Baharın son serin rüzgarları ana adaya en uzak olan küçük adaya kurulmuş olan kasabanın sokaklarında eserken, kasabanın çocukları taş sokaklarda baharın getirdiği heyecanla koşuşturuyorlardı, daha yeni büyümeye başlamış köpekler çocukların bir adım önünde, artık koşmak istemese de çocukların bu çağrısına hayır diyememiş sarman kediler arkalarında.
Hani her sokağı çıkması gereken yere çıkan, her evin penceresi güneş ışığına hazır bekleyen, her ağacı büyümesi gereken yerde büyümüş o kasaba. Evlerin her bir tuğlası yerleştirilirken ustalara Embla’nın gücü yardım etmiş gibi, her bir ağaç dikilirken toprak ananın eli değmiş, kasabanın içinde yaşayan her bir insan safi huzurdan ibaret, köpeklerle kedilerin, kedilerle farelerin arkadaş olduğu o kasaba. Sokaklarında yürürken kendinizi gülümserken bulduğunuz, sizi tanıyan tanımayan herkesin size dostça gülümsediği o yer.
Kasabanın en uzun sokağının meydana çıktığı yerde, hemen yanında kiraz ağacı bulunan, vitrininde çocukları mest, büyükleri çocuk eden şekil şekil oyma düdüklerin olduğu o dükkana kasabanın hiçbir sakini bakmadan geçmezdi. Apiko Usta vitrine boyu yetişmeyen küçük çocuklar için bir yükselti yapmıştı ama küçük çocuklardan çok arkadaşlarını bekleyen gençlerin oturup dinlenmesine yaramıştı o yükselti. Kasabada birçok hikaye oluşturmuştu Apiko Usta’nın dükkanı, kasabanın en yaşlısı bile o dükkanın ne zaman açıldığını hatırlamazdı, her biri farklı bir hikaye anlatırdı. Dükkanın çok eski olduğu biliniyordu ama Apiko Usta henüz ellilerinde ancak gösteriyordu. Yaşlıların değişen hikayeleri birbirinden ne kadar farklı olsa da hep bir noktaya çıkıyordu. Apiko Usta’nın karısı Asaa ölmeden önce Apiko Usta’nın yaptığı bütün düdüklerin her birinin farklı gücü olduğunu söylüyorlardı. Pembe bir at şeklinde olanın çocukları kabuslardan koruduğunu, sarı bir köpek şeklinde olanın sahilde yürürken eşsiz deniz kabukları bulmanızı sağladığı anlatılardı. Bu hikayelerle büyüyen çocuklardan cesaretli olanlar, dükkanın kapısından omuzları dik bir şekilde girer, onu kocaman bir gülümseme ile karşılayan Apiko Usta’nın karşısında durur, bu hikayelerin doğru olup olmadığını sorardı. Apiko Usta’nın gözleri biraz daha parlar, gülümsemesini biraz hüzün eklenir ve her zaman aynı cevabı verirdi “Sen neye inanırsan, o gerçektir küçüğüm. Sen neye inanıyorsun?” Çocuklar da genelde bir şey anlamadan ve bir cevap veremeden kapıdan düşünceler içinde çıkar, bazısı kısa sürede oyuna dalarak Apiko Usta’nın söylediğini unutur, bazısı da seneler geçse de Apiko Usta’nın sözlerini bir türlü unutamaz, ara sıra düşünürdü. Cevap bulan var mı, yok mu? İşte onu çok konuşan yaşlılar bile bilmezdi.
Baharın son serin rüzgarlarının estiği o gün, kasabada her şey her günkü gibi başlamıştı, günün böyle biteceğini düşünen herkes yanılıyordu. Güneş en tepedeyken birkaç çocuk bağırarak sokaklarda dolaşmaya başladı. Kocaman bir gemi geliyordu. Kasabanın küçük limanına demir atamayacak kadar büyük bir gemi. Okula başlamış olan çocuklardan birkaçı geminin üzerindeki armanın büyük adaya ait olduğunu anlamışlardı, öğretmenlerinin onlara ilk öğrettiği şeylerden biriydi bu. Bu onları daha da heyecanlandırmıştı. Yıllardır bu gemilerden hiçbiri kendi adalarına uğramamıştı. Bu heyecanı tüm ada sokaklarına yayan çocuklar, büyüklerin de iskelede toplanmaya başlamasına sebep olmuştu. Gemi yaklaştıkça geminin sadece büyük adadan gelmesinden daha büyük bir olay olduğu ortaya çıktı. Gemi çok önemli bir konuğu taşıyordu. Ada Yücelerinden biri o gemideydi, armanın ayrıntılarından bu anlaşılıyordu. İskelede fısıltılar artık bir uğultuya dönüşmeye başlamıştı. Herkes neden bir yöneticinin kendi adalarına geldiğine dair fikirler atıyordu ortaya.
