Öykü

Sınırlanmayan Çocukluk Çizgisi

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar…

İnsan yaşamındaki en kıymetli basamak çocukluktur. Değerli ve hızlı geçen bir dönemdir. Çocuklukta İnsan Küçük, savunmasız korunmaya ihtiyacı olandır. Nazım Hikmet’in de şiirinde belirttiği gibi en azından biz yetişkinler bir günlüğüne bildiklerimizi öğretmeyelim. Çocuklarımız kendi dünyalarını kursunlar. Deneyimlesinler…

Çocukluk üzerinde kafa yormaya başlamamın sebebi kendi çocukluğum değildi. Anne olacağımı öğrenene kadar kendi yaşadığım bu süreci zihnimden sildiğimi fark ettim. Çocukluk neydi? diye düşünmeye başladığımda artık karnımın içinde minik bir kalbin atışına şahit oluyordum.

Hayatımdaki bu değişiklikle kitabevlerindeki çocuk gelişimi raflarında daha fazla vakit geçirmeye başladım. Kendime uzunca bir kitap listesi belirledim. Edindiğim kitapları, altını çize çize okumaya başladım. Notlar aldım. Uzmanların verdiği bilgiler elbette çok kıymetliydi. Ben artık sınava hazırlanmış gibiydim. Hangi davranışa hangi tepkiyi vereceğimi biliyordum. İki yaşa kadar beslenme, konuşma becerisi, evimizin kapalı kapısında başarılı bir şekilde tamamlandı. Asıl mesele bundan sonra başladı ki dışarıya açılma. Özerk olma. “Çocuğunuz bireysel hareket etsin.” demeye başladı uzmanlar. Ancak bu kitapları yazan uzmanların özerk çocuk yetiştirme konusundaki tavsiyelerini İzmir gibi kalabalık şehirde, orta halli yaşayan bir ailenin apartman dairesinde bir ay yaşayarak yazmasını teklif etsek durum nasıl olurdu acaba. İşin içinden çıkabilirler miydi? Sokakta yanındayken bile çocuğum için endişe duyduğum bir dünyanın içinde. Evet; düşmesi, bacağının morarması, kolunu kırması değildi endişem. Bunların hepsini yaşayabilirdik. Peki görmediğimiz hayalet gibi bizi takip eden endişe neydi?

Doksanlı yıllarda büyüdüğüm bu sokakların benim çocuğumu otuz yıl sonra barındıramaması ve kısa sürede görülen değişimin hızı korkunçtu. Komşularımızın çocuklarıyla kirlenene kadar oynadığımız akşam ezanını duyunca pencereden seslenen annemize beş dakika diye yalvardığımız bir çocukluk bıraktık geride. Sokakların kaldırımları bile aynı. Değişen çocukluğun yaşanması. Topumuz, ipimiz, kilimimiz vazgeçilmez oyuncaklarımızdı. Güvenliğimiz mahallemizin teyzeleriydi. Bakkal amcamızdı. Etkinlik saatlerimiz yoktu. Çünkü oyun saatle oynanmazdı. Oyun arkadaşlarla oynanırdı. Oyunun kuralları ortak belirlenirdi. Şimdi oyunun saatli oynandığı, büyüklerin kuralları belirlediği suni bir oyuna çocuk dahil ediliyor. Çocuk yanlış yaptığında arkadaşıyla baş başa kalmıyor. Arkasındaki güçle kural koyucu, hukuk kurallarıyla sorunu büyükçe çözüyor.

Bütün ebeveynler başarılı, problem çözebilen, sosyal, sağlıklı beslenen, spor yapan, yabancı dil konusunda yetenekli çocuklar yetiştirmek istiyor. Bu süreçte mesleğim gereği birçok ebeveynle de karşılaştım. En sık duyduğum cümle: “Benim çocuğum mutlu olsun başka bir şey istemem.” Sadece bu kadar, inanın, kimse bir şey istemiyor çocuğundan. Ancak ailelerin davranışlarına bakınca bir tutarsızlıkla karşılaşıyoruz. İnsanoğlu hangi pozisyonda olursa olsun Anne, baba, teyze, amca. Bütün rollerinde mükemmeliyetçi bireyin özelliklerini gizliden gizliye taşıyor. İstiyor ki çocuğu piyona çalsın, tiyatroda oynasın, bale gösterilerine çıksın, iyi bir yüzücü olsun. Bir taraftan çocuklarımla ilgiliyim, demek için de uğraşıyorlar. Bir taraftan onlara fark etmedikleri bir baskı yapıyorlar. Çocuklarınla etkinlik yaparken çekilen fotoğrafları sosyal medyada paylaşıp “Ben ne iyi bir anneyim ya da babayım.” şeklinde takdir mi edileceğini düşünüyorlar acaba?

Geçtiğim hafta fotoğraf albümümü kurcalarken çocukluk fotoğraflarım biraz hüzünlendirdi beni. Zamanın hızlı geçtiğini bir kez daha deneyimledim. Annem ve babam ne kadar değişmiş. Büyüklerim hayatta değil, özlenmişler. Fotoğraflarımda ebeveynlerimle hiç etkinlik yapmıyorum, bunu fark ettim. Ya babamın kucağında oturmuşum. Ya anneme sarılmışım. Ya ellerinden tutmuşum. İki dedemin arasında gülümseyen çocuk gözlerim var. Nasıl sade, masum…Basit bir çocuk. Yaşanılmış ve güzel bir çocukluk var bir taraftan dolu dolu.

Evde Eğitim Annesi Amerikalı Angela Schwindt:

“Biz çocuklarımıza hayata dair her şeyi öğretmeye çalışırken, çocuklarımız bize hayatın ne olduğunu öğretiyor.” diyerek çocuklarımız için yaptığımız hazırlıkların hayatın bize getirdikleri ile karşılıklı ilerlediğini gösteriyor. Çocuğumla geçirdiğim beş yıl içinde bile ben çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Kimi durumlarda uzmanlar haklı çıktı kimi zaman hayatın gönderdiği çocukluk… Daha yolumuz çok uzun… Öğreneceğimiz çok şey var.

Suay Arsev Işlakca

2006 yılında Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldum. Çeşitli kurumlarda edebiyat ve Türkçe öğretmeni olarak çalıştım. Şu anda da özel bir okulda görev yapıyorum. Yazmayı ve okumayı çok seviyorum. Kendimi bu alanda yetiştirmek için çeşitli okuma gruplarında yer alıyorum. Yazma dersleri alıyorum. Çeşitli dergilerde kitap incelemelerim yayınlandı. Ayrıca Zeynep Kahraman Fuzün'un yazarlık dersleri sonrası ortak çıkarılan bir öykü kitabında öyküm yer almıştır. İzmir'de Barış İnce'nin yazma programına katılarak umutlu öyküler kitabında bir öykümle yer aldım. Yazmaya ve kendimi yenilemeye, çalışmaya devam ediyorum.