O çocuk, enişte beni yaz derken beni bir öykünün kahramanı yap demiyordu. Beni canlandır, bir öykü karakterine dönüştür ama ben, ben olayım demek istiyordu. Kahraman olunacaksa ben onu öykünün gelişim süreci içinde gerçekleştiririm diyordu. Güçlü bir özgüvene sahipti. İyi dedim içimden, madem öyle başlayalım.
Atölyemi bir baştan aynı başa, gönye, cetvel, metre falan kullanmadan üç yüz altmış derecelik bir açıyla gözden geçirdim. Dün akşam derleyip toparlayıp bıraktığım gibi. En çok sevdiğim zevk aldığım durumda bu. Kapımı açıyorum ışıklarımı yakıyorum. Makinelerimi çalıştırıyorum. Başlıyorum aletleri kullanmaya, akşama ulaştığımda atölyenin derli topluluğundan hiçbir eser kalmamış oluyor. Yontulmuş kütükler, sözcükler, kalemler, yerlerinden alınmış testereler, darmadağın bir masa… Biri bir yerde biri bir yerde… Kerpeten, keser, kimi çalışma masasını yanında kimi üstünde. Haydi, yeniden toparla ki yarın sabaha hazır olsun. Kolay değil kütüklerden, sözcüklerden yeni bir karakter yaratmak. Makinelerin gürültüsünde, hayallerim, su terazisi içinde vernik taşıyor. Renk renk ayrılmış bidonlardaki boyalar, gerçekliğin ta kendisi. Şeritli testere çalıştığında, çekiç, matkap, çivi heyecanla sıralarını bekliyor, coşku yaratıyorlar. Hikâyeyi öyküleştirmede deneyimden yararlanmak için deneyimlenmiş unsurları, araçları yani rendeyi, törpüyü, zımparayı dikkate alıp toparlamak lazım. Bilgi birikimim tutkal yapımında, cilalamada, ladin ve maunu biçimlendirmede, kontraplak yapımında ortaya çıkarken, aklım metre kullanmayı tercih etti. Kurtağzı, dübel, kumpas, yani ne varsa alet edevat hepsi faaliyete geçirdim. Zaman mekân somuttu. Her şey aşikârdı. Betimlemek de somut olmalıydı.
Kızımın okulu bitirdiği yıldı, misafirliğe geldiğinde. Daha doğrusu yaşadığımız şehir onun yol güzergâhındaydı. Sivas’tan İstanbul’a geçerken Ankara’da halaya da uğrayıvermişti.
Ağırladık. Atölye tezgâhı büyüklüğünde sofra kurduk. Halası sofrayı sevdikleri tüm Çerkez Yemekleriyle özellikle de hıngelle donattı. Amcasıyla hemen cep telefonlarına sarıldılar sofranın, özellikle hıngelin çeşitli açılardan fotoğraflarını çektiler, aile yakınlarının kıskandırmak, ağızlarını sulandırmak için gönderdiler. Mesajlar, tepkiler anında yansıdı. Çok şanslınız diyenler, keşke bizde orada olsaydık diyenler, eşime sitem eden yeğenleri yani İstanbul ve Sivas’tan hıngel için mesajlar yağdı. Hıngel, bu durumdan çok mutluydu.
Sohbet esnasında kızımın tayin konusu gündeme gelmişti. Kestirmeden gitmişti. Ağacın suyuna giderek şekillendirdi muhabbeti.Bir marangoz edası vardı kendisinde. Enişte, hiç merak edip endişelenmeyin o iş bende demişti. Su teraziymiş metreymiş boş ver bunları ben her şeyi hal ederim diyen hızar makinesi gibiydi. Hakikaten yüreğimize su serpmişti. Kafamızı meşgul eden önemli sorular vardı. O sorunları aşacak hiçbir seçeneğimiz yok gibiydi. O kadar rahat ve içten söylemişti ki gülen gözlerinin samimiyetiyle bizim için problem anında çözülüvermişti. İstanbul’da çalıştığı işyerinin patronu partinin ve başbakanın çok yakın bir akrabasıydı. Ve daha da önemlisi patron onun bir dediğini iki etmezken başbakanda patronun bir dediğini iki etmezmiş. Körün istediği bir göz Allah’ın verdiği iki göz, daha ne isteyebilirdik. Kızımın tayini bulunduğumuz şehre yapılmış gibi mutluyduk. Verniklenmiş, boyanmış gürgen gibiydik. Sevinçten yerimizde duramıyorduk.
Küçük amcası da beraberindeydi. Aralarında çok yaş farkı yoktu. Birbirlerine takılıp şakalaşmayı çok seviyorlardı. Matkapla meşeyi deliyorlardı. Kerpetenle maundan çivi çekiyorlardı. Şakanın boyutu nereye varırsa varsın saygı da kusur yapmıyorlardı. Haddini bilen kırlangıç kuyruğu gibiydiler.
Sabah bunları yolcu etmeden önce amcası bizi kenara çekti. Tüm umudunuzu sakın buna bağlamayın. Hani yapmaz demiyorum, elinden geleni ardına koymaz, yapmak ister. Bunun yanında boş keseden atmayı da sever ama arkası asla gelmez. Yerine yerleşmemiş dübel gibidir, Asıldığınızda kendini bırakıverir.Nasıl yani? Kötü zımparalanıp tutkalla birbirine yanlış yapıştırılmış sunta gibi mi?Gece boyu söyledikleri palavra mıydı? Tepemden bir kazan kaynar su dökülmüştü. İnanmak istemiyordum amcaya. Kerpeten mengene çekişmesi, rekabeti kıskançlığı olmasın?Çocuğu kıskanıyordu. Gerçi daha çok genç, otuzlu yaşın heyecanıyla böyle davranmış olabilir ama bu kadar büyük bir palavrada olmaz herhalde. Bunlar hayati konular. Nasıl gayri ciddi olabilir. Şeritli testere, hızar makinesi şaka yapmazlar, kesiverirler kolunu kanadını.
Ellerimizi öpüp müsaade istediklerinde dikkatle inceledim. Amca kıskanıyor olabilir mi yiyeninin iş bitiriciliğini? Ya dedikleri doğruysa kızım büyük bir hayal kırıklığı yaşamaz mı? Kızımın o durumunu düşünmek bile istemedim. Nasıl bu kadar rahat bizi istismar edebilir? Yani kafamız o kadar çok karışmıştı ki ne düşüneceğimizi bilemez hale geldik. Çünkü biz konuyla ilgili kendisinden bir talepte bulunmamıştık. Tanıdığım kadarıyla hem böyle bir iş bitirici hem palavracı insanların duygu ve düşüncelerini istismar edecek biri olarak tanımıyorduk. Kendisini bir küçüğümüz, yakın akraba olarak da seviyorduk. Gülen gözlerinin samimiyeti gevrek gevrek gülüşüne yansıyordu. Bunu tanıdığımdan bu yana görüyordum. Bize böyle öneriyle gelince daha da çok sevmiş ve gururlanmıştık. Parmak kadar çocuk büyümüş iş kotarıyor.
Direksiyonun başında güler yüzüyle korna çalarak aracı hareket ettiren o çocuğun yüzüne çok dikkatli baktım, kafamın içindeki düşünceleri belli etmeksizin. Gayet neşeli, mutlu gözlerinin içi gülüyordu. Normal olan burnu sanki içe doğru kaçmış küçülmüştü. İçe doğru çekilen burun kemikleri, yanakların alt tarafından gözlere doğru basınç uygulamış olmalı ki yanak elmacık kemiklerine yamanıp bir yükseklik oluşturmuştu. Bu da yüzdeki şark çıbanı izlerini daha belirgin hale getirmişti. Kısa kesilmiş saçlarıyla uyum sağlamıştı.
Yolcu edip içeri girerken, kafam karışmıştı, Allah Allah benim bildiğim burnun uzaması gerekmez miydi? Bildiğimiz hikâye böyle değil miydi? Eşim ne burnu ne uzaması dedi. İçimden konuşarak muhasebe yapmaya çalışırken kontrol sistemi devre dışı kalmış olmalı sesli konuşmuştum. Hiç dedim kafama bir şey takıldı da… Öylesine söylendim. Takma kafana, dedim ama çelişkiyi çözmek istiyordum. Antreden oturma odasına geçerken, Hani hikâyede yalan söyledikçe burnu uzuyordu ya Pinokyo’nun… Hâlbuki Baki’nin burnu tam tersi sanki içe kaçarak kısaldı. Böylesi konularda uzman olan eşim alay edercesine gülerek, sen hâlâ oradasın değil mi? Ne yapayım kardeşinin söyledikleri kafamı allak bullak etti dedim. Bir kere Pinokyo yalan söylüyordu Baki yalan söylemedi, palavra attı. Yalan söylese bile o olay evrimleşti. Biliyorsun artık uzun burun diye bir şey kalmadı. Kendi burnuna baksana, Toros sıra dağları kadar uzun ve bir o kadarda hörgüçlüydü. Ne oldu o sıra dağlara… Çok büyük şiddette deprem oldu da biraz yerin dibine doğru inerken hörgüçlerde, kemerlerde düzeldi mi? Nasıl oldu da Cüneyt Arkın burnuna benzedi? Nefes alamıyorum nefes alamıyorum diye diye yattın bıçağın altına. Nefes değildi sorunun, sıra dağlar gibi burundan gözünün önünü göremiyordun. Herkes senin gibi bıçak altına yatmaya başlayınca bunu sezinleyen burun kıkırdakları, kemikleri çareyi içe doğru evrimleşmede buldu. Sen Pinokyo’nun burnunun son şeklini görmedin herhalde. Yirmi iki defa ameliyat masasına yatmış. Operasyon üstüne operasyon geçirmiş. Dünyadaki en ünlü estetik uzmanlarıyla anlaşmış.Onu yaratan babası onun yüzünden sıfırı tüketmiş, en sonunda marangoz atölyesini de satmak zorunda kalmış. Sattığı atölyesinde maaşlı eleman olarak çalışmaya başlamış. Bu sevginin ödettiği bedeldi. Hiç bir karşılık beklentisi olmadan her şeyden vazgeçmektir
Baki’nin de hiçbir kötü niyeti olmadan Elma Şekeri diye hitap ettiği halası mutlu olsun amaçlı bir çıkışa imza attığına eminim. Eşimin dediği gibi yalan söylemiyordu fakat iyi niyeti amacını aşan vaatlerde bulunmasına sebep oluyordu. Özünün iyi olduğunu biliyorduk. Onu seviyorduk ve hiçbir zaman da sevgimizde kuşku olmadı. Gepetto ustanın Pinokyo’yu sevmekten vazgeçmediği gibi.
