“Arthur Vale’in tarihlendirmesine göre, yaklaşık bin yıllık olan Pidraem Sunağının etrafına 16. yy isyanlarından sonra sunağa herhangi bir zarar gelmemesi için ufak bir kale inşa edilmiştir. 16.yy’ın son çeyreğinde inşa edilen kalenin surları, 16 m uzunluğunda ve 8 m genişliğindedir. Sunak günümüzde halka açık bir müze görevi görmekte, aynı zamanda Pagan inanışındaki kişilerce dini merkez olarak kullanılmaktadır. Sunağın içerisinde ki -günümüzde halkın kullanımına açık bulunan- bilgidüş havuzu yapıya sonradan eklenmiştir.”
-Hala ibadet ediliyor mu orada?
– Evet ediliyor.
– Millet gezip dolaşıyor orada, nasıl yapıyorlar ki ibadeti?
– Yahu, zaten Pagan mı kaldı? Anca oradaki din görevlileri, arada bir iki kişi geliyordur belki.
– Duvar resimlerinden falan bahsettin mi?
– Yok daha gelmedim oraya.
– Birader dışarı çıkalım, hava alalım be.
– Tez hazırlıyorum.
– Şimdi mi aklına geldi?
– Bilgi topladım, şimdi yazıya geçiyorum işte.
– Yahu bırak! Aylardır hiçbir şey yaptığın yok.
– Bilgi topladım diyorum arkadaş, sen beni takip mi ettin sanki? hadi git dikkatimi dağıtıyorsun. Şu kitabı da ver!
– İyi be, tamam.
Bilinçsiz bir şekilde eğip büktüğü kitap elinden hızla çekildiğinde, Rıfat artık odadan çıkma zamanının geldiğini hissetti. Kapıyı yavaşça kapatacakken kapatacakken, daktilonun başındaki arkadaşı Ali, başını çevirerek suçlu bir gülümseme ile Rıfat’a baktı.
– Kardeşim be! hazır ayaktayken bir bardak su getiriversen?
– Çok beklersin beyim, haydi kolay gelsin.
– Yahu şerefsizlik yapma işte.
Kapı yavaşça kapanmak yerine, hızlı kapanınca, Ali suratını asarak işine döndü. Saatlerdir oturduğu yerden kalkmamış, iyice susamıştı. Ancak tabiatı gereği kalkıp su içmek yerine sandalyede biraz vücudunu gerdi, ardından bir süre tavana baktı, daha sonra önündeki kağıda bakıp hayal kurmaya başladı. Hayal kurma işi bittikten sonra biraz daha tavana baktı, ardından yazıya geri döndü.
“Her ne kadar sonradan eklenen bir yapı olsa da, Havuz – aynı zamanda günümüzde sıkça kullandığımız diğer bilgidüş havuzları- Pagan din adamlarınca kutsal sayılmakta, yapıya adak eşyaları sunulmaktadır.”
Devamını nasıl getireceğini düşündü. Hiçbir şey yazamayınca, kaynak olarak kullandığı kitapları karıştırmaya başladı. Yaklaşık on dakikayı kitaplarla geçirdikten sonra, duvar resimlerinden bahsetmek adına başka bir başlık attı. Gerekirse önceki konuya daha sonra dönme kararı aldı. Farkında olmadan her saatte mola veren Ali, tekrar mola vermesi gerektiğini düşündü ve sandalyeden kalkarak kollarını odanın içinde sağa sola savurmaya başladı. Bir süre odada öylece dikilip az evvel susamış olduğunu hatırlayarak odadan çıktı.
Erdinç, elindeki kitapların önceden belirlenmiş sayfalarına hızla bakarak küçük notlar almaya çalışırken, Halil ve Rıfat’ın kahkahaları dikkatini dağıtıyordu. İkisini bu kadar eğlendiren şeyin ne olduğunu merak ettiği ve içindeki onlara katılma isteği çok büyük olduğu için sessiz olmalarını talep edemedi. Onlara katılmak üzere işi bırakıp bırakmama konusunda büyük bir ikilemin içindeydi. Ali’nin salona girerek ikiliye bir süre bakıp daha sonra yanlarına giderek onlara katılması, onu bu ikilemden kurtardı. Şimdi üçü birden salonun ortasındaki bilgidüş havuzunun içindeki küçük anafora hipnotize edilmiş gibi bakıyorlardı. Erdinç büyük bir merakla havuza yaklaşarak bu istikrarlı durumu bozdu.
– Hacı neye bakıyorsunuz?
– Gel gel.
