Kararsız adımlarla yürüyordu hastane koridorunda. Sanki her an fikrini değiştirip geriye dönecekmiş gibi istemeye istemeye atıyordu adımlarını. Fakat sorununa çözüm bulma umudu onu psikiyatrın kapısına kadar getirmişti işte. Başlangıçta ne kadar uzun gözüküyordu halbuki yol ve düşünceleriyle boğuşurken ne de çabuk gelmişti kapıya kadar.
Etraftan bakanlar onun böyle hiç hareket etmeden kapı önünde durduğunu görünce kapının üzerindeki isimliğe bakıyorlardı. Aslında hepsinin ilk düşüncesi aynıydı fakat birkaç kişiden yüksek sesle “Yazık! Hiç de öyle gözükmüyor halbuki dışarıdan.” Cümlesini duyunca sevinsin mi üzülsün mü bilemiyordu. Gerçekten de hiç öyle ruhsal problemleri olan bir insana benzemiyordu. Yakışıklı bir adam değildi, hatta çirkin bile sayılabilirdi. Fakat italyan işi takım elbisesi, altın çerçeveli gözlüğü ve ışıl ışıl parlayan kol saati insanları bu adama dikkatle bakmaya zorluyordu.
Derin bir nefes çekerek kolunu kaldırdı ve kapıyı vurarak içeri girdi. İçeride önündeki dosyaya kafasını gömmüş olan doktor, içeriye giren adama önce bir göz ucuyla baktı. Giysileri etkisini onun üzerinde de göstermiş olacak ki, ayağa kalkarak güleryüzle hastasının yanına kadar geldi, elini sıktı ve sandalyeye oturmasını bekledikten sonra kendisi de oturdu.
“-Bir şey içer misiniz, beyefendi?”
“-Teşekkür ederim doktor bey. Almasam daha iyi olur.”
“-Siz bilirsiniz ben mesela çay içmeden duramam, o yüzden kendime söyleyeceğim bir tane.”
“-Tabi, afiyet olsun.”
Çay söyleme faslı bittikten sonra derin bir sessizlik oldu içeride. Doktor dikkatle yeni hastasını inceliyor. Adamsa ellerini kavuşturmuş, önünde bulunan boş sehpaya bakıyordu öylece. Çaycı gelene kadar sessizlik sürdü. O gittikten sonra da bir süre çay kaşığı şıkırtısı dinledi. Doktorun sıcak çayından hüpürdeterek aldığı ilk yudumdan sonra konuşmaya karar verdi.
“-Adım Yılmaz Öztürk, doktor bey. Zenginim, Karun kadar zenginim, tevazu göstermeyeceğim. Zaten burada bulunmamın sebebi de biraz bu zenginlikle alakalı. Ben geçen seneye kadar geçimini çöplerden hurda toplayıp satarak sağlıyordum. Tabi şimdiki halime bakarak kafanızda başka bir resim canlanmış olabilir. Ben bildiğiniz sokaklarda arabasıyla gezen, çöpleri eliyle karıştırıp işine yarayacak bişeyler bulmaya çalışan adamlardan biriydim. Geçen sene herşey değişti.
“-Her zamanki güzergahımda bir kaç konteynır karıştırırken garip tipli iki genç yanıma yaklaştı. ‘Bizde metal bir masa var. Taşınacağız fakat onu yanımızda yük etmek istemiyoruz. Sen alır mısın?’ dediler. -Bazen olur böyle doktor bey, satacak kimse bulamayınca yanına yük edeceğine verirler birilerine.- Ben de ‘Neden olmasın?’ diyerek masayı aldım. Çok ağır demir yığını bir masaydı bu. İçinde ışığı falan var. Şimdilerde gün görünce öğrendim eski tip bir çizim masasıymış meğer. Gençler giderken uyardılar. ‘Bunu böyle satarsan daha çok para eder, sökme sakın!’ diye ama nereden bulayım ben o masayı satacak adamı parçalarına ayırmaya başladım tek tek. İçinde hani şu uzun ampuller oluyor ya, ne denir onlara? -Neyse bir türlü öğrenemedim.- işte onlardan vardı. Sökerken elimden fırladı. Ne oldu anlamadım. Bir patlama sesi, bir garip duman çıktı. Dumanın içerisinden de bir yaratık çıktı ki, hala gözümün önüne gelince elim ayağım titrer.”
Doktor çayını bitirmek üzereydi artık. Hastasını dinlerken iyice dikkat kesilmişti. Kesinlikle müdahale etmiyor. Adamın hayal gücünün nereye varacağını bekliyordu. Doktorun kendisini dikkatle dinlediğinden emin olan adam da kaldığı yerden konuşmasına devam etti.
“-Yaratık çıkıp da yüzüme baktığında dizlerimin bağı çözüldü. Olduğum yerde çöktüm kaldım. Söktüğüm masanın demir ayaklarından birine uzandım kendimi korumak için. İşte o an benimle konuştu:
“-‘Korkmana gerek yok insanoğlu. Sana zarar verecek değilim. Aksine seni ödüllendirmem gerek.’ dedi bana. Ben hala korkumdan kurtulamamışım:
“-‘İn misin, cin misin? Nerden çıktın öyle karşıma?’ diye soruverdim. Korktuğumu belli etmek istemiyordum o halime rağmen.
“-’Evet bildin. Ben bir cinim. Az evvel kırmış olduğun lambanın ciniyim. Lamba kırılınca ben de özgürlüğüme kavuştum.’ Deyince duyduklarıma inanamadım. Bizim küçüklüğümüzde kimse bize masal anlatmadı. Hani televizyonda kulak aşinalığım da var Alaaddin’in cinine ya emin olamadım.
“-’O lamba cini dediğin ta eskilerde kaldı. Hem nerede görülmüş elektrikli lambanın içinden cin çıktığı.’ yaratıkla konuşurken bir yandan ‘acaba lamba patladığında bayıldım da rüya mı görüyorum’ diye de kendimi yokluyorum.
“-’Teknoloji gelişince artık öyle gaz yağıyla çalışan lambalar kalmadı. Beni buraya hapseden büyücü de yeniliklere açık bir insandı. Neyse ki bunları çok kırılgan yapıyorlar da 30 yılda çıkıverdim içerisinden. Sadede gelelim. Beni sen özgür bıraktığına göre bir dilek hakkın var. Dile benden ne dilersen!’ hiç bir şey söyleyemedim. Kafamda onlarca dilek sıralandı birden. İçlerinden birini seçmeye çalışırken çok beklemiş olmalıyım ki sabırsızlıkla yeniden konuştu:
“-’Hadi ama, çok fazla vaktim yok. Hayatın boyunca bu anı düşlemiş olmalısın. Dile bir dilek de çekip gideyim. Zaten 30 yıl bekledim, bir 30 yıl da karar vermeni bekleyemem.’
“-’Para!’ dedim sözünü bitirir bitirmez. ‘Hayatım boyunca bitiremeyeceğim kadar para istiyorum senden.’ Bunun kötü bir şaka olabileceği ve o an bir yerlerden bir kameranın ya da bir arkadaşımın gülerek gelebileceği geçiyordu aklımdan. Fakat eğer gerçekse böyle bir fırsatı tepmemeli insan. Ama düşündüklerimin hiç biri gerçekleşmedi. Yaratık geldiği gibi bir anda ortadan kayboldu gitti.
“-Bir hafta boyunca bu olayı düşündüm. Bir hafta boyunca hiçbir değişiklik olmadı hayatımda. Bir haftanın sonunda bir mektup geldi. Adını daha önce hiç duymadığım bir akrabamın tek varisi olduğumu hakkım olan mirası almak için falanca adrese gitmem gerektiğini söylüyordu. Merak ettim gittim. Şehir merkezinde 200 tane dükkan, şehrin farklı yerlerinde 258 tane daire, nakit paranın ne kadar olduğundan bahsetmiyorum bile. Bilmem kaçıncı göbekten akrabamın ölürken bana bıraktıkları hayatımın sonuna kadar beni yaşatırdı. Zengin olmuştum artık. Cin sözünü tutmuştu.”
“-Anlıyorum. Yani birden bire ortaya çıkan akrabanızın ölümünü ve gelen parayı bir cin mitosuyla birleştirmeniz…” doktorun sözünü bitirmesine izin vermeden kesti Yılmaz sözünü:
“-Daha anlatacaklarımı bitirmedim. Bu mirastan gelen parayı yedim, içtim aylarca. Gerçekten de tam dilediğim gibi bitiremeyeceğim kadar param olmuştu. Her gün öğlen saat 2 civarı uyanıp eğlenmeye başlıyor, güneş tekrar doğana dek devam ediyordum. Bir gün barda tanıştığım kadınlardan biriyle geceyi geçirmiş sabahında ise cüzdanımı bulamamıştım. Arabanın anahtarı da yoktu. Bunlar benim için önemli kayıplar değildi. Bir yerlerden bir telefon bulup bu işlerle ilgilenen yardımcımı arayıp gerekli işlemleri yapmasını söyleyerek evime gitmek üzere çıktım. Bulunduğum yerin evime çok uzak olmadığını fark edip şehirde yürümeye başladım. Böyle yürümeyeli oldukça uzun zaman olmuştu. Yorulduğumu hissettiğimde bir banka oturdum. Çok geçmeden oldukça yaşlı bir adam gelip yanıma oturdu. Daha kim olduğunu bile söylemeden, hikayesini anlatmaya başladı bana. Başlarda hiç ilgimi çekmiyordu fakat bir gaz lambası kırıp içinden cin çıktığından bahsedince dikkat kesildim. Kesinlikle bu aynı yaratıktı. Onun dileği de benimkiyle aynıydı. Para istemişti cinden. Zaten kim başka ne isteyebilirdi ki? O da hiç tanımadığı bir akrabasından miras olarak almıştı parayı. Kendisine kalan arsaların yerlerini söyledi. Hayretimden ağzım açık kaldı. Hepsi benim şu anda sahip olduğum evlerin ve dükkanların üzerinde olduğu arsalar. Olayın başına ne zaman geldiğini sordum. 50 yıl geçtiğini söyledi üzerinden. Fakat 20 yılını zenginlik içerisinde geçirebilmişti. Servetini neden kaybettiğini sorunca, anlattı hikayenin geri kalan kısmını:
“-’Genç yaşımda zevk içinde geçirdim ömrümü. 20 yıl boyunca bana kalan arsaların üzerine evler yaptırdım. Parayı paraya ekledim. Sonra da gittim bir kadına aşık oldum. Benimle evlensin diye, sahip olduğum herşeyi ona verdim. Evliliğimiz bir yıl bile sürmedi. Herşeyi alıp kaçtı. Başka bir adam için beni terk etti. Benim paramla avukat tutup beni boşadıktan sonra o adamla evlendi. Bir kaç sene sonra karım olacak kadın da öldü zaten. Bütün parasını o adama bırakarak tabi. Beş parası olmayan bir adam benim paramla zengin oldu senin anlayacağın evlat. Geçen sene gazetede okudum o herif de ölmüş zaten.’ Adamın kim olduğunu söylediğinde dehşete düştüm. Bu adam bana miras bırakan adamın ta kendisiydi doktor.
