Öykü

Öç

Köy evinin içinden gelen gerginlik ve telaş dolu sesler zaten titreyen ellerinin daha da kontrolsüz bir biçimde titremesine yol açıyordu. Sigarasını zar zor ağzına götürüp derin bir nefes çekti. O an ölseydi şu anda hissettiklerinden daha az rahatsız olacağını biliyordu. Ama kafasında dolanan tek bir cümle vardı “Çocuklar ağaca gitmişler!”. Bu olmamalıydı. Olamazdı.”Çocuklar ağaca gitmişler!” Zaman nasıl geçiyordu, içerde neler olup bitiyordu, hiçbirini bilmiyordu. Bilmeye korkuyordu. “Çocuklar ağaca gitmişler!”. Dalga dalga bir korku sarıyordu içini.

Omzuna bir el dokundu “Efkan dede, gel otur şöyle”
Jandarma komutanıydı bu, çocukları bulamayınca jandarmaya haber etmişlerdi. Oturmak için hamle yaptı. Kapı açıldı. Dışarı Ferhat çıktı. Efkan dede bir korkuyla yüzüne baktı ama Ferhat gülümsüyordu. “Çok şükür birşeyleri yok, birkaç morarıklık, birkaç çizik, ağaçtan düşmüşler.” Efkan dede gözlerinde korkuyla Ferhat’a bakarak “Meyva yemişler mi? Elma yemişler mi?” diye haykırdı. Ferhat’ın yüzünde ki gülümseme kayboldu. Jandarma komutanı da irkilmişti. Aşağıda, bahçede bekleyen askerlerde bağırtıyla ayaklanmışlardı. Ferhat soğuk kanlılıkla “Yok baba bişey yiyememişler, dala uzanırken düşmüşler.”dedi. Efkan dede bir rahatlamayla dizlerinin üstüne çöktü. Ferhat ve komutan Efkan dede’yi hızla yakalayıp bir sandalyeye oturttular. Ferhat babasının yakasını açıp rahat nefes almasını sağlamaya çalışırken, annesi ve eşine su getirmeleri için bağırdı. Bir yandan babasının bileklerini ovarken bir yandan da Ferhat’ın kafasının içinde saklanmış korkuları uyandıran bir ses yankılanıyordu “Elma yemişler mi?”

Efkan dede kendine geldiğinde sabah olmuştu. Yanında ki koltukta Ferhat şişmiş gözlerle ona bakıyordu. Gece hiç uyumadığı belliydi. Babasının uyanmasıyla ayağa kalktı “Nasıl hissediyorsun baba? Daha iyi misin? Çok korkuttun bizi.” Efkan dede yattığı yerden doğrulurken Ferhat ona yardım etti. Babasına bir bardak su uzattı. Efkan dede suyu içip Ferhat’a sordu “Çocuklar nasıl?” Ferhat gülümseyerek “İyiler, erkenden uyudular, yorulmuşlar.” diye cevap verdi. “Peki sen nasılsın baba?” dedi endişeyle. Efkan dede yataktan doğruldu “Daha iyiyim, korktum torunlara bişey olacak diye”

Korkmakta da haklıydı belki. Yıllar öncesi geldi gözlerinin önüne. Ferhat’ın kolundan tutup gel benimle dedi. Üstlerine birşeyler alıp dışarı çıktılar. Sabahın serinliğinde yaklaşık bir saat yürüdüler. Harap olmuş tahta bir çitin yanında durdular ve karşılarında ki ucubeye bakmaya başladılar. Koskoca, bomboş, çorak, kurak arazinin ortasında bir kibir ve nefretle dikilen tek bir ağaç. Dalları yanına yaklaşacak olanı kucaklayacakmışçasına uzunmış kollar gibi. Kabuğu karanlık. Siyah değil, sade bir karanlık. Efkan dede bir sigara yakrı ve çitin yanına oturdu. Ferhat da yanına çömeldi.

“Daha çok gençtim, onyedi yada onsekizdim. Buraların ağaçlık olduğu zamanlardı. Şu uzakta ki ormana kadar heryer çeşit çeşit ağaçtı. Köyün en zengini Eşref bey vardı. Burdaki topraklarda onundu. Birgün köyün gençlerini çağırdı yanına. Gittik. Ormanda derin bir çukur kazmamızı istedi. Hepimize birer çuval un verecekti. Yokluk yıllarıydı, kabul ettik. Gittik çukuru kazmaya başladık. Eşref bey yanında birkaç yabancıyla geldi. Gavur oldukları belliydi. Çukurun yeterli olduğuna kanaat getirmiş olacaklar ki durmamızı istediler. Bir kamyon gelip çukurun içine onbeş, yirmi tane varil attı. Gavurlar memnun gözüküyorlardı. Çukuru kapatın dendi, kapattık.” Efkan dede yerinde huzursuzca kıpırdandı ve sigarasından derin bir nefes çekti. Ferhat da yanına oturdu ve bir sigara da o yaktı. Sabahın serinliği içine işliyordu.

“İlk önceleri pek fazla üstünde durmadıktı. Hatta unuttuk. Ama orman unutmadı.” Tedirgince bir derin nefes daha çekti.

