Öykü

Koca Ana’nın İzinde

Büyükşehir Medresesi Efsane Araştırmaları ve Masal Kurcalamaları Bölümü öğrencisi Refik Tarık’ın derleme notları:

Yeni Takvim- Yıkımdan Sonra 1352

Göçer kızı bir yandan elindeki tahtayı nakışlıyor diğer yandan çenesiyle İri Dağ’ı gösteriyor: “İşte, şurada yarılmış yer. Ademoğulları ile Havva kızları kaçışmışlar hep. Koca Ana, iki eliyle tutup yarığı yapıştırmış. Üflemiş, birbirine tümlemiş. İri Dağ oradan kalmış. Koca Ana, sağ kalan Ademoğulları ile Havva kızlarını toplamış, biriniz ötekine üstünlük taslamadıkça Bahar Ova, tüm yaylalarıyla da İri Dağ sizin yurdunuzdur, demiş. İşte biz o günden beri yurt bildik buraları.”

Kocaman bir el şeklinde yonttuğu tahtayı bana uzatıyor. Soran gözlerle bakıyorum. Bıçağını katlarken cevap veriyor: “Koca Ana’nın eli bu. İpin ucuna geçir boynuna tak. Bu sendeyken Ana Diyar’da kimse sana ilişemez. Yan gözle bile bakamaz.”

Çevreye yayılan koyunlar, göçer kızın keskin ıslığıyla toplanırken Koca Ana’nın eline bakıyorum. Bu üçgen İri Dağ olmalı. Bir ağaç, dağın gövdesinden yere ve göğe nakışlanıyor. Koca Ana’nın izini sürmeye inancın merkezinden başladım. İri Dağ ve Bahar Ova’nın her köşesinde ondan bir nişan var. Elbette bu işaretleri görebilmek için bir göçerin kılavuzluğu gerekiyor. O zaman sıradan bir kaya parçasında onun ayak izini, koyunların alınlarına vurduğu kınayı görebiliyorsunuz. Göçer erkekleriyle kadınlarının ortaklaşa yürüttükleri hayatın ahenginde onu görmemek imkânsız. Göçerlerin bütün hayatı, Koca Ana’nın menkıbeleri, masalları, düsturlarıyla şekillenmiş. Boynumdaki mühre dokunuyorum. Yarın bir ticaret kervanıyla kuzey doğuya doğru izini süreceğim Koca Ana’nın.

* * *

Tüccar Feran, boynumdaki mühre bakarak geniş geniş gülüyor:

“Göçerlerin masallarına inanmıyorum. Uzak batıdan iç doğuya neler gördüm ben. Hurda tanrılara tapan kavimler, kıyamet şamanları…” Biraz duruyor. “Göçerlerin zannettiği gibi olmasa da Koca Ana sahiden yaşadı. O çok akıllı bir kadındı. Ana Diyar’a ticareti ve takası getirdi.”

Tüccar bana Koca Hatun’un yıkım sonrası dünyada takası ve ticareti nasıl yeniden canlandırdığını naklediyor. Masaldan çok tarih gibi ama kim bilebilir ki!

* * *

Kervan, fırtına ihtimalinden dolayı çok da kullanmadığı bir yola saptı. Haramilerin baskınına uğradık. Harami başının eşkıya gülüşü, boynumdaki mührü görünce uçuyor. Titreyen tüccara, “Sizi salacağız. Yağma olmayacak. Sadece yol hakkımızı alacağız.” diyor. Tüccarın bütün itirazlarına rağmen haramilerin misafiri oluyorum. Kervan kendi yolunda giderken Koca Ana’nın elinin üstümde olduğunu hissediyor, bu güven duygusu içinde haramilerin dağdaki yuvasına götürülüyorum.

* * *

Mağaranın ortasında büyük bir ateş yanıyor. Duvarlarda oynaşan gölgeler, unutulmuş efsanelerin gizlerin dolduruyor içeri. Harami başı anlatıyor: “Yıkımdan sonra Koca Ana dağları, ovaları, vadileri, kavim kavim taksim etti. Bize de orta dağların bekçiliği düştü. Geçen kervandan yol hakkımızı alırız. Bizler dağlar anasının yetimleriyiz.”

Ertesi gün baş haraminin yanıma kattığı adam, beni bozkır şehrinin kapısına bırakıyor. Şehrin karmaşasını, gürültüsünü özlediğimi fark ediyorum. Sora sora Bozkır Medresesi baş öğretmeni Fazlı Derin’in evini buluyorum. Hocanın evi, yıkım öncesi kitap ve nesnelerle dolu. Çoğu unutulmuş alfabelerle yazılmış kitaplar ve ne işe yaradıkları hatırlanmayan nesneler. Şerbetlerimizi yudumlarken konuşuyor: “Koca Ana, Ana Hatun, Dağlar Kadını… Burada bir kişiden bahsetmiyoruz. Ana Diyar’ı baştan kurmaya girişmiş bir kadınlar topluluğu söz konusu.”

Hocanın tezini biliyorum. Ama bizzat kendisinden dinlemek başka. Dile gelip söze dökülünce canlanıyor. Hele hoca aşka gelince…

“Kan ve alevin ortasındaydık. İnsanlık istikametini kaybetmişti. Sadece vahşet vardı. Yıkım öncesi dünyadan kalan bütün erdemler unutulmuştu. Bu kadınlar mucize gibi çıktılar ortaya. Sahipsiz çocukları topladılar. Öksüz ve yetim çocuklara unutulmuş insanlık yasalarını öğrettiler. Bölüşmeyi, çalışmayı, yeryüzünü mamur etmeyi… Ümit etmeyi…”

Mucize gibi diyor Fazlı Hoca. Öyle mi gerçekten? Onlarca efsane araştırmacısının kafa yorduğu sır çözülemez mi? Koca Ana’nın kökeni ortaya çıkarılamaz mı? Bu kadın ya da kadınlar, yıkımın ortasında dirilişin alevini nasıl canlı tutabildiler? Bu soruların cevabını arıyorum.

Fazlı Hoca’nın yardımcısı, “değişikler”den biri. İnsan tohumlarının büyük yıkımda nasıl bozulduğuna, değişiklerin ortaya çıkışına dair bir sürü masal duydum. Ama ilk defa gerçek bir değişik görüyorum. Başlığının altında sakladığı akşın suratı, kurbağa ağzı, önce irkiltiyor beni sonra gözlerini görüyorum. Bizimkilere benzemiyor. Gözbebekleri yok. Kopkoyu iki boncuk. Ama bakışları… Göz göze gelince korkulacak hiçbir şey olmadığını, duyduğum masallardaki korkunç canavarların asılsız olduğunu anlıyorum. Fazlı Hoca, “Bedar, sana dua taşlarını göstersin. Ama bugün dinlen.” diyor.

* * *

Değişiklerden Bedar’la şehirden çıkıp Höyükdibi’ne varmamız ikindiyi buluyor. Bozkırın loş vaktinde, ikindi serinliğinde vakti dinleyen taşları inceliyorum. Konik, dağsı yontular bunlar. Koca Ana’nın saçları, dağın doruklarından ırmaklar hâlinde dökülüp dağın eteklerinde kalın köklere dönüşüyor. Yontular toprağa gömüldüğü için taştan köklerin yer altına doğru sürüp saçaklandığını hayalliyorsunuz. Bedar sessizliğini bozuyor. Ama dua mı ediyor benimle mi konuşuyor anlamıyorum.

“Büyük Ana, kurdun kuşun, çiçeğin böceğin, insanların, değişiklerin, ötekilerin berikilerin anası!”

Kafasını Koca Ana’nın taştan göğsüne yaslıyor. Değişiklerin acıklı geçmişi, acı bir lokma olup boğazıma tıkanıyor. Büyük yıkımla beraber başlayan acımasız kıyım. Koca Ana’nın varlığı kaç tanesini kurtarabildi? Bedar dönüyor. Koyu bakışlarını bana dikiyor.

“Ne bilmek istiyorsun?”

Ürperiyorum. Aklımı mı okuyor? Kekeliyorum.

“Koca Ana’nın kökeni… Yani nasıl olduğu, nereden geldiği…”

Gülümseyince kurbağa ağzı bir sevimlilik kazanıyor.

“İstersen Öteberikiler’e sorabilirsin. Senin için çağırabilirim.”

Buna hazır mıyım? Gerçekle masal arasındaki sınırdan aklın ötesine bakmaya… Bedar’ın gırtlağından garip boğuk bir nağme yükseliyor. Öteberikiler, ışıldayarak beliriyorlar. Oluşturdukları halkanın ortasındayım. Bedar, “Yabancının size bir sorusu var.” diyor. İçlerinden görünüşü ve sesinden dişi olduğunu zannettiğim bir tanesi, “Koca Ana’nın mührünü taşıyorsun. Bir soru hakkın var.” deyince yutkunuyorum. Bütün cesaretimi toplayarak soruyorum:

“Koca Ana nereden geldi?”

Dişi Öteberiki, cevap veriyor “Dünyanın ve zamanın döngüsünde yıkım vakti geldiğinde toprak bir koca ana doğurur. Kıyametten sonra dünyayı yeniden kursun diye onu toprak doğurdu.”

Cevabımı aldım. Titreşip yokluğa karışıyorlar.

* * *

Fazlı Hoca’nın evinde, odamdayım.

Koca Ana’nın eline bakıyorum. Şehrin sönen gürültüsü geliyor uzaktan. Hayatın sürdüğüne dair bir kanıt. Bunu seviyorum.

Peki, elimde ne var?

Öteberikiler’e güvenebilir miyim? Belki de doğru söylüyorlar. Bizim Ana Diyar dediğimiz bu toprakların zamanın tozlarına karışmış tarihinde kaç yıkım gerçekleşti ve kaç doğum? Toprağın doğurduğu analar, insanlığı kaç kere doğurdular?

Koca Ana’nın elini alnıma koyuyorum. Gözlerimi derin bir rüyaya yumuyorum.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Bana anlatımda sıkıntı var gibi geldi. Öncelikle antik yazılı kayıtlar üzerinden anlatılırken farklı bir anlatım üslubu kullanılsaydı daha güzel olurdu. Ama tek tük düz bir anlatımla kurgu yavan kalmış. Lakin hiç duymadığım MİT kurgusu olduğundan ilgimi çekti. Üzerine biraz daha çalışılırsa ilgi çekici bir hikaye çıkabilir. Paylaşımınız için teşekkürler :+1:

  2. Avatar for Refik Refik says:

    Evet, daha işlenmesi lazım, öykünün dünyası ve kültürler daha belirgin anlatılmalı, mesela o şehrin neye benzediğini merak ediyorum, dönüp sokaklarında, çarşılarında dolaşmak istiyorum. Keşke daha düz bir dille yazsaydım; Akademik bir gözlemcinin süssüz, kuru anlatımıyla…

    Okuduğunuz ve değerlendirdiğiniz için teşekkürler :slight_smile:

  3. Avatar for nkurucu nkurucu says:

    kısa bir atıştırmalık olmuş. aslında yakaladığınız konu çok güzel. ama bana göre hikayenin içine değişim geçirmiş insanları eklemeden de gayet harika bir öykü yaratılabilir. o kısımlar bana zorlama geldi biraz. değişikler, öteberikiler… bu zorlama fikri rollerinin insan ile de yapılabilecek kadar kısa olmasından da kaynaklanıyor olabilir. ya karakterimiz cevabını pekala bir yazıttan da alabilirdi. ya da orata değişikle değil de hocanın yönlendirmesi ile kendisi de gidebilirdi.
    cevap konusunda da şüphelerim var. biraz daha özen ile çok daha iyi ve doyurucu bir öyküye dönüşebilir. elinize sağlık.

  4. Avatar for Refik Refik says:

    Doğru, çalışılacak yerleri var.

    Aslında Koca Ana’nın kapsama alanını genişletmek istedim: İnsanlar, mutantlar, cinler…

    Cevap? Nihai ve kesin değil, tek bir cevap değil de cevaplar olmalı.

    Yorumladığınız için teşekkürler :slight_smile:

  5. Selam,

    Ben şahsen beğendim. Normalde ben göçebe mitlerinden çok keyif almam. Dede Korkut hikayeleri bile bana yavan gelir. Tabi sadece kendi beğenimle ilgili konuşuyorum.

    Ancak bu öyküde işin içine mutantlar girince, yıkımın öncesi, sebebi, türü vs. bir çok soru belirdi aklımda, eser derinleşti.

    Öteberikiler beni o kadar heyecanlandırmadı. Verdikleri cevap biraz didaktikti. Bununla birlikte öykünün de amaçlarından biri kadınların dünyadaki yerini ve daha ötesini büyük önemini anlatmak olduğu için -ki kadına erkeğin bir statü tanımasının bile mümkün olmadığını anlatarak yapıyordu bunu-kahramanın aldığı cevapla, öykünün ana fikrinin birbiri ile uyumlu olduğu bir final okuduk.

    Dar alanda çok şey anlatan, belki detaylı olmayan ama içeriğinin genişliğini hissettiren bir mit, bir bilim kurgu öyküsü okuduk.
    Ellerinize sağlık…

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

1 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for MuratBarisSari Avatar for Refik Avatar for nkurucu Avatar for Ilhan_Kahraman