Öykü

Büyük Av

1524 yılı haziran ayının sonlarında Portalegre limanından hareket eden gemi iki ayın sonunda altın koydaki Bagadri’ye varmak üzereydi. Kaptan ve yaveri geminin ortasına kondurulmuş kasaranın üstünde hararetle bir şey hakkında konuşuyorlardı. Yakıcı güneş beyaz tenlerini kızıla çevirmiş, dayanılmaz acılara sebep oluyordu. Kaptan henüz otuzuna varmamış genç bir adamdı. Babasının yardımıyla kaptanlık görevini almış ve Yeni Dünya’ya göre biraz olsun daha az tehlikeli olan bu rotada ilk seferine başlamıştı. Bu seferi başarıyla tamamladığında Yeni Dünya’ya yelken açacak kadar tecrübe kazanmış olacağını umuyordu.

Birkaç gün sonra varacakları bu kent ilk yerleşimciler tarafından yaklaşık yüz sene önce kurulmuştu. Kırk elli kişinin kurduğu bu kentte şimdilerde otuz bine yakın kişi yaşamaktaydı. Şehirdeki yerlileri saymazsak İber Yarımadasından göç edenler yaklaşık sekiz bin civarındaydı. Bu liman kenti bölgedeki ticaretin gelişmesiyle hızla büyümüş, Orta Afrika’nın en büyük kentlerinden biri haline gelmişti.

Gemide kırk tayfa bulunmaktaydı. Karavela tarzında yeni yapılmış bir gemiydi ve daha fazla mürettebatı barındırabilirdi. Bu gemiler “Gemici Henrique” zamanından beri kullanılan gemilerdi. Zamanla daha da geliştirilmişlerdi. Bu tayfalardan bazıları Yeni Dünya’ya birkaç kez gidip gelmiş tecrübeli denizcilerdi. Sürekli yerlilerle yaptıkları savaşlardan ve bu savaşlarda muhtemelen hiçbir zaman sergilemedikleri kahramanlıkları veya acımasız korsanların nasıl kâbus gibi üzerlerine çöktüğünü abartarak anlatıyorlardı. İhtiyar bir denizci ise Kolomb’un tayfası olduğunu ve burayı ilk keşfedenlerden biri olduğunu bile ileri sürmüştü. Yeni yetmeler ve bu yeni diyarlara hiç gitmemiş olanlar bu hikâyeleri keyifle dinler bir gün oraya gidebilmenin hayalini kurardı. O el değmemiş toprakların zenginlikleri karşısında hepsinin gözlerindeki parıltıyı görebilirdiniz. Orada olmayı hayal ettikleri adama dönüşme şansları vardı ve bu kaçırılmayacak bir fırsattı.

Üç gün sonra Bagadri limanına vardılar. Limana yaklaştıklarında çeşitli büyüklüklerde onlarca geminin demirlemiş olduğunu gördüler. Sürekli bir devinim hali vardı. Yükünü dolduran gemiler ayrılır ayrılmaz yerine yenisi geliyordu. Hummalı bir koşuşturmaca ve kargaşa uzaktan da olsa rahatlıkla seçiliyordu. Limanda gemilere bindirilmek için bekleyen elleri ve ayaklarından birbirine zincirlenmiş yerliler sıra sıra dizilmişti. Bunların hepsi yetişkin denecek yaştaydı ve sağlıklı görünüyordu. Plantasyonlarda çalışmak için sağlıklı ve güçlü olmak gerekiyordu. Yaşlı ve çocukların pek değeri yoktu.

Gemi nihayet limana demirledi. Takasta kullanılacak yükler ve birkaç tüccarın siparişleri tayfalarca indirildi ve başlarına iki nöbetçi dikildi. Bu kargaşanın içinde başlarına bir şey gelmesi işten bile değildi. Anlaştıkları kabile reisi ile buluşmadan önce malların başına bir şey gelmesi herkes için bir felaket olurdu. Yola çıkmadan önce dinlenmeye ihtiyaçları vardı. İki gün sonra buluşmak üzere ayrıldılar. Kaptan ve yaveri şehrin merkezindeki handa konakladılar.

İkinci günün sabahında tüm tayfa limanda toplanmıştı. Atlar hazırlanmış ve mallar yüklenmişti. Kaptan tayfaların bir kısmını dönüş hazırlıklarını tamamlamaları için limanda bıraktı. Kalanlarla birlikte reisle buluşmak üzere yola koyuldular. Tayfalardan bazıları daha önce reisle buluştuklarından kabilenin köyünün nerede olduğunu biliyordu. Kafileye rehberlik eden tayfalardan Hernan yolun çeşitli tehlikelerle dolu olduğu konusunda kaptanı uyarmıştı. Son seferlerinde yerlilerin saldırısına uğramışlar ve beş adamlarını kaybetmişlerdi. Kaptan son zamanlarda bu saldırıların arttığını duymuş ve yanlarında fazladan tüfekli adam bulunmasının iyi olacağını düşündüğünden şehirden on kadar kiralık asker ayarlamıştı.

İlk günün akşamında sıcak ve nemden bitkin düşmüş halde kamp kurdular. Hava boğucuydu ve bu tropikal ormanlarda ilerlemek tam bir işkenceydi. Sivrisinekler ise durumu iyice kötüleştiriyordu. Birçok tayfa bu sineklerden bulaşan hastalıktan ölmüştü. Geceyi nöbetleşe dinlenerek geçirdiler. Kabilelerin ne zaman saldıracağı hiç belli olmazdı. Sabah olduğunda durmanın onları daha fazla yıprattığını düşünüyordu. Böylece durmadan yola devam etmeye karar verdiler.

“Daha ne kadar yolumuz kaldı Hernan” diye sordu Kaptan en önde yürüyen adama.

“Fazla değil Kaptan, şanslıysak ve yolu kaybetmediysek yakında varırız.” Dedi.

“Yolu kaybetmediysek mi?” diye sordu tayfalardan biri.

“Bu ihtiyarın pek çok şeyi kaybettiğine şahit oldum ama yolu kaybettiğine asla.” Dedi diğer bir tayfa.

“Doğru söyledin.” dedi Kaptan. Babası bu ihtiyarı, oğluna göz kulak olmakla görevlendirmişti. Bu diyarlar her ne kadar daha az tehlikeli olsa da imparatorluk topraklarının en tekinsiz yerleri bile burası yanında epey güvenli kalırdı.

Yorucu bir yolculuktan sonra nihayet kabile reisinin köyüne vardılar. Ancak köye vardıklarında yerlilerden hiçbir iz yoktu. Sanki yıllardır hiç kimse buraya uğramamış gibi görünüyordu. Adamlar arasında fısıldaşmalar baş gösterdi.

“ Belki de farklı bir yere göç etmişlerdir.” dedi tayfalardan biri.

“Bize bir haber bırakmadan gidebileceğini sanmam. Sonuçta en iyi müşterisi biziz.” dedi Hernan.

“Etrafa dağılıp araştıralım belki bir iz bulabiliriz.” dedi Kaptan.

Adamlar söyleneni derhal yerine getirdi. Bir müddet sonra hiçbir şey bulamadan geri döndüler. Kaptan bunca yolu boşa gelmiş olmalarından ötürü hayal kırıklığı içindeydi.

“Lanet olası yerlilere hiçbir zaman güven olmaz.” dedi öfkeyle.

Bu el değmemiş ormanlarda nereye gitmiş olabileceklerine ilişkin hiçbir fikirleri yoktu ve geri dönmekten başka çareleri kalmamıştı.

“Belki büyük ava çıkmışlardır.” dedi Hernan. Yağmurlar yeni başlamıştı ve bu zamanlarda büyük ava çıkıldığı bilinirdi. Ancak köyü de boş bırakamazlardı. Yaşlılar, çocuklar ve onlara bakacak olanlar ava katılmazdı.

“Yaşlılar ve çocuklar burada olmalıydı.” dedi Gonçalves.

“Her ne olduysa şu an yapabileceğimiz bir yok, dönmelerini bekleyemeyiz.” dedi Kaptan.

“Kaptan, en azından bir gece burada dinlensek, adamlarda çok yorgun hepimiz için iyi olur. Yarın erkenden yola çıkarız.” dedi Hernan bitkin bir ses tonuyla.

Adamlara şöyle bir bakınca Hernan’ın söylediklerinde haklı olduğunu düşündü. Hiçbirinde yürüyecek hal kalmamıştı. Sivrisinekler ve boğucu hava hepsini yıpratmıştı.

“Pekâlâ bu gece burada konaklayacağız, yarın erkenden yola çıkmış olmalıyız. Yeteri kadar zaman kaybettik. Gidip başka bir tüccardan köle almaya çalışacağım.” dedi Kaptan.

“Emredersiniz efendim. Adamlara söyleyeyim yemeği hazırlasınlar.” Dedi Hernan ve süratle adamların yanına gitti.

O gece köyün ortasında yaktıkları ateşte yemekler pişirildi ve iştahla yendi. Tayfalar tabakalarından tütünlerini çıkarmış dikkatle sigaralarını hazırlıyordu. Hava her nasılsa ormanın iç kısımlarındaki boğuculuğunu kaybetmişti. Hatta gecenin ilerleyen saatlerinde alışılagelmedik bir serinlik oldu. Ateşin etrafında oturan tayfalar arasında yaşlıca olan Gonçalves, şu Kolomb ile Amerikaya gittiğini iddia eden, genzini temizledi ve ateşin aydınlattığı sakallı yüzündeki gizemli bir ifadeyle konuşmayla başladı;

“Büyük avı bilir misin Kaptan?” diye sordu. Kaptan beklemediği bu soru karşısında biraz şaşırdı.

“Elbette bilirim Gonçalves, bunu buradaki herkes bilir.” dedi alaycı bir tavırla.

“Bahsettiğim bu değildi Kaptan. Bunu bilmediğinize eminim.” dedi ve sigarasından derin bir nefes çekti.

“Eğer bilmediğimizi iddia ediyorsan belki anlatıp bizi aydınlatırsın Gonçalves” dedi Kaptan

“Elbette Kaptan” dedi ve tekrar genzini temizledi.

“Bu hikâyeyi büyük babamdan dinlemiştim. Oda sanırım yerli reislerinden birinden duymuş olmalı. Büyük babam altın sahillere ilk gelenlerdendi. Gözü pek kâşiflerdi. Şimdikiler gibi katil veya hırsız değillerdi. Zamanla buradaki yerlilerle iyi ilişkiler kurmuşlar, onlarla ticareti geliştirmişlerdi. İlk başlarda her şey çok iyi gidiyormuş. Bir zaman sonra kabilelere giden tüccarlardan alınmamaya başlamış. Arkalarında hiçbir iz bırakmadan kaybolmuşlar. Önce bazı kabilelerden şüphelenmişler ancak bir süre sonra bu kabilelerden kaynaklanmadığı anlaşılmış. Büyük babam bu kaybolanları aramaya giden askerler arasındaymış. Bir gün bir kabile şefinin anlattıkları onu çok etkilemiş. Kabile reisi bu ormanlarda bir koruyucunun yaşadığını ve buraya ait olmayanların başına gelenlerin sebebinin o olduğunu söylemiş. Büyük babam bu söylenenleri komutanına anlatmışsa da beklediği karşılığı alamamış ve komutanı onunla alay edip yanından göndermiş. Ancak bu hikâye zamanla askerlerin arasında yayılmış ve kalpleri, buraya gelenlerin uğradığı meçhul akıbet karşısında korkuyla dolmuş.”

“Bunlar sadece uydurulan masallar Gonçalves.” dedi Kaptan.

“Yerliler bu koruyucuya “Safari” der Kaptan yani “Büyük Avcı.”

“Saçma hikâyelerle adamların kafasını bulandırma Gonçalves. Burada şu sinir bozucu sineklerden ve lanet yerlilerden başka hiçbir şey yok.” dedi.

“Sadece bir hikâye Kaptan saçma bir hikâye,” dedi yaşlı Gonçalves.

“Biraz dinlenelim, güneş doğduğunda yola çıkmış olmalıyız.” dedi Kaptan

Ateşin etrafında toplanan adamlar boş kulübelere dağıldılar ve günlerin yorgunluğundan olsa gerek süratle uykuya daldılar.

Kaptan uyandığında ateşin söndüğünü gördü. Ateşin tam karşısındaki ağacın dibinde uyuyakalmıştı. Ağır ağır doğruldu ve vücudunun ağrıdan sızladığını hissetti. Etrafa bakınca hiçbir tayfanın ortada olmadığını fark etti. Kulübeleri dolaştı ancak kimseyi bulamadı. Ne kadar süredir uyuduğunu anlamaya çalıştı. Güneşin epey yükseldiğini gördü. Herkesin sessiz sedasız nereye gidebileceğini düşündü. Onu kaldırmadan gitmeleri de olanaklı değildi. Şaşkınlıkla etrafta koşuşturdu ancak kimseden bir iz yoktu. Bir an önce buradan uzaklaşması gerektiğini düşündü. Ağacın dibindeki çantayı aldı ve ormanın içine daldı. Aklında yaşlı Gonçalves’in anlattıkları dönüp duruyordu. Artık kendisi içinde safarinin başladığını biliyordu.