“-Yani bu para bir şekilde birbirini tanımayan insanlar arasında el değiştirip duruyordu. Ölen adamı araştırdım. Evlenmeden önce aynı şekilde bir cin hikayesi de onun başına gelmiş. Yani şu an benim servetim de tehlikede doktor. Bu parayı kaybedersem ne yaparım bilemiyorum.”
“-Size isterseniz bir ilaç yazalım Yılmaz Bey.” Doktor reçetesine ilaç yazmak üzere uzandığında Yılmaz masanın üzerinden uzanıp, doktorun elini sıkıca tuttu.
“-Sizden ilaç veya tedavi istemeye gelmedim ben. İki aydır bulabildiğim bütün özel dedektifleri, büyücüleri ve hatta üfürükçü hocaları seferber ettim. Sonunda o lanet olası cinin nerede olduğunu buldum. Doktor masa lambanıza bir servet teklif ediyorum onu bana satın!”
“-Yılmaz Bey, satın almanıza gerek yok onu size verebilirim. Buyrun işte.” Doktor masasının üzerindeki lambayı karşısında oturan hastasına doğru uzattı. Adam sevinçle aldığı lambanın ampulünü sökerek yere fırlattı. Doktorun irkildiği patlama sonrası Yılmaz, gördüğü görüntüden hoşnut olmamıştı. Öfkeyle doktorun yakasına yapıştı.
“-Bu o lamba değil! Söyle gerçeğini ne yaptın? Söyle!”
Tam bu sırada iri yapılı üç hasta bakıcı içeri girdi. İkisi Yılmaz’ı zapt etmeye uğraşırken biri sakinleştirici iğneyi yaptı. Gözlerini yeniden açtığında bir yatakta yatıyordu Yılmaz. Yanında ise başka bir hasta vardı.
“-Şşşşt! Uyan bi bi’şey soracam!”
“-Git başımdan lan! Manyak!”
“-Şşşşt! Bi’şey soracam!”
“-Sor, tamam!”
“-Lambayı kırmışsın?”
“-Eee?”
“-Sen de mi Napolyon olmayı diledin lan?”
Bir psikiyatr hikayesi daha 🙂
Çok güzel olmuş çok beğendim, modern lambalardan cin çıkması fikri çok orijinaldi. Ellerinize sağlık.
Teşekkür ederim… Fakat diğer psikiyatr hikayesi daha iyiydi okudum 🙂
Selamlar,
Çok güzel ve keyifli bir hikayeydi. En çok, dilek dileyenlerin birbirleriyle olan habersiz bağlantılarını açıkladığınız kısmı sevdim. Sonu da ayrı bir hoştu doğrusu 🙂
Tek eleştirim dialoglara başlarken kullandığınız tire ikaretine gelecek. Konuşma cümlelerini tırnak içine aldığınızda bu işareti kullanmanıza gerek yok. Sadece tırnak yeterli…
Bu keyifli hikaye için teşekkürler.
Yorumunuz için teşekkürler, beğenmenize sevindim 🙂
Tırnak ve tire hatasını sürekli yapıyorum, neden yapıyorum ben de bilmiyorum 🙂
Sanırım ‘hangisini kullansam’ diye düşünmektense ikisini de yapıştırıveriyorum oraya.
Tekrar teşekkürler…
Güzel ve ilginç bir hikaye. Sonunu kafamda tam oturtamadım. Doktorumuz bu hikayenin neresinde?
Teşekkür ederim,
Aslında sonu siz nasıl bitmesini istiyorsanız öyledir 🙂