Öykü

Nimet Hemşire

Başarı nedir? Başarının ölçüsü nedir? Evinde, işinde, yaşantısında kimin başarılı olduğunu yahut başarısız olduğunu nasıl ölçeceğiz. Mesleğinin gereklerini ne kadar bildiğini, işinde yeterli olduğunu asıl ölçeceğiz. Kullandığı araç gerecin ne kadar lüks olduğuyla mı? Oturduğu evin büyüklüğüyle mi? Ya da bindiği arabanın ne kadar yeni olduğuyla mı? veya makam odasının ihtişamıyla mı? Aşağıda kendi çapında başarılı olan birinin öyküsünü yazmaya çalışacağım.

Kahramanımız küçük bir ilde yaşıyor. Eski ve köklü bir il olmasına rağmen şimdiki durumu geçmişinin gölgesinde kalmış, kısmen de olsa dışarıya göç veren illerimizden biri bu. Öyle geniş bulvarları, yüksek binaları, görkemli meydanları ve anıtları olmayan sıradan bir il. İşte kahramanımız olan Nimet hemşire bu ilde yaşayan on binlerce kişiden biri, yirmili yaşlarının ortasında genç bir hemşiredir Nimet Hanım. Orta boylu, esmer, hafif toplu benzerlerine çevrenizde her gün her an rastlayacağının tipik Anadolu insanıdır Nimet. Koyu kestane dalgalı saçları ensesi hizasında düz olarak kesilmiştir. Belki yılların verdiği alışkanlıkla belki de kendisine yakıştığını söyledikleri için olsa gerek sürekli saçları bu kesimde kalmaktadır.

Nimet Hanımı yani arkadaşlarının kendisini çağırdığı şekilde “Nimet Hemşiranım” ı benzerlerinde ayıran temel özelliği yüzündedir. Morarmış gibi veya uzun zaman önce kesilmiş de kimse ilgilenmediği için kangren olmuş bir yara gibiydi yüzündeki iz. Yüzünün solunda kaşının üstünden başlayıp, gözünün altında ve yanlara kadar uzayan bir iz, bir yaraydı. Yüzündeki yara izini her zaman taktığı kocaman gözlük bile kapatamıyordu. Yüzü sağ yarısı kemiklere kadar bir kimyasal maddeyle yanmış daha sonra da estetik cerrahiyle düzeltilmeye çalışılmıştı. Tıpkı usta bir heykeltıraşın özenle başladığı büstün sağ yanını özenle, sol yanını ise alelacele yapması gibiydi. Bu nedenle çalışma arkadaşları yüzüne bakmadan konuşurlardı. Nimet Hanımda sağ yanını göstermeye çalışır ve gözlerini yerden kaldırmadan konuşurdu. İlk defa tanıştığı biri aldanır da yüzüne bakar öyle konuşursa eli ayağı birbirine dolaşırdı. Geçirdiği kazanın daha doğrusu başına gelen bir illetin kendisini terk ederken bıraktığı izdir yüzünde taşıdığı, koca bir asit yanığı.

Olan bitenin aslını bilen de yoktur anımsayanda. Yalnızca Nimet hanımın anlatmak istemediği ama bir şekilde dilden dile yayılan söylentiler vardır. Kimi trafik kazası diyordu, kimi de ev kazası. Ne de olsa üzerinden uzun yıllar geçmiştir o kadar eskiyi eşelemenin de kimseye bir yararı yoktur. Olayın en iyi bilinen yönününse o meşum olaydan sonra Nimet hanımın eşinden boşandığı dedikodusudur. Ne eski hayatı ne de eski koca hakkında ise bilinen hiçbir bilgi kırıntısı kalmamıştır. Genç kadın bu konuyu hiç açmaz, arkadaşları da sormaya cesaret edemezlerdi. Bu konuşulanların büyük bir bölümüyse Nimet Hanımın eski görev yeri olan İzmir’den kendi ataması gerçekleşmeden gelen bilgilerdir. Hani hep olagelmiştir ya kişi gelmeden önce dedikodusu yayılır. Derme çatma bilgiler, söylentiler, rivayetler o sayede her tarafa yayılmıştır.

O rivayetlerin biri de Nimet hanımın bulunduğu yerin en üst makamına çıkabilecek donanıma sahip olmasıdır. Bunu söyleyende bir toplantı sırasında çalıştığı hastanenin başhekimidir. “Bakın da kendisinden bir şeyler öğrenin” diye bağlamıştı sözlerini yüzü kızaran hemşiresine bakarak. Uzun toplantı salonunun en uzak köşesinde oturan yüzü yaralı kadın utancından bakışlarını yere eğmişti. Bütün bakışları üzerinde toplandığını söylemeye gerek yok tabi.

Nimet Hanımın arkadaşları tarafından istenmemesinin bir nedeni de oturduğu muhittir. Kentin çeperlerine yerleşmiş yoksul bir mahallede oturmaktadır. Arkadaşları onun bu davranışını bazen duygu sömürüsü bazen de gizli bir gösteriş olarak adlandırmaktadır. Hani “bakın ben kimlerle bir aradayım” demek istediğini söylemektedirler Nimet hemşirenin arkasından. Aslında genç kadının maksadı tamamen insanlara yardımcı olmanın verdiği hazza dayanmaktadır. Kendine daha yakın hissettiği insanlarla bir arada bulunmakta rahatsızda değildir.

