Öykü

Düşüş

Bırak şu doğan güneşi, bir dünya yeşeriyor, dön geriye. Dön, nitekim bir bilinçle gel. İnsan öldü, tıpkı tanrının öldüğü gibi. Sen insanlığını al ve gel. Bırak ve gel şu kumları ve tepeleri, dört bir yanı saran güneşin duvarlarından kurtul, hayattan ıssızda saklanamazsın. Hayata bağlısın, ve saklanamayacağın gibi ölümde dahi ona döndürüleceksin. Bir ıssızlıkla bile seni öylesine bulacak ki gerçek, eriten güneşin ışığı sana hakikatin ışığı kesilecek. Varoluşun acıyla doğdu ve önünde kara bir duvar öylece duruyorsun, yolun onu aşmaktan değil, ıssızlığını, kumlarını ve tüm çöllerini bırakıp döndürülmekten geçiyor. Bir gün o kara duvara tırmanacaksın, fakat o güne kadar onu aklından çıkar.

Benim ayaklarım doğru yollara uzanıyor, peşimden gelme. Sussuz dahi kalsam, suyumu düşlerimde bulurum. Yorulsam bile, gücümü, bu kumların altındaki tanrılardan toplarım. Ölsem bile, kaybedeceğim tek şey daha fazla acıdan fazlası olmayacak. Peşimden gelme, çünkü acısız bir varoluş ile bu kumlarda kara duvarın gazabına uğrarsın. Peşimden gelme, zira adanmışlığın dehşet verenini barındırıyorum, aklımın zehirinde, fikirlerim kaynamakta, ve bu yolda seraplara uğrasam bile onları gerçek kılacağımı hissediyorum. Sen beni bırak, ruh, ben döndürüleceğim yeri biliyorum.

Geceleri soğuk olan kum ve dönüşen günün ilk ışıklarında cehenneme meyleden tüm o eski kumlar, ışık ne kadim bir zarar burada ve güneş ne kadim bir iblis, kötülüğü boğazımdan aşağı bir su gibi indiriyor, susuzluğumu arttıran.

Onu ısıtacak tüm dost ateşleri bir gaz lambasında toplamıştı. Ve gecenin yitimiyle doğacak cehennemin imzası belirirken uykuya uğramayan gözleri yolculuğun devamı için, ıssızlığın en derin kalbine varmak için açıldı.

Toplayacağı tek şey bedeniydi, ona yatak olan soğuk kumları temizledi önce ve ateşini aldı yerden. Ne kadar da heyecanlı ve anlamlı bir yolculuk bekliyordu onu öyle, görülecek pek çok ve daha çok kum, ve pek daha fazlası. Hepsi birbirinden farklı ve dünyanın geri kalanından daha zengin gözüküyor.

Geceye doğru beliren seraplar ise insanın yüreğinde durmadan doğan umudun bir tasviriydi mutlaka, bir sona varmayan ama insanı ve içindeki bir yerleri dağlayan. İnsanın istese bile kaybedemediği o umut, genç yaşta tattığı ve zihninin kuraklığında saplanıp kalmış keskin bir uç. Ona hep insan olduğunu hatırlatan.

Birkaç serapa uğradı, şimdi, güneş batıp gecenin çölü ve onun soğuğu kumlardan çıkmadan önce, o gün yaşadığı en acısız yürüyüşü yapmıştı. Rüzgâr sanki bilinçli olarak ona gönderilmişti, ıssızlığı kendine saklamak isteyen bilinçler tarafından uyarılır gibi. Ama o soğuklar kemiklerine değse dahi geri dönüp, hiçbir şeyi kalmamış benliğine dönemezdi. Bir yolculuk ve eziyet onu böylesine kararlı kılıyordu. Aklının karışmasına izin vermemek için, belki de tanrılara ya da inanmadığı çürümüş ruhlara karşı gelmeyi düşünmeden göze alırdı, almıştı.

Uykuya daldı, hissettiği soğuk kumlar ona dost gibi göründüğünde, lambasını yakmıştı. Ve o gün yürüyüşünde ne kadar fazla zenginlik görmüştü öyle, daha önce tanışmadığı yüz milyarlarca kum, onu bekleyen kumlar. O gün kafasını vurduğu tepe sanki daha huzursuzcu öncesinden. Bedenine değişikten öte düşünceler hücum ettiğinde, Bunların zihninde sayeli bir şeyler uyandırdığını anlayabiliyordu. Ve uykusu o gün hiç olmadığı kadar kötü ve yorucu olmuştu.

Bırak şu ateşi, seni kumlar istemiyor, amacını biliyorlar, istemiyorlar. Dön geriye, dön. Ateşini kurtar, amacını unut. Çünkü yaşama döndürüleceksin, bir anlamı unut. Sana kimse anlamı vermeyecek, anlamı anlam yapacak olansın. Hayata bağlısın, inanmasan bile, gerekli olan bu olmayacak, çünkü döndürüleceksin. Seni doğrulara götüren her yalan, ve senin elinle ölüp seni dirilten her olgu, sen döndürülünce geriye ve güvenliye varınca, seninle olacak.

Haklısın, nitekim ben insanım. Ben her şeyi bildiğimi sanırım, her bir kum tanesinin zenginlik olduğunu söylerim, ben güneşe iblis derim fakat yanlış olanın kendim olduğunu bilmeme rağmen, güneşin beni yakacağını bilmeme rağmen, inatçı ruhumun yolculuğuna çıkan benim, insanlık. Çünkü varoluşum bu türden süregeliyor. Haklısın, döndürülmek son varış iken bile insan, kendini bildiğini biliyor. Sınırlı hissederken, sınırlı gibi davranmıyor. Anlamı ararken kayboluyor, çünkü biliyordu ki insan ne anlam bulabilirdi, ve ne de bir anlama konabilirdi.

Haklısın, ben kendime zarar vererek yarar sağlıyorum benliğime. Yolumu çöle çevirsem de, döndürülsem de, iki kutuptan birini seçsem de, ben insanın, ben bir anlama konamam. Benim yolum artık çöl.

Haklısın, ama haksızlığını kabul etmelisin. Ben insanım, ben anlama konamayanlardanım, ve ateşini sonunda yitirecek olsa dahi taşıyanlardanım.

Adam gözlerini açtığında, döndürülmüştü. Ona insanlığı hatırlatılıp, ateşi söndürülmüştü. Kumların içine çekilirken, tüm o detaylarla bezeli hayatı hatırladı, detaylarla dolu, ama boş ve anlamsız.

Döndürülmüştü, gaz lambası çoktan sönmüştü. Ateş gitmişti öylece. Etten kisvesi tamamen soğuk, donmuş, ölüydü. Kaskatı bir kalıntı ve döndürülmemiş bir bedeni kalmıştı.

Döndürülürken biliyordu ki, döndürenlerin söndürdüğü o ateş sabah cehenneminde uydurduğu iblisin kendisini yakıp eriten gerçek silahının kendisiydi. Ve o silah zihnindeki çölden çıkarılırken, o insan olduğunu bir daha hatırladı, anlama konmayan benliğinin yolculuk boyunca fark etmediği o ateş, onu her adımında eritmişti.

Anlam yoktu, ve döndürülüyordu. Düşüyordu, yolculuğunun nereye vardığı bilirken.

Emirhan Özgün