Gemi limana yanaşmadan demir attı. Kısa bir süre sonra gemiden üç filika ayrıldı. Kayıklar yavaş yavaş iskeleye yanaşırken, iskeleye hakim olan uğultu kesilmişti. İnsanların hepsi kayıklara bakıyordu, yöneticinin kim olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. İlk kayığın arka tarafında oturan kadının Ada Yücesi olduğu belli oluyordu. Yüzünde kocaman bir gülümseme ile iskeleye yanaşana kadar hiç kıpırdamadı. İnsanlar hipnotize olmuş gibi ona bakıyorlardı. Kadın ona bakan gözlere alışkın bir tavırla neredeyse herkesin gözünün içine bakarak her birini selamladı. Vücudundan adeta huzur ve mutluluk yayılıyordu. Herkes hayranlıkla onu izliyordu. Kadın kimsenin yardımı olmadan filikadan iskeleye çıktı. Uzun beyaz elbisesini düzeltti. Boynunda yirmiden fazla çeşit çeşit madalyon vardı, her birinden ayrı bir ışıltı yayılıyordu. Uzun siyah saçları serbest bırakılmıştı. Ona büyülenmiş gibi bakan iki yaşlarında bir erkek çocuğun saçlarının arasından ince uzun parmaklarını geçirdi. Çocuk sevinçten uçacak gibi gözüküyordu. Çocuğun elini sıkı sıkı tutmuş annesine hitaben “Ada yönetim binasına kadar bana eşlik edebilir misiniz?” diye sordu. Çocuğun annesi ağzını araladı ama bir ses çıkmadı, evet anlamında başını aşağı yukarı defalarca salladı. Kadın çocuğun boşta olan elini tuttu. Annesi ve küçük oğlan ondan gözlerini ayırmadan kalabalığın içinde yürümeye başladılar. İnsanlar sessizce onlara yol veriyorlardı. Her bir adımda etrafındaki insanları selamlamayarak devam ediyordu yoluna Ada Yücesi. İskelenin çıkışına çok yakın olan ada binasının kapısına geldiklerinde etraflarındaki kalabalık azalmıştı. Meraklı gözler onları artık uzaktan takip ediyorlardı. Kadın çocuğun elini bırakmadan eğilip öptü, “Anneni üzme küçük adam” dedi. Annesine de teşekkür edip binanın merdivenlerinden çıktı. Kapının dışındaki büyük çanı iki kere çaldı.
Yönetim binasının kapısı yavaşça açıldı. Bina görevlisi kadını büyük bir saygıyla içeriye davet etti. Kadın içeriye girdikten sonra görevli kadının bir adım önünde ağırlanacağı odaya kadar eşlik etti. Ada yöneticisinin kapısı ardına kadar açık duruyordu. Ada yöneticisi ellerini arkasında bağlamış, kapının kapanmasını bekliyordu. Kapının dışında duran görevli eli ile kadını içeriye davet etti, kadın içeriye girince de kapıyı ardından kapadı. Ada yöneticisi kapı kapandıktan sonra kadına yaklaşarak elini uzattı. “Hoş geldiniz Aia, sizi burada bunca seneden sonra görmek ne büyük mutluluk.” Kadına oturması için iki kişilik bir divana yönlendirdi. Kadın divanın ucuna oturduktan sonra konuştu. “Hoş bulduk Sal Amca.” dedi büyük bir gülümseme eşliğinde. Adam da yaşlı bedenini kadının tam karşısındaki koltuğa yerleştirdi. Odadaki resmiyet bir anda yok olmuştu.
“Hiçbir şey değişmemiş, her şey çocukluğumda ki gibi.” dedi Aia neşeli bir sesle.
“Küçük kasabalarda büyük değişimler zaman alır küçük hanım. Ama büyük ada seni değiştirmiş, küçük Aia’m büyümüş ve etkileyici bir hanımefendiye dönüşmüş.” dedi beyazlamış bıyıklarını çekiştirerek.
“Değiştiğim doğru ama bunun iyi yönde mi kötü yönde mi olduğunu bilemiyorum, çok yoruldum Sal Amca, çok. Buraya dönmek için nelerimi vermezdim.” Aia’nın gülümsemesi solmamış ama hüzün eklenmişti.
Sal bu gülümsemeyi nerede görse tanırdı.
“Yapma küçük hanım, hepimizden daha güçlü olduğunu benden daha iyi biliyorsun.”
Aia camdan dışarıya baktı. Küçüklüğünden beri duyduğu bu cümleleri ezbere biliyordu artık ama herkesin ona inandığı kadar keşke oda kendisine inanabilse belki her şey daha farklı olurdu. Sal konuşmaya başlamasa bu sessizliğin sürüp gideceğini biliyordu.
“Küçük hanım, bir yönetici olarak bir Ada Yücesini elimden geldiğince iyi ağırlamak isterdim, içecek bir şeyler önermek isterdim ama üzgünüm sizi odamdan kovmak zorundayım. Benim yanımda olmaktansa o inatçı keçiye gitmek için yanıp tutuştuğunu biliyorum ve bu durum yaşlı kalbimi kırıyor.“ deyip, yerinden kalktı. Aia bu sözlere mahcup bir gülümseme ile karşılık verdi. Yerinden kalkıp yaşlı adamın boynuna sarıldı. Bir çocuk gibi hissetti kendini, eski günlerde ki gibi kokuyordu Sal Amca.
“Seni çok sevdiğimi biliyorsun yaşlı adam. Gitmeden önce bana o meşhur menekşe çayından yapacağına söz verirsen bu odadan ancak o zaman çıkarım.” dedi Aia, minik bir kız çocuğuyken yaptığı gibi alt dudağını sarkıttı.
“Hadi hadi, gitmeden önce bana uğrarsan çay meselesini düşünürüz.”
İkisi birbirlerine bir kere daha sımsıkı sarıldılar.
“Üzerimi nerede değiştirebilirim Sal Amca?” dedi Aia. Bu kıyafetle binadan çıktığında herkesin onu takip edeceğinden emindi.
“Burada tabii ki. Ben seni yalnız bırakayım. Nereden çıkacağını unutmadın değil mi küçük hanım?” dedi. Sorusunun cevabını beklemeden odasından çıktı. Kendi adının Sal olduğu kadar küçük hanımın o odanın gizli çıkışını bildiğini biliyordu.
Kapı kapanır kapanmaz, Aia üzerindeki beyaz elbiseyi çıkardı. Elbisesinin altında sıradan bir adalının giyeceği kıyafetler vardı. Uzun saçlarını örgü haline getirdi. Üzerinde bulunan tılsım madalyonlarını gömleğinin altına gizledi, bir tanesi haricinde, küçük mavi bir kuş, kanadı kırılmış, siyah gömleğinin üzerinde sallanıyordu. Camdaki yansımasını kontrol etti. Saçını biraz daha düzeltti. Odanın köşesinde duran dolabın yanına geldi. Derin bir nefes alıp, gizli kapıyı açtı. İnce ve dar koridordan ilerleyip karanlıkta el yordamı ile kapıyı buldu. Derin bir nefes daha alıp kapıyı araladı. Meydanda kimsecikler yoktu. Herkes daha iskeledeydi demek ki. Sırf bunu sağlayabilmek için o büyük gemiyi seçmişti buraya gelirken. Kiraz ağacının yanındaki kapıyı kapattı. Dünyada en sevdiği yerin camından içeri baktı. Her şey bıraktığı gibiydi. Heyecanla kapıyı açtı, içeri girdi. Apiko Usta elindeki işten kafasını kaldırmadan yumuşak bir sesle seslendi yeni müşterisine “Hoş geldiniz, ne arzu etmiştiniz?”.
“Hoş bulduk baba, mavi bir kuş istiyorum, yapman mümkün mü?”
Merhabalar,
Sanırım doğru görüyorum, hem bu ayki temanın çizerisiniz hem de öykülerden birisinin yazarısınız. Kıskanmamak elde değil… 🙂
Öykünüzü beğendiğimi söyleyerek başlamak istiyorum. İyi olduğunuz yönleri bildiğinizi düşündüğümden dolayı, okurken sıkıntılı gördüğüm noktalara müsaadenizle değinmek istiyorum.
Sanırım en dikkatimi çeken şey başlangıç paragrafınızı gereksiz bir uzunlukta bulmuş olmam. 45 kelimeden oluşmakla beraber kendisiyle birlikte bir anlatım bozukluğu getirmiş. Cümlenin içinde iki kez ‘baharın’ kelimesi kullanılmış. Elden geldiğince bir cümle içinde aynı kelimeyi kullanmamalıyız. Genel olarak uzun cümle kullanma çabanız ilk yarıda çok belirgindi. Öykü bazında takip ettiğiniz bir tarz olduğunu düşünsem de olmamış maalesef. Riski bir iştir uzun cümle kurmak. Hem anlatım bozukluğuna sebep olmadan yazmak zordur hem de akıcılığı düşürür-çok iyi yazılmadığı takdirde-. Kusuruma bakmayın lütfen, söylediklerimin hepsi şahsi bir müdahale ve görüş olsa da kısa cümleleri daha iyi kurduğunuzu düşünüyorum. İkinci yarıda da bu kendisini göstermiş zaten, azaltmışsınız. O yüzden virgüllerle uzattığınız cümleleri ikiye böldüğünüz takdirde öykünüzün çok daha güzel olacağını düşünüyorum.
Ellerinize sağlık, kaleminize kuvvet. Unutmadan… Çiziminiz ‘sıcacıktı’. Onun içinde ayrıca ellerinize sağlık, çok beğendim. 🙂
Bu kadar ayrıntılı bir şekilde eleştirdiğiniz için teşekkür ederim 🙂 dikkate alacağım ?
Merhaba;
Ne güzel tema çizerimizin öyküsünü okumak. Çizim çok güzel, bunu da belirtelim.
“Baharın son serin rüzgarları ana adaya en uzak olan küçük adaya kurulmuş olan kasabanın sokaklarında eserken, kasabanın çocukları taş sokaklarda baharın getirdiği heyecanla koşuşturuyorlardı, daha yeni büyümeye başlamış köpekler çocukların bir adım önünde, artık koşmak istemese de çocukların bu çağrısına hayır diyememiş sarman kediler arkalarında.” Okurken zorlandım, noktaya gelene kadar. Uzun bir cümle hele ki giriş için. Ayrıca anlatım bozukluğu da var. Bu paragrafı tekrar gözden geçirmenizi öneririm naçizane. Giriş cümlesi öykünün kapısını açan anahtar gibidir, kapıyı açmak zor olmamalı 🙂
Diye bir yorum yazıyordum ki Latif Kaya’nın yorumunu okudum. Harfi harfine katılıyorum. Elbette bunlar iyi niyetle yazılmış okur görüşleri. Umarım size de bize de faydası olur.
Kaleminize sağlık.
Öykünün adı ilgimi çekti, zira biraz iddialı bulduğumu söylemeliyim. Ama daha ilk paragrafta hakkını vermişsiniz.
Apiko Usta vitrine boyu yetişmeyen küçük çocuklar için bir yükselti yapmıştı ama küçük çocuklardan çok arkadaşlarını bekleyen gençlerin oturup dinlenmesine yaramıştı o yükselti.
Harika bir detay.
Pembe bir at şeklinde olanın çocukları kabuslardan koruduğunu, sarı bir köpek şeklinde olanın sahilde yürürken eşsiz deniz kabukları bulmanızı sağladığı anlatılardı.
Emin olmasam da, sadece fikir çatışması adına şöyle bir öneri sunacağım masaya.
“Pembe atın, çocukları kabuslardan koruduğunu; sarı köpeğin, sahilde yürürken eşsiz deniz kabukları bulmanızı sağladığı anlatılardı.
“Üzerimi nerede değiştirebilirim Sal Amca?” dedi Aia. Bu kıyafetle binadan çıktığında herkesin onu takip edeceğinden emindi.
Sanırım, ikinci cümle gereksiz. Yani anlattıklarınızdan dolayı kıyafetlerini değiştirme isteğinin nedeni ortada, yani bu etkiyi yeterince uyandırmışsınız.
Kaleminize sağlık. Üslubunuz bir harika, öyküyü iki kez hiç sıkılmadan okudum. Tekrar görüşmek dileğiyle…