözlerini devirerek. “Sizinle namaza geldiğime inanmaz.”

“Siz hiç merak etmeyin ekselansları, bu aciz sarazen şövalyesi kulunuz her şeyi düşündü.” Kuzenine dönüp, “Getirdin mi?” diye sordu.

Zari çantasından çıkardığı çarşafı Elenor’a uzattı. “Bu nedir?” diye sordu prenses.

“Ablamın,” dedi Zari. “Bazı kadınlar türban takmak yerine bunu giyer.”

Kız, çarşafı üzerine geçirdi. Ağırdı, rahat hareket etmesini engelliyordu, neredeyse hiçbir şey görememesine sebep oluyordu ve içerisi cehennem kadar sıcaktı. Mahmud yeniden kahkahayı bastı. “Çok yakıştı Elenor, belki bir gün gerçekten namaz kılmayı öğrenirsin.”

“Acele edebilir miyiz? Ben burada hiç rahat değilim.”

“Tamam tamam. Sen ses çıkarma yeter. Birazdan dışarıdayız.”

Gerçekten de bekçi laf bile etmedi. Müslüman öğrencilerin her hafta namaza gitmesine alışık olmalıydı. Dakikalar sonra Mulbao sokaklarında yürüyüp Akdeniz havasını ciğerlerine çekiyorlardı. Elenor çarşafı zar zor çıkardıktan sonra “Eee, nereye gidiyoruz?” diye sordu.

“Dur ben tahmin edeyim,” dedi Zari. “Camiye uğrayacağız.”

“Ulan taş çatlasa yarım saat bekliyorsun, her hafta bunun lafını yapıyorsun kuzen.” Cami epey yakındaydı. Cemaat her hafta olduğu gibi içeriye sığmayıp sokağa taşmış, seccadelerini kaldırıma sermiş, imamı dinliyordu. Mahmud arkadaşlarını biraz ileride gölgelik bir yerde bıraktı. “Bak, bu sefer yalnız değilsin. Güzel güzel bekleyin.”

Elenor şaşırmıştı. Oğlan gittikten sonra “Mahmud Cuma namazı mı kılıyor?” dedi. “Yani beni Pazar ayinlerine zorla götürüyorlar. Beni boş ver, ben ailenin asi ruhu sayılırım. Alehandro’yu bile Pazar ayinlerine zorla götürüyorlar. Mahmud’un kendi isteğiyle Cuma’ya gitmesi ilginç geldi.”

“Bizim tarafta mantık arama,” diye karşılık verdi Zari gülerek.

“Kızlar Cuma namazı kılamıyor mu?”

“Kadınlara ayrılan bir bölüm var ama genelde boş oluyor.”

“Neden?”

“İnan bana hiçbir fikrim yok. İstersen çarşafı vereyim kendin bak.”

Elenor kıkırdadı. “Sağ ol canım, ben almayayım.”

“Bir şey sorabilir miyim? Tabii yanlış anlamayacaksan.”

“Tabii, nasıl istersen.”

“Seni okulda bazen görüyorum da… Hep yalnızsın. Neden?”

“Maalesef prensesle konuşmaya çekiniyorlar.”

“Kardeşinin bir sürü arkadaşı var ama?”

“Onlar arkadaş falan değil, veliahtın yalaka sürüsü. Alehandro da bunun farkında ama keyif aldığı için onlara çobanlık etmeyi sürdürüyor. Gelecekte de böyle olacakmış, kralların gerçek arkadaşı olmazmış. Biliyor musun Mahmud hariç bana samimi davranan hiçbir yaşıtım yok. Tabii artık sen de varsın.”

Zari ona sarıldı. “İstediğin zaman bizimle takılabilirsin.”

O an prensesin yüzünde beliren tebessüm, şahit olabileceğiniz gülümsemelerin belki de en içten olanıydı. “Ben de bir şey sorabilir miyim?”

“Ne soracağını tahmin edebiliyorum.”

“Alehandro, Mahmud’la arkadaşlık etmemi istemiyor. Ailesinin mafya gibi bir şey olduğunu söyledi.”

“Doğru söylemiş, bunu Mulbao’nun çoğu biliyor zaten.”

“İyi de o zaman siz nasıl bizim okulda okuyorsunuz?”

“Suç iyi para getiriyor demek ki. Ama endişelenmene gerek yok. Mahmud, ağabeylerinin izinden gitmeyecek.”

Biraz sonra oğlan da geldi, çoktan takkesini çıkarıp jölesini sürmüştü. “Nasılsınız hanımlar? Sıkılmadınız inşallah.”

“Yok,” dedi prenses. “Lafladık biraz.”

“Sıkıldık. Bu sefer çok uzun sürdü.”

“Ya hoca değişmiş galiba. Önceki çok hızlı kıldırıyordu. Yetişebilmek için yere atıyorduk kendimizi. Ama iyi oldu böyle. Hissede hissede kıldık. Hani salah etmek derler ya. Her neyse. Bugün şanslı günündesin Elenor. Tebaanla gerçekten tanışacaksın. Belki o kıt kafalı Alehandro kral olduğunda biraz danışmanlık yaparsın.”

“Hani monarşi kalkacağı için Alehandro kral olamayacaktı?”

“Kalkacak ama… Dayımlar öyle konuşmuyor mu Zari?”

“Ya kızım sen bunu dinleme. Bak ben altı-yedi yaşımdaydım. Onlar o zaman da yok beş seneye kalkacak, yok on seneye kalkacak, yok ha kalktı ha kalkıyor diye atıp tutuyorlardı.”

“Ya eninde sonunda kalkacak. Orta çağda mı yaşıyoruz?”

“Kimsenin bir yere kalktığı yok Elenor, endişelenme sen. Korkutmasana kızı.”

Onların atışması prensese oldukça sevimli gelmişti. “Beni çok da etkilemiyor aslında,” dedi. “Hatta şu unvandan kurtulmak epey rahatlatıcı olabilir.”

Bir yandan konuşup bir yandan yürüyorlardı. Oğlan, kimsesiz çocukların cirit attığı, tekinsiz sokaklara soktu onları. Elenor ilk kez sıvası dökülmüş binaların arasında, lağım sızan çamurlu yollarda dolaşıyordu. Arkadaşlarına rağmen kendini güvende hissetmemeye başlamıştı. Zari bunu suratından okumuş gibi, “Buralarda korkacak bir şey yok,” dedi. “Civarın belalılarıyla arası iyidir Mahmud’un. Ayrıca bir prensese zarar verecek kadar aptal değiller.”

Ara sokaklardan sonra daha kalabalık, neşeli, renkli bir mahalleye geldiler. “Prenses hazretleri, size Mulbao’nun en güzel mekânını takdim ediyorum,” dedi Mahmud. Elenor’un beklediği kadar varoş bir yer değildi. Hatta zaman zaman teyzesiyle gittiği kafelere benziyordu.

İçeriye girdiklerinde Mahmud’unkine nazaran daha uzun ve daha renkli mohawklara sahip çam yarması kılıklı iki genç, oğlanın üzerine yürüdü. Eyvah, diye düşündü Elenor. Olay çıkacak. Ama hiçbir şey olmadı. Mahmud, onların kollarına şaka yollu birkaç yumruk salladıktan sonra sarılıp selamlaştılar.

“Sen de her defasında başka kızla geliyorsun,” dedi punkçılardan biri. Elenor bu bilgiyi teyit etmek için Zari’nin gözlerine baktı ama kız fikri yokmuş gibi başını sallamakla yetindi.

“Gangsta olmak bunu gerektirir canım,” dedi Mahmud.

Diğer punkçı uzun uzun Elenor’u süzdü. “Güzel hatun, arkadaşı falan var mıdır?”

“Höst ulan,” diye karşılık verdi Mahmud. “Karşınızda ekselansları Elenor Omnium Sanctorum de Torrellas y Rebina var, Mulbao prensesi.”

Karşılarındakiler önce güldü, “Hadi len ordan,” dedi bir tanesi. Ancak saniyeler içinde diğeri dürtüp “Üniformalarına baksana,” diye uyardı. “Doğru söylüyor olabilir.”

“Yalan borcum mu var lan size?”

Punkçılar ezilip büzüldü. “Bizi affedin majesteleri.”

“Cahil cühelasınız,” dedi Mahmud. “Ekselansları diyeceksiniz. Ot var mı yanınızda?”

“Var, n’olcak?”

“Az verin de prenses kızmasın.”

“Yürü lan, bizi yiyon sen de.”

“Tamam ya, tek sarımlık verin. Borcum olsun.”

Punkçılar istediğini Mahmud’un eline tutuşturduktan sonra mekândan çıktılar. Bu sırada Zari arkadaşlarını gördü, selam vermek için yanlarına gitti. “Biz arkalara geçelim,” dedi oğlan. “Şimdi polis falan gelirse…”

Oturduklarında Mahmud kâğıt çıkardı, esrarı tütünle karıştırıp sarmaya başladı. “Sen benim tam adımı nereden biliyorsun?” diye sordu prenses.

“Sen benim adımı bilmiyor musun? Arkadaşız sonuçta.”

“Anlamını biliyor musun bari?”

“Elenor muhtemelen babaannenin adıdır.”

“Doğru.”

“Zaten bu asillerde isim konusunda hiç yaratıcılık yok.”

“Tahmin edeyim Mahmud dedenin adı.”

“Doğru, her neyse. Omnium Sanctorum, sokak Latincesinde tüm azizler demek muhtemelen. Klasiktir zaten. Tüm azizlerin Elenor’u, baba tarafından Torrellas ve anne tarafından Rebina hanedanına bağlı.”

“Mahmud sen baya iyisin, etkilendim.”

“Punkçıyız diye geri zekalı değiliz herhalde.”

“Bence sen beni yatağa atmaya çalışıyorsun.”

“Kesinlikle hayır.”

“Neden hayır, beğenmiyor musun beni?” Elenor bunu söylediği anda pişman oldu, utançtan kızardı.

“Güzel kızsın, özellikle böyle pembe olduğunda ama seninle yatarsam beni beyimde faili meçhul bir kuşunla çukurun tekinde bulacaklarını biliyorum.” Mahmud sardığı kâğıdı yalayarak yapıştırdı, hayran hayran eserini izledi. “Denemek ister misin? Bu daha yumuşak, hem genzini de yakmaz.”

“İçine ne koyduğunu gördüm Mahmud. Okul çıkış saatinde ayık olmam gerekiyor, unuttun mu?”

“Kafa yapmıyor ki, biraz gevşiyorsun o kadar.”

Mahmud elindekini yaktı, dudaklarına götürüyordu ki başka birisi kaptı. Gelen Zari’ydi. “Birinciyim!” dedi kız mutlulukla.

“Hâlâ büyüyemedin ha! Bir nefes o kadar, başka yok yanımda.”

“Sana yeter bu. Fazlası zarar.”

“Ben anlamıyorum,” dedi Elenor. “Namaz kılıyorsun, sonra buraya gelip esrar içiyorsun.”

“Evet işte. Namaz bitti, sonra geldim. Namazdan önce kullanmadım. Hem o ayrı, bu ayrı.”

“İyi de namazdan önce yasak, namazdan sonra kullanabilirsiniz diye bir şey yazmıyor ki.” dedi Zari. “Her zaman yasak. Hatta çoğu sarhoş edenin azı da haramdır diye ayet var.”

“Kafa ütüleme kuzen.”

“Ben Elenor’a anlatıyorum. Kültürümüzü yanlış tanımasın.”

“Bak ne güzel, gelmişiz mekânımıza. Misafirimiz var. Hadi kapat bu konuyu da başka şeyden konuşalım. Mesela prenses olmak isteyen gençlere ne önerirsin Elenor?”

Kızlar buna güldüler. O sırada mekânın girişinde bir gürültü koptu. Ne olduğunu görmek için arkasını dönen Elenor, karşısında kardeşini buldu. Alehandro, büyük bir ciddiyetle yanındaki polislere emirler yağdırıyordu. Üçünü fark ettiğinde “İşte!” diye bağırdı. “Prensesi kaçıranlar! Tutuklayın!”

Elenor ayağa fırladı. “Ne yaptığını zannediyorsun sen? Saçmalama.”

Oğlan, tehditkar bir şekilde kapıyı işaret etti. “Dışarıda bekle. Seninle sonra hesaplaşacağız.”

“Ablanım ben senin. Düzgün konuş. Ayrıca kimsenin beni kaçırdığı yok. Kendi isteğimle geldim buraya.”

“Olabilir,” dedi Alehandro. “Sonuçta olman gereken yerde değilsin. Ayrıca reşit olmadığın için senin ne istediğinin bir önemi yok.” Yanındakilere döndü. “Prensesi alıp saraya götürün.”

“Ona bakılırsa sen de reşit değilsin,” diye karşılık verdi Elenor.

Mahmud, kelebeğini çıkarıp çevirmeye başladı. “Prensese dokunulmayacak. Siz beni vuramadan en azından birkaçınızın boğazını keserim.”

Zari, onun kolunu çekiştirdi. “Saçmalama kuzen, polise mi saldıracaksın?”

“Asıl onlar bize saldırıyor. Bizim mahallemizden misafirimizi alıp götürmelerine izin vereceğim, sonra da erkeğim diye gezeceğim öyle mi?”

Prensin suratı, sinirden, domates gibi kızarmıştı. “Tutuklasanıza şu ikisini,” dedi. “Daha ne bekliyorsunuz?”

Polisler tereddüt ediyordu, bunun sebebi hemen anlaşıldı. Dışarıda bir kalabalık toplanmış, olanları seyrediyordu. Mahmud’un muhabbet ettiği punkçılar içeri girip Alehandro ve yanında getirdiklerinin arkasında beklemeye başladılar. Mekânın sahibi olduğu anlaşılan orta yaşlı adam, içki dolabının arkasından antika bir pompalı tüfek çıkarıp o tarafa doğrulttu. “Bizim gençlerimizi suçsuz yere tutuklarsanız bu mahalleden canlı çıkamazsınız beyler,” diye bağırdı. “Defolun, gidin!”

Tabii polisler de tabancalarına davranmış, tedirginlikle bekliyordu. “Zorluk çıkarmayın,” dedi amirleri. “Biz işimizi yapıyoruz.”

“Sakin olun!” diye avazı çıktığı kadar bağırdı Elenor. “Lütfen herkes silahını cebine soksun, ben çok stres oluyorum.” Onun dediğini yaptılar ya da yapıyormuş gibi göründüler. Genç kız, kardeşine döndü. “Senin derdin ne Alehandro?”

“Bu insanlarla ne işin var abla?”

“Sana ne? Arkadaşım onlar benim.”

“Sen bu çocuğun ailesinin ne iş yaptığını biliyor musun?”

“Biliyorum ama bu, Mahmud’un nasıl biri olduğunu göstermez.”

Prens, yaklaşıp ellerini masanın üzerine koydu. İki oğlanın arasında iki kol boyundan fazla mesafe olmaması Elenor’u korkuttu. Her an kavgaya tutuşacakmış gibi görünüyorlardı. Gözleriyle Zari’ye işaret etti, kız da “Sakın yanlış bir hareket yapma,” diye fısıldadı kuzeninin kulağına.

“Sen karışma,” dedi Mahmud.

Tepesi atan Zari bağırmaya başladı. “Ne demek karışma?! Başımıza iş açmaya çalışıyorsun! Ne yapacaksın, prensle kavga mı edeceksin? Aptal mısın sen? Canına mı susadın?” Alehandro’nun sırıttığını fark edince ona döndü. “Siz de kusura bakmayın majesteleri ama bizim buradaki sokak çocuklarından daha asil davranmıyorsunuz şu anda. Saray kültürü almış birinin meselelerini konuşarak çözmesini beklerdim. Deli danalar gibi gürültü patırtı yapmasını değil!”

Prens, kendisini azarlayan kızı süzdü. “Pekala,” deyip ablasına döndü. “Konuşalım. Araplarla dolaşmanı istemiyorum, anladın mı?”

“Yok Araplar, yok ağabeyleri şu işi yapıyor. Hanedandan geldiğin için insanlara baktığında ailelerinden başka bir şey görmüyorsun.” dedi Mahmud.

“Yanlış. Size baktığımda sadece daha fazla problem görüyorum. Ben tahta çıktığımda hepiniz Mulbao’dan def olup gideceksiniz.

Polis amiri ona yaklaşıp, “Burada provakatif konuşmalar yapmasanız daha iyi olur prens hazretleri,” diye uyardı.

“Biz bin yıldır buradayız prens,” dedi Mahmud. “Mulbao bizim vatanımız.”

“Asıl, senin ataların çölde deve güderken biz buradaydık. Siz işgalciden başka bir şey değilsiniz.”

“Bin yıl öncesini konuşmanın bir anlamı var mı gerçekten?” diye sordu Elenor.

Zari onu destekledi. “Çocuk gibi kavga ediyorsunuz.” Alehandro’ya hınzır bir bakış attı. “Evet, derste olmamız gerekiyorken değiliz majesteleri. Prensesi de yanımızda sürükledik. Fakat görüyorum ki siz de değilsiniz. Ayrıca hepimiz okul arkadaşıyız. Peki neden kavga etmek yerine masamıza oturmuyorsunuz.”

“Ne!” dedi Mahmud.

Kuzeni onu susturdu. “Demin misafirlikten bahsetmiyor muydun?”

Alehandro bunu beklemiyordu. Nedense Zari’yi reddetmek istemedi. Belki de ilk kez yaşıtı bir kızın kendisini azarlaması hayatına heyecan katmıştı. Yine de “Olmaz,” dedi. “Derhal ablamı alıp buradan gideceğim.”

“Hadi ama,” dedi Elenor. “Önemli bir işin falan mı var? Muhtemelen birilerine bağırıp çağıracaksın. Daha önce sana yalakalık etmeyen birinin masasına davet edildin mi acaba?”

Prens, göz ucuyla Mahmud’a baktı. “Buyur,” dedi oğlan istemeyerek de olsa. “Misafir başımızın tacıdır.” Alehandro polislere dışarı çıkmalarını işaret etti.

Zari, yana kayıp prensin oturması için yer açtı. “Ne içersiniz majesteleri?”

“Kök birası alayım.”

Mahmud kahkaha attı. “İlkokullu falan mısın sen?” Az önce polislere pompalı tüfek doğrultan adama seslendi. “Başkan! Bize dört soğuk bira. Gerçek bira içeceğiz.”

Elenor kıkırdamaya başladı. “Hayatında ağzına alkol koymadı.”

Adam biraları getirdi. “On sekiz yaşından küçüklere içki satarak suç işliyor,” dedi Alehandro.

Zari gözlerini devirdi, kuzeniyse “Gerçekten ülkeyi bu korkaklıkla mı yöneteceksin?” diye sordu.

“Prensinle düzgün konuş.”

“Prensmiş. Çocuksun sen.”

“Polislerim dışarıda bekliyor. Bir lafıma burayı dağıtırlar.”

Ablası onu sertçe dürttü. “Sakın.”

“Bırak Elenor,” dedi Mahmud. “Bir şişe biradan korkan fare yürekli Richard, kral gibi davranıyor. Polisler sadece babandan korktukları için peşinden koşuyorlar, biliyorsun değil mi? Ancak farkındalar ki senin peder bu mahallede isyan çıkmasını istemez. Sen ne emredersen emret bir şey yapmayacaklar. Az önce gördük zaten.”

“Sen kendini ne zannediyorsun?!”

“Asıl sen kendini ne zannediyorsun? Önündekini neden içmiyorsun biliyor musun? Çünkü eminim bir birada çarpılıp kalırsın.”

Zari, oğlanın amacını anlamıştı. Bu yüzden prensin tarafını tutuyormuş gibi yaptı. “Abartma Mahmud. Majestelerinin kolay lokma olmadığı görünüşünden belli.”

Alehandro ona baktı. Saçlarını göremese de güzel bir surata sahipti. “Amma uzattın,” dedi Mahmud’a.

Mahmud, kendi birasını tek dikişte yarıladı. “Bak… Bu böyle içilir.”

Alehandro birkaç saniye şişeye baktı. Birada alkol oranının çok da yüksek olmadığını duymuştu. Çaktırmadan cesaretini topladı, sonra da kafasına dikti. Ekşi tat ağzını yaktı, sevimli bir sıcaklık genzinden geçip midesine süzüldü. Nefesi kesilene kadar içti ancak sadece çeyreğinden biraz fazlası bitmişti. “Hiçbir şey yokmuş canım bunda,” dedi. Sesi biraz titrek çıktı ama fark etmemiş olmalarını umuyordu.

Kızlar gülmemek için kendilerini zor tutuyordu. Elenor birkaç kere alkışladı. “Kusura bakma prens,” dedi Mahmud. “İçebileceğini sanmıyordum.”

Alehandro iki yudum daha aldı. Artık ağzı daha az yanıyordu. Buğulanmış gibi olan gözlerini ovuşturması gerekti. “Ne var yahu,” derken sesinin peltekleştiğini fark etmişti. “Bira altı üstü.”

“Hadi şerefe,” dedi Mahmud. Bira şişesini masanın ortasına doğru kaldırdı. “Çok yaşa kral!”

Diğer üçü de oğlanı taklit etti. Alehandro’nun içkisi bitmek üzereydi. Onun gözlerinin kapanmaya başladığını fark eden Zari, Elenor’un kulağına “Alkol direnci hiç yokmuş,” dedi.

“Belli değil miydi?” diye karşılık verdi genç kız. “Ben çok eğleniyorum şu anda.”

Prens, elini Zari’nin omzuna koydu. “Benim dedikodumu mu yapıyorsunuz siz orda?”

“Hayır majesteleri, ne haddimize.”

“İyi iyi, aferin.” Kızı tepeden tırnağa inceledi. “Uzun etek giyiyorsun, ilginç. Beğendim. Artık kızlar bacaklarını göstermeye çok meraklı.”

“Çok ayıp,” dedi ablası.

“Sen karışma! Biz Zari’yle konuşuyoruz.”

“Teşekkürler majesteleri.”

“Sen nasıl klişe bir tipsin ya,” dedi Mahmud. “Bak bir tahminde bulunacağım. Demokrasiye karşısın değil mi?”

“Elbette!” diye bağırdı prens. Ayağa fırladı, yumruğunu sağlayarak “Demokrasi insanı tembelleştirir,” dedi. “Benim dedelerim şerefli haçlı krallarıydı! O zaman cumhuriyetler yok muydu? Haçlı seferlerine ne katkı sağladılar peki? Akdeniz’i barbar Müslümanlardan koruyanlar bizim atalarımızdı.” Bir anda endişeyle oturup yanındaki kıza döndü. “Sen üstüne alınma Zari.”

“Yok, hiç alınmadım.” Alehandro derin bir oh çekti.

“Yemin ediyorum sen prens olmasaydın da demokrasi düşmanı olurdun,” dedi Mahmud. İşaret parmağıyla kendi kafasını tıktıkladı. “Böyle çalışıyor.”

Prens ayağa kalkmaya çalışırken sandalyesini devirdi, sonra düşmemek için Elenor’a tutundu. “Ben galiba iyi değilim abla.”

“Tam da söylediğim gibi,” dedi Mahmud gülerek. “Bir birada yamuldun.”

Alehandro onu duymadı bile, prensese sarılmıştı. “Abla… Ben bu halde saraya dönemem abla…” Gözleri doldu. “Babam… Babam hayal kırıklığına uğrayacak abla… Abla bir şey yap… Kurtar beni abla…”

“Tamam, tamam. Sakin ol lütfen.” Onu yerine oturttu. “Dönüp dolaşıp başın sıkıştı mı ablanın omzuna yaslanıyorsun,” diye mırıldandı kendi kendine. “Ben halledeceğim tamam mı? Camdan sana baktıklarında başparmağını havaya kaldır yeter.”

“Başparmak… Havaya…”

Elenor, kapının önüne çıkıp “Biz bir araba çağırdık,” dedi. “Siz artık gidebilirsiniz.”

“Olmaz ekselansları,” dedi amir. “Sizi korumak zorundayız.”

“Prensin emri. Saraya gidip dayımızı ziyaret edeceğimizi ve bu gece orada yatıya kalacağımızı bildirmenizi istiyor.” Kafasıyla Alehandro’yu işaret etti, oğlan eliyle onayladı.

“Elbette ekselansları.” Başlarına bir şey gelmeden oradan kurtulduklarına sevinen polisler hemen ortadan kayboldular.

Prenses, arkadaşlarının ve kardeşinin yanına döndü. “Bu gece için kalacak bir yere ihtiyacımız var,” dedi Mahmud’a.

“Bizim misafir odamız var,” dedi oğlan. “Saray konforu sağlayamasa da işinizi görür. Hem belki prens hazretleri de Müslümanların ne kadar mükemmel, muhteşem insanlar olduğunu anlar.”

“Çok teşekkür ederiz Mahmud.” Kardeşini sarstı ama prens kafasını masanın üzerine koymuş uyukluyordu.

“Kalkalım bari,” dedi Mahmud. “Bunu bu halde anca götürürüz.” Alehandro’nun kolunu kendi omzuna attı, sonra onu tutup yavaşça ayağa kaldırdı. Prensin diğer koluna da ablası girdi.

“Ne oluyor?” diye mırıldandı oğlan.

Mahmud onu sürüklerken, “Yok bir şey,” dedi. “Sen bir yandan yürü, bir yandan uyu. Tamam mı? Sarhoşken iyisin prens ama ayıkken katlanılmaz oluyorsun.”

Zari’den ayrılıp kalacakları eve ulaştıklarında hava kararmaya başlamıştı. Elenor nasıl bir yer beklediğinden emin değildi. O gün bulundukları mekânlar normalde genç kızı korkutacak cinstendi ama arkadaşının ailesinin bu muhitteki sıradan insanlardan olmadığını biliyordu. Diğerlerine göre daha güzel bir bina olabilirdi mesela. Ancak Mahmud’un sertçe kapısını çaldığı ev etraftaki gecekondulardan pek de farklı değildi. Yalnızca biraz daha büyüktü ve bahçesi görece bakımlı duruyordu.

Kapının açılmasını beklerlerken ablasına sarılarak ayakta durabilen Alehandro kusmaya başladı. Elenor iğrenerek çığlık attı ve o anda kapı açıldı. Sakallı ve sert görünümlü bir adam şaşkın gözlerle onlara bakıyordu. “Misafirlerimiz var,” diye açıkladı Mahmud.

“Selam,” dedi adam. İçeride giymeleri için terlik çıkardı, sonra da hiçbir tiksinme belirtisi göstermeden Alehandro’nun koluna girip kapıdan geçmesine yardım etti. Zeminin kilimlerle kaplı olması ve evde ayakkabılarını çıkarmak prensese tuhaf gelmişti ama belli etmemeye çalıştı. Olabildiğince uyumlu görünmek istiyordu. “Selam,” diye karşılık verdi.

Mahmud, girişe yakın bir kapıyı işaret etti. “Şurası misafir odası. Siz geçin, ben temiz kıyafet getireceğim.” Prenses düşe kalka yürüyen kardeşini odaya sokabildiğinde, Mahmud’un etrafı meraklı ağabeyleriyle sarılmıştı. “Şimdi abiler, oğlan ileride kral olacak. Kız, yani ablası da belki benle… Anlarsınız ya… İşte ona göre davranın.”

Mahmud’un ağabeyleri biraz gülerek biraz dalga geçerek misafirlerin giyebileceği kıyafetler getirdiler. Oğlan odanın kapısını çaldı, kıyafetleri verdi ve arka balkonda olduğunu söyledi. Prenses önce kendi giyindi, sonra kardeşini giydirdi. O, dışarı çıkmadan Alehandro uyumuştu bile. Üstünün kokmuyor olmasını umuyordu.

Mahmud, balkonda oturmuş, günün son ışıklarının vurduğu bahçeyi seyrediyordu. “Üniformalarınızı verin, kendi kıyafetlerimizle birlikte yıkarız, sabaha kurumuş olur.” dedi. Sıcak bir adada yaşamak insanın hayatını kolaylaştırabiliyordu.

Elenor ona sarıldı. “Her şey için teşekkürler.”

“Ne demek? Ülkemize bir hizmetimiz olsun.”

Genç kız güldü. “Sayende hayatımdaki pek çok ilki tek bir güne sığdırdım.”

“Mesela?”

“Okuldan kaçtım, buralara geldim, kardeşimle bira içtim, hatta sanırım ilk kez kardeşimle bir şey yaparken gerçekten eğlendim ve ilk kez ailemin tanımadığı birinin evinde kalıyorum.”

“Prenses olmak sıkıcı sanırım. Herhalde kardeşin ilk kez üstüne kusmuştur.”

“Yok, çocukken de yapmıştı.”

Elenor’un başörtüsü takmış olması dikkatini çekti Mahmud’un. “Kafandaki ne?”

“Kıyafetlerin içinden çıktı, takmam gerektiğini düşündüm.”

“Aralarına karışmıştır,” dedi oğlan sırıtarak. “Hem yanlış takmışsın.” Uzanıp düzeltti. “Bak, şimdi oldu.”

“Yakıştı mı bari?”

“Hayır, berbat durdu.” Başörtüsünü çekip aldı, fular gibi kendi boynuna doladı. “Saçların çok güzel, onları görmek istiyorum.”

“Merak ettiğim bir şey var.”

“Tahmin edeyim, paramız olmasına rağmen niye burada yaşıyoruz?”

“Sizin aile tahminde bulunmayı seviyor galiba. Aslında selam ne demek diye soracaktım ama onu da merak ediyorum.”

“Ha… Barış demek. Biriyle karşılaştığında selam diyorsun, böylece kavgaya gelmediğini anlıyor.”

“Güzelmiş. Peki diğeri?”

“Hangi diğeri?”

“Neden burada yaşıyorsunuz?”

“Her şey sorulmaz prenses hanım.”

“İyi de ben sormadım ki, kendin söyledin.”

“Doğru. Şaka yapıyorum zaten. Sebebi gizli falan değil. Genellikle bunu soruyorlar.”

“Kim soruyor? Mahalleni gezdirdiğin diğer kızlar mı?”

“Hangi kızlar?”

“Yapma Mahmud. Tamam pek arkadaşım yok ama okulda kimseyle konuşmuyor da değilim.”

“Bu gerçekten önemli mi? Ayrıca şöyle düşün, ağabeylerimle tanıştırdığım tek kız sensin.”

“Peki bu nasıl bir önem arz ediyor.”

“Şöyle bir önem arz ediyor prenses, bugün ben de senin sayende bir ilki gerçekleştirmiş oldum. Aslında biliyor musun? Bu ağabeylerimi de epey mutlu etti.”

“Neden?”

“Okul arkadaşlarımı onlarla tanıştırmamaya özen gösteririm. Bilirsin işte, biraz korkutucular. Merak ettiğin şeye gelirsek… Evet, Mulbao’nun en nezih kısımlarında, koridorlarında hizmetçilerin koşturduğu şato gibi bir yerde yaşayabiliriz. Ancak insanlarımız burada. Dostlarımız, komşularımız, sevdiklerimiz… Başka yerdekiler bizi istemezler, biz de onları istemeyiz zaten. Neden biliyor musun? İnsanlar mahkumlardan farklı değiller. Kardeşin gibi. Önyargıdan ördüğü duvarların arasına sıkıştırmış kendini. Sabit fikirleri hapishanesi olmuş.”

“Problem yalnızca ön yargı mı? Yani haksızsın demiyorum ama ağabeylerin tamamen masum insanlar mı?”

“Tamamen masum diye bir şey yok Elenor. Sen kafeste büyüdüğün için masumsun o kadar. Evet ağabeylerim masum değil. Kötü şeyler yapıyorlar. Ancak mecbur kaldıkları için yapıyorlar. Sence bu civardaki insanlar şansları olsa başka hayatlar yaşamaz mıydı? Bize iş vermiyorlar prenses. Kendi işimizi kuralım desek önümüze türlü türlü engel çıkarıyorlar. Bizi istemiyorlar. Sence neden?”

“Müslüman olduğunuz için mi?”

“Hayır. Uzaktan yakından alakası yok. Farklı olduğumuz için. Farklı kültürden geldiğimiz için. Farklı düşündüğümüz için. Çünkü insan böyle bir yaratık. İnsan vahşi bir hayvan. Biz çoğunlukken de siz aynı durumdaymışsınız. Hatta kardeşin hâlâ bunun derdinde. Kendisinin, babasının, dedesinin, büyük dedesinin hatta büyük büyük dedesinin bile görmediği bir dönemde yaşanan olayların davasını güdüyor. Ağabeylerimin masum olmadığını söyledin, haklısın. Peki senin baban masum mu?”

“Ne alakası var?”

“Ağabeylerimin ne iş yaptığını Mulbao’da bilmeyen yok. Peki neden hapiste değiller? Çünkü baban göz yumuyor. Onlar giderse ne olur biliyor musun? Ağabeylerimin işlerini devralmak isteyenler savaşmaya başlar ve ülke kan gölüne döner. Sonunda ayakta kalanlar ağabeylerimin asla ilgilenmeyecekleri sektörleri de Mulbao’ya sokar ve her şey daha kötü olur. Ağabeylerim dışarıdalar çünkü ortada bir anlaşma var. Onlarla kral arasında. Yani evet, ağabeylerim masum değil ama senin baban da öyle.”

Elenor biraz düşündü, Mahmud’un anlattıkları oldukça mantıklıydı. “Olamaz,” diye mırıldandı. “Ama babam…”

“Sakin. Sakin… Seni üzmek için anlatmadım. Bu, herkesin bildiği ancak kimsenin hakkında konuşmadığı bir gerçek. Yalnız Mulbao’ya da özgü değil. Aşağı yukarı her ülkede yeraltı bu şekilde yürür. Sen gerçekten masumsun Elenor, kafeste büyüdüğün için. Artık insanların ne kadar iki yüzlü olduğunu anlamışsındır. Bizim yüzümüzü görmek istemeyen insanlar, ağabeylerime izin verenlerin elini eteğini öpüyorlar. Biz burada kendi halkımızın yanında kalıyoruz. Çünkü biz mutluyuz. Burada özgürüz. Gerçek hapishane tutukluların bulunduğu yer değil; iki yüzlü insanların yanında, onlar gibi davranman gereken yer.”

“Benim olduğum yer, değil mi? Bu yüzden kafeste büyüdüğümü söylüyorsun.”

“Aynen öyle güzelim. Biliyor musun, kardeşinden daha akıllısın. Kral olduğunda ona danışmanlık yapsan güzel olurdu.”

“İnsanı aptal ediyorsun Mahmud.” Prenses korkuluklara dayanıp gözlerini bahçeye çevirdi.

“Çiçeklerimi beğendin mi? Hepsini ben ektim.”

“Güzeller.”

“Bu kadar mı? Kızların çiçeklerden hoşlandığını sanırdım.”

“Hoşlanacak halim kalmadı. Sanırım anlattıklarından sonra bir daha asla neşeli veya mutlu olamayacağım. Of!”

“Abartma. Ailenin organize suçla ilişkisi olduğunu öğrendin, o kadar. Zamanla geçer. Benimki gibi de olabilirdi.”

“Seninki nasıldı?”

“Dokuz yaşındaydım. Bir gece su içmek için kalktım ve ağabeylerimin bahçeye ceset gömdüğünü gördüm. Öldürdükleri adam bir tecavüzcüymüş. Sanırım begonyalarımın altında. Tabii epey derinde.”

“Müsaadenle çok klişe olacağım ama nasıl bu kadar rahat anlatabiliyorsun?”

“Senin yanında kendimi rahat hissediyorum.”

“Sulandırma.”

“Herhalde başımızda anne-baba olsa daha farklı olurdu tabii. Bak, benim hiçbir zaman şöyle şeylerim olmadı tamam mı? İşte, ben size benzemeyeceğim. Ben büyük adam olacağım falan… Benim okuyup hepimizi kurtarmamı isteyen ağabeylerim.”

“Yoksa sen de onlar gibi mi olurdun?”

“Bilmiyorum. Muhtemelen.”

“Peki planın ne?”

“Üniversiteyi yurtdışında okuyacağım. Sonra Mulbao’ya dönüp meclise girmeye çalışacağım. Milletvekili seçilmeme yetecek kadar kalabalığız herhalde.”

Elenor’un yüzünde bir tebessüm belirdi. “Sonra da monarşiyi kaldırmaya çalışacaksın değil mi?”

Oğlan, ellerini sallayarak reddetti. “Ben öyle bir şey demedim.”

“Evet, evet. Monarşiyi kaldırmaya çalışacaksın.” Artık bir yandan gülüyor bir yandan Mahmud’a vuruyormuş gibi yapıyordu. “Çok kötüsün. Bütün derdin benim ailemle.”

Mahmud kollarını savurmasını engelleyecek şekilde sarıldı kıza. “Daha demin ailenden utandığını gözlerinde gördüm.”

“Kötüsün sen. Senin yanında üzgün bile kalamıyorum. Uğraşma ailemle.”

“Emredersiniz ekselansları. Ayrıca ilk derdim ailen olmayacak. Önce insanlarımın hakları. O hallolduktan sonra bakarız. Peki gerçekten bir birayla sarhoş olan çocuğun ülkeyi yönetmesini istiyor musun?”

“Pek değil. Anne babanıza ne oldu Mahmud?”

“Her şeyi soruyorsun sen de.”

“Seni tanımak istiyorum.”

“Babam çete savaşında vurulmuş, annem de kan davası yüzünden ölmüş.”

“Üzüldüm.”

“Üzülme. Hiç tanımadım onları. Beni ağabeylerim büyüttü. Belki de bu yüzden bana bu kadar değer veriyorlar.”

“Kalabalık bir ailenin olması güzel olmalı.”

“Öyledir. Bu defa ben bir şey sorayım. Küçük kardeşinin sana kabadayılık yapmasına neden izin veriyorlar?”

“Veliahtları çok değerli. Ayrıca düşündüğün kadar kötü değil. Alehandro’ya ayırdıkları kadar olmasa bile bana da zaman ayırıyorlar. Hem Alehandro da zannettiğin kadar fena biri değil. Gördün işte, en son bebek gibi kucağımda uyuyordu.”

“Anlıyorum.”

“Senin kadar özgür olsam, yapamazdım herhalde ya… Kesin başıma bir iş gelirdi.”

“Kafesinden memnunsun yani?”

“Sayılır…”

Hava iyice kararmıştı. “Aç mısın?” diye sordu Mahmud. “Bütün gün doğru düzgün bir şey yemedik.”

Prenses elini midesine koydu. “Kurt gibi açım.”

“Güzel, eminim daha önce kebap yememişsindir.”

Elenor kendini yorgun hissediyordu. Yemekten sonra üstüne bir ağırlık çöktü, uyumak için misafir odasına döndü. İçeri girmesiyle Alehandro’nun gözleri açıldı. “Abla…” dedi. Alkolün etkisi geçmeye başlamıştı.

“Evet benim.”

“Yanımda olman… Ben… Teşekkür ederim…”

“Abartma, seni biz sarhoş ettik zaten.”

“Farkındayım. Yine de sağ ol. Ben seni seviyorum abla. Kaybolduğunu duyunca endişelendim.”

Elenor ışığı söndürüp kendi yatağına uzandı. “Bir dahaki sefere sevgini daha kibar ifade etmeyi dene.”

“Özür dilerim.”

“Seni taşımak beni çok yordu Alehandro. Müsaade edersen uyuyacağım.”

“Beni affediyor musun abla?”

“Evet.”

“Mahmud da affeder mi?”

“O da affeder.”

“Zari?”

“O da…”

“Abla… Ben.. Iıı… Aşık oldum abla…”

Prenses kıkırdamaya başladı, bunun geleceğini anlamıştı zaten. “Zari’ye mi?”

“Zari’ye.”

“Sarhoşsun hâlâ. Sabaha geçer.”

“Zari benim sevgilim olur mu abla?”

“Olur olur. Uyu artık sen.”

“Ben… Bilmiyorum abla… Onunla nasıl konuşacağımı. Çünkü ilk kez… Iıı… Bana yardımcı olur musun abla?”

Elenor dayanamayıp yatağından kalktı, kardeşinin başucuna oturup onun başını okşamaya başladı. “Olurum tabii.”

“Ben sana kötü davrandım abla… Beni affediyor musun gerçekten?”

Genç kız, prensin titrediğini hissediyordu. İçerisi soğuk değildi ve oğlanın ateşi falan da yoktu. “Affediyorum,” dedi. Gerçekten onu rahatlatmak istiyordu. “Sen benim kardeşimsin. Bizim birbirimizden başka kimimiz var? Rahat uyu, ben yanındayım. Yarın güzel bir gün olacak.” Elenor kendi kendine düşündü. Çünkü artık hapishanenden kurtulacaksın.