Bir gün başhekimin odasına iyi giyimli iki bey geldi. Kapı aralığından kişileri görür görmez başhekim yaptığı işi bırakarak konuklarını ayakta karşılamıştı. Takım elbiseli, rugan ayakkabılı, saçları briyantinli bey ve yanındaki koyu takım elbiseli bey içeri buyur edildi. Üç adam uzun süre içeride baş başa kaldı. Aslında olayları bilen sonradan kaleme alan biri olarak bu iki kişinin çok iyi tanıştıklarını söyleyebiliriz. Az önceye gidersek uzun boylu siyah takım elbiseli kişinin hastanenin ana kapısından Başhekimin odasına kadar hiçbir görevli tarafından durdurulmadan vardığını da söyleyebiliriz. Eğer herhangi bir kişi aynı yolu kat etmek isteseydi en az dört kere kim olduğu, nereye gitmek istediği öğrenilmek üzere durdurulurdu. Yanındaki kişi ise pek tanınan biri değildi. Durdurulmayı bırakın adama geçeneği kapıları bile açılarak yol verildi.

Ülkenin diğer hastaneleri gibi devletin bu hastanesinin çalışanları da kendilerine ikinci iş bulmuşlardı. Doktorların hemen hemen tamamı ki bu hemen hemen ikilemesine başhekimimizde dahildi- özel muayenehane sahibiydiler. Laborantlar, hemşireler hatta hasta bakıcılar aynı muayenehanelerde çalışıyorlardı. Tabi mesai saatlerinin dışında çalıştıklarını ve resmiyet olmadığını söylemeye gerek yok. Bazen hastayı yerinde tedavi etmek, pansumanını veya iğnesini yapmak gerekiyordu. İşte içeriye giren ve önündeki tüm kapıların saygıyla açıldığı bu kişi bu tür işleri düzenleyen kişiydi. Bir anlamda kendisine kapı açanlara az da olsa bütçe katkısında bulunuyordu. Tahmin ettiğiniz gibi bu işleri babasının hayrına yapmıyor aldığı komisyona bakıyordu. Hastane çalışanları da gelirlerinin kesilmesini istemedikleri için adamı hediyelere boğuyorlardı. Ne de olsa Kerim Bey ilin en büyük ecza deposunun sahibiydi.

Kerim Bey orta yaşları aşmıştı, babadan olan zenginliğini işi sayesinden ilerletmişti. Uzun boyluydu, yakışıklıydı ve sohbeti tatlı biriydi. Mesleğini iyi bildiği ve insanlara önem verir göründüğü için hasta ve doktor, doktor ve eczacı arasında mükemmel bir köprü oluşturmuştu. Kerim Beyin iyi giyimi, yaşam tarzı, bol kazancı öykünün başındaki tezin yani kimin başarılı kimin başarısız olduğuna nasıl karar vereceğiz sorusuna iyi bir örnek olsa da konumuzun dışarısında kalıyor. Yine de madem Kerim Bey öykümüze bir şekilde dahil oluyor o zaman Kerim beyimizi biraz daha yakından tanımalıyız.

Kerim Bircin, babadan kalma az sermayeyi akıllıca kullanmış ve kendisine örgün eğitim almadığı halde iyi bir yer edinmiş biriydi Babasının zoruyla ortaokulu bitirdikten sonra lisede okuyamayınca bir eczanede iş bulmuş ve mesleğinde hızla yükselmiş biriydi. Bu hızlı yükselme bölümüne güzel patronuyla yaptığı evliliğini de söyleyerek bitireyim. Evlendikten sonra kendi eczanesini açmış ve konuşkanlığı ve çevresine verdiği güven sonucu işlerini ilerleterek ilin en büyük ecza deposunu açmıştı. Yaklaşık beş altı yıldır ilin merkezindeki ve ilçelerindeki tüm eczaneler ilaçlarını Bircin Ecza Deposundan alıyorlardı. Yaşı elliyi geçse de fiziki olarak ezilmediği için daha genç görünüyordu. Sonuç olarak sağlık konularında bir karar alınırken gayri resmi olarak kendisine danışılmadan iş yapılmaz hale gelmişti.

O sabah Kerim beyin ve yanındaki arkadaşının hastaneye gelmesinin nedeni bu tür yerinde sağlık hizmetlerinden biri içindi. Bir vatandaş hastaneye ya da muayenehaneye gidemeyecek durumdaysa veya geçirdiği ameliyat sonrası tedavisine evinde devam ediyorsa Kerim Bey’in ve Başhekimin kararlaştırdığı kişi bu işi görmek için giderdi. İşlem ne ise yapar gelirdi. Daha sonra Kerim Bey o kişiye ücretini nakit olarak takdim ederdi. Bazen hatır gönül işi olduğunda da ya bir armağan ya da bir yemek ısmarlamayla konu bağlanırdı.

Kerim Beyin hastaneye geldiğini görenler yeni bir iş olduğunu anlamışlardı. Hiçbir şey olmasa önceden işe gitmiş olanlar alacaklarının verileceğini anlamıştı. Dengeyi ise Başhekim sağlıyordu. Yapılacak işi üstlenecek özelliklere sahip personeli sırayla çağırıyordu. Çalışkan arkadaşlarını gözetse de herkesin bu işlerden ek gelirler almasına özen gösteriyordu. Yaklaşık bir saat süren toplantıdan sonra her zamanki gülücükleriyle dışarı çıktığında personel de ne tür iş olduğunu ve kimlerin sırası olduğunu tartışıyorlardı. Birkaç dakika içerisinde sorularına yanıt bulacaklarını biliyorlardı. Koridorda yankılanan cep telefonu sesleri alacakları yanıtın işaretiydi. Kapının hemen dışarısında bekleyen odacı Abbas Efendi içeri girdi. On saniye sonra dışarı çıktığındaysa yüzünde bir şaşkınlık vardı. Kendisini birkaç metre ötede bekleyen arkadaşlarına dönerek

“Belki inanmayacaksınız ama Nimet Hemşiranım’ı çağırıyor” dediğinde odacının yüzündeki şaşkın ifade arkadaşlarına geçmişti. Nasıl şaşırmasınlardı ki… Hastane tarihinde pek rastlamayan bir şey olmuş ilk defa Eczacı Kerim’in ardından içeriye Nimet Hanım çağrılmıştı. Birkaç dakika içerisinde haber tüm hastane personeli arasında yayılmıştı. Aynı sürede aynı şaşkınlıktaki Nimet Hemşire hanımda başhekiminin makam odasının kapısı önündeydi. Abbas Efendi de diğer meraklı arkadaşlarının desteğini alarak kapıya yaklaşmış kulağı içeride duyabilecekleri için açmıştı. Meraklı arkadaşları da Odacı Abbas’ın yüzüne bakarak neler duyduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Yaşlı adamın ilk duyduğu sözcük ise “Hayır” olmuştu. Devamını duyabilmek için kulağını makam odasının kapısına dayadı.

“Kesinlikle olmaz” diyordu Nimet Hanım. “Benim bu tür hastalara bakmadığımı iyi biliyorsunuz” diyordu. Haldun Bey kafasını sallayarak karşısındaki personelinin sözünün bitmesini bekledi, ardından, “Biliyorsunuz bize gereksinimi olan hastalarımız var. Buraya gelemeyecek kadar hasta olanlar, yaşlı olanlar” Kadın sözlerin nereye varacağını biliyordu.

“Benim prensiplerimin farkındasınız ve prensiplerime ne kadar bağlı olduğumu biliyorsunuz. Kusura bakmayın ama önerinizi geri çevirmek zorundayım.” Başhekimde bilgisine ve deneyimine güvendiği elemanını kaybetmemesi gerektiğini biliyordu. Bu yüzden bazen ukalalığa varan itirazları görmezden geliyordu.

“Sorunun Kerim Bey’den kaynakladığını biliyorum. Ama bu işin üstesinden gelebilecek bir tek siz varsınız.” Yüzüne acınası bir ifade vermeye çalışmıştı. Yerinden doğruldu. Masanın önünde oturan hemşiresinin yanına geldi. Yaşının ileri olması nedeniyle personeline bir baba gibi davranıyordu. Aynı davranışın bir örneğini göstermesinde bir beis olmadığını düşünerek,

“Ben senin baba veya ağabeyin yaşındayım ve senden rica ediyorum. Bu işin Kerim Bircin’den geldiğini düşünme. Yardıma gereksinimi ola bir hasta var ve ne yaptığını bilen, elleri hafif bir sağlıkçıyı bekliyor.” Yerinden doğruldu, odada volta atmaya başladı. Genç Hemşireyi ikna edemediğini bildiği için sözlerine devam etti.

“Acı çeken birinin yarasına merhem olacağınızı düşünün. Bir canlının sizin sayesinde acılarının son bulacağını belki de soluk alıp vermeye sizin sayenizde devam edeceğini…” sözlerine devam edecekti ama Nimet Hanım araya girerek, “Bu hastane de benim kadar becerikli pek çok arkadaşımızın olduğunu biliyorsunuz. Örneğin Sema Hanım hem daha tecrübeli hem de çok daha eli hafif ve toplum içerisine çıkmasına bir engeli…” söz kesme sırası başhekime gelmişti.

“Ne demek toplum içerisine çıkmak…” Sözünü burada kesti nasıl devam edeceğini bilemiyordu. “Başınızda bir kaza geçmiş olabilir ama bu sizin becerikli ve işini bilen bir sağlık olmanıza engel değil.” Göz göze geldiler bir saniye. O upuzun saniye içerisinde Başhekimin eli ayağı birbirine karıştı. O an belki saniyenin küçük bir kesrinde bakışlar başka yerlere seğirtti. Nimet Hemşire yerinden doğruldu. Kapıya yöneldi, eliyle kapı koluna bastırarak açmak istediğinde son sözünü söyleme gereği duymuştu. “Bu iş için diğer arkadaşları düşünmenizi öneririm” dedi. Kapıyı hafif aralayınca da “Şimdi işime dönmek zorundayım” deyip makam odasından çıktı. Kapı kolunun hareket etmesi ve kapı önü yapılan konuşma Abbas efendinin kapıdan uzaklaşması için yetmişti.

Uzun süre düşündü odasında Nimet hemşire. Başhekimi niçin kendisinde ısrar etmişti. Kendisine bu kadar güveniyor muydu? Yoksa işin içerisinde başka işler mi vardı? O işbilir havasındaki paragöz adam kendiside niçin ısrar etmişti. Ya odada sessizce oturan üçüncü kişinin bu olaydaki durumu neydi. Neden ağzını açmamış, bir kelime bile etmemişti. Niçin? Niçin? Gerçekçi düşününce kendisinin eğitimli ve konusunda iyi olduğunu biliyordu ama koca hastanede kedisi kadar becerikli pek çok arkadaşı vardı. O zaman aklına ister istemez eski defterler ve eski hesaplar takılıyordu.

Yıllar öncesi yaşadığı o kâbus dolu gece aklına geldi, taze gelin denilebilecek haldeyken başına gelenleri anımsadı. Güzel bir söz, nişan evresi yaşamıştı kocasıyla. Evlendikten kısa bir süre sonra şiddet başlamıştı evliliklerinde. Karısının başarısını çekemeyen biriydi kocası ve sözünü geçirebilmek için fiziksel şiddete başvurmaktan çekinmiyordu. Yine bir gece ıssız bir yolda kocasıyla kavga etmişlerdi ve severek evlendiği, yatağını paylaştığı yakışıklı adam yüzüne tokat atmıştı. Yüzünde şaklayan tokadın acısını hâlâ anımsıyordu. Kalabalık bir aileden gelen ve baba dayağının ne olduğunu bilen biri için bir tokadın fazla önemi yoktu. Daha acısı tokadın ardından gelmişti. Nereden geldiğini bilmediği bir sıvı yüzüne dökülmüş yüzünün sol yanını yakmış kavurmuştu. Yine de acı içerisinde kendisine karşılık vermiş ve o boğuşma anında otomobilleri hendeğe yuvarlamıştı. İşin garibi kocasının bir daha bulunamayışıydı. Acı içerisinde çığlıklar atarken eşini düşünmek aklına gelmemişti ama daha sonra ölü veya diri hiçbir şekilde izi bulunamamıştı. İşte bu nedenle Nimet Hemşire hep tedirgin hep mesafeli olmuştu çevresine karşı. Bir gün bir şekilde yarım kalan hesabın kapatılacağını biliyordu.

Oturduğu yerde düşünmeye devam etti… Bir de daha öncesi vardı tabi… Ankara’da okuduğu parlak yıllar. Birinci sınıfta başlamıştı kariyeri. Tüm okulda hocaları tarafından sevilen biriydi. Dersleri iyiydi, mezun olacağı yılın okul birincisi olacağı kesin görülüyordu. Bütün bu durum o parlak kariyerli gizemli yabancının okula gelmesine kadar sürmüştü, memleketinden gelen babası ve yanındaki uzun boylu yakışıklı genç. Memleketinden ve uzaktan tanıdığı küçük esnaf sayılabilecek delikanlı kendisiyle direk temasa geçmiş ve gönlünü kazanmıştı öğrenci Nimet’in. Alelacele denilebilecek bir hızda evlenmişlerdi. Nasıl evlenmeyecekti ki koca adayı sadece kendisinin değil arkadaşlarının da dikkatini çekecek biriydi. Sonra dışarıda başka evde başka türlü davranan eşinin baskısıyla okulu bırakmıştı.

Güzel günler ise uzun sürmemişti. Kocasının garip davranışları kendisini soğutmuştu. Adam çapkın biriydi, alkol alıyordu ve en kötüsü kumarı seviyordu. Hemen her gece başkalarıyla beraber oluyor yemediği nane kalmıyordu. Çevresine sevimsiz arkadaşlar toplanmaya başlamıştı. Önceleri bu işi gizli yapmaya çalışıyordu ama birkaç ay sonra gizlemeye gerek duymamaya başlamıştı.

Nimet, bu evliliğin böyle yürümeyeceğini söyleyince de kocası uzun tatile çıkma isteğini gayet masumane bir dilde söylemişti. Zihinlerinin yorulduğunu yoğun işlerin sinirlerini yıprattığını falan söylemişti. İyi bir otelde yer ayırttığını geçirecekleri tatilden sonra kararlarını bir defa daha gözde geçirmeleri gerektiğini ayrılmakta ısrar ederse koşulsuz ayrılacağını söylemişti. İşler o kazaya kadar iyi gitmişti. Kaza sonrası, uzun süre kendisini seven hocaları sayesinde olabilecek en iyi tedaviyi görmüş ve taburcu olmuştu. Okuluna kaldığı yerde devam edemeyeceğini anlayınca da en kısa yoldan hemşire çıkarak göreve başlamıştı.

Odasında olanları ve geçmişi düşünürken çalınan kapı düşüncelerini böldü. Kapı aralığından uzanan meraklı baş ve fıldır fıldır dönen gözler Başhekimin odacısı Abbas Efendiye aitti. Başhemşire Emel Hanımın kedisini odasında kahve içmeye beklediğini söylüyordu. Anlaşılan çekilen reste rağmen kendisinde hâlâ bir umut olduğunu düşünüyorlardı. Birkaç dakika sonrasındaysa iki kadın dinlenme salonunda konuşuyorlardı. Konu ise belliydi. Emel hanım, Başhekiminden çok daha farklıydı. Personeline arkadaş gibi yaklaşıyor onlarla samimi bir arkadaşıyla konuşur gibi konuşuyordu. Aralarında eskilerden kaynaklanan bir bağ olmasa da Nimet Hanımın ciddi ve tavırları herkes kadar Emel hanımı da etkiliyordu. Dışarıda tedavi konusu hiç açılmadı ama yine de Nimet, üstünün bu kahve davetinin temelinde dışarıya tedaviye gitmek olduğunu biliyordu. Konuya doğrudan girilmedi ama imalar kendini belli ediyordu. Genç kadın, tahmininin ne kadar gerçek olduğunu akşam beraber çıktıklarında anlayacaktı.

Mesaileri bittiğinde birlikte çıktılar Nimet Hanım ve Emel Hanım. Her ne kadar yolları ayrı olsa da hastanenin kantininde biraz daha oturdular. Konu bu sefer açıldı ve Emel Hanım ağzından girip burnunda çıkarak Başhekimin istediğini Nimet hanıma kabul ettirdi. Ne de olsa başhemşiremizin branşı psikolojiydi. Daha önemlisi güvenilir biri olduğunu tüm personeline kanıtlamıştı. Herkesin derdini ve neşesini paylaşırdı. İşte bu yüzden Emel Hemşirenin baskılarına dayanamamış, istediğini kabul etmişti Nimet Hanım. Hastane ile personel araç parkı arasındaki uzun mesafede de devam etti. Suskunluk, Emel Hemşirenin arabasına bindiklerinde ve yol boyunca sürdü. Her iki kadında düşünüyordu. Biri kabul etmesinin ne derece doğru olduğunu düşünüyordu, diğeriyse Başhekimin niçin bu kadar ısrarcı olduğu anlamaya çalışıyordu. Ana yola vardıklarında hâlâ düşünceliydiler.

Araç, bulunduğu caddeden en kısa yolla kenti en önemli caddesine çıktı. Geniş ve at kestanesi ağaçlarıyla donanmış bir ara bölmeyle ayrılmış geniş caddede yol aldılar. Kaldırımda yürüyen insanlar akşamın olduğuna aldırmıyor gibiydiler. Bu kentin en önemli mağazalarının bulunduğu geniş kaldırımlı caddeydi. Araçları birkaç dakikalık bir yolculuktan sonra bulvardan çıktı. Yüksek, süslü apartmanların yerini beton yığınlarını andıran görece olarak daha alçak bitişik blokların oluşturduğu daha dar caddeye geldiler. Yokuş çıkmaya başlayan otomobil hızını daha da düşürmüştü. Binaların önünde lüks arabalarda durmuyordu artık. Her dakika her saniye yoksulluğa yol alıyor gibiydiler. Birkaç kavşaktan daha geçtiklerinde ise ovaya yayılan kentin bir hayli yukarısına çıkmışlardı. Bir ara arkaya bakan Emel Hanım, o çok sevdiği kente son kez bakıyor gibi hissetmişti kendisini. Nimet hanımın yüzünde ise herhangi bir değişiklik yoktu. Kendisine yabancı olmayan bir ortamda bulunmanın verdiği rahatlık vardı yüzünde.

Dış sıvaları bile vurulmamış iki katlı üç katlı çoğu derme çatma evlerin iki yanı sarmaladığı dar bir sokağın sonundaki iki katlı bir binanın önünde durdular. Varmak istedikleri boş arsaların arasında kalmış yerdi, tam burasıydı. Yolun sağına yanaşan otomobil, alışkın olmadığı böyle bir yerde yolcularını indirmek ve bir an önce geri dönmek için acele ediyor gibiydi. Kısa bir süre sonra Nimet Hanım inmesi gerektiğini anlamıştı. O ara binanın önünde amirine “Beni ne bekliyor” dediğinde “bilmiyorum, dedi Başhemşire o zamana kadar belli etmemeye çalıştığı heyecanlı sesiyle. “Çantada ihtiyacın olan her gereç var” dedi sözünün devamında. “Sizde benimle gelin” demeyi çok isterdi ama kendisine yakıştıramadı için bir kelime bile söylemeden arabadan indi. Kapıyı kapatmadan önce “İyi akşamlar demeyi de unutmamıştı. Ama onun yerine Emel Hanım lafa girdi.

“İşin ne kadar sürer” Nimet Hanım biraz düşündü. “Pansuman zaman almaz ama hazırlığı uzun sürebilir” dedi. Birkaç saniyelik suskunluktan sonra ekledi “ Eğer ağır bir olay değilse kanaatim bir saate biter” dediğinde Emel Hanım bir kolundaki saate baktı bir de kararmaya başlayan havaya. “Ben bir eve gideyim çocuklara bir şeyler hazırlayım” dedi. “Bir saat sonra gelir seni alırım.” Sözü bitmeden aracın vitesini takıp gaz vermişti bile. O an Nimet Hanım, sadece sokakta veya binanın önünde değil koca evrende yapayalnız kaldığını düşünmüştü. Bir an bir saniye sonrasında kendini, oltanın ucunda kıvranan solucan gibi hissetti. Kafasını çevirip yokuşun aşağısına baktığında az önce yanlarında duran otomobil gözden kaybolmak üzereydi. Kapıya yanaşıp parmağının ucuyla zile dokundu.

Kapının önünde vampir filmlerinden fırlamış gibi duran bir adam belirdi. Zayıf, kansız yüzünde donuk bir gülümseme vardı. “Nimet Hemşire mi?” deyince, olanların hâlâ farkına varamamış gibi duran genç kadın kafasını sallamakla yetindi. “Biz de sizi bekliyorduk” deyip yana çekilerek paslı demir kapıyı sonuna kadar açtı. Adamın davranışlarında da konuşmasında da umut verici nezaket vardı.

Nimet hanım, aralıktan içeri girince dışarıdaki yoksullukla tezat oluşturacak bir lüks gözüne çarptı. Kapının açıldığı girişte güzel ve kibar bir avize tavandan sallanıyordu. İçerideki zayıf ışık, yanan ampulün geometrik kesimli kristallerinden süzülen ışıktı. Ağır ağaçtan oyma koltuklar salonu en az yüz yıl öncesinin havasına götürüyordu. Yerdeki halının tüyleriyse Nimet hanımın ince kösele tabanlı ayakkabılarının tabanını aşıyordu. İlk şaşkınlığı geçince kendisinin bir adım gerisinde bekleyen adama dönerek

“Hastayı görmek istiyorum” dedi. Uşak, tüm kibarlığıyla kapının tam karşısındaki uzun lambrilerle kaplanmış duvarı göstererek, “Buyurun” dedi. Önde Nimet Hanım, arkada zayıf uzun boylu adam salonu geçmeye başladılar.

O ara binadan uzaklaşan aracı kullanan Emel Hanımda pişmanlık duyguları başlamıştı. O uğursuz yerden ayrıldıklarına memnun olduğunu belirten gülümseme yüzündeydi, kısmen de olsa rahatlamıştı. Bu işi kendisine öneren başhekimin odasına girdiğinden beridir üzerinde varolan tedirginlik geçmişti. Evet, zorlanmıştı ama sonunda ikna edebilmişti elemanını.

Dışarıdan bakıldığında pek belli olmayan bir kapı açıldı önlerinde. Arkadan gelen uşak ya görünmeyen bir düğmeye basmıştı ya da fotoselli kapı kendiliğinden açılmıştı. Kapı eşiğinde bir saniye duraladı hemşire hanım. Yüzündeki yara acımaya başlamıştı tekrar. Bir an kendine “bu tanımadığım yerde ne arıyorum” diye sorma gereği duymuştu. Kapının ardındaki odaya baktı. Bir yüklük ölçüsünde beyaz duvarlı bir odaydı. İçerdeki parlak ışık salonla tezat oluşturuyordu. İçeri girdiğinde odanın hareket etmesiyle bir asansöre bindiğini anlamıştı. Böyle bir binada geniş bir asansör olmasını garipsedi. Uşak kendisi asansöre bindirip geri çekilmişti.

Asansörde yalnız kalmak Nimet hemşireyi korkutmuştu. Elini istem dışı yüzüne götürdü. O dakika aylardır içinde yaşadığı endişenin ve korkunun sonuna yaklaştığını anlamıştı. Asansörün çıkacağı yerde ne olacaksa olacaktı. Düşüncelerinden sıyrıldığında bir kat çıkmanın bu kadar uzun süreceği aklına gelmemişti. Geldiklerini haber veren ince sesi duyduğunda içinden derin bir oh çekti. Kapı sessizce açıldı. Dışarı adımını atmadan önce hiç kıpırdamadan çevreye bakındı. Işığın cömertçe kullanıldığı ama kaynağının nereden geldiğini anlayamadığı bir yere çıkmıştı asansörle. Olduğu yerden iki adım atıp eşiğe geldiğinde bomboş bir salonda bulunduğunu anlamıştı. Belki ışığın parlaklığından belki de salonun genişliğinden duvarları göremiyordu. Bildiği tek şey ise yapayalnız olduğudur, asansörden bir adım dışarı çıktı ve içindeki korkunun dışa vurumu olan titrek bir sesle seslendi.

“Kimse var mı?” Hiçbir yanıt almadı. Çevresine bir kere daha baktı. Ortalıkta kimse görünmemekte kimse duyulmamaktadır. Bir daha sorusunu yineledi, “Kimse var mı?” Kalbinin deli gibi atmasını dinledi birkaç saniye. Çevreden hiç ses seda gelmeyince ileriye doğru yürümeye başladı. Bir salonun bu kadar büyük olması şaşırtıcıydı, adım adım yürümeye devam etti. Ürkek adımlarını her attığında çevresine bir kere daha bakmaktaydı. Attığı onca adımdan sonra geri dönüp baktığında tedirginliği ve heyecanı yüzünden salonu olduğundan çok daha büyük zannettiğini anladı. Bulunduğu yer ortalama bir salondu. Karşı duvardaki kapıyı o zaman fark etti. Varacağı nokta o kapının ardında olmalıydı.

İnsan beyni garip bir organdı. Parçası olduğu beden, bazen saatlerce boş boş bir duvara veya tavana bakardı ve beyin hiçbir şey düşünmezdi. Bazen de bir saniyenin daha altında bir sürede yüzlerce düşünce ve fikir gelir geçerdi. Kapının önünde durduğu kısa sürede Nimet Hemşire bu durumdaydı. Böyle bir yere geleceğini, Baş Hekimin odasından çıktığından beridir tahmin etmişti. Yoksa neden kendisine teklif edeceklerdi ki. Böyle sessiz ve sakin bir yerde birilerinin göze batmadan saklanabileceğini bilmek deha olmayı gerektirmiyordu. O zaman bu kapının ardında ya bir kaçak veya suçlu olmalıydı. Kim bilir belki de mafya üyesi biri kendisinden hizmet bekliyordu. Kendini bir mafya babasını ya da kanun kaçağını tedavi etmek için koşullandırdı. Bu arada kendini otomobilden indiğinden beridir yaptığını yaparken, içinden bildiği duaları okurken buldu.

Kapıyı açtı, içerisi karanlıktı ve ancak salondan gelen ışıkla görebiliyordu gireceği yeri. Adımını içeri attığında göreceli olarak daha küçük bir odada buldu kendini. Sanki tanıdık bir yere gelmiş gibi hisseder bir anda kendini. Neyin bu duyguya sebep olduğunu anlayamadı ilk önce ama derin bir nefes daha alınca duyduğu kokunun buna neden olduğunu anlamıştı. Yıllar kadar uzak ama bir adım öteden gelen bu kokuyu tanıması için birkaç saniye daha geçmesi gerekiyordu. Hâlâ ışık düğmesini ararken birden oda aydınlandı. Neden tanıdık geldiğini anladı hemen, burası bir hastane odasına çevrilmişti. Yukarıda büyük ve güçlü bir lamba vardır. Yere de kocaman bir naylon serilmişti. Ortada beyazlığın ortasında duran bir masa vardı, masanın üzerinde de biri yatıyordu. İşte sonunda orada olma nedenine varmıştı.

Deli gibi çırpınan kalbine aldırmadan masaya yaklaşır. Nasıl bir yerde olduğunun merakını geriye atmıştır çünkü burada olma nedenini bulmuştur. Masanın üzerinde beyaz bir örtüyle boynuna kadar örtülmüş bir vücut boydan boya uzanmıştı. Bir an geri dönüp baktı ama kendini sonsuzluğun ortasında gibi yapayalnız hisseder. Yapacağı işte belli olmuştur. Masanın çevresini dolandığında krom saçtan yapılmış bir sehpa üzerinde tıbbi gereçleri bulur. Her hemşirenin her doktorun kullanmaktan zevk duyacağı kaliteli araç gereçlerdir bunlar. Elindeki çantasını kullanmaya gerek kalmamıştır yavaşça yere bırakır. Sehpanın kenarında duran eldivenleri eline taktığında arkasından gelen sesle irkilir

“Emrinizdeyim…” Aşağıda salonda bıraktığı uşak yanı başındaydı. Bembeyaz önlüğüyle eldivenleriyle ve ağızlığıyla kırk yıllık doktor gibi yanındadır. Ama asıl sürpriz örtüyü kaldırdığında olmuştu. Tanıdık gelen kokunun kaynağı orada öylece yatmaktaydı. Yıllar önce kendisinin yüzünü yakan kocası tam karşısındadır. Gözlerine inanamaz, hayatını zehreden adam onca yıl sonra karşısında uzanmaktaydı. Kafasını çevirerek uşağa baktı, bir açıklama beklemekteydi.

“Bizim reis, yani bizden biri ve yardımınıza gereksimi var” dedi. Nimet hanımın kafası karıştı. Eline taktığı eldivenleri hızla çıkardı, “başka birini bulun” dedi öfkeyle. Yüzünü gördüğü hastasının baygın duran gözleri aralandı. Zorlukla açılan gözler kenetlendi. Hasta adamın bakışlarında pişmanlık vardı sanki, “kanmamalıyım” dedi. Ama adam pişmanlık ve özür diler gibi bakıyordu. Bir an göz göze geldiler eski karısıyla. Öfke doldu içine, yıllardır insan içine çıkacak yüz bırakmayan adam şu an önünde uzanıyordu. Bir yandan da üzülüyordu. O kendini tamamen bu kanunsuz işlere vermeden önce sevmişti kendisini. Şimdi önünde çaresizce uzanıyordu.

Örtüyü iyice açtı, gördüğü manzara karşısında ürktü. Yıllar önce âşık olduğu adam erimiş bitmişti. Yanında duran uşaktan daha kuru ve zayıf bir hale gelmişti. Vücudunun çeşitli yerlerinde yaralar çıkmış kan ve irin içinde kalmıştı. Adamın fazla ömrü kalmadığını anlamak için uzman sağlıkçı olmaya gerek yoktu. Yanında duran uşağa dönüp baktı. Uşak da robot gibi bakıyordu kendisine. Ne olduğunu anlamadan bir çığlık attı. Bir el eline yapışmıştı. Silkeleyip kurtulmaya çalışsa da kurtulamadı. Çığlık üstüne çığlık atıyordu. Çığlıklarının arasında zayıf bir ses duydu

“Yardım et Nimet.” Kocasının sevdiği adamın yalvaran sesini duyunca biraz olsun korkusu geçti. Kendisine şiddet uygulayan, hayatını cehenneme çeviren adam gitmiş yerine uysal biri gelmişti. “Eski güzel günlerin hatırına” dedi tekrardan. Sahi, eskiden birlikte yaşadıkları güzel günler var mıydı? İlk birkaç ay geldi aklına. Çığlık atmayı bırakarak adamın üzerine eğildi. Şimdi eski eş gitmiş yerine işini yapan sağlıkçı gelmişti. Örtüyü tamamen açtığında adamın aids olabileceği aklına geldi, her neye yakalandıysa bu haliyle fazla yaşamazdı. Ne teşhis için uğraşacak zamanı vardı ne de ekipmanı. Tam teşekküllü hastanelerde bile bu iş uzun zaman alırdı. Adam zorlukla nefes alıp veriyordu. Yanında duran uşak, Hemşire Nimet’in yanına yaklaştı. “Ölüyor” dedi. “Sizin burada bu kentte olduğunuzu öğrenmiş o nedenle son defa sizi görmek istedi.” Adam eliyle kadını çağırdığında Nimet Hemşire kulağını adamın yara ve çatlak içerisindeki dudaklarına yaklaştırdı.

“Be…ni affet..meni bek…le..miyo…rum ama se…ni ilk ve tek aş…kı…mı son de..fa gör…mek is..te…dim” dedi kesik kesik konuşarak. Bakışları yüzündeki yaraya kayınca bir şey demeden kaçırdı gözlerini. Kadın, bir adım geri çekildi. Ne yapması gerektiğini bilemeyecek durumdaydı. Uşak kılıklı adam tekrar yanına geldi.

“Çok yaşamaz, acılarını dindirin” dediğinde şaşkınlıkla zayıf uzun boylu adamın yüzüne baktı. “Ne istediğinizin farkında mısınız?” dedi. Adam başını salladı. “Bu işi biz yapacaktık ama sizin burada olduğunuzu öğrenince sizin yapmanızı istedi” Onlar konuşurken hasta adam bir kere daha mırıldandı. “Es…ki gün..le..rin… Hatı… rına…” Adam sanki basit bir ağrı kesici iğne yapmasını ister gibiydi. “Yapamam” dedi ama aynı el bir kere daha bileğine yapıştı hafifçe. Ölü bakışları adamdaydı şimdi.

“A..mi..rim, o…na yap…ma..sı…nı sen söy…le” dediğinde “Amirim” hitabı kadını şaşırttı. “istediği iğneyi yapın” dedi adam ve elinde uzattığı küçük kutuda bir enjeksiyon aleti vardı. Bir kutuya baktı bir adam baktı, “Yapamam” dedi tekrar ama adam, “aranızda neler geçti bilmiyorum fakat ağırlaşmaya başladığından beri sizin adınızı sayıklıyor” dedi. Genç kadının bakışları eski kocası olduğunu düşündüğü insan yıkıntısına kaydı. Uşak, tekrar “Yapın” deyince elleri titreyerek enjeksiyon aletini aldı ve adamın çöp gibi olmuş koluna, zorlukla bulduğu damara batırdı. Sıvının zerk edilmesinden birkaç saniye sonrasında hastanın yüzünde mutlu bir gülümseme belirdi ve başı yana kaydı.

Dışarı çıktıklarında Emel Hemşire, gelmişti ve yanında başka bir siyah araba vardı. Siyah araba ile kente inerlerken öğrendi kocasının itirafçı olduğunu. Ama hasta olduktan sonra mı itirafçı olmuştu yoksa itirafçı olduktan sonra mı hasta olmuştu merak edip sormadı. Kaderi eski kocasını karşısına bir kere daha çıkarmıştı. Kader, kendisine büyük bir başarı vermişti sessizce, affetmeyi… ve aralarındaki hesap en azından bu dünyada kapanmıştı.

Gözlerinde bir damla yaş vardı sessizce akan ve yüzündeki yara eskisi kadar acımıyordu.

Cevdet Denizaltı

Ben Cevdet Denizaltı; tercih ettiğim şekilde olursa Aziz Hayri. İzmir’de Eşrefpaşa’da doğdum. Önce Çınarlı Endüstri Meslek Lisesini sonra Erkek Sanat Yüksek Öğretmen Okulunu bitirdim. Makine Teknolojisi bölümü öğretmeni olarak görev yapıyorum. Okumayı, araştırmayı, yazmayı seviyorum. Tür ayrımı yapmam, bilimkurgu, fantastik kurgu ve tarihi romanlar favorim. Poe ve Tolkien hayranıyım.