Cevap olarak yalnızca kelime tekrarlama ihtiyacı hisseden Rıfat eliyle havuzun içindeki anaforu işaret etti. Dört arkadaş hipnotize olmuş, göz bebekleri büyümüş şekilde havuzun içindeki düş girdabına kapılarak, beyinlerine bilgi pompalanmasını izin verdiler. Çoğu zaman yaptıkları gibi genelde gereksiz bilgiler ile kafalarının içini hızlı bir şekilde doldurdular.Her ne kadar hipnotize edilmiş gibi olsalar da bilinçleri tamamen kapalı değildi. Girdabın içinde siyasilerin konusu tam olarak seçilemeyen tartışmaları kavgaya dönüştürmeleri, Dünya üzerindeki esrarengiz olaylar ve çeşitli komplo teorileri, ne iş yaptıkları bilinmeyen ünlü insanların kendilerini rezil ettiği davranışlar gibi görüntüleri arka arkaya hızlı bir şekilde izlerken, girdabın dışında zaman daha hızlı aktı. Her ne kadar eğleniyor olsa da, Erdinç’in aklında yapmak zorunda olduğu bir şey vardı. Henüz yapmadığı şeyi üzerinde biraz daha ilerleme kaydedebilmiş gibi hissetmek için, suç ortağı sayılabilecek arkadaşıyla konuşmaya başladı.
– Ali ne yaptın Tez’i
– Yazıyorum. Sen?
– Notları toparladım. birazdan kağıda geçireceğim. ne kadar yazdın ki?
– Yeni başladım daha ya.
– Birlikte yaparız o vakit.
Rıfat, dikkati dağılınca konuşmaya dahil oldu
– Siz aynı konuyu mu çalışıyordunuz?
– Hayır, ben sunağı çalışıyorum, Erdinç kaleyi çalışıyor. Aynı değil ama yakın işte.
Halil’in de dikkati dağılınca başını kaldırıp bir süre arkadaşlarına baktı, sonra girdaba geri döndü. Böyle anlarda ne izlediklerini bilmeseler bile kafalarının içi dolardı. eğlenmekten çok eziyet olsa da girdaptan çıkılmazdı. Havuzun yanından güç bela ayrıldı.
– Hacı dışarı çıksak mı?
– Tamam çıkalım, ama gelin şuna bakalım önce.
Rıfat arkadaşlarına yeni bir görüntü göstermek üzere belleğinden seçti.
– Maskelileri izlediniz mi?
Halil büyük bir merakla havuza yaklaştı.
– Ne maskelisi?
– Bak şimdi, bir grup maskeli birbirlerini ikna etmeye çalışıyor, aynı zamanda kavga ediyorlar ama birader çok komik.
– İkna edince ne oluyor?
– Evleniyorlar.
Ali arkadaşının yüzüne garip bir şekilde baktı.
– O neymiş ya? Evleniyorlar mı?
– Evet.
– Nasıl yahu?!
– Evleniyorlar işte. Evlendikten sonra maskenin altından kim çıkarsa artık. Bakın şimdi.
Görüntü içerisinde bir grup maskeli insan, birbirlerine ne kadar dürüst olduklarını söyleyip dururken bazen kıskançlıktan kavga ediyorlar, arada bir de evin içine bırakılan yakın dövüş silahlarıyla birbirlerine saldırıyorlardı. Erdinç komik bir kahkaha -kahkahaları genelde komik olurdu- patlattı.
-Şakaysa komik, gerçekse hiç komik değil.
Bunun üzerine dördü de gülmeye başladı, dikkatleri iyice dağılmıştı. Halil kafasını kaldırıp içini çekerek tavana baktı.
– Olağanüstü bir beyinsizlik. Dışarı çıkalım hadi.
Ali canı sıkkın bir şekilde odasına yöneldi.
– Ben gelemem birader, İşim var.
Erdinç’te Ali’ye katıldı.
– Ben de gelemem hacı. Hem sen kitabını yazmayacak mıydın?
– Akşama çalışırım ona ben, şu an kafamı veremem.
Ceketini alan Rıfat, içinde biraz sitem, biraz da yalvarma olan bir ses tonuyla konuştu:
– Yahu gelin işte be birader, zaten hiçbir şey yazmazsınız şu an, siz de akşam çalışıverin.
Halil ve Ali, şimdi çalışmamak konusunda Rıfat’ın haklı olduğunu bildiklerinden olsa gerek, ikna olmada çok zorlanmadılar.
– İyi madem.hem şu kaleye de gidip iyice bakalım.
– Tamam, hazırlanalım o zaman. Dur, ben su içecektim.
Ali bir bardak su içmek için mutfağa doğru ilerlerken, diğerleri hazırlanmak için odalarına gittiler. Zaten hazır olan Rıfat, ceketini giydikten sonra kapının önünde ayakkabılarını giyerek beklemeye başladı.
Uzaktan bakıldığında ufak olduğu görülse de, yakından insana daha görkemli gelen Pidraem kalesi, içinde bulunan sunakla aynı adı taşıyordu. Kalenin içinde bulunduğu park, güzel bahar havasının etkisiyle, cıvıltılar içerisinde kalmıştı.Kaleye ulaşmaya çalışan dört arkadaş, birbirinden alakasız pek çok konuda tartışırken bir o yana bir bu yana giderek parkın içerisinde tam iki saat harcamışlardı. Bu iki saatlik vakit kaybı, parka ulaşmadan önceki zamanı kapsamıyordu. Kaleye vardıklarında bir süre surlarda dolaştılar. Koğuşlar, zindan, avlu derken en son sunağın içine girdiler. Erdinç ve Ali, gezileri boyunca, muhtemelen işlerine yaramayacak notlar aldılar. Sunağın ortasında bulunan havuza bakmak için yaklaştıklarında, neredeyse boş gözlerle havuzu izleyen garip görünüşlü bir adam fark ettiler. Halil adamı uzun uzun süzdü, gerçekten gözleri çok boş bakıyordu.
– Çok garip, adam sanki hiçbir şey izlemiyormuş gibi.
– İzlemiyor zaten.
Dedi Ali, eliyle havuzu işaret ederek. Su durgundu, bir süredir düş anaforu olmuyordu.
– Baksana havuza ondan başka kimse bakmıyor, yine de girdap yok.
Rıfat endişeli ve alçak bir ses tonuyla onlara seslendi:
– Oğlum öyle dik dik bakmayın adama. Belli ki deli herif.
– Hacı adam hiçbir şey izlemiyor. Belki bir bildiği vardır, belki hepimizden akıllıdır.
– Evet Halil! Evet. Burada hepimiz manyağız adam akıllı.
Ali söze karıştı:
– Deli veya değil, ben bakarım birader gözüm var. Gözü olan bakar.
Tartışmayı izleyen Erdinç komik bir kahkaha attı. Kahkahasını bastırmaya çalıştıkça hareketleri de sesiyle birlikte komikleşti.
– Bu mu yani senin mantığın şimdi? gözü olanın bakma hakkı vardır yani.
– Evet kardeşim, doğal hukuk.
Dördü birden gülmeye başlayınca, Rıfat her ne kadar eğlense de, biraz utanarak arkadaşlarından uzaklaştı.
– Siz var ya, hepiniz delisiniz.
– Sen çok akıllısın beyim.
– Akıllıyım tabi ya, siz delisiniz ben akıllıyım.
– Sen aramızdaki tek ruh hastasısın.
Delilik üzerine yaklaşık iki dakika bu şekilde tartıştılar. Tartışmaktan sıkılınca başka bir yere gitme kararı aldılar. Nereye gideceklerine ve ne yapacaklarına karar veremediklerinden, bir süre kalenin dışındaki parkta oturup geleni geçeni izleyerek, onlara birer hikaye yazdılar. O işten de sıkılınca insanların isimlerini tahmin etmeye çalıştılar, o da sonuç vermeyince seslerini duyamadıkları konuşan insanları seslendirip eğlendiler. Saatler böyle geçerken Rıfat’ın aklına bir fikir geldi.
– Beyler, hadi Hilmi’nin lokale gidip Dünya Hakimi oynayalım.
– İyi fikir.
– Tamam gidelim. Yalnız bu defa müttefiklik yok. Herkes tek oynayacak.
– Oyun içinde çıkarlara göre anlaşırız. Siyah ordu benim baştan söyleyeyim.
Oturdukları yerden kalkıp lokale doğru yola koyuldular.
