Öykü

Kollar Üzerinde

1950’ler Türkiye’sinde işler yolunda mıydı? Kimin tarafında olduğunuza bağlı. Altıokçuysanız hayır, demirkıratçıysanız evet. 1950’den önce ise tam tersi. Altıokçuysanız evet, demirkıratçıysanız hayır. Otorite sağlamak istiyorsanız kendinize düşman bulmalısınız. Türkiye’de de başa gelen siyasi otoritede aynı şekilde bunu istemekteydi. Altıokçular ile demirkıratçıların arasındaki fark nedir? Yoktur. Altıokçu devletçilik nedir tam bilmez, demirkıratçı da liberalizm nedir bilmez. Biri liberalizm, ekonomik özgürlük der toprak reformuna karşı çıkar. Birbirlerinin gazetelerinde karşılıklı olarak söylediklerini yoldan geçen iki insan birbirine söylese o insanlar asla bir araya gelmezler. Nitekim bir günde İzmirlilikten Aydınlılığa terfi eden Dokungaçadası’ndaki Büyük Varlık Restoranı sahibi Lütfü İhsan bey ile karşısındaki eski halkevini satın alan Sermet bey gibi. 

Bu iki insan arasındaki husumet çok eskiye varmaz aslında. Sermet bey, 1942’deki Milas bombardımanından sonra, Dokungaçadasına ailesiyle yerleşen 25 yaşlarında biriydi. İlk olarak hamallık, tarlalarda ırgatlık derken 1947 yılına kadar böyle idare etmişti. Daha sonra elde avuçta böyle pek idare edemeyeceğini anlayınca Lütfü İhsan beyin yanında işe girdi. Orda çalıştı didindi Lütfü İhsan beyin en gözde çalışanı oldu. Artık Lütfü İhsan Bey, Sermet Bey’e anasından babasından çok güvenmekteydi. Hatta dükkâna iki ay uğramadığı bile olmuştu. Rus salatasından barbununa, koruk ekşili tavuğundan küşleme ızgarasına kadar her şeyine hâkim olmuştu Sermet bey. Buradan kazandığı ve kaçırdığı parayla bir tarla satın almıştı. Ne şanstır ya, tarlada Dokungaçadası ile Aydın arasında Marshall yardımları sayesinde yapılacak olan yol ile turnayı gözünden vurmuştu. Oradan aldığı parayla nerede demirkıratlı görse artık “…aman efendim, canım efendim…” çeken bir adama dönüşmüştü. Sanki kafasına bombayı İngilizler değil, İnönü bırakmış gibi konuşuyordu her yerde. Hatta zatıalimiz İnönü acaba bugün İzmir veya Aydın’a gelecek mi diye bakardı gazetelerden. Niye? İnönü’ye bir taş daha atıp “EN DEMİRKIRAT BENİM!” diye Dokungaçadasında maval okumak için.

Peki o kadar Sermet beyi anlattık, Lütfi İhsan Bey nasıl birisiydi? Birbirinin zıttı insanlar siyasi görüş olarak ama temelde birbirlerine benzer insanlar. Ellili yaşlarında, mübadele zamanında Kavala’dan ailesiyle beraber göçmüş bir insandı. İsmet Paşa ve Atatürk’e kendisini Yunanistan’dan göç etmesine ön ayak oldu. Bir kızı vardı kendisinin. Adı Selma. Dükkanında kendisine yardım eden. İşler bittikten yani müşteriler gittikten sonra masaları toplayan, yeri silip süpüren… Müşteri varken de hep tezgah arkasında bulaşık işidir, yemeklerdir onlarla uğraşıyordu. Evlilik çağına gelmiş bir kızdı. Dokungaçadası’nda lise yoktu. Kuşadası Lisesi’ne de giremeyeceği bariz belliydi. Derslere kafası basıyordu ama o dönem o liseye girenlerin kafası daha fazla basmaktaydı. Birine karşı da bir his duymuyordu. Ama sanki birinden kendisine karşı sürekli bir jest olduğunu hissetmekteydi. Sermet Bey’in oğlu Cemal. 

Cemal babası sayesinde liseyi bitirmiş, İstanbul’da mühendislik okuyup gelmiş bir insandı. Dokungaçadası’nda küçük mütevazı bir dükkân satın alıp orayı kendi mühendis bürosuna çevirmişti. İnşaat mühendisliği üzerine almış olduğu tahsilden sonra ülkede cumhuriyet kurulduktan otuz dört yıl geçmesine rağmen hala eksik olan eğitimli insan ihtiyacından dolayı Dokungaçadası’ndaki olan tek tük inşaat furyasından nasibini alıyordu. Ama ne nasip. İstediği her daireyi alabilecek bir insan haline gelmişti kendisi. Babasıyla arası siyaset yüzünden pek canlı değildi. Kendisi Hikmet Kıvılcımlı’nın lideri olduğu Vatan Partisi’ne ve Marksizm-Leninizm’e yakın duyuyordu. Ama Lütfü İhsan bey kendisini babasından ve komünist olduğundan dolayı sevmezdi. O zaman Marksizm’e yakınlık duymak, Stalin olmakla eşdeğerdi. Şunun şurasında Stalin’in Kars ve Ardahan’ı istemesinden kaç yıl geçmişti?

