Gecelerdir uyumuyorum, gece artık benimle iç içe. Şimdi başka bir gece. Radyoda spikerin sesi “Duvar Bekçilerine saldıran kişinin kimliği hekameralarla belirlendi. Kendisi eski devlet bakanı Mücahit Kuzgundelen. Duvarın yapılmasında bizzat sorumlu devlet büyüklerindendir aynı zamanda. Ruh sağlığının yerinde olmadığı düşünülen eski bakanın koordinaları araştırılıyor.”
Hekameralar, heryerdeler, sinek büyüklüğünde teknolojik aygıtlar, sürekli av peşinde kameralar.
Kuzgunların gecesi, lacivert cadının gecesi, şarapçıların gecesi… Hepsiyle tanışma fırsatım oldu, sarıldım gece sevinç sevince. Sadece üzerime örttüğüm bir örtü değil gece, sadece ve sadece benim sahiplendiğim elbisem. On iki suratlı cinayetimi gerçekleştirdiğim yer de geceydi. Gecenin en dibiydi hatta. Su geçirmeyecek kadar hem de.
Zaman ise en öfkelendiğim yerdi…
Az önce cinayet işlediğimden bahsettim. E bu beni bir katil yapar. Rahatça yazmıyor olmam gerekirdi bunları. Lakin gece beni korur, geceye sığınırım. Tanrı hariç kimse göremez gecede neler yaptığımı. Tanrı da cezamı bir şekilde verecek. Ne diyorduk, herşeyden evvel, on iki suratlı cinayetimin sonuçları önemli. Belki de tarihin aldatmacı sayfalarında yer edineceğim. Esrarengiz katilden bahsedecekler. Nesiller benimle büyüyecek, adıma onlarca film yapılacak. Düşünsem ya, şöyle: “Şimdi sinemalarda, Mücahiiit Kuzgundeleeen, efsane katil…” Polis ve detektifler beni bulamayacak. Devletten maaşlarını almaya devam edecekler. Yine de on iki ayrı suratın göründüğü bir gece var, bu suratları görenlerin bir daha hiç bir şeyi göremeyecek olması da cabası. Hikayemiz çok garip. Ardından ürpertici kahkahalarım, yeri göğü inletmese de yeterince dikenleştirici olsa gerek. Nerden mi biliyorum? Kendimden. Kendimden korkuyorum böyle zamanlar. Su geçirmeyecek bir saatim var bu yüzden. Çokça serin sulara atlarım hep.
On iki ayrı surattan en sevdiğim surat Gandhi’ninkiydi. Bu maskeyi giyerken hissettiklerim unutulmazdı. Pasifliğin simgesini giyerken balyozu indiriyorum zavallının üzerine. Kırmızı tozlar saçılıyordu etrafa, ve ben hiç de Gandhi’ye yakışmayacak kahkahalar atıyordum. Ha ha ha diye. Balyozu indirdikçe yer sarsılıyordu, yine de kahkahalarımın sarsıntısı daha fazlaydı. Bu yüzden Gandhi’yi sona sakladım ya. Son vuruş. Ondan önce kimler vardı? On birinci maskem Dostoyevski’nin suratıyla psikolojik bir çıkış yapmadım, aksine sadece şunu söyledim; “siz buradasınız ve ben sizi yerle bir etmeye geldim”. Ondan önceki suratım Dickens’a aitti. Kaliteli bir espri ve parayla ilgili iğneleyici bir konuşmanın tersine şöyle dedim ” Adımlarım beni size getirdi.” Peki ya ondan önceki suratım, Hitler’inkiydi. “öyle çok farklı insan var ki çevremde, yine hepsi bir, hepsi basit. Ben de yürürüm o zaman” dedim.
Farkettiyseniz konuşmalarımı tersine göre anlatmış oluyorum bu şekilde. Kendimi çokça derin sulara atarım hep.
Bu sefer ilk surattan başlayacağım. Taktığım ilk surat Attila’nındı. “Merhaba” dedim. “Merhaba” dedi karşımdaki iki cengaver. İkinci suratı takarken birbilerine baktılar. “Nasılsınız?” diye sordum Sezar’ın maskesiyle. “Kardeşim dalga mı geçiyorsun?” diye karşılık verdiler. Çoktan Amon Ra maskemi takmıştım ve “Basit sorulara bu şekilde cevap verilmez.” diye uyardım. Maskeleri çıkarıp takmama oldukça şaşırıyorlar, bir deliye bakar gibi beni izliyorlardı. Beni tanımasınlar diye, maskenin birini çıkarırken, ardı sıra diğerini takıveriyordum. Ah şu gece olmasa, halim nice olurdu. “Size diyorum” dedim Fatih Sultan Mehmet’le beraber. “Anlamıyor musunuz?” diye direttim Kanuniyle beraber. “Kardeşim deli misin nesin, git bizi rahat bırak” dedi birisi dayanamayarak. Anladım sesinden, korku seziyordum. Ceketimin altındaki balyozu görmeleri mümkün değildi. Marx’ın maskesiyle dedim ki “Üzerimdeki elbisenin etiket fiyatından haberiniz var mı?”. Kafka ile ekledim “Neden herkes birbirini sevemiyor ki?”. Bu konuşmaları yapmak için hazırlanmamıştım elbette. Berbat ettim bir yandan, bir yandan da iyi ettim. Çünkü aval aval bakıyorlardı, anlamıyorlardı beni. Anlamadıkları için de korkuyorlardı. Yıl 2093. Kendimi hiç bir zaman affetmedim. Affedemedim. İnançlı bir insan sayılırım ama kendimi affedemeyişim inancımdan üstün geldi. Karşılarında dikilirken normalde hiç düşünmeyeceğim şeyleri düşünür oldum. Aldatıcı bir rüzgar sanki tehlikeyi göstermek istercesine fısıldıyordu ceketimin eteklerini havalandırırken. Balyozumu görsünler diye, görsünler ve kaçabilsinler diye. Dokuzuncu maskemi taktım ve şöyle dedim “Neyse, hemen davranmayın coplarınıza, gideceğim elbet birazdan. Deli olduğum hakkında fikir yürütmeleriniz de mantıklı olabilir. Ben sakin bir adamım normalde. Oturuyordum öylesine bir yerde. Bu maskeleri özel yaptırdım nedense. Meğersem bir anlamları varmış. Tüm tarih üstüme geliyor, iyisiyle kötüsüyle. Küstahıyla, tevazu sahipleriyle. Hepsi de bana yaptıklarım için pişmanlık çağrısı yapıyor. İnsan değişmezdi hani, hani akıllanmazdı. Hep kendini oldum olası akıllı sanan biz insanlar, nasıl da daha üstün bir akıl olduğunu düşünebiliriz ki kendimizden başka. Sanırım çok nadir de olsa oluyor bu. Meğersem sevgi herşeyden çok önemliymiş. Bunu nasıl anladığımı anlatmak istemiyorum. Uzun hikaye. Ama bunun çok üzücü bir hikaye olduğunu da bilin. Ne diyordum, sevgi herşeyden çok önemliymiş. Bu duvarın yapılışı benim suçum. Sağıma soluma baktım o oturduğum yerde, durup dururken…”. Onuncu maskemi, Hitler’i başıma geçirdim.
…
Gece sakladı ama gündüz olunca yakaladılar beni. Yakındaki akıl hastanesine getirdiler. Hakları var, mantıklı bir hareket. Eylül ayı, yağmur havası var. Cam açık. İçeriye birisi giriyor. Üzerinde atkısı var. Ah şu geceler. Beni saklar bu geceler. Neden o iki bekçiye saldırmışım ki? Diyemedim bomba koymak için. Diyemedim bu kahrolası duvarı yıkmak için bir kıvılcım başlattım. Sadece şunu diyebildim, “Ben eski devlet bakanı Mücahit Kuzgundelen. Hayatımda ilk defa doğru bir hareket yapacağım. Devlet makamının bana kazandırdığı körlük ve insanlığımdan çıkışımın sonuna geldim. Arkama dönüp baktığımda çok akıllı geçinerek ne kadar canlar yaktığımı görüyorum hep. Biraz da delilik yapıp, geleceğe umut olayım dedim.”. Pek kaale almadı dediklerimi. Bugünkü patlamadan sonra beni anlayacağını düşünüyorum. Bekçilerin hayati tehlikelerinin olmadığının haberini verdi. Ne yalan söyleyeyim, hem çok şaşırdım, hem içim rahatladı. Bir kaç alakasız soru daha sorduktan sonra kapıdan çıktı gitti. Arkasından baktım, radyodan birazdan şu haber gelecekti;
“Ülkenin doğu yakasındaki duvar büyük bir patlamayla yerle bir oldu. Çığlıklar her yeri sardı. Büyük terör saldırısı. Herkes panikte. Komşu devletin yapmış olabileceği konuşuluyor. ”
Ve tarih tekerrür edecek, devrim başlayacak…
elinize saglik.