On yıl geçti aradan. Defalarca bir arada olduk, defalarca halası ona hıngel hazırladı, hıngellerin defalarca fotoğrafları çekildi. Kuzenlerine, kardeşlerine, eğer yanında değillerse eşine ve çocuklarına, bazı amcalarına defalarca fotoğraflar gönderdi. Özellikle en küçük amcaya ve büyük halanın kızına gönderip onları imrendirmeye bayılıyordu. Sonra başlıyordu mesajlar telefonlar, şakalaşmalar gülüşmeler…
On yıl içinde bir kere bile kızımın tayin konusu açılmadı. O dübeloyuğuna oturmamıştı. Düşüvermişti daha evden ayrılmadan. Oyuk büyük gelmişti. Bu on yıl içinde içe doğru evrimleşip kayan burun estetik cerrahi tarafından düzeltildi. Sevgimizi bir dirhem bile yitirmedik. Özünün sağlam olduğunu defalarca ama defalarca yaptığı dübellerle kanıtlamıştı. Hiçbir karşılık beklemeden bazıları ayağına dolanmalarına karşı fedakârlıklar yapmaktan asla geri kalmadı.
Burun yerli yerine oturdu. Gözlerinin içi yine ışıl ışıl lakin oldukça yorgunlar. Sevdiceklerini taaa okyanusun ötelerine göndermek zorunda kaldı. Buradan oralara baka baka o ışıl ışıl gözler çok yoruldu… Çok yoruldu. Özlem çok yordu onu…
Selam @Ziya
Pinokyo’yu en zayıf noktasından yakalamışız ikimiz de; sahtelik. Bütün bu Pinokyo’lar hep aynı amaç için yaşıyor. Gerçek bir insan olmaya çalışıyorlar ama bir yalanı yaşıyorlar. Yine çok gerçek ve hüzünlü bir öykü. Kalemine sağlık. Görüşmek üzere.
Merhaba
Gerçek bir yaşam öyküsü galiba dedirten bir hikaye yazmışsınız. Elinize sağlık. Sizin olmasa bile mutlaka birinin/birilerinin başına gelmiştir. Ben bu hikayeyi yaşayanın Gepettoluğuna ve affediciliğine de şapka çıkarıyorum. Belki başkası olsa bin kez yüzüne vururdu. Sizin öyküde sevgi sekteye uğramamış
Kaleminize sağlık
İyi geceler @ulu.kasvet .
Çok teşekkür ediyorum isabetli değerlendirme ve tesbitlerin için. İkimizin aynı noktaları yakalamış olması öykünüzü okurken ben de farkettim. Hoşuma da gitti. Öykünle ilgili düşüncemi birazdan yazacağım.
Selam
İyi akşamlar @Muge_Kocak .
Öykülerime zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum.
Gerçek yaşam dedirtecek kadar gerçekliği size hissettirmişsem ne mutlu bana. Tesbitleriniz rehberim oluyor, kiymetlidirler. Sağolun.
Sizin gerek bu mercada gerekse Edebiyathaber gibi alanlarda yayınlanan öykülerinizi okuyorum ve beğeniyorum. Bilmenizi isterim.
Saygı ve sevgiyle kalın.
Teşekkürler @Ziya
Öykülerimi okumanız ve beğenmeniz beni çok mutlu etti. Çok teşekkürler.
Nice öykülere diyelim o zaman
İyi günler