Dokungaçadası’nda günler 1957 seçimlerinin kaosuyla sürüp giderken Cemal babasının siyasi çalışmalarına katılmamaktaydı. Zaten öndeyseniz tüm vekillikler sizin oluyordu seçimlerde. Bu sistemi kendisi doğru bulmamaktaydı. O yüzden işine odaklanmıştı. Adanın Demokrat Partilileri, Cemal’in Sermet Bey’in oğlu olduğu için nerede işleri varsa adada kendisine yaptırıyorlardı. 

Bir gün Sefahatçiler Mahallesi’nde bir inşaat işi vardı. Temeli işçiler kazıyordu. Ama bir haber duyuldu bir gün. Koca bir solungaç çıkmış. İşçiler kürekle hafif elleyince şehirde ufak bir zelzele olmuş. Celal, şantiyeye uğradığında şaşkına uğradı. Bu ne olabilir ki diye. Ama fazla kâle almadı. “Vurun şuna kazmayla!” dedi işçilere. İşçilerden biri indi, aldı eline kazmayı, “Bismillah!” deyip geçirip kopardı pembe çıkıntıyı. 

İşte o zaman büyük bir zelzele koptu Dokungaçadası’nda. Lütfü Bey’in lokantası ile Sermet beyin satın aldığı eski Halkevinin olduğu Kurtuluş Caddesi’nden şantiyeye doğru, oradan da Kuşadası Yolu’na doğru olan kısımdan ada ikiye bölünmüştü. Adanın denize bakan taraflarındaki binalar yerle yeksan olmuştu. Eski halkevi de Büyük Varlık Restoranı da harabeye dönen yerlerdendi. Artık ada ikiye bölünmüştü.

“Vah vah. Eskiden derlerdi de inanmazdık. Zamanında buralarda Yunan varken derlenmişte buranın altında bir varlık varmış kopup koparırmış adayı. Herkes yalan dolan sanırdı. Ah benim güzel lokantam.” deyip ağlıyordu Lütfü İhsan Bey. Kızı onu teselli edip yeni adaya bakıyordu. Kendileri Büyük Dokungaçadası kısmında kalmışlardı. Diğer tarafta Küçük Dokungaçadası olmuştu artık. Tekneler denizin ortasında kafasına buyruk takılmaktaydı. 

O günden sonra her iki adadakiler de kendi kaderini tayin ederken, Celal İstanbul’a taşınmıştı. Ama artık adı Dokungaç Adaları olan adalarda, sadece yaşadığı yeri değil Selma’yı da unutmamıştı. Yaşadığı yer için babasının üstünde olan içeri atılma gibi baskılar yüzünden hiçbir şey yapamasa da Selma için bir şeyler yapabilirdi. Sirkeci’den bir daktilo satın aldı. Sırf Selma’ya bir şeyler yazabilmek için. Geçti ofisine ve yazmaya başladı.

8 Haziran 1958

Sevgili Selma, 

Sana uzun uzun düşündüm mektup yazayım mı yazmayayım mı diye. Ama kalbim mantığıma yenilmiş durumda şu an. İstanbul’da olaylar çok karışık. Cadde-i Kebir’de dün Kıbrıs’taki olaylar üzerinde olaylar yaşandı. Olaylar yaşanırken endişelerim hep senin üstündeydi. O şantiyedeki Mehmet eniştemin Yunanla olan muharebesinde kaybettiği koluna benzer şeye kazmayı vurdurmasaydım belki hem o ada ayrılmayacaktı hem de ben oradan ayrılmadan seni görebilecektim. Seni görmeyi çok özledim. Lokantanın önünden geçmeyi çok özledim. Sana olan hasretimin mektuplar ile anlatmaya çalışmak için dün o hengamede gittim daktilo aldım. Şu an evimden tak tak sana yazmaktayım bu mektupları. Sana olan aşkımı bilmeni isterim. Bir de adalarda ne oluyor bitiyor bana söylemeni isterim. Babamla konuşmuyoruz.

 Kendine iyi bak.

Mühendis Celal Yedi.

22 Haziran 1958

Sevgili Celal,

Bana yazmış olduğun bu mektup için sana teşekkür ederim. Ama hem senin durumların hem de babanın durumu sebebiyle sana karşı olumlu baksam bile durumun Lütfü babam tarafından nasıl karşılanacağını iyi biliyorsundur. Babanın babama nasıl davrandığını biliyorsundur. Babanın satın aldığı Halkevi yıkılıp yerine tuvalet yapıldığını duydum. Büyük Dokungaçadası’ndan Küçük Dokungaçadası’na gitmek halen daha zor. Biz de ayrılacağız yakında buradan. İnşaat yaptırmıyor jandarma. Sana yeni adresimi atar mıyım? Bilmiyorum. Doğrusu mektuplaşmaya devam etmek istemiyorum. Ben babamla ters düşmek istemem. Ama senin sevgini ben burada bile anlamaktaydım. Lütfen beni affet. Bu duruma karşı bir şey yapamam.

Esenlikler diliyorum sana.

S. Kirazlı.

Çabuk biten bir hikâyesi olmuştu Celal’in. Konuyu Arap saçına çevirmedi. Çevirebilseydi roman olurdu. Ama İstanbul’daki yıkımlardan sonra işlerine devam etmesi gerekiyordu. Piyasa herkese açıktı. Ama kaybolup giden gayrimüslim insanların geride bıraktıklarını, kalp kırıklığı ile yapacaktı. Bütün hayal kırıklıklarından sonra hayatına devam etme kararı aldı. İçine gömmüştü sevgisini. Dokungaçadalıların adalarına olan sevgisi gibi. 

Atakan Güngör

Öne Çıkan Yorumlar

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for atakangngor