Öykü

Cennet de Burada Cehennem de

Son günlerde, yapmayı alışkanlık haline dönüştürdüğüm gibi, 5 numaralı otobüsü beklerken Nev’in bir albümünden en sevdiğim parçayı dinliyordum. Mart aynın ikinci günü ama şimdiden ilkbahar havası vardı. Böyle havalarda yürümeyi, sokaklarda kaybolup aylak aylak dolaşmayı, serserilik yapmayı severim. Çünkü tüm bunlar bana amaçsızlığı hatırlatır; yani özgür olmayı… Ve çok sevdiğim bir yazarın sözünü anımsarım:

“Bilmez misiniz, bütün serserilerin de bir menzili vardır, ne yazık kendileri farkında değildir.”

Öyle midir gerçekten? Bilemiyorum… Belki de menzilimi henüz bulamadığımdan…

Fakat bugünse içimden tüm bunları yapmak gelmiyor. Hatta normalde durakta otobüsü ayakta beklerken, bugün oturmayı tercih ediyorum. Evet, sabırsız biriyim. Yavaş olan her şey boğuyor beni..

İstediğim bir şeyin bazen çabucak oluvermesini istiyorum. Zamanın, o ilk duyguları öldüreceğine inanıyorum. Ve çoğu zaman bu yüzden hayal kırıklığına uğruyorum.

Ben tüm bunları düşünürken yanımdaki boş yere oturan ihtiyar adamın sesiyle irkildim;

– Dudaklarımda bir şey var mı?

Adamın niye böyle bir şey sorduğunu anlayamadım. İster istemez aklımdan kötü şeyler geçti, belki bir akıl hastası ya da genç kızlara asılan bir sapık olabilir miydi? O an çantamı alıp, yavaşça ordan uzaklaşmak geldi içimden. Sonra bunu tahayyül edip, ne kadar komik olabileceğimi düşünüp güldüm kendime. Ve iç sesim yargılamaya başladı; “Daha az önce gittiğin kursta bunları mı öğrettiler kızım sana! Zihinsel engellilere nasıl davranman gerektiğini hâlâ öğrenemediysen boşuna vakit harcıyorsun bu kursta.” Sonra iç sesimi bastırdım, benden başkası duymuyordu şükür ki!

Adam benden hâlâ bir yanıt bekliyordu ve bankta yeterince boş yer olmasına rağmen iyice dibime sokulmuştu. Kendimi biraz geri çekip yaşlı adama baktım. Gözünde, yüzüne göre büyük duran bir güneş gözlüğü, başında şık bir şapka vardı. Belki çok yakınımda durduğunda, belki de güneş gözlüğünden dolayı burnu çok büyük duruyordu. İnsanlar hakkında bazen ön yargılı davranıyordum ki bu hiç hoşuma gitmiyordu. Kendimi toplayıp bir cevap vermem gerekiyordu.

– Anlamadım? dedim,

– Dudaklarımda diyorum, bir şey var mı, yara falan?

– Hayır?

– Az önce adliyenin orda bir çocuğa köpek saldırdı, bende araya girdim; biraz boğuştuk da…

– Yaa, öyle mi? dedim.

Doğrusu o an biraz utandım hakkında düşündüğüm kötü şeylerden. Yine de iç sesim kendini aklamaya çalışıyordu. “Zihnimizde herkesi ve her şeyi yargılayan bir Yargıç vardır” der, Don Miquel Ruiz. Ve bize zarar veren, içimizdeki Yargıç, Kurban ve İnanç sistemimizdir.

‑ Sokaklarda ne çok başıboş köpek var. Büyük şehir olduğundan beri daha beter oldu bu şehrin hali… Hiç düzen yok, her yeri pislik götürüyor, şuna bak! dedi, yerdeki izmaritleri göstererek.

İşte, bilinçli bir vatandaş! Son yıllarda bu insanların nesli hızla tükeniyor. Onlardan birine rastladığım için sevindim. Birçok ortak noktamız var gibi görünüyordu.

– Almanya’da böyle bir şeyi asla yapamazsın, yere çöp atmanın cezası 100 mark, dedi. Alman para biriminden hiç anlamadığım için bu paranın değerini anlayamadım.

– Ben 27 yıl Almanya’da yaşadım hiç böyle bir şey görmedim, dedi.

– Yeni mi taşındınız Türkiye’ye?

– Evet, kızım İzmir’de hemşirelik yapıyor, o istedi buraya taşınmayı, dedi. O an kızının ne kadar şanslı olduğunu düşündüm.

– Torunum Cem de çok iyi keman çalar. Almanya’da bir orkestrada çalıyordu, çok iyi para alıyor o işten, dedi.

Bir yandan da elleriyle hayali bir kemanı çalar gibi yapıp, ağzıyla keman sesi çıkarmaya çalıştı. Gülüştük… Komik adamdı doğrusu, ama bayağı değil; sevimli bir komiklikti bu. Sanırım her fırsatta torunundan ve başarılarından bahsetmeyi seven biri diye düşündüm. Genel olarak insanlarda, bilhassa yaşlı insanlarda böyle bir şey vardı ki yakınlarının başarılarını öve öve bitiremezler. Hatta çoğu kişi, başarılarınızı üstlenir, sanki birlikte başarmışsınız gibi.. Ne yazık ki aynı alaka başarısızlıklarınız da olmuyor, o zaman yalnızca kendinizi mesul tutuyorlar bundan…

Benim başka düşüncelere dalmış daldığımı anlamış olacak ki kolumu dürtüp; “Bak dinle!” dedi, daha önemli bir şey söyleyecekmiş gibi.

– Şu inşaatı görüyor musun? dedi, parmağını yolun karşı tarafındaki inşaata doldurtmuştu. O an fark ettim, baş parmağı yarımdı. Sanırım bir kazada falan kaybetmişti. Ben, işaret ettiği inşaata değil de onun sakat parmağına odaklanmıştım nedense…

– Evet, dedim.

– Neden insanlar bu kadar çok ev inşa ediyorlar? Her köşe başında bir ev inşaatı var, dedi.

– Talep olduğu içindir belki de, dedim. Biraz mahcup..

Elini “boş ver” der gibi sallayarak:

– Ne olacak yani öldükten sonra da toprağın altına götürebilecekler mi çok sevdikleri evlerini, mallarını? Kefenin cebi yok, dedi.

– Haklısınız, dedim. İnsanlar ömürleri boyunca bir ev alabilmek için çalışıyorlar. Dört duvara milyarları veriyorlar ama kendi çocuklarına bakmaktan acizler! Sorsanız bir sokak hayvanını besleyecek maddi güçleri yoktur ama..

– Yaa, değil mi? Hiç düşünmeden boylarından büyük kredileri çekiyorlar, sonra yıllarca borcunu ödeyebilmek için kendilerine hayatı cehennem ediyorlar, dedi. Sonra derin bir iç çekip:

– Ahhh! Cennet de burada cehennem de…

Bir yandan ,geçen otobüslere bakıyordu ama başka düşüncelere dalmış; baktığı yerde değil de çok uzaklardaydı sanki. Bende onun yaptığı gibi koluna dokunup,

– Bir yazarın sözü vardır bilir misiniz?

“Yaşarken cennete ulaşabiliriz. Ölmeyi beklememiz gerekmiyor. Tanrı daima anda yaşar ve cennet her yerdedir. ”

– İşte! dedi. Bundan bahsediyorum.

Onunla tanıştığıma çok memnun olmuştum ve ilk başta kalkıp gitmemekle en doğrusunu yapmışım. Hayatımdaki kalıp yarıları olan insanlara, hiçbir şey bilmediği halde bilgiçlik taslayanlara, işe yaramaz öğütlere, en çok da doğru dürüst din bilgisi olmadan cennet cehennem hakkında öğütlerde bulunanlara katlanamıyorum…

Özellikle bazı insanlar var ki dini konuları sorguladığınızda günahkar gözüyle bakıyorlar ve onlara kalsak yandık çoktan! Oysa Allah, Kur’an’ın birçok yerinde kullarına ‘akıl sahipleri’ diye hitap eder. Ve bizi diğer canlılardan ayıran şey aklımızdır. Öyleyse niçin kullanmayalım? Sorgulamak da bir insan için en tabii şeydir. Fakat insan bazen dini meseleleri sorgularken kendini rahatsız hissedebiliyor. Bu da toplumun ve içimizdeki Yargıç’ın bir çeşit baskısı…

Yasaya aykırı davrandığımız her hareketimizde, Yargıç suçlu olduğumuza karar verir. Cezalandırılmamız ve utanç duymamız gerekir. Bu suçlama her gün defalarca olur.

