Öykü

Kör Okuyucu

Bir bardak su için neler vermezdim. Günlerdir yürüyordum ve artık tükenme aşamasına gelmiştim. O hastalıklı sarı denizin içinde tek umudum ufukta görünen karaltıydı. Dümdüz gökyüzüne yükseliyor ve tepede büyük bir yumak haline geliyordu. Bir ince çizgiye doğru yürümek hayatımı kurtaracaktı, kurtarmasa bile bana yürümek için bir amaç vermişti.

Neden bilmem, ama hayallerimdeki kuleyi anımsıyordum. Geleceğimin ve bugünümün aynasıydı geçmişim, ta ki o ayna kırılana dek. Ayna kırıldığında ne geçmişi anımsayabildim ne de önümü görebildim. Yavaş yavaş aklımda parladı görüntüler. Ne zaman mataramdan bir damla su dökülse, bir kadın görüyordum gözleri dolu dolu. Aynaya bakmadan görünümümü çıkarmaya çalışıyordum. Kördüm ve alfabe öğreniyordum. Devemin beni terk ettiğini idrak ettiğimdeyse on altı yaşımdaydım. Bu kez gülen gözler gördüm gözlerimin içine bakmaya utanan.

Şimdi ufka bakıyordum ve bir kule görüyordum. Bir iplik parçası sallanıyordu gözümün önünde. Karartıyı tutmaya çalıştım ve elbette kaynayan sulara yüzüstü yığıldım. Bir saniye sonra siyah bir iplik sallanıyordu gözümün önünde.

Anlaşılan uyanmıştım ve bir yataktaydım. Yatağın ne olduğunu biliyordum elbette. En son ne zaman yatak gördüğümü hatırlamaya çalıştım. Tül çekilene kadar anılarla boğuşuyordum. Karşımda dolgun kırmızı dudaklar gördüm. Biraz sonra dudakların arkası geldi. Siyah kaşlar ve kapkara gözler açık bir tenin üzerinde parlıyordu. Mükemmel tenin gölgeliği uzun dalgalı siyah saçlar görevini yerine getirmenin verdiği huzurla dalgalanıyorlardı. Ay ve suyun muhteşem uyumunun sonucu oluşan gelgitler gibi, vücudun ve saçların mükemmel uyumu birbirlerini tamamlıyordu. Saçlar gözlerin önüne geliyor, başın kıvrak bir hamlesiyle tekrar arkaya savruluyorlardı. Kör okuyucu körlüğünden emin oluyordu sanki.

“Harun” dedi dudak. Elinde tepsisiyle attığı adımı bütün vücudunu hareketlendirmişti. Uzun kırmızı, beyaz kuşaklı giysisinde eteklerin başladığı yerden aşağıya uzanan yırtmaç, temiz ve güzel bacaklarını seçmemi sağlıyordu. Başımı kaldırıp göğüs dekoltesini atladığımda uzun bir yolculuktan dönmüş gibiydim.

“Harun” dedi tekrar ve yaklaştı. “Nasılsın bugün?”

“Ruhumu mu soruyorsun? Bedenimi mi?”

“Varolanı ve olacak olanı.” Güldü.

“O zaman huzur içinde ve iyileşecek gibi?”

Hemşirem biraz daha yaklaştı ve tepsiyi bırakacak gibi eğildikten sonra vazgeçti. Suratını ekşiterek yandaki divana geçti. Tepsiyi divanın önündeki ayaklığa koydu ve köşeye kuruldu. Bu kez sert bakışlarından kendimi almam mümkün değildi ve ben de kalktım. Üzerimde beyaz çarşaflar vardı. Alışıldık bir geleneğin devamı. Bunu da biliyordum. Köşeye bağdaş kurup yemeğimi yemeye başlamıştım. Güzel hemşirenin gözlerinde ilginç bir ifade vardı. Sonunda sormaya cesaret edebildim.

“Adın ne?”

“Önemli mi?” sesinde eski tatlılıktan eser yoktu. Onun yerine ürkütücü bir havadaydı.

“Neden buradasın?” Diye sordum. Bunu neden sormuştum hala anlayamıyorum.

“Bunu bildiğini biliyorum.”

Ne bildiğimi bilmiyordum. Tatlı sesle konuşmayan bir hemşire bu İran dokumalı minderlerin üzerinde benimle ne yapıyordu. Bildiklerimi hatırlamaya çalıştım. Konuşmayı biliyordum, elbette. Hangi dil olduğuysa şüphe götürüyordu ve önemi de yok gibiydi.. Yürümeyi de biliyordum anlaşılan. Karşıdaki kadına bakınca güzellik kavramını da bildiğimi fark ettim. Yemek yiyor ve üzüm şarabı içiyordum. Yaşamayı da bildiğimden emindim. Buradan sonrası biraz karıştı.

“Bak,” dedi güzel dudaklar “ düşünmeyi de biliyorsun.”

“Bu ne demek?”

“Demek ki bilmeyi biliyorsun. Bu gerçekten önemli.”

Bu bana mantıklı gelmemişti. Bir şeyler bildiğimi hatırlıyor, hatırlamanın ne demek olduğunu biliyordum.

“Bilgi! Evet onu biliyorum.”

“Aferin. Hayatının son otuz yılını bu bildiklerini kullanarak geçirdin. Övünmeye kalkma. Geride başka bir şey yoktu. Ne hayallerin ne de arayışların. Şimdi ne istersin?”

Kadının pürüzsüz bacakları ve dolgun göğüsleri ne istediğimi hatırlatıyordu.

“Bir şey daha biliyorum de-“

“Söylediğin ve söyleyeceğinin bilgilerinle alakası yok. Bunlar içgüdüler ve hisler. Bir hayvan da onlara sahip. Tek farkın düşünmeyi bilmen. Ama onun da senin için bir değeri yok değil mi?”

“Boşver bunları. Evet işte ne için burada olduğunu biliyorum. Bunun için buradasın.”

“Hayır. Seni nehre geri götürmek için buradayım.”

Başıma bir ağrı saplanmıştı. İğneler her yandan naralar atarak aklıma hücum ediyor gibiydi.

“Bir mağara biliyorum!” diye bağırdım. “Orada bir nehir var ve nehirde de sandal. Beni oraya götüreceksin.”

Bunları nereden biliyordum? Hayatımın son otuz yılında bir nehir için dualar ettiğimi hatırlıyordum. Neden ölmemiştim ve şimdi böyle bir güzelliğe hapis bırakılmıştım. Bütün olanların anlamını çözmek gittikçe karmaşıklaşıyordu. Hülyalar etrafımı iyice sarmaya başlamıştı. Gideceğim yere gitmem gerektiğini bildiğimden emindim.

“Şimdi değil. Hayatın zevklerinden arınmamışsın.”

“Bu çok olağan. Hayattayım.”

“Emin misin?”

Bir anda aklıma hayallerimdeki kule geldi. Kalktım amaçsızca ve şaşkınca odada dolandım. İşte orada insan şekli verilmiş kadife kaplamalı bir ayna duruyordu. Beyhude değildi demek dolaşmam. Aynaya baktım. Kendimi bir anda çölün ortasında koca bir kulenin önünde yatarken gördüm. Üzerimde sinekler ve akbabalar uçuşuyordu.

“Ölmüşüm.”

“Ah, evet. Bak bu konuda sana katılıyorum.”

“Peki burası neresi?”

“Neden öldüğüne şaşırmadın?”

Bunun cevabını bilmiyordum. Belki de aynaya inanmamıştım. Uzaklaştım ve pencereden baktım. Aslında bir balkondu. Kırmızı perdeleri geçtiğimde açık gökyüzünü gördüm. Mavi bir kubbe sarıyordu tepemi. İleriye baktım. Burası bir şehrin kulesi olmalıydı. Altımda yeşil ve sarı kubbeler, uzun minareler, taş binalar ve dolaşan insanlardan örülü koca bir şehir duruyordu. Daha ileride surlar başlıyor, iki sıra sonra bitiyordu ve sonrası alabildiğine geniş bir çöl. Balkonu incelediğimde uzun olduğunu ve ilerilerde mükemmel bir işçilikle yanlara doğru döndüğünü gördüm. Kesinlikle bir kuledeydim. Tepemin, açık olması da en üstünde olduğumu gösteriyordu. Gerçekten yüksek bir yerdeydim. Bütün şehir görünüyor olmalıydı. Balkonu dolaştım, arka tarafa geçtim. Şehir o tarafta da dağa kadar uzanıyordu. Doğuya düşen sağ tarafta bir süre sonra orman başlıyordu ve ileride bir nehir vardı, nehir şehrin arkasındaki dağdan doğuyor gibiydi.

Geri dönüp odaya girip yatağa uzandığımda, hemşirenin artık odada olmadığını fark ettim. İçimi ilginç bir boşluk hissi kaplamıştı. Ne yapacaktım? Neden buradaydım? Gerçekten ölmüş müydüm? Eğer ölmüşsem neden bir yargılama süreci yaşamıyordum ve burada öylece yatıyordum? Bütün olanların amacı neydi? Kulağımda bir ses yankılandı. Ne hayallerin ne de arayışların. Hayatımı bir şeylerin olmasını bekleyerek geçirmiştim. Ve şimdi ölüyken hala bir şeylerin olmasını bekliyordum. Ne kadar değerli olduğumu anlamanın vakti gelmişti ve ben de hemen kalkıp odadan çıktım. Dışarıda tek bir merdiven vardı, o da aşağıya iniyordu, bunun dışında taştan yapılma duvarı oyarak yapılmış ufak bir merdiven de çatıya çıkıyordu.

Hızla basamakları inmeye başladım. İndim ve indim ve indim. Nereye varacağını bilmediğim bir yolda yürüyordum. Dakikalardır iniyordum ve ne bir kapıya rastladım ne de dışarı çıkabileceğim bir oyuğa, sadece ışık için küçük pencereler vardı. Pencereden baktıkça alçaldığımı fark etmem de mümkün değildi. İlginç dizayn pencerelerin gökyüzüne bakmasına neden oluyordu. Buraya saldırılsa ne olacaktı? İnmeye devam ettim.Artık gücümün kalmadığını düşündüğüm anda, merdivenler aniden bitiverdi. Karşımda kapı yoktu. Bunun yerine şehrin ortasına çıkıvermiş gibiydim. Kuleyi koruyan ne bir görevli vardı ne de kuleye dikkat eden birisi. Dönüp baktığımda bunun nedeni benim için şok edici oldu. Kule yoktu!

Yukarıya baktığınızda sadece tepede mavi gökyüzünün ortasında siyah bir delik görüyordunuz. Ama kule diye bir şey yoktu. Kapısından çıktığım yerse, daha çok bir hana benziyordu. Bu kadarı bana biraz fazla gelmişti ve hana girip hızla yukarıya çıktım. İki kat sonra çatıdaydım! Umutsuzluk ve kaybolmuşluk nedir diye düşünüyordum. Çöldeyken bir arayışım vardı. Bunu hatırlamaya başlamıştım. Su. Evet su ve kalacak bir yerler arıyordum.

Sanki o zamanlar benim için bir rüyaydı. Hatırladığım şeyler soyut bilmelerden ibaretti. Rüyalarımda asla yüzleri hatırlayamam. Ne yüzleri, ne de sesleri. Hatta bazen olayları dahi hatırlayamam. Bunlar sadece hafızamdaki bilgilerdir. Ve şimdi geçmişim benim için bir rüyadan ibaretti. Geleceğimse bir hemşirenin elinde varolmayan bir kuleden çıkıp gitmişti. Uğuldayan o nehir neredeydi? Rutubet kokan o mağara? Üzerinde kambur bir kayıkçının durduğu sandalım. Neredeydi onlar? Ah, evet bir arayış öyküsünün içine düşmüştüm ve yazar benden nefret ediyordu. Ben onun hiç sevmediği karakteriydim. Bu ihtimali gözlerimin önüne kendi yarattığım ben getirmiştim.

Özgürcan Uzunyaşa

İstanbul'da yaşıyorum. Film yapıyorum. Üç arkadaşımla birlikte Marşandiz Fanzin'i çıkarıyorum.

Kör Okuyucu” için 7 Yorum Var

  1. Özgür bu hal nedir dostum melankoliğe bağlamışsın resmen. 😛

    Merak ettiğim asıl anlatmak istediğini gerçekten de dökebildin mi bu yazıya. Bir paçra eksik kalmamış mı sanki? Anlatmışsın, ayrıntılara girmişsin, kelimeleri düzgün kullanmışsın.. fakat bir şey var ki ne olduğunu anlayamadığım. Sonunda “Heh, işte buymuş diyemiyorum, çıkaramıyorum ne olduğunu da..

    Amacın buysa başka tabii. Ellerine sağlık. 🙂

  2. O kadar zaman evde canlı kanlı birini görmeden, güneşi bile görmeden yatar durursan melankoliğe bağlamak çok doğal 😛

    Aslında hikayeye başladığımda nromal bir ölüm hikayesi düşünmüştüm ama sonra baktım ki, tembel bir karakterin iç çekişmeleriyle doldu yazı. Zaten o sıralar beynimde dönen düşünceleri birazcık hikayeleştireyim dedim. Sonunu da aniden kesmiş gibi olmuşum biraz tekrar okuyunca. Ama sanki yazılandan yine de istenen alınıyor gibi geldi tabi okuyucuların takdiri 😀

    Teşekkürler 😀

  3. Tam manasıyla anlayamadım yazdıklarınızı maalesef. Ortada güzel bir anlatım var, güzel betimlemeler, gizemli bir karakter… Ama hepsi bir parça havada kalmış gibi geldi bana.

    Yine de elinize sağlık.

  4. Anlamak için emek istiyor, emeği vermeye gönüllü olduğumda ise sürüklendim. Rüya ile ilgili yazın geldi aklıma sonrasında bir bakmışım ben de melankoli diyarlarında geziyorum.

  5. Baştan sona gizemini koruyan bir öykü ve garip bir son. Özellikle anlatım çok hoştu.

  6. Anlatım güzeldi ama kurguda bir takım sıkıntılar vardı. Sonu da şaşırtıcı sayılabilir aslında, evet. Güzel hikaye.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *