Öykü

Gürültü Kasabası

Bir an sessizlik oldu tüm dünyada ve ben ile Lorelei dışında o kusursuz anın farkında olan kimse yoktu. Lorelei sessizce kitabını okumaya devam edip, bu duruma pek aldırış göstermedi. Ama ben o çok çok kısa sürenin tadını çıkardım. Gözlerimi, sıradan günlere kıyasla daha huzurlu kırptım ve tekrar gürültü başladı.

Burası Groling Kasabası… Dünyanın tam ortasında bir uydu alıcısı direğine benzeyen Klienmor Tepesi’nin tam dibine kurulmuş olan ufak bir yerleşim yeri. Doğu’lular buraya “Akis Tepesi” der. Batı’lılar ise “Gürültü Beşiği”… Güney’liler için burası bir ticaret merkezidir, Kuzey’liler varlığından bile habersizdir. Ama burası hep var olmuştur ve daima var olacaktır. İnsanların buraya ne isim verdiği ya da burayı ne olarak gördüğü, Klienmor Tepesi’nin hiç umrunda olmamıştır. O sadece dünyanın merkezinde sessizce durur ve gezegenin tüm gürültüsünü etrafına toplar.

Atalarım bu kasabaya Ses Toplama işi yapmak için uzun yıllar önce yerleşmişlerdi. Dalgatoplar adını verdikleri bir alet ile, dünyadaki sıradışı sesleri topluyor ve özel bir ses dalgasına ulaşmak için günlerce tepenin eteğinde konaklıyorlardı. Sonunda o tepenin yanına bir ev inşa edip, burada yaşamaya başladılar. Topladıkları sesleri, işverenleri olan P-Voice isimli bilimsel araştırmalar şirketinin labaratuarlarına yolluyorlardı. Karşılık olarak hayatlarını rahatlıkla sürdürebilecekleri kadar büyük miktarda maaş alıyorlardı.

Onların yıllarının emeği, benim hiçbir iş yapmadan yaşamama yetecek bir meblağa ulaşana kadar bankaların vadeli hesaplarında beklemiş ve 20. yaşımı kutladığım hafta ailemin son ferdi olan babamın da ölmesiyle hesap numarası bana devredilmişti. Mutlu ve sakin bir hayat sürmemin önündeki tek engel, Groling Kasabası’nda bitmek bilmeyen bu uğultunun orta yerinde yaşamak zorunda kalmış olmamdı. Çünkü babamın vasiyeti üzerine, hesaptaki paraya sahip olabilmek için hayatımın sonuna dek bu kasabada yaşamam gerekiyordu. Ve herkesin yavaş yavaş terkettiği bu yerde, nihayet yaşayan son insanlar ben ve Lorelei’ydik.

Kafamı Lorelei’ye çevirip bir süre seyrettim. Sarı dalgalı saçları kitabıyla arasına giriyor gibi görünüyordu, ama buna aldırış etmeden okumaya devam ediyordu. Yıllar geçmiş ve onu ilk gördüğüm zaman ki güzelliğine kırışıklıklar ve gri saç telleri eklenmişti. Hala çok güzeldi ama artık solmaya yüz tutmuş bir karanfil kadar güzeldi ancak.

“Sessizliği duydun mu?” diye sordum dikkatini dağıtarak. Kafasını kitaptan kaldırırken, parmağıyla kitapta kaldığı cümleyi işaretledi. Bir an kafasında düşüncelerini toparlamaya çalıştıktan sonra nihayet gözlerime odaklandı.

“Evet. Çok rahatsız ediciydi.” Tekrar kitabına dönmesi için ihtiyacı olan tek şeyi söylemiş olduğunu düşünüyor olmalıydı ki kaldığı yerden okumaya devam etti. Kitabı işaretlediği yerden çektiği parmağını ise bir süre bilinçsizce havada tuttu. Parmağının gösterdiği noktaya bakmak üzere kafamı arkaya yatırdım. Yıllardır maruz kaldığı rezonans yüzünden, odanın tavanında sıva çatlakları oluşmuştu. Bir gün orayı boyamak zorunda kalacağımı düşünerek kederlendim.

“Bence çok garipti. Nasıl olur da dünyada hiç bir ses çıkmadığı bir an var olabilir.” Kaşlarımı çatarak tekrar Lorelei’ye baktım. İstifini hiç bozmadan, “Bilmiyorum.” manasına geldiğini tahmin ettiğim mırıltılar çıkararak okumaya devam etti.

Yerimden kalkıp pencereye doğru yürüdüm. Kasabanın meydanına bakan _eskiden bir kasaba meydanı olan yere_ bir pencerem vardı. Tüm çevre evler terk edilmiş ve yalnız bırakılmıştı. Kasaba ahalisinin neredeyse tamamı P-Voice adına çalışan kimselerden oluşuyordu. Üretimin yok denecek kadar az olduğu kasabaya tüm gıda maddeleri güney kasabalarından geliyordu. İnsanlar benim görüşüme göre, hiçbir şey yapmadan yaşadıkları bu yerde çok para kazanmış ve o paraları harcayacakları daha iyi yerler olduğunu keşfederek dünyanın dört bir yanına dağılmışlardı. Daha doğru bir deyişle, P-Voice araştırmalardan desteğini çekmişti. Çünkü yıllarca süren ses toplama işlemleri sonucunda, aradıkları her ne idiyse bulamamış ve umudu kesmişlerdi.

Nedense babam burayı terk etmek istememiş ve annem de öldükten sonra, araştırdığı her ne idiyse o konuda daha takıntılı hale gelmişti. Gündüzleri tepenin dibinde oturuyor ve bir şey duymayı beklermiş gibi kafasını hafifçe sağa yatırıyordu. Geceleri aniden yataktan fırlıyor ve Dalgatoplar’ını alıp dama çıkıyordu. Saatler sonra elindeki şekeri lağım çukuruna düşürmüş bir çocuğun mutsuz ifadesiyle odasına geri dönüyor ve tekrar sabah olana dek sessizce uyuyordu. Ölmeden önce onunla son konuşmamız bana hep çok anlamsız gelmişti.

“Dünyada bu kadar çok ses olması ve bu seslerden hiçbirinin insan ruhunu yatıştıramıyor olması sence de garip değil mi?” demişti bana. “İnsanlar piyano sesinin yada yaylı bir enstrumanla çalınan bir parçanın rahatlatıcı olduğunu düşünüyorlar. Ama ben tatmin olamıyorum.”

“Farklı bir müzikal anlayışın vardır belki de baba.” demiştim anlamayan gözlerle bakarak. Gözlerindeki bakış birden donuklaşmıştı ve bir an sonra sanki beni affediyor gibi görünmüştü.

“Bir şarkı var. İnsanoğlunun içindeki huzur açlığını dindirebilecek bir şarkı olduğunu biliyorum. Ama sanırım yanlış seslere kulak kabartıyorum. O sesin ne olduğunu bulamıyorum.” demişti hüzünlü bir ses tonuyla. Bir kaç gün sonra, bir daha bir şey söylememek üzere toprak zeminin 2.5 metre altına gömüldü.

Lorelei babamı anlar gibi görünüyordu o zamanlar. Söylediklerini başıyla onaylıyor ve onu yatıştırıcı sözler söylüyordu. Babam bir şey söyleyeceği zaman başını hemen kitabından kaldırıyor ve onunla muhabbet ediyordu. Ben bir şey söylediğim zaman, kitabıyla arasına girmiş bir böcekmişim gibi bana kızıyor olması bazen canımı sıkmıyor değildi. Ne çok kitap okuduğunu söylememe gerek bile olmadığını düşünüyorum. Bunca gürültünün arasında, hatta gürültü denen ses kümesinin toplandığı yerde o kitaplara nasıl odaklanabildiğine oldum olası hayret etmiştim.

“Ben yatıyorum, Lorelei. Sen de yatmalısın, saat geç oldu.” dedim pencereyi kapatırken. Beni duyduğuna dair herhangi bir tepki vermediğini farkedince, omuzlarımı silkip yatak odasına çıktım. Örtünün altına girer girmez, uyku vücudumu ele geçirdi ve daldım.

Tekrar uyandığımda hala hava karanlıktı ve sadece 2-3 saat geçtiğini farkettim. Lorelei yanıma uzanmış ve açık bıraktığım abajuru söndürmüştü. Beni uyandıran şeyin ne olduğunu anlamam sadece çok kısa bir saniye sürdü. Bir şarkı çalıyordu. Çalıyor muydu, bu bir insan sesi miydi? Anlamak çok zordu, çünkü bu kadar gürültünün arasında bir mırıltıdan farksızdı. Sesin Lorelei’den gelmediğinden emin olmak için kulağımı ağzına yaklaştırdım. Rahatsız olarak uykusunda döndü ve yatağın daha uzak bir köşesine kaçtı.

İçimde yavaş yavaş açıklayamadığım bir huzur oluşmaya başlamıştı. Her şey çok güzel geliyordu gözüme, burnuma ve tenime… O bitmek bilmeyen gürültü kaybolmaya başlarken, mırıltı giderek yükseliyor ve kalbimde uğulduyordu adeta. Yataktan koşarak kalktım ve babamın garip cihazlarının olduğu kilere koştum. Dalgatoplar’ı alarak çatıya çıktım ve makinayı çalıştırmaya uğraştım. Tüm bu heyecanımın ortasında, uğultu tekrar bir mırıltıya dönüştü ve gürültü baskın gelmeye başladı. Ve o huzur verici sesin son zerresi de, önümdeki boş kasabanın gece karanlığında yitip gitti.

Sinirlenerek makinayı çatıdan aşağı fırlattım. Büyük bir gürültüyle evin arka tarafındaki bahçeye düştü ve muhtemelen parçalara ayrıldı. Ayaklarımı yere vura vura odaya yürüdüm ve yatağa girdim. Lorelei yatakta doğrularak bana kızgın bir şekilde baktı. Ve bir şey demeden tekrar yastığa gömüldü. Bir kaç dakika önce yaşananları kafamdan silerek tekrar uykuya daldım. Boş bir ovada, küçük bir kelebeği yakalamak umuduyla kovaladığım ve kelebeğin önce bir larvaya sonra bir tırtıla dönüşerek toprağa karıştığı saçma bir rüya gördüm.

Uyandığımda çoktan öğle olmuştu ve yatağın Lorelei’nin yattığı tarafı boştu. “Muhtemelen kahvaltılık almak üzere güney kasabasına doğru yürüyüşe çıkmıştır.” diye düşünerek yataktan kalktım. Temiz hava almak için bahçeye çıktığımda, dalgatopları attığım arka bahçenin boş olduğunu gördüm. Ya Lorelei parçalanmış cihazı kaldırmıştı ya da dün gece gördüklerim rüyanın bir parçasıydı.

Düşünceleri kafamdan savurmak ister gibi elimi salladım bilinçsizce. Sonra salona döndüm. Keskin bir çığlık ve bir koro tarafından söylenen bir şarkının ani gürültüsü bir an sonra yerini başka seslere bıraktı. Aldırış etmeden kanepeye yayıldım. Yanımda duran Lorelei’nin kitabını kaldırıp sehpaya koymak üzereyken, kitabın adı ilgimi çekti. “Kelebek Kanatlarıyla Güzeldir” yazıyordu kitabın üstünde. Resim olarak rüyamda gördüğüme tıpatıp benzeyen bir kelebek fotoğrafı kullanmışlardı. Şaşırarak kitabın kapağını açtım ve ilk sayfasını okumaya başladım. Rahatsız edici gürültü yüzünden ilk paragrafı bitiremeden kitabı tekrar masaya koydum. Babamın servetini çöpe atıp, başka bir yere yerleşme fikrini gözden geçirdim tekrar. Hiçbir işten anlamadığım düşünülürse, dışarıda hayatta kalmam epey zor olurdu herhalde. Umutsuzca kanepeye uzandım.

Mırıltı tekrar yükselmeye başladı. Oturduğum yerde doğrularak, sesin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Kalp atışlarım her zaman olduğundan daha düzenli geliyordu nedense. Mırıltı yavaş yavaş bir melodiye dönüşmeye başladı ve ruhum sanki bedenimden ayrılmış, boşlukta melodiye ayak uydururcasına sallanıyormuş gibi hissetmeme sebep oldu. Esrarengiz sesin ne olduğunu anlamaya çalışarak, huzur veren hisleri silkelemeye çalıştım. Kanepeden fırlayıp kapıya doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Ben kapıya ulaşana kadar ses iyice ufaldı. Ve kapıyı açtığımda artık sadece sıradan bir gürültü ve karşımda elinde torbalarla bekleyen Lorelei vardı. Yüzündeki dingin ifadeyi ilk kez o zaman farkettim. Yıllardır aynı evi paylaşmış ve aynı masada yemek yemiştik. Aynı yatakta uyumuş ve sevişmiştik. Ama ben yüzündeki o dingin ifadeyi daha önce hiç farketmemiştim. Görmüş, ama algılayamamıştım.

Aklımdan geçenleri anlamışçasına gülümsedi. Gülümsediğini uzun zaman sonra ilk kez görmüştüm. “Hata yapıyorsun.” dedi gülümsemeye devam ederek. “Kelebeği yakalamaya çalışırsan, onu korkutursun. Bırak kanatlarını çırparak mutlu biçimde uçmaya devam etsin.”

Torbaları mutfağa götürmek ve kahvaltıyı hazırlamak üzere içeri adım attı ve yanımdan geçti. Söylediklerine anlam veremeden bir süre dışarıya bakmaya devam ettim. Ne demek istediğinden tam olarak emin değildim, ama neden bahsettiğini anladığımı düşünüyordum.

Koşarak mutfağa gittim ve karşısına geçtim. Ben orda değilmişim gibi torbadan yiyecekleri çıkartıp setin üstünde yan yana dizmeye devam etti.

“Sen o şarkıyı duyuyor musun? Duyuyor muydun yani?” dedim heyecanla. Kafasını yaptığı işten kaldırarak yüzüme baktı. İfadesiz yüzünde yine o dinginlik hissi vardı.

“Şarkı mı? Hangi şarkıdan bahsediyorsun?” diye sordu sakince.

“Az önce kelebeği yakalamaya çalışırsam onu korkutacağımı söylemiştin. Ne demek istiyordun?” diye sordum. Bir kaç saniye yüzümü inceledikten sonra, tekrar torbadaki yiyecekleri çıkarmaya koyuldu.

“Babanın ne araştırdığını biliyor muydun?” diye sordu kafasını kaldırmadan. “Hayatını, olmayan bir şeyi bulmaya adadı. Aslında varolan, ama aradığın zaman ulaşamayacağın bir şey uğruna bu yere tahammül etti yıllarca.”

“Nedir o? Bu garip melodi mi?” Etrafında dönerek yüzyüze gelmeye çalıştım boş yere. Eline aldığı bir bıçakla, domatesleri ince ince doğramaya odaklanmıştı. Kafasını kaldırıp bakmadı.

“O bir melodi değil. Aslında bir şarkı da değil. O sadece bir ses. Ama önemli olan, o sesi çıkaran şeyin ne olduğu ya da sesin ne olduğu değil. Babanın yaptığı hatayı tekrar ediyorsun sadece.” dedi ders anlatır gibi.

Yanından uzaklaşıp pencereye gittim. Boş kasabayı seyrettim sessizce. İnsanlar yıllar boyunca bu gürültülü garip kasabada yaşamış ve ses toplamışlardı. Özel bir ses aramış ve bir şirket o sese sahip olmak istemişti. Muhtemelen sesi bir şey için kullanmak üzere arıyorlardı ya da o sesi çoğaltmak ve satmak istiyorlardı. Kim bilir? Sonunda şirket vazgeçmiş ve insanlar kaçmışlardı. Artık burada onları çeken bir şey yoktu. Para kazanmış ve bu gürültüye yıllarca tahammül etmişlerdi. Huzuru aramak üzere başka diyarlara yol almışlardı.

Pencereden odaya döndüğümde, Lorelei’nin domatesleri doğramayı bırakmış, bana baktığını gördüm. “Onu satmak istiyorlardı. O kusursuz sesi reklamlarda kullanmak ve insanları kandırmak istiyorlardı. Filmlerinde o sese yer verip, insanları sinema salonlarına doldurmak istiyorlardı. İnsanları etkisi altına alabilecek bir ses arıyorlardı.” dedi üzgün bir yüz ifadesiyle.

“Aradıkça ve elde etmek için kovaladıkça o sesten uzaklaştılar. Sen de aynı hatayı yapıyorsun. Baban ölmeden önce yaptığı hatayı anladı ve o vasiyetnameyi o yüzden yazdı.” Bir an kızgınlık ifadesi Lorelei’nin yüzünden geçse de hemen yerini o dingin ifade aldı. Domatesleri kenara ayırarak salatalıkları doğramaya başladı.

Anlamıştım. Ya da en azından anladığımı varsayıyordum. Salona dönerek kanepeye oturdum ve başımı arkaya yasladım. Sadece babamın benim için biriktirdiği paraya sahip olabilmek için bu gürültülü yere tahammül etmiştim yıllar boyunca. Tek amacım hayatım boyunca çalışmadan rahat rahat yaşayabilmekti. Yeterince param olduktan sonra, gürültü umrumda olmayacaktı. Ama bu yanlıştı. Melodi mırıltıdan daha yüksek bir tonda kulaklarımı doldurmaya başladı. Bir süre kafamın içinde dolanmasına ve kalbimi doldurmasına izin verdim. Gürültü yavaş yavaş kaybolarak yerini sessizliğe bıraktı. Kanepede oturduğum dakikalar boyunca hiçbir ses yoktu. O bir andan daha uzun bir süre, hayatım boyunca alışkın olduğumdan çok çok farklı bir sese maruz kalıyordum. Sessizliğin sesine…

Bankayı ve avukatımı arayarak evimde bir toplantı ayarladım. Babamın bıraktığı tüm serveti geri iade edeceğimi bildirerek kasabadan ayrılacağımı açıkladım. Avukat aile avukatımızdı aynı zamanda. Gülümseyerek çantasını açtı ve bana bir zarf uzattı. Babamın vasiyetinde geçen bir madde de, kasabayı terk etmek istemem halinde bu zarfın bana verilmesini istediği yazıyormuş. Zarfı açıp içindeki mektubu çıkardım. Babamın güzel el yazısıyla yazılmış mektubu sesli olarak okumaya başladım:

Sevgili oğlum,

Hayatım boyunca bir melodinin peşinde koştum. İnsan ruhunu huzura kavuşturan o dingin sesi kaydetmek ve her canım istediğinde dinlemek istedim. Başka insanların da duymasını ve herkesin mutlu olmasını arzuladım. Ama o ses, kaydedilebilecek türden bir ses değilmiş. O melodiyi çalan ne bir piyano ne de bir keman… O melodi senin kalbinden geliyor, benim kalbimde çalıyor, insanların vücudunda aksediyor. Ama biz onu hep dışarıda hayal etmiştik. Yanılmışız…

Eğer bu mektubu okuyorsan, nihayet gerçeği anlamışsın demektir. Lorelei’nin uzun zaman önce anladığı bu gerçeği, onunla beraber sonsuza kadar yaşat oğlum.

Seni çok seven,

Baban.

Gözlerimdeki yaşları gömleğimin koluna sildikten sonra mektubu katlayıp zarfın içine geri koydum. Avukatımız, babamın vasiyetindeki son madde olan, ben mektubu okuduktan sonra paranın tamamını alarak dilediğim yere gidebileceğimi belirten kısmı da bana okuduktan sonra kalkmaya hazırlandı. Banka görevlisinin uzattığı kağıtları ayakta imzalayarak elimi sıktıktan sonra kapıda bekleyen arabasına gitti. Bankacı da gerekli evrakları doldurmamı bekledikten sonra peşi sıra dışarı çıktı.

Lorelei yanımda durdu ve gülümseyerek bana baktı. Onu kollarıma alıp sıkıca sarıldığımda, ona ne kadar uzun zamandır sarılmadığımı hatırladım. Hatırladıklarım bir araya gelince, onu ne kadar boşladığım gerçeğiyle yüzyüze kaldım ve melodi beynimde uğuldamaya başladı.

Eşyalarımızı toplayıp kasabayı terk ettik o gün. Biz giderken gürültü tamamen susmuş, rüzgarın ve ağaçların şarkısı kulaklarımızı doldurmuştu. Kalplerimizdeki melodi, doğanın enstrumanlarına eşlik ederken, mutluluğa doğru yol olmaya başladık…

Gürültü Kasabası” için 10 Yorum Var

  1. Gerçekten çok sevimli bir öykü. Bilimkurguyla fantastik-kurgu karışımı bir şey olmuş, güzel olmuş. Üslup öykünün bütününe uygun. Basit bir kurgusu var ve finali iyi. Zaten böyle öykülerde dolambaçlı kurgular ve çarpıcı sonlar beklenmemeli. Kısacası çok güzel.
    Tebrikler…

  2. Teşekkürler Gurur Güneş,
    Uzun zamandır aklımda olan bir öykü değildi, temayla birlikte şekillendi ve yazıldı. O yüzden sade olması, karmaşık bir kurguya dönüşmemesi için biraz gayret gösterdim. Umarım dediğin gibi ve benim yapmaya çalıştığım gibi olmuştur.

    Güzel yorumundan dolayı tekrar teşekkür ederim.

    Mert Bitmez…

  3. Gurur’un da bahsettiği gibi gerçekten sevimli bir öyküydü bu! Okurken o melodiyi, bu sessizlikte ben de hissettim adeta…

    Bir yeri basit şekilde anlatarak okuyucuyu kolayca öykünün içine sokman ve yine sade cümlelerle, sevimli bir şekilde kurguna devam ettirmen, aranan melodinin kaynağını çok hoş bir şekilde açıklaman ve bunları bir bütün haline getirerek sonlandırman enfes olmuş. Dediğim gibi, benim çok hoşuma gitti, akılda kalıcı bir öykü olmuş.

    Birkaç kelime hatası olsa da sanıyorum akıcılıktan dolayı çok fazla göze çarpmıyor. Yeni seçkilerde, yeni öykülerinle tekrar buralarda olman dileğiyle. Ellerine, kalemine sağlık 🙂

    1. Beğenmene çok sevindim. Gözüne çarpan hataları, forumdan bana yazarsan sevinirim. Gözümden kaçmış olmalı. Seni redaktörüm ilan ediyorum, magicalbronze =)

  4. Nihayet ben de okuyabildim. Öncelikle seçkimize hoş geldin. Seninle şahsen tanışmış olduğumuz için senin gibi değerli bir kişiyi burada görmek beni iki kez sevindiriyor.

    Hikayeye geçecek olursak gerek konusu, gerek içerdiği ilginç isimler gerekse içinde geçtiği mekan bakımında oldukça doyurucu ve keyif veren bir öyküydü.

    Dilerim sonraki seçkilerde de katılımını görebiliriz. Kalemine ve hayal gücüne sağlık.

    1. Değerli yorumun için teşekkürler, Mit.
      Bu birazcık ısınma turu gibiydi. Dışarıdan belirlenmiş bir konseptten yola çıkarak bir hikaye yazmaya alışkın olmadığımdan, biraz yadırgadım sanırım. İlerideki hikayeler daha da iyi olacaktır diye umuyorum. Buradan da, seçkilere katılımımın devam edeceği sonucunu çıkartabiliriz. Senin de kalemine sağlık.

      Not: Kitabına henüz başlayamadım. Mümkün olan en yakın zamanda okuyup, muhtemelen sana tekrar teşekkür etmek üzere döneceğim =)

  5. Konu itibariyle oldukça sıradışı bir öyküyle seçkimize katılmandan bir hayli güzel olmuş. Seçilen bu tema için kolay kolay akla gelmeeycek bir konu kurgulamışsın ve ben okurken pek çok farklı şey düşünmüştüm. Ancak hiçbiri gerçekle uzaktan ya da yakından alakalı çıkmadı. Eh, bu iyi bir şey :).

    Gurur Güneş’in dediği gibi, bilimkurgu ve fantastiğin arasında, hatta onların karışımı bir hikaye olmuş. Bu bakımdan, tarz olarak da hayli farklı bir köşede seçkideki yerini alıyor.

    Sonu yürek ısıtan ve mesaj veren, geneli ise merak duygusunu körükleyen bir hikaye okumuş oldum. Umarım diğer seçkilerde de yazılarını okuruz. Kalemine sağlık.

    1. Çok sağol Fırtınakıran,
      Biraz acemilik hikayesi olduğunu düşünürsek bunun, bu kadar güzel yorumun beni şımartıyor diyebilirim =)

      Güzel bir etkinlik olduğunu düşünüyorum bu seçkinin. Her ay burdayız artık =)

dekadans için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *