Kapısı aralık kulübenin önünde bir- iki öksürdü. Karşılık gelmeyince başını uzatıp etrafı kolaçan etti. Toprak zeminde, üzeri kirli bez parçasıyla tamamen örtülü yatan kabarıklık, hafifçe inip kalkıyordu. Yavaşça içeri girip kabarıklığın yanına çömeldi, bir süre nefes alış verişini dinledi. Örtüyü kaldırdığında, bu en büyükleri olmalı diye geçirdi içinden.
“Evet” dedi cüce, gözlerini açmış doğrudan adama bakıyordu. “En büyükleri ve en uzunları benim. Boyum elli santim; yaşım da doksan beş. Beni bunun için uyandırmadığını biliyorum. Acele et, uykum var uyuyacağım.”
Adam ne diyeceğini bilemedi. Yutkundu. Ağzını açamadan cüce sıkıntıyla yüzünü buruşturdu.
“Geç şimdi özür dileme kısmını, konuya gel doğrudan.”
Adam kekeleyerek “Çok hastayım, ölecek miyim?” dedi.
Cüce ayağa kalktı. Kendi yattığı yere adamın uzanmasını, gözlerini kapatmasını istedi. Küçücük mekânda neredeyse cenin pozisyonunda kıvrıldı adam. Heyecandan ve hastalığından titriyor, dişlerinin birbirine çarpmasına engel olamıyordu. Kırklı yaşlarda, kirli sakallı, zayıfçaydı. Cüce kulağına doğru bir şeyler mırıldandıkça adamın karanlık yüzü daha da karardı. Cücenin yattığı yerde geçmişini görmüştü adam ve nasıl yavaş yavaş zehirlendiğini.
“Tamam” dedi cüce. “Artık kalkabilirsin.”
“Ödemeyi…” derken adam, cüce sözünü kesti.
“Şimdi değil. Zamanı geldiğinde anlayacaksın.”
Adam ayağa kalkmaya çalışırken dengesini kaybetti, cüceye tutunmak zorunda kaldı. Cüce, adamın tüm geçmişini görürken, kulübenin biraz karton, biraz teneke, biraz naylon duvarları sarsıldı.
“Değmemen gerekirdi” dedi cüce kızgınlıkla, dişlerinin arasından ıslık çalar gibi tıslayarak. O küçücük boyuyla dev gibi görünüyordu. Özür dilemesinin bir faydası olmayacağını anlamıştı adam, başını öne eğdi, gözlerini kaçırdı.
Tıslamayla “Git!” diye bağırdı cüce.
Adam ardına bile bakmadan koşar adım oradan uzaklaştı. Baksaydı eğer kulübenin kapısında kendisine nefretle izleyen cüceyi görecekti.
“Olmaz” dedi ortanca cüce. “Bunu yapamazsın. Sen değil miydin bize, müşterilerin sırlarını ömür boyu saklayacağız, ne amaçla olursa olsun bu bilgileri kullanmayacağız diye yemin ettiren? Bu yemini bozamayız.”
“Evet” dedi en küçük cüce de. “Yüzyıllardır böyle sürüp gidiyor yaşantımız. Bunu bozamazsın. Ben de karşı çıkıyorum. Sonra belki biz de…”
Kulübenin toprak zeminine oturmuş üç cüce hararetli bir şekilde tartışıyordu. El ele tutuşup bir halka oluşturmuşlardı.
En büyükleri sonunda “Ne derseniz deyin. Bunu yapmak zorundayım. Karşı olsanız da olmasanız da… Paloma için” dedi.
İlk kez birbirlerinden farklı düşünüyorlardı ve uzun yaşamları boyunca en büyük cüce ilk kez uyumak ve görmek dışında yaşamı yönlendirmek gereğini hissediyordu.
Cücenin yanından ayrılan adam eve zor attı kendini. Ciğerini yerinden söken öksürük nöbetlerinden birine tutulmuştu. Kan tükürdü yine. Yatağa girdi. Uyumak üzereyken kapı açıldı. Kaşları çatıldı, sırtı dikleşti, gelenlerin karşısına dikildi. Suratsız bir ifadeyle;
“Saat kaç ha, nerede kaldınız bu saate kadar?” diye homurdandı.
Çocuk annesinin arkasına saklandı, incecik omuzları titriyordu korkudan. Kadın başını yerden kaldırmadan “Çok geç kalmadık.” dedi.
“Yeter” diye bağırdı adam. “Bu akşam ikinize de yemek yok. Sofrayı hazırla bana, sonra doğru odaya.”
Kadın sesini çıkarmadı, dişlerini sıkıp kızını odaya götürdü. “Merak etme, az kaldı” dedikten sonra yavaşça dışarı çıktı, kapıyı kilitleyip anahtarı gizli bir yere koydu. Yakında her şeyi sonlandıracaktı. Mutfakta yemek hazırlamaya başladığında adamın horultularından uyuyakaldığını anladı. Kadının hareketleri tekdüze ve cansızdı. Her akşamki gibi fare zehrini çıkarıp tabaktaki yemeğe kattı. İki aydır yavaş yavaş yapıyordu bunu. Öldüğün gün benim doğduğum gün olacak, dedi içinden birkaç kez.
Kimsenin uğramayacağı saatte kapının ısrarlı çalışıyla irkildi. İçerdeki hâlâ horluyordu.
“Kim o?” diye seslendi kadın, ürkek bir sesle.
