Öykü

Kurtuluşun Sesi

Benim adım Peter Barış Hoffman. Süpersonik dalga boyutları uzmanıyım ve belki de dünyanın en iyi araştırma mini-denizaltı olan Nemesis3000’de çalışıyorum. Üniversiteyi Berlin’de bitirdikten sonra, Amerika’ya giderek eğitimimi tamamladım.

Çocukluğumdan bu yana sesleri ayırt etmekteki yeteneğim, çok iyi olan duyma hissim ve farklı seslere olan tutkunluğum sayesinde ses frekansları konusunda uzmanlaştım.

Şu an ise neredeyim biliyor musunuz? Antarktika açıklarında, yüzeyden yaklaşık beş bin metre aşağıda bilinmeyen bir nedenden dolayı kaza yapan Nemesis’in güvertesi ile makine dairesi, kamara ve kargo arasında kalan laboratuar bölümünde sıkışmış durumdayım. Sağ bacağımın üzerine düşen ecza dolabının yüzünden kımıldayamıyorum. Bacağımı da hissedemiyorum. Sanırım kırıldı.

Avazım çıkana kadar bağırmama rağmen yardım gelmedi. Sekiz kişilik ekibin hiçbirinden ses çıkmaması garip. Ne yapacağımı bilemiyorum…

* * *

Uzun boylu, esmer, yapılı biriydi Barış. Birçoğunun aksine uzun zamanlarını bilgisayar başında geçirmesine rağmen kendisini ihmal etmemiş, spor yaparak güçlü bir vücuda sahip olmuştu fakat bunun şu an ki durumda pek faydası olmuyordu.

İki eliyle üzerindeki ecza dolabını sıkıca kavrayarak tüm gücünü vermesine rağmen dolabı ancak yerinden oynatabilmişti. Bu şekilde olmayacaktı. Nefesini toplayarak bekledi. Dışarıda kalan sol ayağını da kullanacaktı bu sefer. Odaklanarak tüm gücüyle hafifçe kaldırdıktan sonra sol ayağının yardımıyla dolabı kaydırabilmiş ve kurtulmuştu. Şimdilik.

Tavandaki lambaların yanıp sönmesi iyiye işaretti. Denizaltında hala yardım çağırmak için kullanabileceği biraz enerji vardı. Kendini zorlayarak duvara dayanıp ayağa kalktı ve sekerek bilgisayara yöneldi. Laboratuardaki bilgisayardan tüm verilere girip durumu kontrol edebilirdi. Bilgisayarın yanında bulunan ve iç hat iletişimini sağlayan kulak telsizini takarak seslendi.

“Ben Barış! Beni duyan var mı?”

“…………”

Hiç ses yoktu. Bir daha denemesine rağmen cevap veren olmamıştı. Bilgisayarın çalışması ise onun için şanstı. Ana güvertedeki bilgisayara bağlanmaya çalıştı ama “Sistem Arızalı” uyarısı alıyordu. Neler olup bittiğini merak ediyordu. Kapalı devre kamera sistemine bağlanmayı denedi. Başarmıştı. Ekranda güverte yazan kutucuğa tıkladı ve dehşetle irkildi.

Ekranda donuk açık gri gözbebekleriyle bir çift göz ona bakıyordu. Hemen sonra, içeri dolmuş olan suda yavaşça ekrandan geriye doğru süzülen kaptanın beyaz saçları yavaşça dalgalanmaya başladı. Kaskatı kesilmiş açık haldeki parmaklarının olduğu elleri yardım çağrısı yaparmışçasına ölü bedeninde donmuş kalmıştı. Arkada, zayıf güverte ışığında suda yüzen diğer nesneler görünüyor, koltuklarından kalkamamış olan saçsız veri uzmanı ve kahve tonlu dolgun saçları dalgalanan deniz biyoloğu, kafaları arkaya sarkmış halde, ekranlarına bakarken boğulmuşlardı. Tuhaf şekilde onların da gözbebekleri soluk gri bir tabakayla kaplanmıştı. Güvertenin geniş camı parçalanmıştı ve sistemlerin hiçbirinde hayat belirtisi yoktu.

İçi burkulmuş, heyecanlanmış ve kendini tuhaf hissetmişti. Görüntüyü kapattı ve endişeyle kamara yazan ve üç metre uzunluğundaki koridora bakan kamerayı açtı. Her iki tarafta yan yana dörder kapının bulunduğu koridorda, sağ baştan üçüncü kapının aralığında havada duran iki tombul bacak görünüyordu. Bu bacaklar deniz türleri bilimcisine aitti.

Omuriliğinden beyin soğancığına doğru gelen irkilme hissi tüm damarlarında dolaşmaya başlamış ve kendini kaybedeceğini fark etmişti. Derin derin nefes alarak kendini rahatlatmaya çalıştı ama içindeki panik hissi kaybolmak bilmiyordu. Kamerayı kapatarak, ellerinin titremesine aldırmadan makine dairesinin kamerasını açtı. Makine dairesinin de ışıkları yanıp sönüyor ama hiç kimse görünmüyordu. Neredeyse tüm kabloları elinden geçmiş olan kısa boylu Japon mühendisten eser yoktu. Kargo bölümünün kamerasını açtığında ise durumun çok vahim olduğunu anlamıştı çünkü kargo bölümü tamamen yok olmuştu ve ona gerekebilecek tüm araçlar da kargo bölümüyle gitmişti. Çaresizce hareket etmeyen bacağına baktı. Titremesi artmış, başı dönmeye başlamış, gözleri kararmıştı ve bunu durdurabilmek için elinden hiçbir şey gelmiyordu. Tek hissettiği şey ise o sesti. Derinden gelen ve ruhuna işleyen o ses…

* * *

Devasa loş koridoru hızla koşan kısa boylu, tıknaz hemşire Sonya, koridorun sonunda bulunan doktorun ofisine kapıyı çalmadan dalmıştı.

“Ne oldu Sonya? Ne bu acelen?” dedi Doktor Robert yerinden kalkarak. Nefes nefese kalan hemşire kendini toparlamaya çalışarak,

“ Peter!”

“Kendine zarar mı verdi yoksa?”

“Peter, konuştu doktor!”

* * *

Dünyanın bir numaralı hastanesiydi, Belmont’taki Makleen Akıl Hastanesi. Peter ise oranın uzun süreli misafirlerinden biriydi. Genç yaşta aklını tamamen yitirmiş ve oraya yatırılmıştı. Doktorlar beynin çok aşırı kullanımından kaynaklanan bir sorun olduğunu söylemişler ama onunla iletişime geçememişlerdi bir türlü. Bir tür gözleri açık koma haliydi onunki. Şimdiye kadar hiçbir şeye tepki vermemiş, hiç kimseyle konuşmamıştı.

Hemşire her zaman ki gibi odasını temizlemiş, onun rahat etmesi için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Peter, elleri hasta elbisesi içinde bağlı halde gözlerini marinaya çevirmiş denize ve teknelere bakıyordu. Hemşire camın en üstündeki ufak bölmeyi açmış içeriye temiz hava girmesini sağlıyordu.

Dışarıda insanların sesleri, kuş seslerine karışıyor, trafiğin sesi de onlara eşlik ediyordu. İşte o anda gelmişti denizaltının muazzam sonar sesi. Neredeyse tüm sesler kesilmiş, art arda gelen ve denizaltının suyun altına doğru harekete geçtiğini bildiren ses, Peter’in hissiz beynini harekete geçirmişti. Gözlerini hemşireye dikerek, bulunduğu bilinçaltı durumundan bir an sıyrıldı ve,

“Buradan kurtulmam gerek! Ayağım kırık. Tüm ekip yok oldu. Tüm araçlar gitti. Ama ben buradan kurtulmalıyım!” dedi heyecanla.

Sonra hiçbir şey söylememiş gibi kafasını sessizce çevirerek, boş gözlerle etrafı seyre devam etti.

Kurtuluşun Sesi” için 4 Yorum Var

  1. Gizem havası öykünün sonuna dek taşınmış. Bu yüzden dikkat gerektiren bir öykü olmuş. Ellerine sağlık, beğendim. 🙂

  2. Güzel bir hikayeydi, ellerinize sağlık. Keyifle okudum. Adamın gerçekten deli olup olmadığını, işin içinde paralel evrenlere dair bir durumun varlığını da merak ettim açıkçası 🙂 Kaleminize sağlık tekrardan.

    1. 🙂 Teşekkür ederim. Bu sefer paralel evren yok aslında. Adam deli ve iyileşme süreci, zihninde yarattığı dünyadaki kurtulma çabasıyla başlıyor. Oradan kurtulursa, deliliği de geçecek gibi düşünmüştüm.
      Devamını düşünmedim bu öykünün ama Barış’ın zihnindeki kurtulma mücadelesini ve iyileşme süreciyle sonrasında ne olduğunu anlatan bir şeyler yazabilirim belki de ileride.

Ceyhun Özçelik için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *