Öykü

Garip Bir Rüya

“Korkuyor musun?” dedi fısıldar gibi Cesur.

“Korkuyorum” cevabını aldı arkadaşı Emin’den. Bu sözler paylaşım korkusunu azaltacağı yerde arttırmıştı. Kendilerini neyin beklediğini bile bilmiyorlardı. Delikanlının aklına babası geldi. Öyle her şeye bulaşmayan biri geride kalmayı seven, dünya yıkılsa umurunda olmayacak olan biri oğluna neden “Cesur” adını vermişti. Yıllardır aklına gelen bu soru bir kere daha kafasının içindeydi. İki arkadaşın günlerdir kendilerine söyledikleri cesaret verici sözlerle oluşturdukları ve yasak bir şeyi yapmanın cazibesinden eser kalmamıştı içinde. Daha içeri girerken bırakmışlardı tüm eşyalarını geride bırakmışlardı. Cep telefonları, çakmaklar yanlarına yedek getirdikleri el fenerini. İki sırt çantası mağaranın dışında ağacın altında kalmıştı. O yüzden birazcık ışık için neler vermezdi ki.

“Uyuyalım belki o zaman sabah daha çabuk olur” dedi arkadaşı Emin. Üzerinde yattıkları nemli kayanın soğukluğunu bir kere daha hissettiler. “hani uyanık kalacaktık ve yaşadığımız heyecanı unutmayacaktık” dedi. “Zaten uyumak mümkün değil.” Dedi. Bir süre daha suskun kaldılar birbirlerinin kalp atışlarını hissettiler.

Cesur ve Emin üniversiteden iki arkadaştı. Biri İzmirli diğeri Manisalıydı. İki yıldan uzun bir süredir aynı okulda okuyorlar aynı yurtta aynı odada kalıyorlardı. Ve bu işi planlamaları ve harekete geçmeleri uzun zamanlarını almıştı. Birkaç saat önce hava kararmak üzereyken içeri girmişler bir kenarda gizlenip kalmışlardı. Kafalarının içerisinde değişik düşünceler dönüp duruyordu. Cesur, “gidelim” dediğinde aklında babası vardı ve söylediğine pişman olmuştu.

“Nasıl?” dedi Emin. Bu karanlık mağaraya neler olduğunu anlamak için gelmişlerdi. Söylentileri araştırmak gerçeği bulmak için. Ve bir efsane olmak istiyorlardı gençler arasında. “Biraz daha kalalım” dedi Emin. Aslında gitmeyi oda çok istiyordu da ilk harekete geçen olmak istemiyordu arkadaşına karşı.

Bir süre daha sessizce beklediler zifiri karanlığın içinde. Ne kadar süre geçtiği konusunda bir fikirleri yoktu. Kaba etleri ağrımaya başlamıştı Cesur’un oturmaktan. Ve gecenin nemi kemiklerine kadar işlemeye başlamıştı. “Bu, hastalık olup beni yıkacak” diye düşündü. Zaman ilerliyordu ama saniyeler mi yoksa dakikalar mı geçiyordu hiçbir fikri yoktu. Geldiklerinden bu yana beş dakika mı olmuştu yoksa iki saat mi? Anlamaları mümkün değildi. Çünkü burada olmalarının asıl nedeni olan mağara sakininin uyanması için hiçbir teknolojik aletin olmaması gerekiyordu.

Okula ilk geldiği günlerde burayı öğrenmişti Emin. Böyle girişi küçük bir mağaranın dışarıdan fark edilmemesi çok normaldi. Ama ilginç tarafı içinde derin bir gölcüğün bulunmasıydı. Söylentilere göre dibi bilinmiyormuş. Ya da en azından dibine inebilen biri olmamış. Sonra yurt arkadaşı olan Cesur’u da getirmişti sıcak yaz günlerinin birinde. İçeri girdiklerinde yüzme konusunda kendine çok güvenen Cesur suya girmek istediğinde kimse izin vermemişti. Mikrop kaparsın demişlerdi, suyu asidik cildine zarar verir demişlerdi, anafor var seni dibe çeker çıkamazsın demişlerdi ama asıl nedeni daha sonra öğrenmişti.

Buraya gelme konusunda ilk teklif Emin’den gelmişti. Cesur, babasından kendisine geçen bu ölü toprağını atabilmek ve ismine layık biri olmak için kabul etmişti. Ama şimdi yüz kere pişman olmuştu. Cesur, oturduğu yerde, kendini birden boşlukta hissetti. Sırtını dayadığı arkadaşı, Emin geri çekilmişti. “nereye gidiyorsun” dediğinde “mağaranın duvarına dayanacağım biraz da” dedi. Emin’in ardından o da küçük hareketlerle geriye çekilmişti. Eğer yanılmıyorsa gölet hemen önlerindeydi. O zaman karanlıkta yol aldıkları yön doğruydu. Sessizce bir süre daha geçti. Beyninin içerisindeki tik taklar sürüyordu. Cesur’un karanlıkta çevreyi seçmeye çalışan gözleri iyice yorulmuştu. Gözlerini kapattı bir süre ve daldı. Babası, ailesi arkadaşları gözünün önüne geldi. “Uyma sen onlara” diyen sesini duydu babasının “sakın bir belaya bulaşma” diyen annesinin sesi yankılandı kulaklarında. Şıp diye bir sesle uyandı. Ardından aynı sesi bir kere daha duydu. “Emin” dedi fısıldayarak. “Buradayım” cevabını alınca devam etti. “Sen mi yapıyorsun”

“Canım sıkıldı. Oturduğum yerdeki küçük taşları suya atıyorum” dedi.

“Yapma” dedi Cesur. Artık fısıldamıyordu.

“Ya derinlerdeki birini uyandırırsan?”

“Sen de mi derinlerde birinin yaşadığına inanıyorsun cevabını verdi. Diğerlerinden daha gür suya atılan taş sesi duyuldu.

“İnadına yapıyorsun değil mi? yapma” Cesur iyice kızmıştı. Bir taş daha attı Emin. Cesurun elleri arkadaşını aramaya başlamıştı ki uzaklardan gelen bir boğuk ses duydular. İkisi de ürperdi bir anda. Bir daha duyduklarında biraz daha yakında duydular. Yoksa duydukları bir inleme miydi? Üçüncü defa duyduklarında kanlarının donduğunu hissettiler. İkisinin de hareketleri dondu kaldı.

“İp nerede” dedi Emin. Ne olur ne olmaz diye kendilerine bir B planı hazırlamışlardı. Karanlıkta çıkışı bulmak için ipi izleyeceklerdi. İki genç dört kolla aranmaya başladılar ve biri aralarında uzanan ipi yakaladı.

“Gidelim” dedi az öncesine kadar ahkâm kesen Emin. Cesur, Önce arkadaşını bu kadar rahat görmesine anlam verememişti. Kafasını çevirip geniş mağarayı dolduran suya baktığında suyun koyu yeşil bir ışıkla aydınlanmaya başladığını gördüler. Üstelik aydınlık saniyeler geçtikçe artıyordu.

İçinde oldukları yerin genişliğini bir kere daha hayretle gördüler. Mağara ağzından başlayan küçük bir yer kuruydu yüksekti. Geri kalan karşı duvara kadar göletti. İşte içeri ilk girdiklerinde karanlık duran su kütlesi, koyu yeşilden açık yeşile dönüşen bir ışıkla aydınlanmaya devam ediyordu. Ellerinde sıkıca tuttukları ipe rağmen birkaç adım geri çekilmişler soğuk kayaya dayanmışlardı. “Allah Cezanı versin Emin” dedi arkadaşına bakmadan. Işıklar çoğaldı ve içinde hareket eden bir gölge belirdi. Korku dolu gözleri birden fazla gölgenin olduğunu anlaması çok sürmedi. Merak duygusu daha mı ağır basıyordu yoksa söylentilerin gerçekleşmesi miydi bilemediler ama büyülenmiş gibi oldukları yerde kala kalmışlardı. Kocaman gözleri olan bir boz renkli kafanın dışarıya çıkması korkularını iyice arttırdı. Kafalarının içinden geçen adın netleşmesi için uzun kalın vantuzlu kolları görmeleri gerekiyordu. Öyle ki gördüler ve şimşek gibi uzanan iki kol kendilerini kavradı ve havaya kaldırdı.

“Beni uyandırmaya cesaret eden ölümlüler siz misiniz” dedi. Ses az önce duydukları sesin aynısıydı. Ürkünç ve boğuktu. İki Genci havaya kaldıran kollar böyle bir yaratıktan beklenmeyecek kadar zarif bir şekilde hareket ediyordu. Gençler nefes alamayacak durumdaydılar. Diğer kolların birkaçı daha yukarıdaydı ve onlarda hareket ediyordu. İlginç bir şekilde kendisini lunaparkta zannetti Cesur. Küçükken kendisinin binmesine izin vermedikleri eğlence aracının gerçeğindeydiler.

Suyun içerisindeki kocaman kafa biraz daha yükseldi. Patlak iki göz kendilerine bakıyordu. Kollarının birleştiği yerde iğrenç bir ağız ortaya çıktı. Gençleri taşıyan kollar yavaş yavaş ağza yaklaşıyordu.

“Diğer besinlerim gibi değilsiniz. Körpe ve uzun zamandır aç duran mideme uygunsunuz” Bağırış mı yoksa kahkaha mı olduğu belli olmayan bir ses soğuk duvarında yankılandı mağaranın. Kafa hafif geriye kaydı ve kafanın altında bulunan ağız kocaman açıldı. Emin, az sonra kendisini yutacak ağzı görünce çığlıklar içinde ağlamaya başladı. Cesur da ağlıyordu ama arkadaşı gibi sesle değil. Yaratık, az sonra yiyeceği avlarının keyfini uzatıyordu. Bir an göz göze geldiler en az kendi kafası kadar büyük gözlerle. O an Cesur, gerçek korkuyla tanışmış, şimdiye kadar yaşadığı korkuların hiçbir şey olduğunu anlamıştı.

“Efendim adına emrediyorum bırak onları” dedi hiç ummadıkları bir ses.

“Gene mi sen” dedi boğuk ses. “Onlar benim veremem” dedi. Sesi korkuyordu sanki. Bu arada Cesur ve Emin rahat bir nefes aldılar. Belki tam olarak kurtulamamışlardı ama bellerini kavrayan kollar hafifçe gevşemişti. Sevinçleri uzun sürmedi suyun içerisinde buldular kendilerini. Göledin yavan suyunu yutmak zorunda kalmışlardı. Yaratık yavaşça suyun içine batmaya başlamıştı. Önce ağzı kayboldu ardından gözleri su düzeyi hizasına indi. Bir saniye sonra tüm başı kaybolacaktı ama bir başka ses tekrar suyun üzerine çıkmasına neden oldu.

“Sana bırakmanı emrediyorum” dedi. Mağaranın girişinde beyaz takım elbiseli uzun boylu bir adam belirmişti. Adamın elinde en az kendi boyunda üççatallı mızrak benzeri bir nesne vardı.

“Yüce Efendim” dedi sessizce ve vantuzlu kollarında tuttuğu iki genci yavaşça kayaların üzerine bıraktı. İki genç neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

“Şimdi git” dedi. O ara Beyaz takım elbiseli adamın yanında duran kişi yanında getirdiği çuvalı gölede döktü. İrili ufaklı sayısız balık suyun içerisinde kıpırdanmaya başladı. Yaratık beklemeden kendisine sunulanlara yöneldi.

“Gelin gençler” dedi yerde şaşkınlık içerisinde yatan iki arkadaşın koluna girdi. Zorlukla dışarı çıktılar ve eşyalarını bıraktıkları ağacın altına vardılar. Geriye dönüp baksalardı mağaradaki ışığın kaybolduğunu göreceklerdi.

“Alın eşyalarınızı da gidelim” dedi adam. Biraz ötede duran araca yürüdüler. Adam omzunda asılı çantadan iki parça ekmek çıkardı. “Acıkmışsınızdır” dedi. Arabada duran battaniyeleri uzattı kurulanmaları için. “Şimdi dedi biraz dinlenin” dedi. Lezzetli ekmeği çiğnemeye başladıklarında yorgunluktan olsa gerek bir uyku hali çöktü üzerlerine. Onlar uzaklaşmaya başlamışlardı ki büyük bir gürültü koptu. Ertesi günlerde mağaraya gelip görmek isteyenler bir heyelanla girişin kapandığını öğreneceklerdi.

Sabah erkenden gelen Mürvet kadın yurdun kapı zilini çaldı. Kapının açılmasını beklerken birkaç adım ötede uyuklayan iki delikanlıyı gördü. Heyecanla yanlarına vardı. “Çocuklar ne oldu size neden buradasınız” dediğinde iki delikanlı yüzüne bir şey anlamamış gibi bakıyordu. Bir iki dakika içerisinde arkadaşları çevrelerini sarmıştı. Bütün ısrarlı sorulara rağmen somut bir cevap veremedi Cesur ve Emin. Sadece Zeus mağarasında geçen bir rüya hatırlıyorlardı. Bir de elinde antik bir mızrak tutan beyaz takım elbiseli bir adam. En garip olan bölümüyse ikisinin de aynı rüyayı görmesiydi.

Cevdet Denizaltı

Ben Cevdet Denizaltı; tercih ettiğim şekilde olursa Aziz Hayri. İzmir’de Eşrefpaşa’da doğdum. Önce Çınarlı Endüstri Meslek Lisesini sonra Erkek Sanat Yüksek Öğretmen Okulunu bitirdim. Makine Teknolojisi bölümü öğretmeni olarak görev yapıyorum. Okumayı, araştırmayı, yazmayı seviyorum. Tür ayrımı yapmam, bilimkurgu, fantastik kurgu ve tarihi romanlar favorim. Poe ve Tolkien hayranıyım.