Öykü

Londra’da Bir Gece

Sokağın gölgelerine çektiği kurbanı, kollarının arasında çaresizce çırpınıyordu. Yirmi saniye sonra bilinci kapanacak, bir dakika içinde de ölecekti. Cansız bedeni kerpiç duvarın dibine bırakırken ertesi gün çıkacak manşetleri hayal etti:

“Ahtapot 23. kurbanını da öldürdü!”

“Ahtapotun kolları bir can daha aldı!”

Londra’nın çamurlu sokaklarında her gece cinayetler işleniyordu. Sadece bu hafta üç hayat kadını bıçakla katledilmişti ama o diğerlerinden farklıydı. İnsanlar ona Ahtapot diyorlardı çünkü eldivenlerine sürdüğü bir tür siyanür sayesinde önce kurbanlarını sersemletiyor sonrada güçlü kollarıyla onları boğuyordu. Tek benzerliği bu da değildi o kafadan bacaklılarla. Onlar nasıl mercanların veya batıkların içinde saklanabiliyorlarsa o da kendini gaz lambalarının bulunmadığı fakir mahallelerinde çok iyi gizliyordu. Polis bile bu sokaklara gelmek istemiyordu üstelik geç saatlerde şehre musallat olan sis sayesinde ahtapot neredeyse görünmez oluyordu. Sadece yapabildiği için insanları öldürüyor, çırpınışlarını ve çaresizliklerini izlemeyi seviyordu. Ancak ahtapot son zamanlarda huzursuz hissediyordu. Bazı geceler karanlığın içinden, sislerin ardından birinin onu izlediğini hissediyordu. Belki de bir dilenci ya da olan biteni gören ama anlam veremeyen bir sarhoştu. Ne olursa olsun bu fakir mahallelerde kimse böyle bir şey için tanıklık etmezdi ama o huzursuzluk hissini bir türlü üzerinden atamıyordu.

Bu gece Whitechapel’de ilk kurbanını erken halletmişti hâlâ bir cinayet daha işleyebilirdi. Yoğunlaşan sisin içinde sokaklarda yürürken ileride uzun şapkalı bir silüet gördü. Bu semtte hele de bu saatlerde uzun silindir şapkalı bir adam göremezdiniz. Muhtemelen ara sokaklardaki ucuz genelevlerden birinden çıkmış sarhoş bir kentliydi bu. Geceyi bitirmek için ideal kurban yani. Sessiz ama hızlı adımlarla gölgenin peşinden gitti, adam tam da istediği gibi lambaların olduğu köprü yerine karanlık bir sokağa girince adımlarını hızlandırdı. Ara sokakta sis oldukça dağılmıştı ancak o kadar karanlıktı ki adam bir an için gözden kayboldu, birkaç temkinli adım attı ve sonunda onu gördü. Uzun şapkalı adam arkası dönük bir duvara yaslanmıştı. Muhtemelen yürüyemeyecek kadar sarhoştu ama bu onu boğarken alacağı zevki azaltmayacaktı. Karanlıkta uzun sessiz bir adımla kurbanının tam arkasına geldi ve güçlü kollarını kaldırdı. O anda uzun şapkalı adam şimşek gibi döndü ve göz göze geldiler. Adamın gözlerinde ateşi gördü ve sonra inanılmaz bir acı hissetti. Damascus çelikten on altı santimlik hançer önce karın boşluğuna girdi sonra da gövdesini yararak göğüs kafesine doğru ilerledi. Kolları havada kalmıştı, önce dizlerinin üstüne çöktü sonra kolları iki yanına indi. Uzun şapkalı, yanına çömeldiği kurbanının göğsünden hançerini çıkarırken sakin bir tonda konuştu:

“Kaç gecedir seni izliyordum ahtapot. Cinayetlerinin büyük hayranıyım ancak benim tarzım daha sofistike ve bu şehir daha nitelikli bir avcıyı hak ediyor.”

Yere devrilen ve hâlâ can çekişen ahtapotun üzerine eğildi ve gövdesini bu kez enine yararak iç organlarını dışarı çıkardı.

“Londra’da besin zincirinin en üstünde ben varım artık!”

Sonraki birkaç hafta artık gazeteler ahtapottan hiç bahsetmiyordu varsa yoksa Londra’nın yeni yıldızı vardı manşetlerde.

“Kim bu gizemli Karındeşen Jack?”

“Whitechapel’de dehşet, Karındeşen Jack iki kadını daha katletti!”

Ömür Durmuş

Merhaba, ben Ömür Durmuş. Endüstriyel tasarımcıyım. Yarım yüzyıl önce doğduğum İstanbul'da yaşıyorum. Bir gün Borges gibi yazabilmek hayali kursam da haddimi biliyorum. Eski toprak bir rock and roll dinleyicisi, çizgi roman ve sinema seven bir faniyim. Burada yetenekli yazarlarla aynı ortamı paylaşmak inanılmaz. Bu güzel deneyim için teşekkürler.