Öykü

Radionette Duett – P

“Zamanın önüne nasıl geçebiliriz?”

Bu soruyu zihnimin bir yerinde büyütüp duran bir çocuktum her zaman. Öyle ki, benden önce büyüyüp durdu bu soru. İçim içimi yedi hep. Henüz yedi yaşındayken annemin babamla beni terk edip giderken “Sen zamansız geldin.” sözü ile bilenen merakımı babam da törpüleyemedi. Zamansız gelmek nasıldı, nasıl oldu da zamanın önüne geçtim ki ben? Ne yapmış olabilirim, diye diye suçladım kendimi. Son birkaç yıldır bu suçlamalardan beraat ediyorum sanırım. Neden yahut nasıl derseniz… Şöyle ifade edeyim:

Birkaç sene önce üniversitenin hazırlık sınıfındayken yani. Hoş, gerçi bu işi de anlamış değilimdir. Neye hazırlık yapıyoruz, niye hazırlık yapıyoruz? Zaten hazırlanıp gelmedik mi? Neyse neyse… Ben devam edeyim yoksa bu konuşma bitmeyecek. Karşıya da geçmem lazım yani Anadolu yakasına. Sonuçta orası da buranın karşısı. Bilirsiniz, hep Anadolu’dan Avrupa’ya olarak düşünülür bu “karşı” ifadesi. Sanırım ben de bu düşünceye karşıyım. Tamam tamam, gülünç bir durum oldu bir anda, ben ciddi bir şekilde devam edeyim yine, yeni, yeniden… Aaa… böyle bir şarkı vardı değil mi? Heyecan ve gerginlik bir arada kusura bakmayın. Ne diyordum, heh!  Beraat kararı. Evet! Dediğim gibi annemin o sözü beni hep meşgul etti. Sonuçta bu, benim elimde olan bir durum değildi. Suyu çıkınca ortamın beni çekip aldılar. Önceden çok suçlardım kendimi ama artık suçlamıyorum çünkü zamanın önüne geçtim.

“Ben, yarını bugünden yaşayabiliyorum.”

* * *

“Nasıl yani, bunu biraz daha açar mısın rica etsem?”

Psikoloğun kısa bir bekleyişin peşine sorduğu soru onun içerisinde biraz endişe biraz şaşkınlık daha çok merak oluşturmuştu. Sert siyah kapaktan müteşekkil yaldızlı yazılarla süslü orta sayfadan açılmış defterini o an için elinden düşürecek gibi oldu. Önceden bu tarz iddialarda bulunanlara hiç rastlamamıştı. Meslektaşları içerisinde gittikleri eğlencelerde, alkol masalarında bazen duyardı bu tarz iddialarla gelenleri ya da zorla getirilenleri lakin ikinci duble rakıdan sonra söylenenleri gerçeklik olarak algılamazdı hiç. Hatta bir keresinde çakırkeyfe düşmüş bir erkek arkadaşı kendisini ciddiye almadığını düşünüp ona çıkışmıştı. Şimdi ise kendini zamanın önüne geçtiğini iddia eden biri karşısında, birkaç metre uzağında oturuyordu. Açık olan defterini kapattı karşısındakini tedirgin etmeyecek bir tavırla, soru sormasına neden olan o cümleyi duyduktan sonra sallanmaya başlayan sağ ayağına ise çözüm bulamadı. Defteri dizlerine koyup dirseklerini de dizlerinde duran defterin üstüne mızraklayıp vücut ağırlığını öne doğru verdi. Ayağını sallaması dengesini sağlamak için durmuştu artık, belki de ara vermişti.

* * *

Sorulan soru duvarlara çarpıp yine duyuldu.

“Nasıl yani, bunu biraz daha açar mısın rica etsem?”

Radionette Duett -P sayesinde. 1972 üretimi olan radyolu pikap bana oldukça farklı şarkılar söylüyor. Daha önce duymadığım müzikler ve sözlerle… Dediğim gibi üniversitenin hazırlık sınıfındayken evde tozlanıp duran radyoyu açayım dedim. O radyonun çalıştığını babam ölmeden önce görmüştüm en son. Yine de denemekten zarar gelmez diyerek eski sehpanın tepesine çöreklenmiş radyonun yanına geldim. Fişi prize taktım, açtım. Açar açmaz yüksek bir cızırtı sesi karşıladı beni. İrkildim. Hemen sesini kısıp radyo frekanslarını ayarlamaya yarayan o küçük yuvarlakları döndürmeye başladım. Frekanslar arasında geçerken saçma sapan sesler duyar gibiydim. Ama o sesler saçma sesler değilmiş. En sonunda müzik yayınının olduğu bir frekans yakaladım. Üstelik o frekans dışındaki hiçbir frekansta müzik yoktu. Bu da beni daha çok çekti içine. Derslerin yoğunluğundan yorulmuştum ve duyduğum bu müzik bana iyi geldi. Dahası sözleri bana sanki mesaj vermek ister gibiydi. Sahiden de mesaj veriyor olduğunu, müphem sözlerden sıyrıldığını o frekansı dinleyip ertesi günleri yaşadıkça öğrendim. Her yaşadığım gün bana bir önceki günden fısıldanıyordu. Şarkı sözleri içerisinde ifade edilenlerden bazılarını yaşar olmuştum. Artık zamanın önüne geçtiğimden emindim. Zamanı gelmeden bazı şeyleri yaşayabilir ya da yaşamamayı seçebilirdim. Adeta elimde bir hak vardı ve bende bunu zamanın olağan çizgisi içerisinde kendime göre kullanabiliyordum. İnanır mısınız, bazı kişilerin hayatlarını kurtardım. Öyle değil tabii, ölmesini engelledim olarak düşünmeyin. En azından yanlış evlilikler yapmasını engelledim, bazısının ise doğru insanı bulmasını sağladım. Gözü murlanan aşıkların bakış açısı kazanmasına yardımcı oldum. Yanlışlıklarım da oldu belki de ama ben iyi şeylere sığınmak istiyorum.

Duydukları karşısında ne diyeceğini bilemeyen psikolog bir haftadır alkol almadığını hatırlayıp bu yaşanan anın sahiciliğini kendince kendine izah etmeye gayret ediyordu. Başına daha önce bu duruma yakın bir olayın gelmemiş olması kuşkusuz gayretinin nedenini daha iyi açıklıyordu. Sorması gereken an o anmışçasına sordu hemen sorusunu?

* * *

“Peki, istediğiniz daha başka şeyler var mı, benden yardım mı istiyorsunuz?”

Yardım değil, eşlik etmenizi. Çünkü dün radyoda çalan şarkı beni size getirdi. Sizin de şarkıları, sözleri duyacağınızı ifade etti. Bu yüzden buradayım, sizinle geleceği paylaşmak istiyorum. Sizinle zamanın önüne geçip sizin yanınızda yer almak istiyorum. Ben, sizin adınızın Deniz olduğunu çalan şarkıdaki dalgaların sesinden anladım, gece denizi saçlarınızın dağınıklığı şarkıdaki sözlerden söylendi bana. Az önce kapıdan içeri girerken daha da iyi anladım, hemen karşımdaki duvarda asılı duran ve üç farklı markadan pille değiştirilmesine aldırış etmeyen, bozulmuş olmasından kaynaklı ilerlemeyen saatten anladım. Saatin altındaki masada kendine yer bulmuş olan sabahın ilk saatlerinde kapınıza bıraktığım Kalanşo çiçeklerinin sevincini görünce anladım.

“Anlıyor musunuz?”

Konuşmanın en başından beri soru soran tarafta olan Psikolog Deniz Hanım bu sefer sorunun muhatabı olmuştu. Sert siyah kapaktan oluşan yaldızlı yazılarla süslü defteri şimdi yere düşmeyi başarmıştı. Ne diyeceğini bilemedi. Az önce ifade edilen ve kendisi açısından birer iddiadan öteye geçemeyen söylemlerin üzerine bir de aşk itirafı geliyordu. Biraz sessiz kalmayı biraz konuşmayı istedi. Galip gelenin konuşmak olacağını kendi de biliyordu. Artık danışan-danışman diyalogundan çıkmıştı bu görüşme.

“Anlamaya çalışıyorum, söylediklerinize inanmaya çalışıyorum ama söylediklerinizin garipliğine bakınca başka ne diyebilirim, bilmiyorum.”

Psikolog Deniz Hanım’ın sözünün bittiğini düşündüğü anda söze karıştı ve duvardaki saati işaret etti. Çalışmayan o saat çalışıyordu artık. Görmese inanmazdı ama görmüştü de. Günlerdir çalışmayan saat şu an çalışıyordu. Duyduklarına da inanmak istedi. Hışımla sordu.

“Radyonun çaldığı frekansı dinlemek istiyorum!”

* * *

“Dediğim gibi Deniz Hanım, zamanın önüne geçtim. Böyle bir istekte bulunacağınızı biliyordum. Radyo yanımda zaten. Girişteki askının yanına bırakmıştım çantamı, çantanın içinde.”

Sakinliklerini her ikisi de muhafaza edemez olmuşlardı. Çantadan radyoyu çıkardılar hemen. Az evvel çalışmaya başlayan saati sırtlayan duvardaki prize fişi takıp radyoyu Kalanşoların olduğu masaya koydular. Radyo açılır açılmaz yoğun bir cızırtı sesi geldi. Psikolog Deniz Hanım danışanın iddialarının doğruluğunu belirlemek için odanın dışındaki sekreterini de içeri çağırdı. Sekreterin odaya girmesiyle cızırtı sesi kesildi, yerini ise hüzünden sıyrılmış neşeye koşan bir melodi aldı. “Duyuyor musun?” sorularına sekreterin cevapları defalarca “Hayır!” oldu. Zamanın önüne geçen danışan ise kendinden emin şekilde “Sanırım bana inanıyorsun artık.” diyordu. Çiçeklere, duvardaki saate, radyoya ve karşısında duran aşığına bakarken melodiye sözler karıştı.

“Yarın olacak, sen uyuyorken.

Ömür akacak ardına bakıyorken.

Korkma karşında o duruyorken.

Çiçekler su ister, soldurma onları.

 

Güneş batınca anlarsın her doğruyu.

Sevdası gecikmiş bir zaman yolcusu.

Varıp göğsüne bırak toplasın tortuyu.

Çiçekler su ister, soldurma onları.”

Sekreter çoktan odayı terk etmişti. Psikolog Deniz Hanım ile danışanı karşılıklı değil artık yan yana oturuyorlardı. Zaman önlerinden akıyordu. Her ikisi de sağ ayağını sallıyordu. Birbirlerine yetişmişlerdi.