Akşam olduğunda, eve isteksiz bir şekilde girdiler. Yapmak zorunda oldukları işleri hatırladıklarında canları sıkıldı. Erdinç ve Ali, Tezleri üzerinde çalışmak için bir odaya gittiler. Halil’in roman yazma konusunda pek isteği yoktu, zaten uzun süredir bir şey yazmıyordu. Rıfat, yazması gereken makaleyi yazmak için odasına geçti, henüz zamanı olsa da işini erken bitirmesinin hep iyi olacağını düşünürdü. Boş Kağıtlara bir süre baktı, hala zamanı olduğunu düşününce işi erteleme kararı aldı. Salona, Halil ile sohbet etmeye gitti. Sohbet kısa sürdü, daha çok bilgidüş havuzuna bakarak zaman geçirdiler.Bir süre sonra Ali ve Erdinç odadan çıktı. Molalarının süresini bilgidüş havuzunda harcamaya karar verince süre biraz uzadı. Dört arkadaş, can sıkıntısından bazen halıya, bazen kanepeye uzanarak, bazen volta atıp sonra tekrar halıya uzanarak zaman geçirdiler. Arada bir küçük oyunlar oynayıp, ardından tekrar bilgidüş havuzuna baktılar. İçinde bulundukları rahatsız edici durumun farkında oldukları halde, hayatlarını genelde yaptıkları gibi erteleme girdabı içinde geçirmeye devam ettiler. Ruhları ezildikçe, yeni fikirler üretmek, ileride para kazanabilmek için para kazanamayacakları projeler üzerinde çalışmak gibi şeyler yaptılar. Dördü birden Erdinç ve Ali’nin işlerinin başına oturmaya karar verdikleri zaman, saat sabah dört oluyordu. Dikkatini veremeyen Erdinç, kafasını kaldırıp konuşmaya başladı:
– Hacı, akşam yemeği yemedik biz doğru düzgün, benim midem kıyıldı,dışarı çıkıp bir şeyler yesek mi?
Rıfat bu kararı onayladı.
-Hakikatten, çorba içmeye gidelim mi?
Bir şeyler yemenin daha iyi geleceği düşüncesi Ali’nin de aklına yatınca hep birlikte dışarı çıktılar. Çorbacı gözlerine uzak görününce daha yakın bir yer aramak için ters yöne doğru yol aldılar, açık bir yer bulamayınca daha uzak olan hastaneye gitme kararı aldılar. Hastanenin dışarıdaki kantininde yiyecek olarak buldukları tek şey olan soğuk börekten birer porsiyon yediler. Yemekten sonra eve gidecekleri sırada, Ali çalışırken sigara içerlerse daha iyi odaklanacaklarını ileri sürdü, hiç birinin elinde sigara kalmadığından bir paket sigara almak için yola koyuldular. Açık bir büfe aramak uğruna, uykulu gözlerle atıldıkları macerada, bir av köpeği kırması da peşlerine takıldı. Rıfat, köpek yanına yaklaştıkça uzaklaşıyor, yolda zigzaglar çizerek yürüyor, arkadaşlarının bir sağına, bir soluna geçerek kafalarını karıştırıyordu. Bu hareketler, Rıfat’ın köpeklerden korktuğunu bildiklerinden çok dikkate alınmadı.Hayvan yüzlerce metre yol boyunca onlara eşlik edince, Ali’nin aklına gördüğü bir fırından köpek için yiyecek bir şey almak geldi. Cebindeki son bozukluklarla aldığı bir simidi ufak parçalara bölerek köpeğe sundu, hayvanın aç olmadığını görünce elinde kalan yarım simidi kendisi yedi.
Çıktıkları bu umutsuz yolculuk boyunca, beş arkadaş yaşadıkları şehrin doğu yakasını neredeyse tamamen dolaştı. Hava aydınlanmaya başladığında açık bir büfe bulmayı başardılar. geri dönüş yolunda, İşe gitmeye çalışan insanlar arasında bir kadın köpeği görünce çantasından çıkardığı krakerleri hayvana sundu. Rıfat dışında herkes köpeğin artık onlardan ayrılacağı düşüncesiyle üzülerek kadını sessizce izlediler. Köpek krakerleri yedikten sonra, dört arkadaşın yanında yoluna devam ettiğinde, yüzlerine bir zafer gülümsemesi yerleşmişken, kadının ne kadar güzel ve çekici olduğu konusunda da mutabık olmayı unutmadılar.
Apartmanın önüne geldiklerinde köpek ile aralarında duygusal bir veda yaşansa da eve girince kimse bu konu üzerine fazla konuşmadı. Rıfat ve Halil yorgun olduklarından uyumak için odalarına çekildiler, Ancak Ali ve Erdinç’in yapmak zorunda oldukları şeyler var olduğundan, işi bitirmek adına hızla daktilo başına oturdular. Kısa bir süre çalıştıktan sonra, Ali dayanamayıp Erdinç’e seslendi:
– Yahu Erdinç. Çok yorulduk be birader, ne dersin biz de uyusak mı? öğleden sonra kalksak akşama, bilemedin yarına bitiririz.
Edgar Allen Poe kasvetini hatırlattı bana. Bilgi-düş havuzunu ve o tuhaf adamı, ilave bir kaç cümleyle irdelenebilirse, yazdığınız öykünün, Poe’ya ilaveten Lovecraft’vari bir hikaye özelliklerini taşıması işten bile değil.
Hikayede, bir görülen bir de görülmeyen iki girdabın olması zekice. Hem havuzun içindeki anafor hem de arkadaşların yaşadıkları döngüler başarıyla kurgulanmış. Hikayenin hızı, tıpkı bir girdap gibi dışında yavaş ama ortasına ilerledikçe hızlanan ve dibini bulduğunda bir daha başa dönüp aynı ivmelemeyi yakalayan bir kurguyu andrdı bana. Değişik ama kesinlikle orjinal. Ayrıca, Azerbaycan’da zerdüştlerin ibadet ettiği ve Neft Volkanının bulunduğu yerdeki kutsal mekanı hatırlattı. Bununla beraber, bilgi-düş havuzu ve kale için teze yazılan açıklamalar çok yerinde. Yine de biraz daha bu kısmı açmanı isterdim. Verilenleri az bulduğumdan değil ilgimi çektiği için daha çok okumak istememden. Bu havuzlara neden bakıyorlar, ne işe yarıyor, tuhaf adamda hissettirdiğin gibi kahramanlarda mı bu havuzlara bağımlı mı olacak? Hikayeyi “girdap” kelimelerine boğmadan alternatif ifade şekilleri geliştirmen de ne kadar dikkatli olduğunu gösteriyor. Bu özelliği çok başarılı buldum. Tebrikler. Ayıca her bir öykünüzde farklı bir anlatım tarzı deniyor gibisiniz. Şimdilik, “Deney” en beğendiğim öykünüz. “Balığa Gitmek”de ise tasvirleri çok başarılı bulmuştum. “Kanepede” hikayenizdeki karakterin adı Akina Likyome ve çağrışım olarak sanki Likya, Atina gibi site devletlerinden birinin mensubu gibi bir izlenim veriyordu. Bununla beraber Anadoluvari bir şekilde salça yiyip, çok modern şekilde salon ve yatak odasına sahip. Belki ben biraz garipsemişimdir bilemedim. Bununla beraber hikaye kahramanını anlatma şekliniz Suç ve Ceza’daki “Raskolnikov’un adının hikayeye yedirilmesini hatırlattı. Yine de ismin çok tekrarı biraz fazla gelmişti. Son söz olarak, bence büyük potansiyel barındıran bir hikaye. Elinize ve Düş Gücünüze sağlık.
Yorumunuz için çok teşekkür ederim, beğenmenize sevindim. Kutsal mekan ve havuz hakkında biraz daha bahsetsem dediğiniz gibi sanırım daha iyi olabilirmiş ama aceleciliğime geldi açıkçası. Havuzu aslında günümüz telekomünikasyon teknolojisi için bir metafor olarak kullanmak istedim ve insanların bu girdapta sürüklenişine değinmeye çalıştım diyebilirim. “Deney” adlı öykümü beğenmeniz açıkçası beni biraz şaşırttı, çünkü benim biraz başarısız bulduğum bir öyküydü yani beğenileceğini düşünmemiştim, sanırım gerilim seviyorsunuz belki ondan olabilir. “Kanepede” adlı öyküde ise karakterin adını Yunanca kelimelerden türetmiştim, adını çok sık kullanmamın sebebi de okuyucuya karakterin hayatını daha iyi anlatabilmek içindi ama biraz aşırıya kaçmış olabilirim. Öykülerimin beğenilmesi beni gerçekten mutlu etti çok teşekkür ederim.
Çok gerçekçi bir durum hikayesi olmuş. Gerçekçi, çünkü aynı evde yaşayan bir grup bekar erkeğin yaşamından bir kesit olduğu gibi sunulmuş. Tam da bu hikayede anlatıldığı gibi bir şey. Diyaloglar çok keyifliydi, anlatım ise okuyucuyu sıkmayacak türdendi. Fakat bazı gereksiz ayrıntılar vardı. Bu bakımdan biraz daha sadeleşebilirdi.
Keyifle okuduğum bir öykü olmuş. Tebrikler.
Öykü yazarken genelde gerçekçi olmasına dikkat ediyorum çünkü kendimde öyle eserleri severim. Ancak bu öyküde gerçek karakterler kullanarak biraz hileye kaçtığımı söylemek istiyorum. Yazarken her ayrıntıdan bahsetmek hoşuma gidiyor ancak dediğiniz gibi sanırım bazen çok aşırıya kaçabiliyorum. Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim, beğenmenize sevindim.