Şinasi, Münacat’ında der ki:

“vahdet‑ zatına aklımca şehadet lazım.

Can u gönlümle münacat ü ibadet lazım”

Fakat manzumenin kalan bölümlerinde bağışlanma diler. Sorgulamaya , araştırmaya meraklı bir toplum değiliz ne yazık ki… Buna yeltenenleri ise toplumdan dışlayarak cezalandırıyorlar. Ve çoğu kişi dışlanmamak için topluluğun fikirlerini kabul ediyor.

Aramızda uzun bir sessizlik olmuştu. İkimiz de bu konuda doluyduk anlaşılan.. Bazı insanlar var yanında huzur bulursunuz, anlaşıldığınızı hissedersiniz.. Otobüsümün biraz daha geç gelmesini isterdim o an. Ama az önce gelmişti ve insanlar doluşmaya başlamıştı. Bende ayağa kalkıp:

– Tanıştığımıza çok memnun oldum,benim gitmem gerekiyor otobüsüm geldi, dedim.

– Bende çok memnun oldum kızım, çok sevdim seni… Hadi, iyi günler, dedi. Sesinden o sıcaklığı ve samimiyeti almıştım. İçim buruk da olsa ayrıldım yanından.

Otobüse geçip en öne oturdum. Kulaklığımı çıkarıp yeniden Nev’in şarksını dinlemeye başladım ve çantamdan en son okuduğum kitabı ‘Peri Bacaları’nı çıkardım. Kitapta peri bacaları üzerine anlatılan halk hikayeleri vardı. Kütüphanede gördüğümde büyük bir heyecanla almıştım kitabı. Hayalimdi bir gün Peri Bacalarını görmek…

Ve mırıldandım içimden:

“Şu telaşlarım bir bitse diyorum, belki uzaklara giderim çoktandır gitmek istediğim yollar var… “

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for pcd pcd says:

    Merhaba,

    Burada “zihinsel engelli” ifadesi hakaretmiş gibi bir izlenim uyandırıyor, çünkü adam sadece bir soru soruyor ve baş karakter başka hiçbir veri olmadan zihinsel engelli yaftasını yapıştırıyor adama. Ayrıca bundan önceki cümlelerden birinde aynı adamın akıl hastası olma ihtimalinden bahsediliyor. Sanki zihinsel engelli ile akıl hastası aynı şeymiş gibi yazılmış.

    Metnin yarısı diyalog ağırlıklı olaylardan, yarısı ise alıntı ve çıkarımlardan oluşmuş. Bir yerlerde öyküden tamamen koptum, o kadar uzun kurgu-dışı bölüm vardı. Okuru metinden koparmamak için bu kısımları bence azaltmalısınız.

    Peri bacaları da sanki temaya uysun diye son cümlelerde bir kez yazılmış gibi bir durum var. Baş karakter ve adam bu konuşmayı peri bacalarının yanında yapsa, hatta arada onlara ve öykünün sonunda bahsedilen halk hikayelerine değinse temaya daha çok uyardı.

  2. Merhaba,

    Elinize sağlık. Peri Bacaları teması, öykünüze şöyle bir değip geçmiş. Bir kaç bağlaç hatası gördüm. Anlatınız, alıntılarınız güzel ama beni bir yere götürmedi. Yani beklenti içine girdim acaba ne olacak ve nasıl ilerleyecek diye ama sonra dine bağlandı konu. Mesela verdiğiniz bir ayrıntı, yarım baş parmak, öykünün oradan ilerleyeceği izlenimini uyandırdı. Ben peri bacalarının yaşlı adama bağlanmasını beklerken, siz kitap okumaya başladınız. Sanırım bu benim beklentimi karşılamadı.

    Teşekkürler
    Müge

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for pcd Avatar for Muge_Kocak