Öykü

Dünya Gezegeni Denetim Raporu

*Bu yazı Duygun Çakmak’ın, “Ankara-Atmosfer Arası Bir Diplomatın Anıları” isimli biyografi kitabından sadeleştirilerek alınmıştır.

Okyanusları, dağları, çölleri, yayılmış ovaları ve akşamı karşılamaya hazır şehirleriyle Dünya; bütün kudreti ve güzelliğiyle önümdeydi. Kalbim, birazdan yerinden fırlayıp ait olduğu gezegene dönecek gibiydi. Şu an ölsem, yaşayamadıklarıma karşı bir pişmanlık hissetmezdim. Böyle bir manzarayı bir kez olsun izleyebilmek yeterdi insana.

“Duygun Bey, zamanı geldi.” Genç danışmanım Kaan Asır, şimdilerin ana muhalefet partisi grup başkanı, koltuk altına yerleştirdiği kalınca dosyasıyla bekliyordu. Kola kutusunun içine benzeyen metalik odadan çıktım. Pencereli koridordan yürümeye başladım. Bomboştu. Alnıma akan terleri silerken ofladım.

“İyi misiniz efendim?”

“İyiyim de niye ben? O kadar kişi içinden niye ben? Görüşecek adam mı kalmadı koca dünyada. Devlet başkanları var, generaller var. Nereden geldi bu sıra bana?”

“Birleşmiş Milletler’in temsilcisiyle görüşmeyi şart koşmuşlar. Genel Sekreter yaşı ve sağlığını sebep göstererek uzaya çıkmak istemedi. Ailenizle birlikte Türkiye’deyken de genel kurul sizi seçmeyi uygun gördü. Bu seçimi yapmalarında geminin İstanbul’a inmiş olması da etkili olmuştur elbet.”

“İndiler de ne oldu sanki? Ülkeyi karıştırmakla kaldılar. Bak şimdi neredeyiz.”

Koridorun bitiminde, toplantı odasına açılan kapının önünde iki robot bizi bekliyordu. Boyundan ve temiz boyasından dolayı daha kıdemli olduğu anlaşılabilen robot, bizimle mekanik sesiyle konuştu.

“Ekselansları sizi kabul etmeye hazırdır. Fakat onunla konuşabilmeniz için size bunu takmam gerekecek.” İnce, içindeki mavi devre yollarının seçilebildiği şeffaf etiketi muhafazasından çıkardı.

“Ne işe yarıyor bu?”

“Birbirinizin dilini anlayabilmeniz için. Nasıl çalıştığını anlatmak isterdim fakat yetkim yok.”

Sakız kıvamında olan etiket alnıma yapıştırılırken, Kaan endişeyle baktı.

“Keşke birkaç korumayla gelseydik” demişti gemiye binerken.

“Yahu Kaan,” demiştim “bunlar koskoca Galaktik Federasyon. Topla tüfekle gelsek korunamayız. Kötü bir amaçları olsa çoktan dümdüz etmişlerdi bizi.”

Kapı açılınca, uzun masanın sonunda oturan İmparator ayağa kalktı. Benden biraz daha kısa, 1.70 var yok, kuzeylilere yakın açık beyaz teni, görebildiğim en karanlık siyah renkteki uzun saçlarıyla tezat oluşturuyordu. Onun da iki gözü, iki kulağı, bir burnu ve ağzı vardı. Karizmatik bir aktör görünümüne sahipti. Yüz hatlarının şaşkınlıkla bakıyordum.

“Bize çok benziyorsunuz Sayın İmparator.”

Ufak ağzını açıp anlamadığım bir lisanda konuşmaya başladı. Ekşittiğim yüzümden kavramış olacak ki konuşmayı kesip ince parmaklarıyla etikete dokundu. Değmesiyle birlikte, bütün vücudumda, kısa süreli iç gıdıklayıcı bir elektrik akımı hissettim.

“Kusura bakmayın Sayın Sekreter Yardımcısı, bu etiketi aktive etmeyi unutmuşlar.”

“Mühim değil Sayın İmparator.” El sıkıştık. Teni soğuk ve yumuşaktı.

Alnına elini götürüp etiketi gösterirken “Bunun nasıl çalıştığını bildiğinizi tahmin ediyorum. Bazı filmlerinizde bu mantıkta çalışan cihazları görmüştük.”

“Eh az buçuk. Fakat dilimizi nasıl öğrettiğinizi merak ediyorum.”

“Yıllardır gezegeninizde gelen her türlü sinyali işleyen bilgisayarlarımız var. Konuşulmuş ve uydularınız yardımıyla uzaya sıçramış her dili toplamış veri tabanlarımız mevcut.”

“Zahmet etmişsiniz.”

“Ne zahmeti, görevimiz bu.”

Kendisine en yakın sandalyeye oturdum. Sert ve sıcaktı. Ben oturduktan sonra üstündeki lacivert kaftanı düzelterek sandalyesine yerleşti.

“Sayın Sekreter Yardımcısı, konuyu uzun tutmaya pek niyetim yok. Sizleri kısa süreden beri takip ediyoruz. Yani bizim için kısa bir süre. Yanlış hesaplamıyorsam gezegeninize göre 2000 sene ediyor.”

“Size göre kısa bir süre mi bu ekselansları?”

“Yaşım 2012 Dünya’ya göre.”

“Hiç göstermiyorsunuz.”

“Kendi hesabımıza göre genç sayılırım. 30 yıl yaşadım henüz. İzniniz olursa devam edeyim.”

“Tabii.”

“Yine bir süre önce, bir imparatorluk memurumuzu, gezegeninizi incelemek üzere yolladık. O zamanlarda da aynı şu an olduğu gibi bölük halde yönetiliyordunuz. Memurumuz da döneminin en büyük devletini gözlemlemek için şehrinize geldi.”

“Osmanlı’yı mı?”

“Evet. Padişahınızın güvenini kazanıp dostlarından biri oldu. Hatta sarayda eğitim bile aldı. Başkentteki incelemelerini tamamlayınca, izin isteyip gezegeninizi baştan sona gezdi ve bu raporu hazırladı.

Önüme, günümüzde neredeyse hepimizin kullandığı elektronik tablete benzeyen bir cihaz uzattı. Elime aldığımda ekranda bulunan ve anlamsız gelen şekiller, Türkçeye döndü:

Dünya Gezegeni Denetim Raporu

“Sayın Sekreter Yardımcısı, raporun bir bölümünü de dostunun, padişahınızın, ricası üzerine İstanbul’a yolladı.

Tableti elimden alıp başka bir şey açtı. Geri verdiğinde şaşkınlıktan dilim tutulmuştu.

“Ama bu…”

“Evet, sizler Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi olarak bilirsiniz.”

Ağzım açık şekilde imparatorunun yüzüne boş boş bakıyordum. Donmuş aklım açıldıkça sormam gereken şey dilime düştü.

“Sayın İmparator, bu denetimin ve raporun amacı neydi?”

“Tabii ki de sizi Galaktik Federasyon’a dahil edip bildiğimiz her şeyi ve her kaynağı paylaşıp paylaşmayacağımızı değerlendirmek içindi.”

“Bir sonuca varabildiniz mi?”

“Evet, bunu bildirmek için buraya da uğramak istedim. Lütfen gezegeninizle özürlerimizi paylaşarak denetimden kaldığınızı iletin. Umut veren bir topluluksunuz fakat az verdiğiniz umut kadar da korkunçsunuz. Zamana ihtiyacınız var. Denetim sonucunu ve eksik kalan kriterleri sizlerle paylaşacağız. Şimdi müsaadenizle Sayın Sekreter Yardımcısı, kendi sistemime dönüp halletmem gereken işler var. Ziyaretiniz benim için bir onurdu.”

“O onur bana aittir.” Sandalyeden kalkıp elini sıktım. Hâlâ kendime gelememiştim. Rüyada mıydım? Öyle olsa alınırdık herhalde diye düşündüm. Ufak robot kapıda bekleyen Kaan’a raporu içeren iki kitapçık uzattı. Bize asansöre kadar eşlik etti.

Gemiye gelmemizi sağlayan kapsüle bindik. Bir süre yolcuğumuz sessizce devam etti. Artık İstanbul’daki binaların çatıları seçilir, arabalar yollardaki karıncalar gibi görünür ve ineceğimiz Sarayburnu da belirgin olduğunda, Kaan dayanamayıp sordu.

“Ne konuştunuz?”

“Kitapçıkları okumadın mı?”

“Sekreter adına verilmiş. Açmam uygun olmazdı.”

Fazla düzgün biriydi. İleride politikadaki kazançları da kayıpları da bundan dolayı olacaktı.

“Evliya Çelebi’nin yolculuğa nasıl çıktığını bilir misin?”

“Yarım yamalak efendim. Peygamber rüyasına girmiş, dili sürçmüş de yola düşmek zorunda kalmış.”

“İşte o öyle değilmiş aslında.”

Kaan boş gözlerle beni izlerken, camdan bakıyordum. Sarayburnu’nda bekleyen muhabirler, devlet görevlileri, halk kitleleri ve Atatürk Heykeli parmaklarıyla kapsülü gösteriyordu.