Giriş – Çarpışma
Metro inleyerek durdu. Herkes içeridekilerin çıkmasını bekleyip sabırsızca içeri akın etmişti, sayıca zaten az olan grup, günün son yolcularıydı. Son seferiydi haftanın…
Koca peronda sekiz kişiydiler; alkolün verdiği mayışmışlıkla bir koltuğa kendini bırakıvermiş ama hangi istasyonda olduğunu anlayacak kadar bilinçli olma ihtimali olan üç günlük sakallı orta yaşlı bir adam, onun beş koltuk ilerisine biraz da O’ndan uzak durma amacıyla oturmuş olan şık giyimli kısa sarı saçlı bir kadın, karşılarındaki koltuklarda yan yana oturan genç bir çift, cam bölmeyle ayrılmış diğer sırada oturan bastonlu kasketli ve gür gri sakallı yaşlı bir adam; elindeki bond tipi çanta ve takım elbisesini tamamlayan üç numara saç traşı ve pürüzsüz yüzüyle ciddi bir duruşu olan iş adamının iki sıra yanında oturuyordu… Metroya binerken ağzından çıkardığı piposunu elinde sıkıca tutup kendisine doğru bastıran gözlüklü, şapkalı ve hafif sakallı adam diğer eliyle de bir defteri sımsıkı kavramıştı. Ve onların karşısındaki sırada da kel kafalı, traşlı bir yüzü olan ve bütün bu ortamdan son derece kendisini soyutlamış kırk beş – elli yaşlarında bir adam vardı. Başını önüne eğmiş, düşünüyordu…
Ara duraklarda kimse inmedi kimse de binmedi; üç duraktan oluşan metro hattı tükenmişti. Mekanik ses durağın adını söylerken herkes kapılara yanaşmıştı. Birbirlerinden mümkün olduğunca uzak kalmaya çalışan kalabalık, kapının açılmamasıyla da sabırsızlanmaya başlıyordu… Yaşlı adam belini tutarak cam bölmeye yaslandı ve homurdanmaya başladı… Muhtemelen üniversite öğrencisi olan genç çiftten çocuk, kıza daha sıkı sarılıp kızın yüzünü omzuna gömmesine izin verdi ve kulağına bir şeyler fısıldamaya başladı… Kızın, çocuğun montunu sımsıkı tutmasından anlaşıldığı kadarıyla; klostrofibi benzeri bir sıkıntısı vardı. Ayyaş adam bile bu hengamede biraz ayılır gibi olmuştu ki, tren sarsılarak ileri gitti…
Sarsıntı beklenmedikti, dahası sertti; kimse ayakta duramadı ve çarpıştılar…
Yaşlı adam, sarhoşu üstünden itti; bir yandan da canının yandığını belli eden bir çığlık koyveriyordu…
“Ahhh! Belim! Belim! Çekil üstümden pis ayyaş!”
Piposunu hala sımsıkı tuttuğu halde cılız vücudunun etkisiyle savrularak bond çantalı adamla çarpışan adam telaşla gözlüğünü yoklamaya başlamıştı… Öbür adam da bir anlık şaşkınlığı üstünden attıktan sonra elinden fırlayan çantasını aramaya başlamıştı. Yaşlı adam kadar tepki gösteren olmamıştı; pipolu, yarım ağızla özür diledikten sonra üstünü başını silkelemeye ve elindeki defteri kolaçan etmeye başlamıştı…
Kel kafalı ve hiçbir şeyle ilgilenmeyen adam da çaresizce tutunamayarak yanındaki cama sımsıkı tutunan kadınla çarpışıyordu. Kadın hafif bir inleme koyverirken, adam utanarak geri çekiliyor ve başını öne eğerek özür sözcükleri sarf ediyordu defalarca…
Genç çift sımsıkı sarıldıkları için havada süzülmemişti ama kafaları birbirine çarpmış olmalıydı, gülerek kafalarını ovuşturuyorlardı.
Tüm bu karmaşaya karşılık, metro o bir anlık sarsıntıyı hiç yaşamamış gibi olması gerektiği şekilde tıslayarak kapılarını açtı… Herkes birbirine bakıp sessizce gülümseyerek selamlaştı ve metronun merdivenlerinden, dışarı; açık havaya doğru sessizce ve yavaşça ilerledi.
Gelişme – Yansıma
Yataktan gerinerek kalktı. Yorucu bir haftasonunun akabinde işe gitmek gibisi var mıydı? Homurdanarak kendini hafifçe yataktan aşağı bıraktı…
Su yatağında yatmanın en güzel yanı; hiçbir güzel yanı olmamasıydı. İlk taşındığında abisinin “şimdilik dursun sonra adam gibi bir tane alırız” minvalindeki hediyesiydi. Sonra öyle kalmıştı…
Bir tekme attı su yatağına, ayağı içine göçünce o alıştığı tadı alamamıştı. Normalde ayağı yumuşak bir peltenin içinde yavaşlar, en sonunda içeriden sallanan su onu geri teperdi. Ancak ayağı sert bir yüzeye çarpmış ve geri sekmeden öylece kalmıştı. Ayağı acımıştı, öyle ki bu sert çarpma nedeniyle tırnağı bile kırılmış olabilirdi! Ayağına bakmak için eğildiğinde önce rüya gördüğünü sandı. Düzenli bakım yaptırdığı, pedikürünü ve ağdasını eksik etmediği ayakları birer erkek ayağı gibiydi! Gözlerini kapayıp açtıktan sonra bir daha baktığında gene aynı görüntüyle karşı karşıya kalınca midesi bulanmaya başladı.
Lavaboya koştu, lavabo diye girdiği yerde uzun ince bir hol vardı. Bu durum iyice çirkinleşmeye başlamıştı; birisi ona oyun oynuyor olmalıydı… Bugün 1 nisan mıydı? Düşündü, değildi. Daha iki – iki buçuk ay vardı…
Tanımadığı bir evde uyanmıştı. Bunu şimdi, holün bitiminde ulaştığı salonda daha iyi anlıyordu. Hayatında hiç görmediği kadar büyük bir salon ve hiç göremeyeceği kadar lüks mobilyalar vardı… Tavandaki avizenin ampullerine hayranlıkla bakarken gözü eğer yansıması olmasaydı orada olduğunu anlayamayacağı LCD ekran televizyona takıldı… Yansıması…
Bir çığlık attı…
Gelişme – Kanama
Midesi yanıyordu. Gece içtiği kaliteli şaraptan olamazdı, başka bir sebebi olmalıydı… Kıvranıyordu adeta ve daha çok kasıklarında toplanan acı adeta ikinci dünya savaşında toprağa düşen bombalar gibi patlayarak daha fazla acı yaratıyordu.
Elini usulca kasıklarına götürmek istedi, yapamadı. Tüm vücudu külçe gibi ağırlaşmıştı hareket edemiyor, dahası hareket etmeyi de istemiyordu! Elini yatağa koydu. İlginç bir şey olmuştu; eli bir jelin içine giriyormuş gibi yatağın içine göçmüştü! Şaşkınlıkla doğruldu. Eşofmanının ağı kan olmuştu. İyi de, hiç eşofman giymezdi ki! Bu küçük oda da neyin nesiydi! Tişörtünü sıyırıp böbreklerini kontrol etti, en korktuğu şeylerden biriydi ama karşılaştığı manzara daha da korkulacak şeyleri olduğunu anlatıyordu: Vücudunda kıldan eser yoktu… Minicik bir tüy zerresi bile! Eline gözü çarptı; tırnakları ojeli ve uzundu… Midesi bulanabilirdi, kasıkları yırtılırcasına ağrımasaydı. Dudaklarını ısırmaya başlamıştı ki, hiç daha önce duymadığı bir melodi koptu odanın içinde; telefon çalıyordu…
Telefonu aradı, en sonunda yastığın altında olduğunu fark etti. Pembe bir Samsung’tu, sürgülü. Arayan numaraya baktı…
Kendi numarasıydı…
– Alo?
Gelişme – Yüzleşme
Café de Latte gene her zamanki gibi kalabalık. Klasik, metropol kadını ve erkeklerinin yanı sıra; birkaç seferliğine merak edip gelen öğrenciler ve turistler masaları parsellemiş çoğunluğu gruplar halinde olmak üzere muhabbete koyulmuşlar. Tek oturanlar yok mu? Bir köşede sanki tüm bu olan bitenden soyutmuşcasına oturup insanları süzen şu kadın mesela…
Ama o da tek sayılmazdı, birisini beklediği o kadar belli ki! Nasıl mı?
Diğer tek oturanlara bir göz atalım: Şu sağdaki masadaki ihtiyar amca… Elindeki kitabı okuyor, tek oturuyor ve diğer elinde de sımsıkı kavradığı kahve fincanı var… Aynı şekilde onun azıcık arkasındaki masada tek başına oturan çocuk önündeki diz üstü bilgisayarda bir şeyler kurcalarken bir yandan kahvesini yudumluyor… Tekrar ilk masaya dönersek, kadının bir şey içmediğini ve dahası, elindeki telefona iki üç saniyede bir göz attığını görürüz…
Bekletilmek kötüdür, hem de bir bayanın bekletilmesi; gazabından korkmamıza neden olabilir… Bir adam girdi şimdi Café’den içeri… Kadının eli ayağı birbirine karıştı, sanırım beklediği kişi geldi… Ayağa kalktı, hayretler içinde ikili birbirini süzüyor şimdi… Uzun zaman görüşmeyen dostlar gibiler. Yalnız, biraz araları kötü sanırım; tokalaşmadan oturdular… Şimdi birbirlerini süzüyorlar. Elleri masaya dayalı, sanki herhangi kötü bir durum olmaması için birbirlerine güvence veriyorlar…
Adam azıcık öne eğiliyor, konuşuyormuş gibi yapsa da kadını inceliyor; biraz kaba bir şekilde. Kadınsa bundan çok rahatsızlık duyuyormuşa benzemiyor. Adamı incelemekle meşgul zira! Kafa karıştıran bir ikiliye benziyorlar… Umarım kendi kafaları çok karışık değildir… Ne kadar yakışıyorlar değil mi?
Hey, nereye gidiyorsunuz?
Kahve içmediniz bile!
Gelişme – İstiklal Caddesi
Adam çapkın sayılırdı, İstiklal Caddesi’ne peş peşe aynı kadınla geldiği vaki değildi… Gene yanında başka bir kadın vardı, ama kadın; adamdı!
Bu düşüncelerden sıyrılmak için gözlerini kapadı. Caddenin girişindeki kestanecilerin kokusuna, bir kenardaki fast fooddan taşan et kokuları eşlik ediyordu. İleriden cılız, cırtlak bir ses: “Size de çıkabilir! 12 trilyon veriyor bu hafta! 12 trilyon!”
Adama döndü, “Bilet alabilir miyiz? Bu ilginç gün, biraz daha ilginçleşsin…” Adam tepkisizdi, hala şokta olduğu belliydi. Ses etmeden yutkundu ve başını salladı.
Eh, buradan bakınca çok da yakışıklı olmadığını düşünmeye başlamıştı. Gözü kapalı bir bilet seçti, çekti. Elini cebine atacaktı ki, duraksadı ve adama baktı. Mevzuya geç uyanmıştı adam, eliyle pantolonunu yokladı, arka cepte duran cüzdanı bulup çıkardı. Bilet meblağsını ödedikten sonra tekrar katladığı cüzdanı, aldığı yere koydu.
Birer közde mısır alıp yürümeye devam ettiler. En sonunda Tünel’e gelmişlerdi ki adam konuşacak cesareti kendinde buldu.
– Sence, ne oldu?
Kadın ağzındaki mısır tanelerinin de etkisiyle konuşmadan başını olumsuzca salladı. Dudağını büktü. Adam gülümseyince anlamayan gözlerle baktı.
– Şey… diye mırıldandı adam. Hep kendi mimiklerimin nasıl göründüğünü merak etmişimdir…
Kadın başını sallayarak gülümsedi, “Aynen ben de…” diye mırıldandı. Tekrar sustular.
Eminönü tramvayının hizasına girmişlerdi, yürümeye devam ettiler. “Yürüdükçe çözülecek gibi durmuyor…” diye homurdandı kadın. “Gel evime gidelim…” dedikten sonra düzeltti: “… yani evine.”
İkisi de, gerginliklerini ortadan atma adına güldüler, güldüler, güldüler… Çevreden geçenlerin bakışlarına aldırmadan… En sonunda gelen tramvaya binip eve gittiler…
Gelişme – Kahve Kokusu
Adam hala alışamadığı koltuğun bir ucuna baykuş gibi tünemiş, mutfaktan elinde tepsiyle gelen kadına bakıyordu. Zaten zor olan bu durumu, kolaylaştırdığı söylenemezdi.
Tepsiden bir kupayı alıp üfleyerek içmeye koyuldu. Kadın, normalde onun evi olduğundan, biraz daha rahattı. Oturup bir ayağını altında topladı. Adama bakmaya başladı. Rahatsız edici gibi geçen birkaç saniye sonrasında bir kahkaha attı. Adam korkmuştu.
– Ah, pardon… diye homurdandı kahkahasını bastıramadan
En sonunda gözünden yaş gelmeye başladı. Adam da artık dayanamamış, nemrut görüntüsünü kaybetmişti. Ağzı gerilmiş, inci gibi dizili küçük dişleri belirmişti. En sonunda kadının gülmesi yavaşladı, elinin tersiyle gözyaşlarını sildikten sonra tamamen durdu.
– Ah, pardon… diye tekrarladı. Kendimi tutamadım. Düşünsene dün gece ben “ben”dim…
Ve bir önceki kahkaha krizinin biraz daha kuvvetlisi kopmuştu, üstelik bu kez adam da eşlik ediyordu.
– Evet, benim de uzun ojeli tırnaklarım vardı mesela! diye mırıldandı kahkahasının arasında, bu sözleri daha fazla gülmelerine neden olmuştu
Birkaç dakika sonra ikisi de ciddileşmişti, sanki az önceki an hiç yaşanmamış gibi kahvelerini yudumluyorlardı. Kadın duraksadı, kaşını çattı. “Sence…” diye söze girdi; “… sence niye bize böyle bir şey oldu? Bir fikrin var mı?” Adam dudaklarını gevşetti, omzunu silkti. Tekrar kahvelerini içmeye devam ettiler.
En sonunda kadın ani bir hareketle ayağa kalktı, hole gitti. Birkaç dakika sonra koltuğunun altında bir diz üstü bilgisayarla döndü. Kablosunu takıp çalıştırdı. Bu esnada hiç konuşmamışlardı. En sonunda dayanamadı adam ve oturduğu yerden kalkıp kadının yanına oturdu. “Ne var aklında?” diye sordu. Kadın dudağını ısırdı, cevap vermedi ve sadece göz ucuyla hafifçe adama baktı. Masa üstündeki internet simgesine tıklayıp bir arama motorunu çalıştırdıktan sonra gelen satıra bir önceki günün tarihini yazdı ve arattı.
Gelişme – Evreka
İki saati aşkın haber taraması, ikisini de yormuştu. Yaşadıkları psikolojik buhranın yanı sıra bu yorgunluk da tuz biber ekmişti her şeye ve kanepede serilmişlerdi adeta. Yattıkları yerden yürüttükleri sayfa imleci aniden durdu. Kadın uzanmış ve bir bağlantıya tıklamıştı.
“Meteor Teğet Geçti
Nasa yetkililerinin yaptığı açıklamaya göre bir süredir yürütülen çalışmalar akabinde keşfedilen Xysus-25 ismi verilmiş olan gök taşı dün Türkiye saati ile 23:05 sularında dünyanın çok yakınından geçti.
Yetkililer, ciddi hasarlar beklememekle beraber çoğu yerleşim birimlerinde suların taştığını ve bazı hayvanların beklenmedik tepkiler verdiğini açıklarken, ayrıntı vermekten kaçındılar.”
Adam başını kaldırıp kadına baktı, kadının bir kaşı kalkmıştı. “Neden ilgisi olmasın…” diye homurdandı adam. Ve tekrar başını kanepeye gömdü. Adamın kolunu çekiştirdi kadın. “Hadi amaa… Biraz olsun ilgilen, burada senin regl döngünün acısını çekiyorum!” ve güldü. Adam da gülmesini bastıramamıştı. Doğruldu.
Tekrar arama motoruna döndüler. Adam uzandı bu kez ve içinde bulundukları günün tarihini yazdı, virgül koyup “İstanbul” yazdı ve arama hanesine tıkladı.
Binlerce haber akışı gelmişti bir anda ama dikkatlerini çeken bir fotoğraf olmuştu, ikisi de aynı anda fotoğrafı işaret ettiler. Bu, bir önceki gece metroda gördükleri ayyaş adamın fotoğrafıydı. Haberin linkinde “Yaşlı trilyoneri öldüren tinerci kaçarken köprüden düştü” başlığı vardı. Haberi açmalarına gerek yoktu, ikisi de yaşlı trilyonerin dün gece metrodaki yaşlı adam olduğunu anlamıştı.
Birkaç haber altında başka bir link vardı, bu kez fotoğraf yoktu ama başlık her şeyi anlatıyordu: “İlk kitabıyla beğeni toplayan yazar, intihar etti”
Birkaç sayfa sonra gelen haberde liseli bir çiftin öğle tatilinde buluştukları evde şofbenden zehirlendiği yazılıydı. Adam kadına baktı. Tüyleri ürpermeye başlamıştı. “Bence de intihar…” diye mırıldandı kadın. Onun da farklı olduğu söylenemezdi. Birkaç dakika önceki kısmen neşeli halinden eser kalmamıştı. Yutkunarak sayfaları geçmeye devam etti. Metrodaki son kişiyle ilgili bir haber yoktu. Arama motorunu kapattı.
Gelen boş, birkaç simge ve mavi bir arka plandan oluşan masa üstüne baktıktan sonra gözü saate kaydı; akşam sekiz olmuştu. “Karnım acıktı…” diye homurdandı kadın.
Adam başını sallayıp ayağa kalktı. “Ben bir şeyler hazırlarım, bana yardım et…” dedikten sonra kahve fincanlarını alıp mutfağa gitti. Kadın hala düşünceli şekilde masa üstüne bakıyordu.
Aslında, yansımasına bakıyordu…
Kalktı, usulca mutfağa gitti. Adam radyoyu açmış müzik – haber karışımı bir kanal dinliyordu. Arkasından yaklaştı. Duraksamıştı adam.
Hiç konuşmadan öylece duruyordu kadın. Adam korkmaya başlamıştı, salata doğrarken kullandığı bıçağı daha sıkı kavradı…
Uzanıp bıçağı tutan elini kavradı kadın. Ve bıçağı bıraktırdı. Gözleri, ona güvenmesini söylüyordu. Yanağını okşamaya, diğer eliyle de gömleğinin düğmelerini usulca çözmeye başladı… Elinden tutup holden geçirdi… Yatak odasına gelmişlerdi… Radyodan çıkan müzik sesi odaya kadar ulaşıyordu. Kadın, şaşkınlıktan dilini yutmuş olan adamı yatağa itti. Gömleği hemen açılmıştı, konuşmadan kendi kıyafetlerini çıkarmaya başladı…
Sonuç
Karanlıkta bir çift göz açıldı. Kaç saattir uyuduğunu bilmiyordu, gözleri çapaktan açılmıyordu adeta… İnledi, gerindi ve ayağa kalktı. Neredeyse gözünün alıştığı “yeni” vücuduna boy aynasında tekrar baktı. Aynı hareketi uyanıp uyanıp yapıyordu, her seferinde aynı tepki: Sağ kaşı kalkıyor, dudağının solu kıvrılıyordu.
Bu kez geri yatmaktansa kalkıp odadan çıkmayı tercih etti. Geniş, büyükçe bir evdi. Alışık olduğu ev değildi. “Buna da alışırız…” diye homurdandıktan sonra -alışık olmadığı bir şekilde- kahkaha attı.
Mutfak ve oturma odası birleşikti; buzdolabını açtı. Bir kenarda azı yenmiş bir salam vardı, eline aldı, kokladıktan sonra tezgaha koydu. Dolabın içindeki birkaç çeşit yiyeceği daha çıkardıktan sonra kapağı kapattı.
Kısa bir arayıştan sonra ekmekleri buldu. En az üç günlüklerdi, yüzünü buruşturup ekmekleri çıkararak tezgaha, diğer yiyeceklerin yanına, koydu. Saatini kontrol etti; karanlıkta parlayan Rolex yazısı alışık olmadığı bir lüksün ürünüydü. “Alışırız…” diye homurdandı aynı ses tonuyla ve gene bir kahkaha patlattı. Kahkahasına alışmıştı mesela… Masanın üstünde duran kumandayı eline alıp kırmızı tuşuna bastı. Saat sabahın yedisiydi, sabah haberlerinde ilginç bir şey olabilirdi; iki gündür uyuduğu için hiçbir dünyevi faaliyeti yoktu…
Önce, sabah bülteni sunucularına has o renksiz limoni surat geldi kısa bir süreliğine ve ışığı kapalı oda bir anda kainatın tüm renkleriyle dolup taştı. Sonra kırmızı ton hakim oldu, sesi azıcık açtı sırf merak ettiği için… Bir yandan tost makinesinin nasıl kullanıldığını anlamaya ve içinde bulunduğu bu rüya gibi hayatın sırrını çözmeye çalışırken, bir yandan da ekranda beliren iki vesikalık fotoğraftakileri nereden hatırladığını anımsamaya çalışıyordu…
“İlginç yangında, hala sebebi bilinemeyen bir şekilde apartman dairesinde sadece yatakta çıkan yangında kül olan iki cesedin dramı arkadaşlarının yüreklerini dağladı. Genç çifti daha önce hiç birlikte görmeyen arkadaşları, evde bulunan dün akşam çekilen milli piyangonun büyük ödülüne sahip olan bileti hayır kurumlarına bağışlamaya karar verdiklerini açıklarken göz yaşlarını tutamıyordu…”
SON
- Çekmecemdeki Yangınlar - 1 Temmuz 2020
- Yarım Kalan Hikâye - 1 Temmuz 2019
- Kayıp Harfler Mezarlığı - 15 Haziran 2018
- Ya Her Şey Boşaysa? - 15 Şubat 2018
- İnecek Var! - 15 Ekim 2014
Diğer öykünü okumamış olmama rağmen şu anlık yazmış oldukların içinde bana göre en güzel ve en iyi öykün olduğunu dile getirebilirim. Bir solukta ve duraksamadan okuduğum hikaye, anlatım tarzı ve okuyucuyu içine çeken kurgusuyla etkiliyor.
Bu ayki yoğun katkılarının yanı sıra öykülerin de bu kadar güzel olması süper bir durum. Ellerine sağlık!
Teşekkürler Hakan, beğenmene çok sevindim…
Selamlar;
Çok enteresan ve bir o kadar da keyif verici bir hikaye olmuş bu. Hafif Flash Forward tadında başlayan olay örgüsü hiç beklemediğim bir son ile noktalandı. Okurken çok keyif aldım. Özellikle bilet olayı çok hoşuma gitti, belirtmeden geçemeyeceğim 🙂
Ellerine ve kalemine sağlık.
İlginç bir konu ve anlatım olmuş. Arkamdan gelen evlendirme programı gürültüsü eşliğinde okumama rağmen beni içine çekti. Biraz yavaş okusam da merakla okudum.. Ama sonunu pek anlayamadım. Onların sonuna neden olan şey neydi mesela onu da okumak isterdim.. (=
@ Mit: Flash Forward’ı birkaç kez izlemiştim güzele benziyordu sevdiğim oyuncular oynuyordu vs. Yani ona benzetilmek hoşuma gitmedi değil 🙂
@FreshBlood: Evlendirme programı mı? İronik olmuş 🙂 Bir kez daha sessiz ortamda okursan muhtemelen tüm hususlar anlaşılır(bunu ukalalık olarak değerlendirme lütfen benimkisi sadece bir varsayım)