BİRİNCİ BEZELYE TANESİ
Yağmur oluk oluk akıyor, dalgalar tekneyi tokatlıyordu. Öyle ki ahşap, bu şiddete dayanamıyor, ince bir dal gibi eğiliyor, havanın azizliği karşısında pul pul dökülüyordu.
Bir fıçı daha kurtuldu halattan. Güvertede iki tur attı, tekne sancak tarafına yattığında da okyanusa karıştı. Doğru ya, ağırlıklardan kurtulmalıydı. Kaptan işaret verdi. Genç gemici merdivenden kayarak güverteye indi. Kılıcını çıkarttı, tek darbede serbest bıraktı kalan fıçıları. Fakat habersiz gelen bir dalga teknenin başını öyle bir şahlandırdı ki, hiç şansı kalmamıştı. Fıçılar, kurşunu andıran bir hızla üzerine yığıldı. Adamın kafatası bir çekiçle ezmiş gibi etrafa dağıldı.
Tek bir saniyesini bile kaçırmamıştı kaptan. Fakat ne gelirdi elden kemer tokasını sıkmaktan başka. Okyanusu tekrar süzdü. Hayır, alabora olmayacaktı tekne. Belli ki girdap, başka bir plan hazırlamıştı. Dalgalar tekneye döve döve yön veriyor, onu merkeze itiyordu. Ana direğe baktı. Yelkenin dayanacağını bilse, hiç düşünmez, açardı.
Dümeni bırakıp kürek dairesine indi. Tayfalar tüm kuvvetleri ile yükleniyordu. Fakat küreğin de bir sınırı vardı. Kaptan güverteden sızan damlalara takıldı. Belliydi, kurtulamayacaklardı. Hayatı boyunca hep savaşmıştı. Ya şimdi… kılıcı kınında mı ölecekti?
Merdivenden çıkarken güvertedeki kafasız gövde gözüne çarptı. Yağmur et parçalarını yıkamış, ancak kan lekeleri çıkartamamıştı. Son kaçınılmazdı ama, böyle de veda etmek istemiyordu. Tekrar dümene döndü, cebinden pusulayı çıkartıp okyanusa fırlattı.
“Herkes silah başına!” dedi. Köşküne gidip tören üniformasını giyindi. Geri geldiğinde yardımcısına: “Döndür gemiyi.” dedi. Kılıcını kınından çıkarttı, sancak tarafına doğrulttu:
“O girdabın dişini sökeceğim!”
İKİNCİ BEZELYE TANESİ
Sen geldin ha, abini bekliyordum ama, iyi geç otur. Küçükken de gelirdin yanıma, atmadım o kanepeyi, bak, hem de baş ucuma koydum. Bana yakın hatıralarla uğurluyorum kendimi, başka ne kaldı ki zaten.
Topladığım çiçekleri vazoya koydum. Sandım becerirler, birbirlerine tutunup hayatta kalırlar. Halbuki ben onları köklerinden yolarken hükmü vermişim, ben yazmışım yazgıyı, ben.
Bir dileğim olacak. Anan kahrınızdan gitti, beni de o girdaba ittiniz. Canınız sağ olsun, ne de olsa benim bir parçamsınız. Ama bak şu halinize, o sürünüyor, sen sürünüyor. Abini duydum, ev sahibi gelecek ay çıkartacakmış. Sonra nerede kalır, arkadaşı da kalmadı çevresinde, parasızlık ağız kokusu yapar, kimse dayanamaz fazla.
Sen git, özür dile. Bunu aile için yap. Ya da boş ver herkesi, kendini düşün. Senin sokakta kalman da yakın. Abini yanına al, kirayı paylaşın. Para biriktirip kendi evinizi kurun.
Hayal gibi geliyor kulağa değil mi, sanki tek bir günden, tek bir andan bahsediyorum. Fakat ne var biliyor musun, eğer bu yolu izlemezsen, karanlıkta kaybolacaksınız. Sütün tadına bakmadan terk edip gideceksiniz dünyayı.
Sizi, aile olalım diye çağırdık. Fakat siz, bizi böldünüz. Belki de bizim kendi hatamızdı, zamanında size öğretemedik. Fakat biz de yeni kavradık. Eğer şimdi burada, bana söz verirsen, hem annenin cesedini, hem de benim ezilmiş yıllarımı hayata döndürürsün. Artık her şey senin elinde.
ÜÇÜNCÜ BEZELYE TANESİ
“Parmaklarımı sapladım toprağa. Vazgeçmek mi, yoktu öyle bir şansım. Fakat hortum dönüyor, dönüyor, ve dönüyordu. Beni içine çekmek için tüm hilesini kullanıyor, başarısızlığın hıncını yine benden çıkartıyordu. Dal taş sırtıma çarpıyor, bir zımpara kağıdı gibi kırıntılarımı kendisi ile sürüklüyordu. Tenimden sızan kan damlaları da bu çağrıya kapılıyor, beni terk ediyordu. Giderken de kulağıma eğiliyor: Neden bu çaba, diyordu.
Doğru ya, kaybedeceğini bile bile neden karşı koyardı insan? Bir ihtimal mi arardı imkansızlıklar arasında? Bir noktayı mı yokluyordu hayatın gözünden kaçan? Bir şey fısıldıyordu içindeki ses, o sonsuz zamanın bilgisini taşıyan ses. Önemli olan varmak değil yola çıkmaktır, diyordu.”
“Nasıl kurtuldun?” diye sordu bekçi.
“Girdaptan mı?”
“Belirtmeye lüzum görmedim.”
Bahçıvan, yürüyüp bekçinin yanından geçti. Elini tel örgüye sürterken başı eğikti: “Kavrayacağını ummamıştım.”
Bekçi belini doğrulttu. İki eli belinde dayadı:
“Bir tek sen mi var sanıyorsun?”
- Ganbatte, Ganbatte Kudasai! - 15 Aralık 2017
- İskelet Prenses ve Zehirli Şapka - 15 Kasım 2017
- Göle Yansıyan Dolunay - 15 Ekim 2017
- Kutsal Hastalık - 15 Eylül 2017
- Kişi ve Aksak - 15 Ağustos 2017
Genel olarak kısa ve samimi anlatımları tercih ediyorsunuz sanırım. Hem Paket hem de Bezelye Tanelerinde benzer bir yaklaşım sezdim. Konuyu dağıtmayıp anlık tek bir düşünce/hissiyat/olaya odaklanabiliyorsunuz. Böylece yalın ve net bir şekilde ama kesinlike basitlikten uzakta üstelik sıcak bir şekilde okuyucuya ulaşabiliyorsunuz. Bu yüzden Paket hikayenizi beğenmiştim. Yamyamlık ve Robot ahalisi ilginç bir ikiliydi ancak kesinlikle – konuyu düşünürsek- sevgi doluydu. Burada ise Bezelye Taneleri arasında bir bağlantı aradım. Anlaşılan yokmuş ya da göremedim. Kaleminizin kağıtta spontane hareketleri gibi geldi. Kendi içinde tutarlı ancak bir bütünsellik vermiyor. Kişsel olarak arada bir bağlantı olsa – ne de olsa bezelye taneleri de yeşil bir koza içinde değiller midir?- çok daha mutlu olurdum. Sizin daha uzun bir öyküde ne yapacağınızı merak ediyorum. Belki bu hikayeyi bir daha düşününce ilk paragrafı tekrar gözden geçirmek istersiniz. Anlaşılan çok şiddetli bir fırtına var ve rüzgar kuvvetli, o halde yağmur oluk oluk akmaktansa bir kırbaç gibi yüzünüzde patlar. Çünkü yoğun yağmura mahsur kalmak ancak rüzgarsız havalarda olur. Ahşabın pul pul dökülmesi derken sanırım tahtaların güverteden kopup gittiğini anlatmaya çalıştınız? Şöyle düşünelim; bir şeyin pul pul dökülmesi için yüksek sıcakta içindeki nemi kaybetmesiyle olur. Ahşabı esneyen dala benzetmek zekice bir fikirdi. Bu yüzden esneyen tahtanın dayanamayıp uzun yerinden kopması/boydan boya çatlaması/kırılması/parçalanması bana daha gerçekçi hissettirirdi. Son bezelye tanesindeki ilk paragraftaki içsel hesaplaşmayı/mücadeleyi tam kavrayamadım. Kesinlikle biraz daha açsan merakla merakla okumak isterdim. Elinize ve Düş Gücünüze sağlık.
Değerli vaktiniz ve yorumunuz için teşekkür ederim. Yağmur konusunda beni iyi yakalamışsınız. Bu konuda kendimi geliştireceğim. Büyük ihtimalle de her defasında sizi anacağım. “Pul pul dökülme” konusundaki bilgi için de minnettarım.
Doğru, tek bir hikaye var. Fakat bunun okuma anında değil de daha sonradan bulunmasını arzuluyorum. Okuyucu, bu eksikliği aklından çıkartamayacak, ara ara aklından geçirecek, bir gün bağlantıyı kuracak, ve işte o zaman yazılarımı daha bir sevecek diye umuyorum. Aksi halde kaybetmek diye bir şey yok; birbirinden bağımsız üç hikaye okumuş olacak.
Son bezelyedeki ilk paragraf konusunda geri dönüşünüz için tekrar teşekkür ederim. Bu konu üzerine düşüneceğim. Sonuçta, anlaşılamadıktan sonra yazmak neye yarar.
Okuyucları için büyük planları olan yazarlar. Bir taraftan yazıp diğer taraftan okuyucunun keşfetmesini bekliyorlar. Fikri çok sevdim o halde takipteyim 🙂
“Doğru, tek bir hikaye var. Fakat bunun okuma anında değil de daha sonradan bulunmasını arzuluyorum. Okuyucu, bu eksikliği aklından çıkartamayacak, ara ara aklından geçirecek, bir gün bağlantıyı kuracak, ve işte o zaman yazılarımı daha bir sevecek diye umuyorum. Aksi halde kaybetmek diye bir şey yok; birbirinden bağımsız üç hikaye okumuş olacak.”
Beğenini bu şekilde dile getirdiğin için minnettarım. Seçimin için pişman etmemeye çalışacağım seni.