Öykü

Neuralink

Ve başlangıç için büyük plastik bir torba çıkardın. Neyin başlangıcı bilmiyorsun, zaten inanmıyorsun da ; daha önce başladıkların hep yarım kaldı, eksik, kadük. Dünyada hâlâ bir şeye başlanıyor oluşu da garibine gidiyor, anlamıyor adlandıramıyorsun. Bir had problemi, belki hadsizlik demek geçiyor içinden, başladığı şeyle bitirdiği şeyin tam da arzuladıkları, planladıkları, istedikleri gibi uyumlu olduğunu nereden biliyorlar? Aradaki uçurum bir tek senin gözünde mi büyüyor böyle? Hep böyleydin belki de, gözün nesneleri büyüten bir mercek gibiydi, sende her şey her zaman bir imkânsızlık hâlesiyle kuşatılmış, olmazlardan bir dünya kalmıştı elinde.

İnsanın arzulama yeteneğinin üzerinde bir hayalet dolaşıyor diyorum, klavyenin üzerinde dolaşan parmaklarım -gün içinde toplumsal ilişkiler ağının yeniden üretimine sunduğum diğer uzuvlarım gibi akşamları o da özgürleşiyor- yazıyorum diye düzeltiyor hemen ve ekliyorum kendi tahayyülünden neşet etmiş son arzusunu hatırlayan var mı aranızda? Kimseden ses çıkmıyor, altı kişiden.

Dünyanın sonunun sonundan yazıyoruz, grubumuzun adı – buna antroposantrizm denir arkadaşlar, sonu gelen dünya değil insanın dünyada oluş biçimi itirazlarım bir işe yaramadı- bu. Yaklaşık iki sene önce kurduk grubu ve bugün ilk kez yazışmak dışında bir işe yarayacağız.

Telefonun sesiyle düşüncelerinden sıyrılıyorsun, poşeti hemen ayağının dibine bırakıyorsun. Kaç vakittir kimseyi aramadın, aramalara da cevap vermiyorsun. Kim olabilir diye düşünüyor, telefona doğru bir adım atıyor ve duruyorsun. Bir gereksiz sohbete daha ihtiyacın yok, biliyorsun; nasılsınlar, ne zamandır görüşmüyoruz, özlettin kendini, arayı açmayalımlar… Konuşmak da bir işe yaramadı diyorsun, arayı kapatacak kelimeler gelmiyor aklına. Dünyayla senin aranda, sesin, sözün kapatamayacağı bir yarık oluştu. Çalmaya devam ediyor telefon, ablan geliyor aklına. Sadece o bu kadar ısrarla çaldırır, vazgeçmedi bu huyundan. Açarsan neyle karşılaşacağını biliyorsun.

Soru şu, dünyanın sonunun sonu ilan edildiği gün ne yapıyordunuz? Televizyon başındaydım, canlı yayında izledim. Şirket logolarına sırtını, kameralara yüzünü vermiş, ağzının kenarında biriken kurumsal gülüşünü hayatlarımızın ortasına tükürür gibi bırakan biri verdi müjdeyi: Beyin- Bilgisayar arayüzünü sağlayacak mikroçip projemizin sonuna geldiğimizi duyurmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Beynin işleyişinin gizemini çözecek, hayatlarımızı kolaylaştıracak, zihnimizin yarattığı yapay sorunları ortadan kaldırarak sonsuz bir mutluluğa kucak açacağımız yeni bir dünyanın eşiğindeyiz. İnsanı yeniden yaratıyoruz ve bunun toprakla ilgisi yok!

Artık bunları konuşacak gücüm de kalmadı diyorsun, bir gücün varsa da bunu böyle harcamayacaksın. Gözün yerdeki poşete takılıyor, büyüklüğünü kontrol ediyorsun göz ucuyla. Sen siyah olmasını istemiştin, saçma sapan bir maviye tav oldun, ellerinde yokmuş. Alışıksın, istediklerinle elde ettiklerin denk düşmedi bir türlü, olanla yetindin. Mavi poşet daha da çirkinleşiyor gözünde, bari bunu doğru yapsaydım diye düşünüyorsun; taviz vermeseydim, ısrarcı olsaydım, bunu istiyorum, bu olacak başka bir rengi katiyen kabul edemem. Yetmezmiş gibi canını bir de bununla sıkıyorsun şimdi, aklına aman ne fark eder canımlar hücum ediyor, bir tekme atıyorsun yerde duran poşete. Neyse ki yırtılmıyor.

Mimetik arzular, bovarist düşler, yabancılaşma, ideolojik manipülasyon! Bunlar bilmediğimiz şeyler değildi diye yazıyor Yxc 176, dünyanın sonundan sonraki gün, ve tüm bunlarla beraber yapmamayı tercih edenler, yapmamak için böceğe dönüşenler, yollara düşenler, yoldan çıkanlar hep olmuştu diye yazısını kesiyor Prc1915. Bir adımız yok, öznelliğimizi makinelere teslim ettiğimizden beri bir adla çağrılmayı hak etmiyoruz.

Yuttuğu kelimelerden anladığım kadarıyla disleksi olan Rb2666 fikriydi; konuşmaya, sızlanmaya, ağlamaya ne kadar devam etmeyi düşünüyorsunuz dedi bir akşam. Bir şeyler yapmak için bir araya geldiğimizi düşünüyordum dedi ve planlarından bahsetti. Benjamin Projesi o akşam oy çokluğuyla kabul edildi.

Hiçbir şey bitmediği gibi başlamadı da sen poşeti az önce aldın sadece, büyük boy olsun dedin yanına da 3 bira alıp çıktın marketten, kasadaki çocuk indirimli ürünleri saymaya yeni başlamıştı oysa. Ayıp oldu çocuğa da diye düşündün, zaten hep çok düşünürdün, oğlum kukumav kuşu gibi yine ne düşünüyorsun derdi annen, cevap veremezdin. Bir de bunu açıklayacaksak… Nereden geldi şimdi aklına o kadın, iğreniyorsun ondan, anısı bu ânı kirletmeye başladı bile. Hâliyle baban da canlandı gözünde, bela dediğin tek tek gelmiyordu insanın üstüne. Tüm hayatım diyorsun sizden kaçmak, kurtulmak, solumadığınız, olmadığınız bir yer aramakla geçti, merak etmişler bir de…

Geleceğini, mutluluğunu ve dahi mutsuzluğunu mikroçiplere emanet eden milyonların dedi Prc1915 geçmişlerini ellerinden alacağız; anılarını, sevgilerini, dizlerinde oluşan yaranın sızısını; ilk aşklarını, son göz gözyaşlarını. Geçmişsiz, özlemsiz, çırılçıplak ortada bırakacağız hepsini. Sinemada izledikleri ilk filmleri, öptükleri ilk insanı her şeyi unutacak ve o saçma gelecekleriyle baş başa kalacaklar dedi. Yapacağımız şey eğer kabul edersen dedi bana, beyinlerine çip yerleştirmiş herkesi hacklemek istemedikleri şeyleri ister hâle getirmek olacak dedi ve ekledi, bütün ömürleri böyle geçmedi mi zaten! Haklılığı karşısında etik kaygılarımı bir kenara kaldırdım, bilgisayarın başına geçtim ve çalışmaya başladım.

Hiçbir şey başlamadığı gibi bitmedi de, ablanın fotoğraflarını çıkarıyorsun albümden, anne ve babanın fotoğraflarının yanına koyuyorsun. Aile albümünden geriye senin çocukluk fotoğrafların kalıyor; sünnet fotoğrafları, okulun ilk günleri, mahalleden birkaç sahne… Hepsini usulca poşetin içine atıyorsun, mavi poşet anıların ağırlığıyla şişiyor, evdeki geçmiş kokusundan tatil fotoğraflarını da çıkarınca hiçbir şey kalmıyor. Birazdan seni sen yapan her şey çöp kutusunu boylayacak.

Pencere camından sokağa bakıyorum. Saatin 12’ye vurmasıyla bir hareketlilik başlıyor dışarıda. Siyah poşetli bir kalabalık, aralarına karışmış mavi poşetli insanlara şaşkınlıkla bakarak çöp kutularının başında sıraya giriyorlar. Kalabalığa bir anlam veremedikleri gibi bu kalabalığın bir parçası olduklarını da fark etmiyorlar. Poşetleri öfkeyle savuran yerini diğerine bırakıyor ve sislerin bulanıklaştırdığı öfkeli suratlarıyla evlerine dönüyorlar. Sigaramdan son dumanı çekiyor ve izmaritimi fırlatıyorum. Görülecek bir şey kalmadı diye düşünüyorum perdeleri örterken.

Mutlusun, bir başlangıç ihtimali diyorsun, çöp kutularından neden doğmasın…

Sedat Barkın