“Açın lütfen, çok önemli. Kocanızla ilgili. O uyanmadan açın!”
Kadın kuşkuyla açtı kapıyı. Karşısında bir cüce ona bakıyordu. Kadın tam kapıyı kapamaya çalışırken cüce atıldı.
“Durun, sakın korkmayın. Buraya size yardım etmeye geldim. Fazla zamanım yok. Yaptığınızı öğrendi kocanız. Geleceği gördüm ama her şeyi söylemedim. Geçmişte neler yaşadığınızı da biliyorum. Geçmişi değilse de geleceği değiştirebilirsiniz, size dediklerimi yaparsanız” dedi cüce ve hızla kadına ne yapması gerektiğini anlattı.
Kadın gözleri kapalı, omuzları düşük öylece duruyor, cüceyi dinliyordu. Donmuş gibiydi. Yüzünde hiçbir duygu ifadesi yoktu. Bir süre sonra silkinip kendine geldi. Kapının aralığında boşluğa dalmış bakıyordu. İçeriden uyanan adamın homurdanmaları gelince kapıyı usulca örttü. Adam masaya oturmuştu bile. Zehirli yemek tabağını kocasının gözlerine bakmadan yavaşça masaya bıraktı; kendi ölümüne iştahla kaşık sallamasını seyretti. Yavaş yavaş ölüme yaklaştığını izlemekten garip bir zevk aldığını ilk fark ettiğinde dehşete kapılmıştı. O güne kadar yaşadığı her duygudan daha yoğun hissediyordu intikam duygusunu. Yine de beklediğinden daha uzun sürmüştü ölmesi. Cücenin söylediklerini tekrarladı dua okur gibi.
Odunluğa indi, duvara dayalı baltayı aldı. Ne olacaksa bu gece olmalıydı. Cücenin dediği gibi baltayı kaldırdı ve hızla zemine vurdu. Vurmasıyla zeminde koca bir yarık açıldı. Altın rengi ışıkla doldu odunluğun içi. Kadın gördükleri karşısında neredeyse küçük dilini yutacaktı. Bir yandan korku, bir yandan merak duygusu kalbini sıkıştırdı; heyecandan soğuk terler döktü. Çok geçmedi, yarığın içinden başka bir cüce çıktı, biraz önce gelen cüceye benzemiyordu. Kedi yavrusu gibi sevimliydi. Cüce ellerini kadına doğru uzatarak:
“Hadi gel benimle. Vaktimiz az. Gün ışımadan halletmeliyiz şu işi.”
“Nereye geleceğim? Hem ne olacak gün ışıyınca?”
“Söyledi ya cüce sana. Sen ve kızın…”
Bunu duyan kadın irkildi. Kapıya gelen cüce neler olacağını söylemişti. O uğursuz kocası ikisini de öldürecekti. Hemen tuttu elini cücenin. Birlikte yarıktan aşağı atladılar. Artlarından yarık eski haline döndü. Beton zemin kadını yutmuştu. Cüceyle yarıktan atladıkları gibi helezonvarî bir kayaktan kaydılar. Kayağın ucu devasa bir denizin hemen üstünde bitiyordu. Suya düşüverdi kadın. Korkudan gözleri fırladı yuvalarından. Çırpınmaya başladı, çırpındı, çırpındı. “Daha çok çırpınacak mısın?” dedi cüce, “Yüzme bilmiyorum” diye bağırdı kadın. Güldü cüce. “Bu su, sizin denizlerinize benzemez.” dedi “Yeraltında bildiğiniz dünyadan bambaşka bir dünya var. Yukarıda sabah olmadan buradan çıkabilirsek, her şeyi unutacaksın. Burayı, beni ve birazdan göreceğin diğer cüceleri. O yüzden öğreneceksin merak ettiğin her şeyi ama sırayla.”
Cüce suya daldı. Kadın da ardından. İlk kez gördüğü bu mavi sularda rengârenk balıkların arasında denizkızı gibi süzüldü. Cüceyi takip etti. Olmayacak olan oldu ve denizin dibi bitti. Şaştı kadın, yarı denizde yarı havada süzülüyordu ve düşmüyordu. Aşağısı, denizin dibinin de aşağısı yemyeşil bir düzlüktü. Cüce kadının sırtına dokundu. Dokunduğu yerlerde kanat çıktı, bembeyaz melek kanatları. Süzüldü kadın, kedi yavrusu kılıklı cücenin ardından. Uçtu bir kuş gibi. İndi yere. Çıplak ayaklarıyla bastı çimenlere. Gerçekti çimenler, deniz kadar gerçek. Kaldırdı başını, biraz önce içinde yüzdüğü deniz, gökyüzünde havada asılı su yığını gibi duruyordu, yere bir damla su düşürmeden.
“Fazla kaptırma kendini, göz çok kolay yanılır.” dedi cüce.
Kadın ne olduğunu anlayamadan alacakaranlık çöktü. Havadaki ağır koku nefes almasını güçleştirdi. Korkuyla etrafına bakındı. Ölü kediler her yerdeydi. Yakılmış insan bedenleri her yerdeydi. Toprağın üstü fare kaynıyordu. Adımını her attığında çevresini onlarca fare kaplıyordu. Çığlık çığlığa takip ediyordu cüceyi ta ki cüce sessiz olmasını işaret edene dek.
“Korkma” dedi cüce “Sana zarar veremezler.”
Durdu kadın. Haklıydı cüce, fareler sanki o yokmuşçasına ona değmeden geçip gidiyorlardı. Geldiği bu yer, cennetten sonra cehennem gibiydi. Çok geçmeden birini gördü, her yerini irinli kabarcıkların kapladığı bir insandı bu. Ölmemişti, yaşıyordu ama vücudu öyle korkunç bir haldeydi ki kadın neredeyse kusacaktı. Acılar içinde inleyen, kadın mı erkek mi olduğu anlaşılmayan bu insana niye kimse yardım etmiyordu? Soracak oldu, vazgeçti. Çok geçmedi yine bir inleme duydu. Baktı sağına, ağacın dibinde biri kıvranıyordu. Aynı yumurta büyüklüğündeki irinli yaralar onda da vardı. Tiksinerek başını çevirdi kadın. Bu kez bir başkasıydı karşısındaki. Vücudu kararmaya yüz tutmuş bir kadın, yardım istercesine elini uzatıyordu. Korksa da yardım etmek istedi ona.
Cüce geldi yanına “Artık onlar için çok geç. Hem şifacılarımız var bizim. Mabette. Bulacaklar çaresini, biz devam edelim yolumuza.”
Cücenin sözünü ettiği mabede yaklaştıklarında durdu kadın. Mabedin kapısı hasta insanlarla doluydu. Her biri perişan haldeydi. Kiminin elleri kapkaraydı, kiminin yüzü tanınmayacak haldeydi. Burnu düşmüş insanlar gördü içlerinde, kemikleri görünen insanlar, her yerini korkunç yaraların kapladığı insanlar… Vuruyorlardı mabedin camlarına. İnlemeleri kulakları sağır edecek güçteydi. İnsanlara fazla yaklaşmamaya dikkat ederek baktı mabedin camından içeri. Gördükleri karşısında şaşkındı. Üstlerinde kapkara cübbeleri, başlarında şapkaları ve yüzlerini tamamen örten koca gagalı maskeleriyle cücenin şifacı dediği bunlar olmalıydı. Kadını çekiştiren cüce devam etmeleri gerektiğini söyledi ve anlattı olanları.
“Farelerle başladı her şey. Onlar bulaştırdı bu illeti. İnsanlar patır patır ölmeye başlayınca, yine kendi içlerinden bazıları cadı olduklarını düşündükleri insanları evlerinden toplayıp yaktılar meydanda. Sonra kediler… O etrafta gördüğün kedi ölüleri… Kedilerin cadıların yardımcıları olduğunu düşündüler, ne kadar kedi varsa hepsini katlettiler. Biz, bakla cüceleri uyardık onları. Ama bizi dinlemediler. Kediler yaşamalıydı, kediler öldükçe fareler çoğaldı. Öyle çoğaldı ki her yerden çıkmaya başladılar. Sabah aynı sofrada birleşen aile, aynı günün akşamına bir cenaze çıkarmaya başladı evlerinden. Şifacılar hastalara iyi beslenir ve temizliğe dikkat ederlerse iyileşeceklerini söylediler. Ama hastalık çok hızlı ilerledi. Şifacılar da o gördüğün giysileri geçirdiler üstlerine. Hastalara temas etmemek için. Korkuyorlardı çünkü.”
Kadın kesti cücenin sözünü “Ya o taktıkları maskeler, kuş gagası gibi?”
Cüce adımlarını hızlandırmıştı “Koku… Kokuyu duymamak için içlerine çiçek doldurdukları o maskeleri taktılar. Kara ölüm bu, kap… ka…ra…” tamamlayamadı cümlesini, gelmişlerdi.
Paloma, tüm görkemi ve heybetiyle dev bir kayanın üzerine tünemiş, gelenleri izliyordu. Cüce kadına adeta fısıltıyla “Burada ayrılıyor yolumuz. Dediklerimi unutma ve sakın Paloma’nın gözlerine bakma” Kadın ağzını açıp konuşacaktı ki cüce kaçarcasına uzaklaştı oradan.
Artık baş başaydılar. Paloma bir güvercindi; devasa bir güvercin. Cüceler ülkesinin devi. Kanatlarını açarak “Yaklaş” dedi kadına. Kadın sessizce itaat etti.
“İki dünyayı da gördün, iç içe geçmiş.”
Kadın “Evet” dedi “Ne daha korkuncunu ne de daha güzelini gördüm şimdiye kadar.”
Güldü Paloma. “Oysa burası senin dünyan…”
Kadın kayalıktan aşağıya baktı. Uçurum kıyısındaydılar.
“Rüya olmalı tüm bunlar. Uyanınca…” Bitiremedi sözünü kadın.
“Dünyanın yüzyıllar önceki hali işte bu gördüğün âlem. Geçmişin geçmişte kaldığını kim söyledi ki? Geçmiş, işte burada, ayaklarınızla bastığınız o toprağın altında.”
Aniden başını çevirdi dev güvercin. Gözlerini kaçırmak istediyse de yapamadı kadın. Gördü güvercinin gözlerini. İnsanlığın yaşadığı tüm ızdırabı, tüm acıyı dev bir güvercinin gözlerinde gördü kadın.
“Bütün bunlar… Dünyanın acıları mı bu gördüklerim?” Kadın elleriyle kapadı gözlerini.
Paloma devam etti, “Senin görmeye bile katlanamadığın onca acıya şahit oldum ben. Zaman benim gözlerime mil gibi çekildi. Bundan kurtuluşum yok. Bu benim lanetim.”
Gözlerinde dünyayı taşıyan Paloma’ya acımıştı kadının yüreği.
“Neden? Neden böyle büyük bir cezayla cezalandırıldın?” diye sordu. “Bunu hak edecek ne yapmış olabilirsin?”
“Biliyor musun saf kötülük de veba gibidir. İkisi de bulaşıcıdır. İnsanı insanlıktan çıkarır. Gelirken gördüğün her şey kötülüğün yansıması sadece. Geçmiş sandığın her şey, bugün farklı bir şekilde içimizde. Vebanın yok olduğunu sanan senin dünyandakiler ne kadar yanılıyor. Cezamın ne olduğunu sordun değil mi bana? Bir insana tüm gerçeği söyledim.”
Güvercinin gözlerinde şimşekler çakıyordu. “O insan, bilmemesi gerekeni öğrendiğinde, acımasızca çoluk çocuk milyonlarca insanı katletti. Senin türün benim lanetim oldu.”
“O zaman bana yardım etmeyeceksin. Cücenin söyledikleri…”
“Aksine, sana yardım edeceğim. Bu lanet zincirinin döngüsünü kırabilmem için sen tek şansımsın çünkü; benim de senin tek şansın olduğum gibi.”
“Nasıl olacak bu?”
“Dediklerimi yaparsan olacak. Her yüzyıl tamamlandığında bir insanla anlaşma yapıyorum; aynı şu an seninle yaptığım gibi. Ama senin türün güvenilmez; hiçbiri tutmadı sözünü. Ben de gözlerimde dünyanın yüküyle buraya hapsoldum. Sözünü tutarsan, ikimiz de kurtuluruz.”
“Ben… tutarım sözümü. Asla sana arkamı dönmem. Lütfen… nasıl kurtaracaksan kurtar bizi; yavrumu ve beni kurtar.”
“Şimdi git… Geldiğin yolları tekrar geç. Deniz kıyısına geldiğinde seni buraya getiren cüce, bir kutu verecek sana. Sakın açma onu. İçinde ne olduğunu merak edeceksin. Etme. Kutuyu evine götür ve hâlâ uyumakta olan kocanın yanına bırak. Yavrunu da al ve arkana bile bakmadan çık o evden. Anladın mı söylediklerimi?
“Anladım.”
“Hadi git öyleyse.”
Paloma kapadı gözlerini. Kadın yavaş yavaş geldiği yollardan geri döndü. Aynı korkunç sahneleri bir daha yaşadı. Şifacıların kapısında yine yardım dileniyordu çaresizler. Hava yine ölüm kokuyordu. Kurtlanmış cesetler her yerdeydiler. Kedi ölüleri ve dev fareler her yerdeydi. Paloma’nın dediklerini düşündü kadın ve yerin üstünü. Bir an önce evine dönmek istedi, yeryüzünün cehennemi yeraltının cehenneminden daha katlanılır geldi gözüne. Adımlarını hızlandırdı. Sonunda vardı denizin kıyısına. Elinde büyükçe bir kutuyla cüce de oradaydı. Kadına verdi kutuyu.
“Sakın merak etme içindekini. Merak veba gibidir, çürütür sahibini.” dedi cüce.
Kadın başını sallamakla yetindi. Cücenin eşliğinde döndüler gerisin geri; yer üstüne, evin odunluğuna. Kadın açılan yarıktan odunluğa çıktığında, yarık kapandı birden. Kadın kendi âlemindeydi artık, cüce kendi âleminde. Oyalanmadan çıktı merdivenleri. Odunluğun eve geçen kapısını açtı. Kocasının horultularından başka ses yoktu. Hemen Paloma’nın dediği gibi kutuyu bıraktı ölmesini dilediği kocasının başucuna. İkimizden biri ölecek ve o ben olmayacağım diye geçirdi içinden. Yatak odasına geçti hemen. Kızı yorganı başına kadar çekmişti korkusundan. Kaldırdı yorganı kadın. Öperek uyandırdı küçük kızı…
“Güzel kızım kalk hadi… Uyan yavrum… Bak seni nereye götüreceğim, hadi kalk…”
Kız, uyku mahmurluğuyla baktı annesine. Sevindi, sıcacık bir gülümseme kondurdu yüzüne. “Nereye gideceğiz anne?”
Kadın öptü yavrusunu, sarı saçlarını kokladı, göğsüne bastırdı.
“Çok uzaklara… Sana verdiğim sözü hatırlıyor musun?” Küçük kız başını salladı evet anlamında.
“Hadi o zaman. Eşyalarımızı alıp hemen çıkalım buradan.”
Kadının eşya dediği küçük bir valize sığdırdığı giysileri ve yüklüğe sakladığı az biraz parasıydı. Zor günler için sakladığı paranın zamanı gelmişti işte. Bir elinde yavrusunun eli, bir elinde eski valiz, salonun kapısından baktı içeri. Ölesiye merak ediyordu kutunun içini. Açsam diye geçirdi aklından. Verdiği sözü hatırladı sonra. Kaçarcasına çıktı evden. Ardına bile bakmadı. Yürüdüler ama görmedi ikisi de tepelerinden süzülen dev güvercin Paloma’yı.
Gün ışıdığında uyandı adam, nefessiz kalmış gibi kuvvetlice öksürerek. Çok geçmedi yanı başında duran kutuyu gördü. Karısına seslendi. Karşılık gelmeyince tekrar seslendi, yine karşılık alamadı. Bu kez okkalı küfürler savurdu havaya. Eli yanı başında duran kutuya çarptı, açıldı kutunun kapağı. İçinden bir şey düştü yere. Eğildi adam, yakından bakmaktı niyeti. Üzerindeki yaprakları itti eliyle, gördüğü karşısında gözleri fırladı yuvasından. Kanlar içinde ölü bir fareydi kutudan çıkan. Ellerine baktı adam. Küfürler savura savura, öksüre öksüre koştu banyoya. Yıkadı elinin kirini. Akıttı kanları.
…
Sokak meraklı bakışlarla kokunun kaynağı evin önünde toplanmıştı. Özel giysileriyle gelmiş sağlık personeli, ceset torbasıyla evden çıktıklarında bekleşenler oracıkta kusmaya başladılar. Koku öyle kötüydü ki sokak sabunlu sularla yıkansa bile, bir haftaya çıkmazdı etkisi.
Görevliler cesedi araca yerleştirdiler. Görevlilerden biri diğerine söylerken meraklı bir çocuk işitti onları.
“Veba… Bu zamanda… İstanbul’da… İnanılacak gibi değil.”
“Öyle… Acele edelim. Karantina başlayacak”
henüz öyküyü okumadım. yakında okumam da.
zira okumak için özel bir anı kovalıyorum. özel şeyler için bunu yaparım ben.
seçkideki en seçkin iki insanın ismini bir öykünün yanında beraberce görünce, bir duruluyor insan; önünde özel bir şeyin uzanıp gittiğini biliyor. ne müthişsiniz ki bunu hissettirebiliyorsunuz. şimdi sabırsızlıkla öykünüzü okuyacağım anı bekliyorum. özel anı.
merhaba,
Sizin öykülerinizi uzun süredir okuyamadık; önümüzdeki temada sizin kaleminizden bir öykü okumak isterim doğrusu ki tema çok güzel.
“en seçkin”… fazla iddialı 🙂 Nurdan Atay’la güzel bir yazı arkadaşlığımız/ortaklığımız var. Bu temaya özgü böyle bir şey yapmaya karar verdik. Daha doğrusu, fikir benden çıktı o da sağ olsun kırmadı beni (Nurdan Atay’a selamlar :))
öyküyü okuduktan sonraki yorumunuzu da yazın lütfen.
iyi okumalar.
Merhaba;
Seçkinlik konusunda Öznur Babur’a katılıyorum çok çok iddialı. Bu temada farklı bir deneme yapalım dedik. Kayıp Rıhtım’da doğan yazı dostluğunu birbirimizi kısıtlamamaya çalışarak bir öykü potasında birleştirdik. Bizim için değişik bir çalışma oldu. Okuduğunuzda da yorumlarınızı bekleriz.
Son derece akıcı bir öykü, okurken etrafımda öyküden sebepli atmosferik bir küre oluştu ve pek hoşuma gitti bu açıkçası. Hele hele “gerçekliğin bükülmesi” ve bunun rafine işlenişi beni can evimden vurdu, tek kelimeyle bayılırım. Sadece ve sadece tek bir kısım vardı beğenmediğim, lâkin teknik açıdan ziyade içerikle ilgili bir tercih olması hasebiyle paylaşmaya gerek duymuyorum.
Emeğinize sağlık.
merhaba,
Öyküyü beğenmenize sevindim kendi adıma. Hoşunuza gitmeyen kısmı da söyleseydiniz keşke. Birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var bu platformda.
“Hele hele “gerçekliğin bükülmesi” ve bunun rafine işlenişi beni can evimden vurdu, tek kelimeyle bayılırım.” ne güzel bir yorum. Sağ olun.
Merhaba;
Ben de beğenmediğiniz bölümü merak ettim açıkçası. İki farklı kalemin birleşmesi çok da kolay olmuyor tabii ki. İçerikle de ilgili olsa paylaşmanızı isterim açıkçası.
Merhabalar tekrardan,
Çok özür diliyorum gecikme için, dikkatimden kaçmış yazdıklarınız.
Esasen bütünüyle tercih meselesi bu fakat söylememi istediğiniz için sizleri kırmayayım; salgının başlangıcı ve sonrasında gelen veba maskesi kısmı olması daha iyi olabilirmiş bence. Kesinlikle “info-dumping” olarak nitelendirebileceğim bir seviyede değil fakat o ana kadar okuyucuyu girdap gibi içine çeken büyüsel kurguya biraz fazla gerçekçi, belki de eğitici, doğru sözcüğü tam olarak bulamadım.
Dediğim gibi, sadece içeriğin genel akışından ötürü biraz eğreti durdu bana göre, o kadar. Zaten çok küçük bir bölüm, görmezden gelinebilir kolaylıkla.
🙂 Salgının anlatıldığı kısımlarda açıklayıcı bir anlatım var, sanırım bunu demek istediniz. Öyküye yedirmeye çalıştım aslında. Bir de kadın karakter tamamen bilmediği bir dünya ve atmosferle karşılaştığı için cücenin ona anlatması bana mantıklı geldi yazarken 🙂
Merhaba,
Öyküyü beğendim. Sonunda okuyucuyu olduğu yerden alıp, bambaşka bir yere bırakan hikayeleri seviyorum. Güzel bir son vardı öyküde. İçerik fazlası ile soyut ögeler üzerine kurulu olduğu için hikayenin bazı bölümlerini anlaşılmaz bulsam da, bunu kendi eksikliğim olarak düşünüp, kendimce gördüğüm pürüzleri, kendime saklayacağım. Kendime saklamayacağım bir şey de var ama. Adam nasıl cücelerin yanına gidiyor? Bu bölümü büyük planın bir parçası gibi mi kurguladınız? Çok net hissedemedim hikayeyi başlangıçtaki olay özelinde. Birde kadının Paloma’ya verdiği söz neydi? Nasıl bir çift taraflı kurtuluş vaad ediyor hikaye? Bu sorularında cevabını veremedim. Belki oldukça aşikar bir şeyi göremiyorum ama anlayışınıza da sığınarak bu soruların cevaplarını merak ettiğimi söylemek istiyorum.
merhaba,
Elimden geldiğince cevaplayayım aklınıza takılanları.
“Sakın merak etme içindekini. Merak veba gibidir, çürütür sahibini.” dedi cüce. / bu kısım, önemli. Kadından istenen kutuyu açmadan denileni yapması. Dikkat ettiyseniz kadın, kocasını azar azar öldürüyordu ama Paloma’nın yöntemiyle kendisi katil olmadan kurtuldu kocasından. Zira kutunun içinde veba mikrobu taşıyan bir fare olduğunu bilmiyordu. Yani ona güvenmek istedi Paloma, kadının sözünü tutması Paloma’nın da kendi cezasından kurtulabilmesi için gerekliydi. Ki daha önce anlaşma yaptığı insanlardan hiçbiri sözünü tutmamış, kendi bildiklerini okuyarak zamana ve gerçekliğe fazla müdahale etmişlerdi. Bunlardan biri de toplu kıyım yapan bir diktatördü. Tabii bütün bunları öyküye yedirmek fazla açıklayıcı olurdu o sebeple öykünün akışını bozmadan verebileceğimizi verdik cümlelerde.
Diğerine geçeyim: Cüceler, her iki âlemde de görünebiliyor ve yaşayabiliyor (fantastik bir öykü). Gerçek dünyada işleri, falcılık ve büyücülük benzeri geleceği, geçmişi görüp müşterilerine söylemek. Adam da bu şekilde gidip soruyor kendi geleceğini.
Çift taraflı kurtuluşa gelince; kadın ellerini kirletmeden zalim kocasından kurtuldu Paloma da iyi bir insanı kurtararak kendi işkencesinden (gözlerindeki acıdan) kurtuldu.
Umarım açıklayıcı olmuştur.
ve öyküyü beğenmenize sevindim.
Merhaba;
Okuyup yorumladığınız ve sorular sorduğunuz için çok teşekkürler. Öznur Babur detaylı açıklama yapmış, o nedenle ben soruların yanıtlarına değinmeyeyim tekrar olmasın:)
Merhabalar. Harika bir ikili çok güzel bir öykü. Fransız yapımı animasyon film tadı vardı öyküde. Hikayenin altından güzel kalkmışsınız, tema ile ilgili sahneler de çok güzeldi. Kedilerle ilgili kısmı güzel düşünmüşsünüz ayrıca. Asıl hikayenin çekirdeği bir aile dramı; duygusaldı, güzeldi. Aile kavramına değer veririm ve ben de işlemeyi severim.
Finali ise ayrıca beğendim. Veba gibi bir illetin bile iyi bir şeye vesile olması, annenin cinayet yükünü bir şekilde paylaşması; güzel düşünmüşsünüz.
Ellerinize yüreğinize sağlık. Gelecek seçkide görüşebilmek dileğiyle. Kaleminize kuvvet.
Merhaba,
Öykümüzü beğenmene sevindim. Fransız animasyonları güzel de aman Fransız filmlerine benzemesin 🙂 Pek sevmem de 🙂
İyi günler, öykünüzün akıcı ve güzel olduğunu belirtmeme gerek yok, özellikle fantastik öyküleri seven ben için girişteki cüce kelimesi adeta yakamdan tutup okumam için içeri çekti beni 🙂 yukarıdaki arkadaşında belirttiği gibi bazı yerlerde belirsizlikler olmuş; karşılıklı anlaşma da palomanın kazancı gibi , yorumda ki açıklamanızı okuyunca anladım kazancını 🙂 bir ara güvercinin adamın evine gidip bedenlerini değiş tokuş edeceğini ya da adama kötü şeyler yapacağını sanmadım değil (osman eliuz öykülerine gitti kafam) 🙂 , sonra bu güvercin kim? yani bir insana (diktatöre) gerçeği anlatacak kadar bilge , o insanın bunları kötüye kullanışına müdahale edemeyecek kadar çaresiz ve bunun sonucunda lanetlenecek kadar da güçsüz. cüceler hakkında kafam karıştı iki dünya arasında gidip geliyorlar ama gittikleri ikinci dünya anladığım kadarıyla bu dünyanın geçmişte ki hali, yani gitmeye pek değecek bir yer gibi durmuyor, . Mesela bir yere daha takıldım; cüce, kızı palomanın yanına getirirken gözüne bakmamasını kesin bir dille tembihliyor ve kaçarcasına uzaklaşıyor. burada okuyucu, kızın, palomanın gözüne baktığında neler olacağını merak ediyor ama kız palomayla göz göze geldiğinde beklenilenden çok daha düşük bir tepki veriyor yani en azından acı çekmesini gerçek bir acı çekmesini bekledim. Arkadaşların da dediği gibi seçkide ki en saygı duyulan yazarlardansınız ve gerçekten kaleminiz kuvvetli, akıcı ve insanı büyüleyen kelimeler kurabiliyorsunuz. bu yüzden öykü deki bütün aklıma takılan nokta ve hataları elimden geldiğince bulup size aktarmaya çalıştım, çünkü bildiğim bir şey var ise insan hatalarından ders alır ve kendisini geliştirir, eğer benim öyküde yanlış yorumladığım ve hata olarak gördüğüm yerler varsa affola. uzun lafın kısası bunlar dışında öykünüz güzel ve akıcıydı , betimlemeler güzeldi, Mesela şu denizden geçip başka bir dünya ya (benimkinde uzay gemisine) geçme olayını seçkideki bir öykümde bende kullanmıştım ve sizin de ona benzer bir dünya hayal etmeniz, gerçekten şaşırdım ancak bu kadar olur 😀 cidden çok hoşuma gitti o kısım. öykü biraz daha uzatılıp bütün kafa karışıklıkları giderilebilirdi ama anladığım kadarıyla gizemli bir öykü yazmayı tercih etmişsiniz bunun dışında iyi bir öyküydü, kalemlerinize sağlık Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle..
Merhaba;
Belirsizlikler dediğiniz noktaları biz de yazarken çok tartıştık. Güzel olan, tartışırken kendimizi de geliştirmemizdi, zor olan da birbirimizi ikna etmeye çalışmamız. Bazen eğlenceli, bazen sancılı bir süreçti yaşadığımız. Sonunda ikimiz de bu haline karar verdik. Uzunca bir süre uğraştığımıza emin olun. Eğlencesi; bayrak yarışı gibi olması ama hedef net değil. Bayrağı alan kişinin nereye koşacağını bilmiyorsunuz. Sancısı ise, o öyle olmalı hayır böyle olmalı, burası anlamsız hayır çok açıklayıcı gibi öykü yazarken kendi kendine sorgulamayı karşılıklı yapmak. Bu arada biz Öznur Babur’la hiç yüz yüze tanışmadan sadece kalem dostluğu ile yazıyoruz. Bu da oldukça ilginç. Öznur Babur’un kalemini, hayal gücünü, kelime haznesini seviyorum. Birbirimizi zorluyoruz da aynı zamanda. Ayrıca fantastik edebiyatla ilgili bence en iyi site olan “Kayıp Rıhtım” da birbirini tanımayan iki insanın birlikte ürün çıkarması da biraz fantastik değil mi?
Yine de gelen eleştiriler doğrultusunda öyküyü tekrar gözden geçirelim derim. Bakalım Öznur Babur ne diyecek?
Öznur Babur diyor ki bence öykü meramını anlattı, yeter bu kadar :))
Vallahi gözlerim bozulacak daha kaç kere okuyayım? 🙂
Merhaba,
Detaylı yorumları severim, teşekkür ederim o sebeple yorumunuza.
Öykümüzü beğenmenize sevindim. Dediğiniz gibi tepki biraz düşük kalmış olabilir. Onun da açıklaması şöyle 🙂
Seçkiden takip ettiğiniz gibi Nurdan Atay bana nazaran daha kısa öyküler yazıyor, ben uzunca. Aslında öykü daha uzun daha açıklayıcıydı ama Nurdan Atay’ın beni frenlemesi sebebiyle epey kısaltma yaptık öyküde. Ee iki yazar olunca, iki farklı hayal dünyası bir yerlerde uzlaşmak zorunda. O sebeptendir ki defalarca okuma-yazma işleminden sonra öykü bu son halini aldı. (Umarım Nurdan Atay’dan azar yemem :))
Öyküyü başlatan Nurdan Atay’dı yani sizi öyküye çeken cüce onun kaleminden; diğeri hani denizden başka dünyaya geçiş orası da benim kalemimden 🙂 Bu da ek bilgi olsun 🙂
İyi yazan kalemlerden olmamıza gelince; böyle yorumlar okudukça daha iyisini yapmak zorunda olduğumu hissediyorum kendi adıma 🙂 Hem iyi hem zorlayıcı yani 🙂
Merhabalar. Ellerinize sağlık. Bir çok yorum yapılmış cevaplar verilmiş.Aynı şeyleri tekrar edip kafa ütülemeyeceğim 🙂 Sadece tek bir nokta var.
Kutu? Acaba bu kutuyu Pandoradan mı esinlendiniz?
Bir kadına verilen ve asla açılmaması gerektiği söylenen ( sonradan öğrenince içinde bir bela taşıyan) bir kutu. Eğer düşündüğüm gibiyse bu kısım benim en çok beğendiğim kısım diyebilirim.
İkinizinde eline yüreğine sağlık 🙂
Merhaba,
Kutu ve içinden ölü fare çıkması benim fikrimdi ama itiraf edeyim yazarken Pandora’dan esinlenmedim, aklıma bile gelmedi 🙂 Ama öyle çağrıştırması da hoş olmuş.
Elbette mükemmel yazılmış öykülerde bile fazla irdelersek aklımıza takılacak noktalar buluruz ki iki kalemin birleştiği bir öyküde bunların olmaması mümkün değil. Biz elimizden geleni yaptık, seçki için hem bir farklılık oldu hem bizim için güzel bir çalışma ve hatıra. Her yazar öyküsünü beğenir, ben de bu öykünün meramını anlattığını düşünüyorum açıkçası 🙂
Bir de söylemeden geçemedim, Osman Eliuz’a verdiğiniz cevap çok güldürdü beni. “Ortak Öykü: Yahu senin dilin ne söylüyor? ” 🙂
Şimdi bu son sözünüze ne desem bilemedim. Ne yani, öykümü okudunuz da yorumunuzu esirgediniz mi? Cıx cıx cıx. Hiç yakıştıramadım. 🙂 Şaka bir yana gerçekten yorumlarınızı eksik etmeyiniz. Öykünün uzun oluşuna ve vaktinizin olmamasına veriyorum 🙂
Not: Hayat gülünce daha güzel. 🙂 Görüşmek dileğiyle.
Sizden kıskandın ortak öyküyü 🙂
Kıskançlık demeyelim de esinlenmek diyelim biz ona 🙂
Nasıl isterseniz 🙂
Merhaba Nurdan ve Öznur Hanım,
Umut’un da dediği gibi birçok yorum yapılmış yanıtlanmış. Ama yine de bu güzel öykü(hele ki iki iyi kalemin ortak çalışması iken) için yorumda bulunmak istedim.
Akıcılık, üslup, benzetmeler, tasvirler çok iyiydi. Özellikle çok uzun öyküden kopabilen ve çok kısa öyküye bu ne şimdi diyebilen gıcık bir okur olmama rağmen bir çırpıda okudum.
Yalnız ? ilk başta ne İstanbul’da ne de zamanımizda geçen bir öykü okuduğumu sandım ve keşke zamanımızda geçmeseymiş dedim.
Başka eleştirim yok.
Bu kadar sıkıntılı bir işi başarmışsınız, Allah başka yazmayı düşünen arkadaşlara önce sabır ve güç versin, yardımcıları olsun diyelim. Sevgiler ?
Merhaba,
Öykümüzü beğenmenize sevindim. Evet, öykünün başında olayın nerede geçtiğiyle ilgili bir bilgi yok sonunda ben ekledim İstanbul’u. Çünkü aile bizim topraklardan bir aileydi. Konu öyle ilerledi. 🙂
Uzun bir aradan sonra merhabalar,
Akıcı bir öyküydü. Ardarda iki kısımdan oluşmasını bekliyordum. İki farklı dünya gibi. Fakat ters köşeye yattım. Güzel bir harmani sunmuşsunuz. İyi bir uyum içerisinde gözüküyorsunuz.
Ellerinize sağlık,
Başarılar dilerim…
Merhaba;
Birlikte yazmanın ilk fikri ortaya çıktığında üçümüz bir çalışma yaparız demiştik hatta yaptık ama yarım kalmıştı. Biz Öznur Babur’la inatla sürece devam ettik. Aslında fantastik bir çalışma yürütüyoruz. Birbirimizi yüz yüze hiç tanımadan(ama yazışmalarda uzun dertleşmelerimiz olmuyor değil:)) oyunlar yazıyoruz . İlk kez de bir öykü yazdık. Uyum konusunda ise tartışarak ilerliyoruz. En güzel uyum farklı düşüncelerimiz olsa da ortak noktada buluşabilmek. Yazmanın birleştiriciliği sihir gibi. Umarım ileride daha geniş katılımlı değişik çalışmalar yaparız. Kayıp Rıhtım’da birlikte yazmak istediğim arkadaşlar var. Onlar da isterse neden olmasın?
Merhaba, ilk söyleyeceğim şu, bayıldım hayal gücünüze. Cüceleri kullanmanız da güzeldi. Diğer yandan hikayenin bir kısmı devrik cümle olduğu için okurken arada bir takıldım. Tamamı devrik olsa veya hiç bir yeri devrik olmasa daha kolay okunurdu. Ya da sadece fantastik taraf devrik cümlelerle anlatılabilirdi. Oz Büyücüsü filmindeki gibi… Gerçek dünya siyah beyaz, fantastik dünya renkliydi.
Güvercinin gözüne bakınca daha dramatik bir tepki de beklerdim. Bu güvercinin olayı nedir? Onu da bilmek isterdim, ama çok az ipucu var.
Neyse sonuçta beğenerek okudum. Tebrikler.
Merhaba,
Öykümüzü beğenmenize sevindim.
Devrik cümleler ile ilgili aldığım ilk yorum. Okumayı aksatacak kadar çok kullanmadığımızı düşünüyorum aslında 🙂
Güvercine gelince; güvercin evrensel bir barış figürü. Paloma adı da “güvercin” manasına geliyor. Güvercini bir barış getirici olarak düşündüm ve ekledim öyküye ve elbette hayal gücüm öyle istedi 🙂 Güvercin başından geçenleri anlatıyor aslında öyküde. Ama verdiği sır -burada güvercini fazla uzatmak öyküyü de uzatmak anlamına geliyor- sebebiyle çok acı çekmiş ve bu sefer hem kendi kurtuluşu hem kadının kurtuluşu için farklı bir çözüm getiriyor ortaya. Ve evet, adamı öldürerek bir barış sağlamıyor ama gerçek hayatta da barış için birilerinin ölmesi gerekmiyor mu? Kötü bir karakterdi adam ve güvercin hem geçmişi hem geleceği gördüğü için böyle bir çözüm üretiyor. Amma açıkladım öyküyü 🙂