“Hayvanlar gitti önce. Ne kuşu kaldı, ne geyiği. Sonra ağaçlar ölmeye başladı. Meyveler çürük çıktı başlarda. Sonra yaprak vermedi mevsimlik ağaçlar. Tomurcuklanmadılar bile. Çamlar bile döktü iğnelerini. Rahatsız olduk tabii. Kimisi köyü terk etti. Kimisi bir daha bu yöne gelmedi. Derken tüm burda ki ağaçlar öldü, bir daha canlanmadılar. Yerde ot bile bitmez oldu. Bir gece çok büyük bir fırtınada, bir yıldırımla çıra gibi yandı gitti hepsi. Geldik, baktık. Bomboş bir araziydi. Yangından sonra Eşref bey araziyi değerlendirmek için ekmek istedi. Her türlü tohumu denedi. Yurtdışlarından bile getirdiyse de tutmadı. Onca çaba, onca uğraş boşa gitti. Derken bunların üstünden birkaçyıl geçmişti ki, bu uğursuz toprakda bir tek ağaç büyüyüverdi. Bir elma ağacıydı. Ama gören tövbe edip geçer oldu. Büyüdü yıllarca, büyüdü. Ama ne yaprağı oldu, ne de bir meyve verdi. Ta ki…”Derin bir nefes daha.

“Eşref beyin bir oğlu vardı. Benden iki yaş büyüktü. Büyük şehirde okuyordu. Bir de kızı. Bir yaz abi, kardeş aileleriyle birlikte baba evine ziyarete geldiler. Hem abinin hem de kardeşin ikişer çocuğu vardı. Dördü de oğlandı. Cumartesi günü öğleye yakındı. Bir haber geldi. Çocuklar kayıptı. Toplandık, aramaya başladık. Akşama doğru çocukları bulduk. Ağacın yanında yatıyorlardı. Bir tanesi o sıcakta öyle titriyordu ki üzerine bişeyler örttük. Diğerlerinde hareket yoktu ama yaşıyorlardı. Ama kanımızı donduran birşey vardı. Yerde yenmiş elmalar vardı. Daldaysa iki adet elma duruyordu. Eşref bey çocukları doğruca şehir hastanesine götürdü. O gece ikisi öldü. Ertesi geceyse bir diğeri. Sonuncusu sağ kaldı ama hastalıkların pençesinden yıllarca kurtulamadı diye duyduk. Torunlarının ölümüyle deliye dönen Eşref bey, adamlarını gönderdi kessinler diye bu gudubeti. Ne balta işledi merete, ne motor. Traktörle çektiler. Traktör kırıldı, ağaç kımıldamadı. Artık en son çözüm dediler. Döktüler benzini üstüne yaktılar. Günlerce yandı. Kokudan dumandan yanına yaklaşılmadı. Ama söndüğünde gene orda duruyordu. Üstünde iki elmayla. O günler geçti. Eşref bey bu acıdan sonra burda daha fazla kalamadı. Taşındı gitti. Bizden de ne bu tarafa yaklaşan oldu, ne de evladını gönderen. Sizleri de yıllarca uzak tuttuk buradan. Ta ki düne kadar. Ama Allaha şükür korktuğum başımıza gelmedi. İşte budur bu ağacın hikayesi. Daha doğrusu Öcün hikayesi. Eşref bey o gün buraya aldığı parayla ne gömdürdüyse, toprağın kalbine hançeri saplayıp onu öldürmüş oldu. Ama birgün o hançer döndü onu vurdu. Toprak birgün öcünü aldı.” Yerinden doğruldu. “Şanslıymışız. Bizimkiler o elmaları yiyememişler.”

Ferhat düşünceli bir şekildebir müddet yere baktı. Sonra kafasını kaldırıp babasına baktı. “Cem kendine geldiğinde şöyle dedi baba, Cenkle ağaca tırmanmış ve elmaları almak üzereyken Cenk onu aşağıya çekmiş. Cenkse kendisini birşeyin çektiğini ama düşerken Cem’e tutunmadığını söylüyor.”

Efkan dede pek şaşırmamış görünüyordu. Bir sigara daha çıkardı. Boş paketi buruşturup cebine koyarken “Artık daha fazla dikkat zamanı” dedi. Ve baba oğul evlerine doğru yola koyuldular.

Öç” için 3 Yorum Var

  1. Açıkçası öykü iyi mi yoksa kötümü karar veremedim. Ama yetersiz olduğunu düşünüyorum. Bir kere konu olmamış. (Traktör kırıldı :)). Anlatımın da pek güçlü olduğunu söyleyemeyiz. Sonunda sanki mesaj verilmiş gibi bir hava var ama ben onu alamadım. Biraz aceleye gelmiş gibi, belki biraz daha özenmiş olsaydınız eminim güzel şeyler ortaya çıkarabilirdiniz.

  2. Traktör kırıldı terimi olmamış ancak doğanın kalbine hançer saplanması ve karşılık vermesi iyiydi. Ufak ayrıntılara dikkat edip giriş cümlelerini netleşirse daha güzel olurdu. Güzel öykünüz için teşekkürler

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *