Öykü

Kafes

Yalnızca kepini tel tokayla saçına tutturmak istemişti ama birden saçına dolanan tel tokalarla cebelleşirken bulmuştu kendini. Cübbesi bol gelmişti, özenle seçtiği elbisesi de görünmez olmuştu cübbenin içinde. Dolaşan saçlarını kepin altına iteleyip çıktı sahneye. Sınıf arkadaşları hilal şeklinde dizilmişti kürsünün arkasına. Kürsüye yanaşıp mikrofonu düzeltti. Okul birincisi olarak önceden onun için hazırlanan süslü mezuniyet konuşmasını yapacaktı. Konferans salonunun kırmızı koltuklarında oturan ailelere baktı. Daha önce kendisi de oturmuştu o koltuklara. Çok özenirdi konuşmacılara, çok istemişti kürsüdeki kişi olmayı. Sonunda başarmıştı da.

Fakat oraya ait hissetmiyordu şimdi.

Duvarların, dinleyicilerin üstüne üstüne geldiğini; sahnenin ayakları altından kaydığını hissediyordu. Bu kürsü onun altından kafesiydi, bir bülbülün kadifemsi sesi için hapsedilmesi gibi ona verilen konuşmayı okuyup hoşnut edecekti herkesi. Kafesin sınırlarını konfor alanıydı, tutsaklığı ise değer görmeye devam edeceği müddeti veriyordu.

İstese sahneden atlayıp koşarak uzaklaşabilirdi, istese ona verilen konuşmayı hiçe sayabilirdi ancak bütün bunlar haddini aşmak olurdu. Terbiyeli bir bülbül kafesin kapılarını zorlamazdı.

Belli puanların altına düşmemeliydi, kimseyle belli bir samimiyetten öteye geçmemeliydi yoksa derslerine yeterince zaman ayıramazdı, gidebileceği ortamlar da belliydi yapabileceği etkinlikler de. Derslerde iyi olmak disiplin isterdi, en iyi olmak da mükemmeliyet. Başarılı olduğu sürece sevilecekti, sınırlarını aşmadığı sürece saygı görecekti. Bu hep böyle olmuştu.

Yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi, konuşmasına başladı. Sözcükler ağzından istemsizce çıkıyor, adeta zihnindeki düşünceleri rahatsız etmemek için çaba harcıyordu. Ne de düşünceli cümlelerdi.

O herkesin olmak istediği kişiydi. Sağlıklı hobileri, üstün bir başarısı vardı. Kendine bir çember çizmiş, içine oturup bütün kötülüklerden uzak bir dünya inşa etmişti. Çemberin dışı tehlikeli alandı, orada fıtri bir mükemmellik yoktu. Bu çemberin içinde kalmak ona çocukluktan bahşedilmişti. Uslu çocuklar, bir de yaşıtlarından başarılı olunca daima sevilirlerdi.

Bülbülü altın kafese koymuşlar, cıvıl cıvıl şakımış. Herkes daha zengin bir ezgisi, daha ahenkli bir musikisi olduğuna inanmış.

Kendine sunulan bu mükemmel hayatı elinin tersiyle itmek, küçük mutluluklarda havalara uçmak iki dudağının arasından çıkacak laflara bağlıydı. Aileye karşı gelmek, dağılışının konuşulmasını duymak kolay değildi ama bir yerden de başlamak gerekiyordu. Oysa buna inanmak mı istemiyordu, korkuyor muydu bilinmez; artık çok geç olduğuna inandırmıştı kendini.

Alkışlarla sahneden indi.

Çiçek Açar