Öykü

Buoyant Mektubu

Günlerdir aklından bir dolu şey geçirmişti. Gündelik olayların yanı sıra bin yıllık sırları bile sayfalara dökecek kadar düşünmüş, cümlelerini kurmuştu. Yedinci günün sabahında, kasabanın patırtısı başlamadan, erkenden yabanmersini tarlalarını da aşıp artık pek bir meyvenin, sebzenin sevmediği kadar yükseğe çıkmıştı. Cebinde her an uygun bir zaman ama en önemlisi de uygun bir gün ışığı yakalarım da yollarım diye dörde katlayıp taşıdığı mektup kâğıdı hazırdı.

Çıktığı bu tepe gizemli bir sesle onu daha önce de çağırmış, işin içinden çıkamadığı bir vakit düşüncelerini sanki manyetik alana maruz kalmış demir tozları gibi hizalanmasını sağlamıştı. Burası şimdi de gözüne mektubunu yazmak için ülkenin en iyi noktası gibi görünüyordu. Yukarı çıkınca gün içinde göremediklerini görme şansı da yakalamıştı. Gözlem yapmayı oldu olası sevdiğinden midir kasabayı, denizi, gökyüzünü, insanları, bazen bir fincan çayı bile karşıdan izleyip düşünmeyi severdi. Limana yanaşmış İngiliz gemisi, kasabanın biraz dışında kalan kereste fabrikası ve genç nüfusu iş aramaya komşu şehirlere kaçırmamak için belediye başkanının ön ayak olup yaptırdığı üretim pazarı da üstünü kaplayan çadırdan dolayı uzaktan, yüksekten rahatlıkla seçiliyordu.

Her zaman pek bir soğukkanlı olurdu ama bu sefer eli ayağı titriyordu. Boş kâğıdı cebinden üç dört kere çıkartıp geri koydu. Fiziksel olmayan her savaş ve kavgada bedeniyle verdiği gözdağını temsil ettiğini düşündüğü iki parçasını, önce yanlarını üç numaraya vurdurduğu saçlarını ve sonra kolundaki roket dövmesini avucuyla hissettikten sonra kendi bedenini oluşturan hücrelerin enerjisinden bir parça almış, mektubu göndermek için hazırlanmıştı. Göndereceği mektup kuzeyde, güneyde, doğuda ve batıda, kendisinden çok uzakta üstelik hiç tanımadığı okuyucularaydı. Hiç karşılaşmamalarına rağmen, yedi kıta görmüş, denizlerin diplerini, göklerin katlarını, dağların arkasını gören, zamanın çarkını ayarlayıp istediği coğrafyaya gidip gelen bu okuyucular ile buoyant mektuplarıyla iletişim kuruyorlardı. Zaten mektubu da yalnızca bu okuyucular okuyup anlayabilirdi.

Dörde katlayıp cebine koyduğu kâğıt kuzeyde yetişen bir tür kavak olan Populus tremula ağacından elde edilmişti. Buoyant’a çıkıp sürüklenerek uçan birkaç çeşitten ve en nadir bulunan kâğıttan biriydi. Kâğıda, kendisi bir nokta bile koymayacaktı. Mektup, gökyüzünün bilgileri konveksiyon yoluyla ilettiği buoyant katmanında uçarken yol aldığı coğrafyalar üzerinde kendisi yazılacaktı. Yazılırken de kaç tane okuyucu varsa o sayıya kadar klonlanarak çoğalacaktı.

Hissedilen duyguların, öğrenilmesi gereken bilgilerin, geleceği şekillendirecek kararların kendisi ve diğer insanların deneyimleriyle birleştiğinde güçleneceğine inanıyordu. Altı yaşındayken gittiği çocuk kampında öğrendiği, eskimesini istemediği kıymetli bir eşya gibi yalnızca gerçekten gerekli olduğunda kullanmaya özen gösterdiği ama öğrendiği günlerden bu yana zamanla ustalık kazandığı kâğıt katlama ve ip bağlama tekniklerini kullanarak kâğıdı katlamaya başladı. Kâğıdı, buoyant katmanında geçerli olan fizik kanunlarını göz önüne alarak ideal kıvrımlar ile katlıyordu. Heyecandan vücudunun iç basıncını zor dengeliyordu ama tüm dikkati kâğıtta ve kıvrılacak noktalarındaydı. Son kıvrımı da katlayıp daha da hızlı atan kalbiyle konuşmaya başladı. “Tamam bitti, hazır.”

Bir iki adımlık ivmelenme mesafesini koruyabileceği kadar geri adım attı. Bulunduğu konumdan hedefe alacağı yol boyunca rotada kalması için gerekli doğrultuyu hesapladı. Ayak uçlarını yere vurdu. Sanki pençeleriyle bu gezegeni tutup çalkalayacak gibi kendinden emin bir vuruştu.

3 adım ileri kısa bir koşu ve sağ kaval kemiğine kuvvet bir itiş… İşte mektup havalanmış uçuyordu. Atmosferde belirli yüksekliğe çıkana kadar gözüyle seçebiliyordu. Gözden kaybolana kadar bekledi.

Uzakta, kuzeyde, güneyde, doğuda ve batıda yaşayan, zamanı ve mekanı oluşması gereken olaylar silsilesi doğrultusunda şekillendirme yetisi olan, fakat bunu büyük bir bilgelikle ne kendisi ne de bir hısımının çıkarı için kullanmayan, yedi kıta görmüş okuyucular mektupları aldığında aradan 37 gün geçmiş olacaktı. Mektuplar, gönderenin düşündükleri, yeryüzünde yaşananlar ve deneyimler ile birleşerek onlara klonlanarak ulaşacaktı.

Nazlı Derya Öztürkmen