Seçimlerimiz kaderimizi belirler. Çoğumuz daha farklı bir hayat yaşamak isteriz, kaderimiz değişsin isteriz, ama değiştirecek gücü de bulamayız kendimizde. Ama bugün o gün, bugün kaderimi değiştirebileceğim gün. Ben artık biliyorum, mucizeler vardır. Ben bugün elimden geleni yaptım küçük hanım. Şimdi sıra sende. Benim kaderimi değiştirme sırası sende.
* * *
Yataktayım. Birisi kulağıma fısıldıyor. Ürperiyor tüm bedenim. Göz kapaklarım telaş içinde açılıyor. Başucumda duran küçük kırmızı renkli çalar saate bakıyorum. Saat altı. Tarif edemediğim bir heyecan dalgası yayılıyor bedenime. Gökyüzü bulutlarla kaplı. Yağmurun eli kulağında. Pencereyi açıyorum. Hafif bir rüzgâr parmaklarını dolaştırıyor saçlarımda. Sabah serinliği usulca dokunuyor yüzüme. Gülümsüyorum istemsiz. Sabahları kalktıktan sonra ilk işim Arif’in kahvaltısını hazırlamak. Kalktığında kahvaltısını hazır görmezse sinirlenir zaten. Mutfağa gidip hızlıca hazırlıyorum. Tam uyandırmak için seslenecekken banyodan gelen musluk sesini duyuyorum. Daha önceden kalkmış belli. Banyonun kapısı açılıyor. Banyonun ışığı koridordaki halının üzerindeki tavus kuşu desenini aydınlatıyor. Kuyruğundaki yeşil, altın sarısı ve mor renkler yayılıyor koridora. Banyonun kapısını açık bırakıp yatak odasına geri gidiyor. Geceden hazırlayıp kapının arkasındaki askıya astığım kıyafetlerini giyecek şimdi. Giyinirken şarkı mırıldanmadığına göre sinirli bu sabah. Koridorda aheste ayak sesleri. Mutfağa gelip sofraya bakıyor. Ya kızarsa yine? Neyse ki oturdu sofraya. Ben de karşısına oturuyorum. O kahvaltı yapıyor, ben de tabağımdakilerle oynuyorum. Arif’in gözü sık sık duvardaki saati yokluyor. Tabağında kalan birkaç lokmayı aceleyle çatalının ucuna takıp ağzına atıyor. Çay bardağı elinde ayağa kalkıyor ve çayından büyük bir yudum alıyor. Mutfaktan sola dönüp sokak kapısına doğru yürüyor. Ben de arkasından takip ediyorum. Ayakkabılarını dolaptan çıkarıp, kapının girişindeki halının üzerinde giyiyor. Niye dışarıda giymez ki sanki? Sesimi çıkaramıyorum. Montunu uzatıyorum. Giymiyor, koluna asıyor. Sokakta uzaklaşan bir gölge.
* * *
Kapıyı kapatıyorum. Tüm vücudumu kapıya yaslayıp derin bir nefes alıyorum. Temizliğe başlarım birazdan. Çok iş var. Her gün Arif gelene kadar evi temizliyorum. En ücra köşeleri bile. Halıları siliyorum, camları siliyorum. Sonra tozlar var, tozlar çok önemli. Ev hiç tozlu görünmediği zamanlarda bile hiç ihmal etmiyorum temizliği. Hiç boşlamaya gelmez bu tozlar. Hemen yerleşiverirler eve. Hele bir de güneşten yüz bulunca, evin içinde seninle alay edercesine dans etmeleri yok mu? Asla izin veremem böyle bir sahneye. O yüzden her gün bıkmadan usanmadan gün boyu temizlik yapıyorum. Zaten yapacak başka bir işim de yok. Çat kapı gelen, bir kahve yap da sohbet edelim diyen bir komşum da yok. Hem nasıl olsun, annem ve babam bile konuşmuyorken benimle. Ben Arif’i öyle çok sevdim ki. Her şeyi, herkesi arkamda bırakıp geldim bu hiç bilmediğim şehre. İlk başlarda Arif yeter bana diyordum. Ama yetmiyormuş, yeni anladım. Bu yalnızlık azalır mı? Azalıyor az da olsa, ben temizledikçe evi, ev kirlerinden arındıkça ben de arınıyorum: pişmanlıklarımdan, mutsuzluklarımdan.
* * *
Kapı çalıyor. Saate bakıyorum. Arif’in gelmesine var daha. Kim acaba? Hayırdır inşallah. Yoksa o mu? Kapıyı hafifçe aralıyorum. 15 yaşlarında bir çocuk olduğunu görünce açıyorum tamamen. Kumral saçlı bir kız çocuğu. Göz bebekleri yıldızlı. Üzerinde arkadaşımda görüp, aynısından istediğim tavus kuşu desenli elbisem var. Çok ağladığım için annem o gece hiç uyumadan sabaha kadar dikmişti. Yüzümde annemi hatırlamanın tebessümüyle dizlerimin üzerine çöküyorum.
-Hoş geldin, diyorum.
-Çok uzun zaman oldu görüşmeyeli. Geçmek ister misin içeri?
Tereddüt ettiğini görünce, hemen ekliyorum.
-Çok sevdiğin havuçlu tarçınlı kekten var evde. Ne dersin?
Hevesle sallıyor başını. Kenara çekiliyorum. Ayakkabılarını çıkarıp bırakıyor kapının önündeki taş basamağa. Koridordan yürüyor içeri. Arkasını dönüp bana bakıyor. Gülümsüyor.
Eğilip alıyorum kenarları üzerine basmaktan yıpranmış siyah rugan ayakkabıları. Ayakkabı dolabının içine koyuyorum. Annem ve babamla birlikte gitmiştik Nuri Amca’nın dükkanına bu ayakkabıları almaya. Çarşıdaki tek ayakkabı dükkanıydı. Birden babam aklıma geliyor. Siyah, üstü altın tokalı, açık bir ayakkabıyı beğenmiştim. Çok kızmıştı babam. Anlamıştım gözlerinden. Zaten yaptığım bir şeye kızıp kızmadığını anlamak için-çoğunlukla da kızardı zaten- babamın gözlerine bakardım hep. Etrafta başka insanlar varsa sadece gözleriyle kızardı babam. Eve gelince öyle çok dövmüştü ki. Kız kısmı açık ayakkabı mı giyermiş? Kötü kadın mı olacakmışım? Boğazıma bir yumru gelip oturuyor. Neye daha çok kızıyordum, babamın beni dövmesine mi, sağır sultanın bile duyacağı çığlıklarıma annemin sessiz kalışına mı? Sokak kapısını kapatıp içeri yürüyorum küçük kızın arkasından.
Mutfağa geçip, masaya oturuyoruz. Karşımda çocukluğum. Bugün o gün. Arif’e kaçtığım gün. Keki dilimleyip koyuyorum tabaklarımıza. Yanına çay koyuyorum. Sohbet ediyoruz. Yıllardır içimde sakladığım cümleler sabırsızca dökülüyor masaya.
-Bugün ne olursa olsun evden dışarı çıkma. Söz ver bana.
Gözlerim yalvarıyor gözlerine. Kekeleyerek, nereden biliyorsun diye soruyor.
-Sen çıkma evden, n’olur? Sadece dinle beni, diyorum.
Babasının dayaklarından bıkıp kaçtığı adamın onu her gün döveceğini, hayal ettiği gibi bir hayatı olmayacağını söylemiyorum. Hızlıca kalkıyor masadan. Koridordan geçip sokak kapısını açıyor. Vedalaşmayı bile beklemeden gidiyor evden. Bir süre kapıya bakıyorum. Sonra süpürgeyi elime alıp süpürmeye başlıyorum halıyı. Halının üzerindeki tavus kuşu yok oluyor birden. Temizlik çok önemli. Hiç ihmal etmeye gelmez.
Çok samimi ve hüzünlü bir öykü olmuş. Bazen sayfalarca kelimenin anlatmak istediğini bu kadar kısa bir durum anlatıp insanın yüreğine işletiyor. Ne güzel başarmışsınız bunu.
Seçki’ye hoş geldiniz. Umarım daha nicelerini görürüz. Görüşmek üzere.
Bu guzel ve motive edici yorumunuz icin cok teşekkür ederim. Begenmenize cok sevindim. Sevgiler.
Daha önce okuduğum yazında da aynı duygu yüklü anlatımın ve akıcı yazımınla beni çok etkilemiştin, yine çok başarılı olmuş, tebrik ederim Meliscim, bir sonraki yazını okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.