Öykü

Rüya Atlası

Ofisin penceresinden içeri sızarak kulakları tırmalayan akşam trafiği…

Bu benzersiz metropol senfonisi eşliğinde işlerini bitirmeye çalışıyordu Sadi. Gözleri, duvarda asılı duran saate takıldı. Ücretini alamayacağı fazla mesailerden birine daha kalmıştı bu akşam. Sadi; kariyer hedeflerinden daha yolun başında vazgeçmek zorunda kaldığı yetmezmiş gibi, ona kaliteli bir yaşam sunmayan anlamsız işlerde kodaman patronlar tarafından emeğinin sömürülmesine de hızla alışmıştı. Yıllar içerisinde, ona verilen görevleri yerine getirmeye programlanmış bir organizmaya dönüştüğünü düşünmeden edemiyordu çoğu zaman. Çünkü artık tek gayesi, kurtardığını sandığı günün sonunda kendini evindeki kanepeye atabilmekti.

Son bir gayretle, klavyenin üzerinde gezinen parmaklarını hızlandırdı Sadi. Ancak dosyaları yarına yetiştiremeyeceğine ikna olması uzun sürmedi. Hiç olmazsa otobüse yetişebilmeyi umut ederek, ofisten çıkmak üzere toparlanmaya başladı. Zamana direnmekte kararlı emektar ceketini giyerken diğer eliyle ışıkları söndürdü. Ardından çantasını aldı ve kapıyı kilitleyip aceleyle yola koyuldu. Neyse ki durak yakındı.

Dışarıdaki sert rüzgârın etkisiyle kısa bir an nefesi kesilen Sadi; ceketinin önünü iliklemek için biraz duraksadığı sırada, yanından hızla geçen otobüsü fark etti. Düğmeleriyle ilgilenmeyi derhâl bıraktı ve çantasının, düşük omuzlarıyla uzlaşamayan askısını sıkıca yakalayıp otobüsün peşinden koşmaya başladı. Ancak durağa yanaşması ile oradan uzaklaşması bir olmuştu otobüsün. Saatlerdir akmadığına emin olduğu trafik, tüm kilitlerini bir anda çözüvermişti sanki. Şimdi yirmi beş dakika boyunca, bir sonrakinin gelmesini bekleyecekti.

Sadi ceketinin düğmelerini ilikledikten sonra, kısa bir süre telefonu ile ilgilendi. Cevapsız arama ya da yeni mesaj bildirimi yoktu. Sosyal medya hesaplarını kapatması ile birlikte, güncel haberlere de sadece haftada bir gün göz atmaya başladığından bu yana, telefonunun ne kadar sessiz ve işe yaramaz bir araca dönüştüğünü düşünmeye daldı. Fakat biraz sonra düşünceleri, önünden geçip giden sigara dumanının kesif kokusu ile bölündü. Oldu olası hoşlanmamıştı bu kokudan. Bakışlarını dumanın geldiği yöndeki kadına çevirdi. Rahatsız olduğunu ima etmek istercesine yüksek sesle, güçlü bir biçimde öksürdü birkaç kez. Kendisine aldırış etmeyen kadın, caddenin karşı tarafına diktiği gözlerini oradan bir saniye dahi ayırmıyordu. Sadi, onun bu umursamaz tavrını yargılamak ile dalgınlığına eşlik eden albenisine kapılmak arasında kaldı bir süre. İzlemeye devam ettikçe genç kadında, kendisine tanıdık gelen bir şeyler olduğu fikrine kapılmaya başlamıştı. Kadının bu kadar dikkatle baktığı şeyin ne olduğunu ve zihnini meşgul eden düşünceleri merak etmekten kendini alıkoyamadı Sadi. Etrafa kısa bir süreliğine onun gözleriyle bakmak istedi o an. Ansızın peyda olan bu ilgi ve merak, içinde küçük bir huzursuzluk dalgası yaratmıştı. Fakat bu dalganın sebebi üzerine düşünmeye başlayarak, yaşamın kendiliğinden akıp giden nehrine set çekmek istemiyordu bu akşam. Biraz sonra Sadi, kadının beklediği yere doğru birkaç adım yaklaştı ve onun baktığı manzaraya göz gezdirmeye başladı. Her akşam bu durakta beklemesine rağmen, daha önce ilgisini çekmemiş büyük bir billboard gördü baktığı yönde. Burnunun ucuna doğru kayan gözlüğünü düzeltti ve orada yazan satırları okumaya başladı:

“RÜYA TADINDA BİR YOLCULUK

SİZİ

BEKLİYOR!

Yapmanız gereken tek şey,

Rüya Atlası’ndaki yerinizi ayırtmak.”

Sadi, “Bir turizm şirketinin yazdan kalma sloganı olsa gerek.” diye düşündüğü sırada, durağa yanaşan otobüsün kornası ile irkildi. Yaktığı ikinci sigarasını hızlıca söndürüp çöp kutusuna atan genç kadın, sigara dumanı ile karışan çiçeksi kokusunu ardında bırakarak otobüse binmek üzere geçip gidiyordu şimdi önünden. Sadi bu esnada birkaç adım geri çekilmiş, kalabalığın arasında kendince yer açmaya çalışmıştı kadına. Fakat ardından bakmamakta kararlıydı. Bu kararına sadık kaldı. Hayatı boyunca, birilerini göz hapsine alma haddini kendinde bulan kaba insanlardan nefret etmişti. Bu akşam da mesele; cesaretsizliğinden ziyade, kendisiyle yeterince çelişen bu davranışı daha fazla sürdürmek istememiş olmasıydı. Biraz sonra, beklediğini neredeyse unuttuğu otobüsü geldi ve nihayet, gün boyu özlem duyduğu evine doğru yola koyuldu Sadi.

* * * 

Takip eden birkaç gün boyunca gözleri, durakta kendisine tanıdık gelen bu yabancıyı aradı istemsizce. Fakat bu rastlaşmanın tek seferden ibaret kalacağı çok açıktı. Platonik kavuşma hayalleri kurmayı bırakması gerektiğine ikna olduğu hâlde Sadi; aslında üzerine düşünmeyi gerektirecek hiçbir şey yaşanmamış o sıradan akşama, böylesine takılıp kaldığı için kendine öfkelenmeden edemiyordu. Bu durum, hayatının kayda değer meşgalelerden ıraklığını ve gerçek anlamlardan yoksunluğunu yeniden hatırlatmıştı ona.

Oysa ‘gerçek’ ne demekti?

Ya da bir uğraşın kayda değerliğini belirleyen kriter neydi?

Şu an bu sorularla uğraşacak mecali olmadığını hissetti Sadi. Yıllardır zihninde soğuk savaş ortamı yaratan birtakım savunma ve saldırılardan, yeterince yorgun düşmüştü zaten. Tam da bu sebeple; akılcı düşüncelerden arındırmaya gayret ettiği duygularına teslim olmayı seçti bir süreliğine. Bu seçim, duygularının yön verdiği çağrışımlarını özgür bırakmasına yardımcı oldu. Sigaraya başlamayacaktı elbette. Ancak çiçek kokulu bir oda parfümü satın alabilirdi. Biraz sonra aklına, billboarddaki haritalı/rüyalı yazı geldi. Hatırladığı kadarını yazdı arama motoruna. ‘Rüya Atlası’ydı, doğru ya.

Siteyi incelemeye başladığında, reklamın turistik bir davet olabileceği konusunda yanıldığını fark etti Sadi. Kendi deyimleriyle, insanlara tatlı rüyalar vadeden bir uyku merkeziydi burası. Sürece ilişkin yeterince net açıklamalar içermeyen internet sitesi; katılımcıların, deneyimlerini yere göğe sığdıramadıkları ve okuyucuda merak uyandıran yorumları ile donatılmış görünüyordu. Sadi, detaylı bilgi için yönlendirilmiş olduğu telefon numarasını arayarak merakını gidermeye yeltendi fazla düşünmeden. Telesekreter, büyük bir coşku ve etkileyici diksiyonu ile açtı telefonu:

“Merhaba,

Rüya Atlası’na hoş geldiniz.

Her sabah çalar saatin alarmı ile uykumuzdan apar topar uyandırılıyor ve gündelik koşuşturmacalara hapsoluyoruz. Tam da bu sebeple, dünya nüfusunun %87,3’ü; uyku süresi boyunca gördüğü rüyaları, ya uyandırıldığı an tümüyle unutmuş oluyor ya da parçaları birleştirmekte zorlandığı için anımsadığı kadarını da gün içerisinde tamamen unutulmaya terk ediyor.

Bu durum, fizyolojik ve mental olarak sahip olduğumuz günlük enerjiyi, doğrudan dış kaynaklara kanalize etmek zorunda bırakıldığımız anlamına geliyor.

Peki ama bunun uzun vadede, özellikle ruh sağlığınız açısından ciddi bir tehdit oluşturduğunu biliyor muydunuz?

Dürüst olmak gerekirse; sizi yaşamın yorucu telaşından tamamı ile kurtarmaya gücümüz yetmeyebilir. Fakat uzun zamandır mahrum kaldığınız verimli bir uykuya ve unutulmaz rüyalara kavuşmanızı sağlayarak, yeni güne keyifli bir başlangıç yapmanıza katkıda bulunabiliriz. Sağlığınız açısından da koruyuculuğu ve destekleyiciliği bilimsel olarak kanıtlanmış bu muhteşem deneyimi hak ettiğinizi düşünüyoruz.”

Telesekreter, karşısındakine anlatılanları sorgulama fırsatı tanımayan akıcı konuşmasını sürdürdü:

“O hâlde uzman ekibimizle birlikte sizin için tasarladığımız ideal uyku ortamında bir gece geçirmeye ne dersiniz? Ergonomik yataklar, ses yalıtımlı odalar, melatonin salınımınızı destekleyecek aydınlatma sistemi…

Fakat hepsinden de önemlisi, REM uykunuza geçişi kolaylaştıracak ses dalgaları ve dünyaca ünlü Nörolog & Psikiyatrist kadromuz eşliğinde, size özel olarak kurgulanmış benzersiz bir rüya yolculuğu sizi bekliyor!

Yeni katılımcılarımız için ilk denemeyi, ücretsiz olarak hizmetinize sunmaktayız.

Bu kısa süreli yolculuğa hazırsanız lütfen 1’i tuşlayın.”

Bunu duyan Sadi, oturduğu yerde doğruldu ve kısmen dağılmış olan dikkatini hızla toparlamaya çalıştı. “Hemen şimdi mi? Hazır değilsem hangi rakamı tuşlamalıyım?”

Telefonu panikle telesekreterin yüzüne kapatacağı sırada, durup birkaç saniye bekledi. İşaret parmağı ile gözlüğünü düzeltirken, biraz zaman dışında kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını hatırlattı kendine. Daha fazla oyalanmadan 1’i tuşladı. Devamında telesekreterin kendisine yönelttiği yaklaşık elli soruyu, -sesli yanıt sistemi ile- sıkılmadan ve hatta neredeyse keyif alarak yanıtladı. Aslında son derece kişisel sorulardı her biri. Fakat Sadi; vatandaşlık bilgileri ya da banka hesap numarası gibi, başına tatsız hadiseler açabilecek türden bilgiler vermesi gerekmediği için, kendini güvende hissetmiş ve yanıtları konusunda dürüst davranmakta sakınca görmemişti.

Telesekreter son olarak; geçmiş, şimdi ve gelecek arasından bir zaman dilimi seçmesini istedi. Kısa süreli kararsızlığın ardından, geleceği seçti Sadi. İki hafta sonraki cumartesi akşamı için randevusu oluşturulmuştu bile.

Telefonu kapattıktan sonra, bir sürü yeni soru ile baş başa kaldı Sadi. Görünen o ki, birileri rüya tasarımcılığına soyunmuştu. Bu sahiden mümkün müydü? … Üç saat süren bu telefon konuşmasının, rüyalarla ne ilgisi vardı? Gitmeye karar verirse bunların hepsini öğrenecekti. Aklında telesekreterin sorularına verdiği yanıtlar uçuşurken, kanepeye uzandı. Uyandığında muhtemelen yine hatırlamayacağı birtakım rüyalar görmek üzere gözlerini yumdu ve uykuya dalmayı bekledi.

* * * 

Birbirinin başarısız birer kopyası olmaktan öte gitmeyen günler hızla geçti ve randevu günü gelip çattı. Sadi bu süreçte; gitmeyeceği konusundaki sözde kararlı duruşundan, kısa sürede caymıştı. Geldiği son noktada, monoton hayatına az da olsa farklı bir ritim katma arzusu etkiliydi elbette. Ancak kendine dahi itiraf etmekten kaçındığı başka bir gerçeğin payı da yadsınamazdı. Sadi; haftalar önce durakta rastladığı genç kadın ile Rüya Atlası arasında, sebebini bilmediği hâlde varlığını inkâr etmekte zorlandığı güçlü bir bağ olduğuna inanıyordu. Kim bilir, belki yeniden karşılaşabilecekleri tek yer orasıydı. Nihayetinde bu inanç ve umut, onu Rüya Atlası binasının 15. katına kadar getirmeyi başardı.

Binanın beyaz floresanla aydınlatılmış dar koridorları, diğer tüm insanlardan arındırılmış gibiydi. Kendisine eşlik eden görevli dışında hiç kimse yoktu ortalıkta. Odaya vardıklarında görevli; isterse kullanabileceği sabun kokulu geceliklerin bulunduğu rafı gösterdi Sadi’ye. Ardından, elindeki kalem ve Onam Formu’nu masanın üzerine bırakarak odadan ayrıldı. Sadi Formu incelediği sırada, kapıyı çalıp içeri giren Psikiyatrist; hiç vakit kaybetmeden buradaki görevinden söz etmeye başladı. Kendinden emin ve samimi tavırlarıyla, karşısındakine güven verme konusunda oldukça başarılı görünen bu orta yaşlı adam; günler önce konuştuğu telesekreteri anımsatmıştı ona. İkisini de dinlemek, biraz yorucu fakat keyifliydi. Sadi’nin başlangıçtaki kararsızlığı ve haklı endişesi, Psikiyatrist’in sürece ilişkin içten yanıtları sayesinde, yerini merak ve sabırsızlığa bırakmaya başlamıştı bile. Biraz sonra Formu imzalayan Sadi, şakaklarına ve ensesine ince birer elektronik bant yapıştırılmasına izin verdi. Üzerinde eflatun rengi yumuşacık geceliği ile dünyanın en konforlu yatağına uzandı. Kendisine tatlı rüyalar dileyen Psikiyatrist’in odadan ayrılmasının ardından ışıklar söndü ve Sadi, çok geçmeden uykuya teslim oldu:

Şeffaf cam zeminli küçük bir kafesin içinde açtı gözlerini. İnsanlardan epey yüksekte olduğunu fark ettiği an, camın kırılmasından ve hızla aşağı düşmekten korktu. Kafesin küflü tellerine sımsıkı tutunarak gözlerini kapattı yeniden. Panik içinde atan kalbinin, göğüs kafesine çarpışını dinledi bir süre. Temposu gittikçe yavaşlıyordu. Biraz sonra kalbi tamamen durmuştu artık. Nefes alıp vermeyi bıraktığı hâlde, hâlâ hayatta olduğunu anlaması uzun sürmedi. Algıları daha da açıktı üstelik. Neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu şimdi.

İçinde bulunduğu kafes; etrafı kalın ve yüksek duvarla çevrili dairesel bir alanın, ‘Araf’ın tam merkezinde asılı duruyordu. Yukarıdaki koyu karanlık sebebiyle, kafesi tutan kalın zincirin nereye uzandığını görmek neredeyse imkansızdı. Bu klostrofobik ortam, endişesini her geçen saniye daha da artırıyordu Sadi’nin. Biraz sonra gözlerini gri duvarlardan, aşağıdaki insanlara çevirdiği sırada duyduğu ürpertici, bariton sesle irkildi:

“Neden burada olduklarını bilmek ister misin?”

Sadi korku ile etrafına bakındı hızlıca. Sesin hangi yönden, kimden geldiğini anlayamamıştı. Kafeste ondan başka hiç kimse yoktu. İnsanlar ise uzaktaydı ve kendi telaşlarında görünüyorlardı. Çok geçmeden konuşmaya devam etti Ses:

— Yeterince iyi olamayan insanlar onlar. Ve yeterince kötü olamayanlar elbette. Şimdi, ‘iyi’ olmak için yeniden doğmaya ve yeniden ölmeye can atmaktalar. 

İzleyebilirsin onları. 

Şu soldaki kapıyı görüyor musun? Onun tam karşısında, insanların yığıldığı diğer kapı nereye açılıyor dersin? 

Sadi gözlerini kalabalığa dikmiş, merak ve endişe içinde sessizce dinlemeye devam ediyordu. Çok geçmeden kendi sorusunu yanıtladı Ses: 

Yanılmıyorsam şarap ırmakları ve zengin meyve bahçeleri olmalı o tarafta. Umarım artık senin için daha anlaşılır görünüyordur aşağıdaki kaos. 

Peki ama sen… Öldüğün hâlde neden onların yanında değilsin? 

Senin Cennet’in de Cehennem’in de değil bu kafes.

… 

Cevabın olmadığını biliyorum. Çoğu zaman olduğu gibi susuyorsun. 

Sanki yokmuşsun gibi. 

Oysa eylemsizliği çözüm sanmak ne büyük yanılgı. Öylece durduğun yerde, hayat sana dokunmadan geçer sanıyorsun. 

O hâlde izlemeye devam et.

Kafesin ve aşağıdaki insanların etrafını kuşatan kalın duvarlar; birden güçlenen fırtına eşliğinde, büyük bir gürültüyle yıkılmaya başladı. Araf’ın sağ taraftaki kapısını zorlayan insanlar, akın akın geçmeye başladılar cennete. Biraz sonra diğer kapının bulunduğu duvar da yerle bir oldu. Artık tüm sınırlar kalkmıştı. Cehennem’in külleri ile birlikte küçük bir kıvılcım, Araf’ı geçerek Cennet’in bahçesine savruldu fırtınanın etkisiyle. Tüm güzellikler hızla alev almaya başladı. Sadi tüm olup bitenleri yukarıdan, korku dolu gözlerle seyrediyordu. Sonunda daha fazla dayanamadı ve Ses’i yeniden duymayı umarak gözyaşları içinde haykırdı:

“Bir şey yap! Durdur şunu. Yalvarırım!” 

Hiçbir şey değişmedi.

Somut olarak zarar görmeyen tek kişiydi Sadi. Yükselen alevler, içinde bulunduğu kafesi özenle teğet geçmişti sanki her defasında. Hiçbir yaşam belirtisi kalmayana dek için için yandı her yer. Sonunda şiddetli fırtına ile birlikte, alevlerin öfkesi de son buldu. Az evvel ikinci kıyamet kopmamışçasına bir sükûnet hakimdi artık. Sadi; her şeyin, herkesin yokluğa sürüklendiği bu ıssız yerde, hiç hissetmediği kadar yalnız hissediyordu şimdi. Yorgun bedeni, büyük bir çaresizlik ve kederle kafesin zeminine çöktü. Sessizce ağlamaya devam ettiği sırada, kalbi yeniden atmaya başlamıştı. Fakat kısa sürede ritmi, onu yere yığacak kadar düzensiz ve güçlü bir hâl aldı. Kalbinin göğsünü delip geçmesine birkaç saniye kala, gözlerini açtı.

Sadi, aralarında Psikiyatrist’in de bulunduğu yedi kişinin, bir şeyler mırıldanarak kendisini izlemekte olduğunu gördü uyandığında. Gözyaşlarını hızlıca sildi ve yatağının etrafına toplanmış bu kalabalığı, savuşturmak ister gibi hiddetle doğruldu. Kalbinin bir an önce normale dönmesini diliyordu. Ayağa kalkmaya yeltendiği sırada kendisine su ikram eden adamı, bardağın kırılmasına sebep olacak biçimde kabaca reddetmişti biraz evvel. Odasındaki kalabalığa aldırış etmeksizin gergin ve bitkin bir hâlde kıyafetlerini değiştirdiği sırada Psikiyatrist, duruma açıklık getirme gayretini ısrarla sürdürdü:

— Bakın Sadi Bey, uykunuz esnasında yolunda gitmeyen birtakım şeyler yaşandığının farkındayız. Fakat çok ender de olsa bazen böyle durumlarla karşılaşabiliyoruz. Başlangıçta her şey kontrolümüz altındaydı; buna emin olabilirsiniz. Ancak siz ve sizin gibi bazı özel katılımcılarımızın bilinçdı…

— Tatlı rüyalar! Öyle mi? diyerek Psikiyatrist’in sözünü öfkeyle kesti Sadi.

Dinlemeye daha fazla tahammül edemeyecekti. İçinden, onu bu kâbus ticarethanesine sürükleyen anlamsız düşüncelerine ve kalbinin sesine lanet etmeye devam ettiği sırada, şakaklarındaki bantları söküp yere fırlattı. Masanın üzerinde duran gözlüğünü aldı ve ardına bakmadan hızlı adımlarla ayrıldı Rüya Atlası’ndan.

* * *

Hava henüz aydınlanmamıştı. Etrafta ise kimseler yoktu. Sanki tüm şehir, ansızın yangın yerine dönmeyi ve çok geçmeden kül olmayı bekliyordu sessizce. Onu uzun süre meşgul etmeye kararlı bu tatsız görüntüyü zihninden defetmek ister gibi, gözlerini sımsıkı kapattı ve başını hızla iki yana salladı Sadi. Tek başına mücadele etmek ne zordu geçmişle. Şimdiyle. Ve olası gelecek senaryolarıyla. Gidebileceği güvenilir bir yer, birileri olsun istedi ilk kez. Aklına hiç kimse ve evi dışında hiçbir bir yer gelmediği için üzgündü. Bu saatte otobüs bulamayacağından, bir taksiye bindi ve evine gitmek üzere yola koyuldu.

Sadi, şehrin boş sokaklarını seyre daldı oturduğu arka koltuğun camından. Düşünceleri, gecenin karanlığına ve aralık camdan esen serin rüzgâra karışırken; kalbi de normal ritmine kavuşmaya başlamıştı. Sadi’nin üzerine çöken sakinliğe eşlik etmek ister gibi usul usul yavaşlayan taksi, kırmızı ışıkta durdu. Önünde bulundukları binanın yüksek kaldırımında oturan genç bir kadın, kısa süreliğine düşüncelerinden sıyrılmasına sebep oldu Sadi’nin. Kadın, çantasından çıkardığı kırmızı çakmağı ile sigarasını yaktı ve derin bir nefes aldı. Bu anlarda, lezzetli bir yemeğin aromasını hafızasına kazımak ister gibi özenli ve keyifli görünüyordu. Taksi yeniden hareket etmek üzereyken genç kadın, yüzündeki huzurlu tebessüm ile birden Sadi’nin gözlerinin içine baktı. Hazırlıksız yakalanan Sadi, bundan rahatsız olup gözlerini kaçırmayı denediyse de başarısız olmuştu. Genç kadın, zarif parmakları arasında tuttuğu sigarası ile, hızlanmakta olan taksinin ardından ona ‘hoşça kal’ der gibi el sallamaktaydı şimdi.

Sadi, gittikçe uzaklaştığı genç kadına bakakalmıştı arka camdan. Kafası karışmış bir hâlde gözlüğünü çıkardı ve uykulu gözlerini ovuşturdu. Haftalar önce durakta ilk kez rastladığı ve yeniden görmek için can attığı kadındı o. Heyecanla durdurdu taksiyi. Para üstünü beklemeden apar topar indi ve ona kavuşmak için sabırsızlıkla geri yürüdü aynı yolu. Neyse ki bir yere ayrılmamıştı.

Sadi’yi fark eden kadın, oturduğu yerden kalktı. Henüz bitirdiği sigarasını, aceleci olmayan bir tavırla söndürüp yakınındaki çöpe attı. Ardından önde kendisi, yaklaşık yirmi adım gerisinde Sadi; birlikte yürümeye başladılar tek kelime etmeden. Kadın, Sadi’nin geldiğinden emin olmak ister gibi, ara sıra arkasına dönüp kontrol ediyordu onu. Geride bıraktıkları tüm sokaklar boyunca, merak ve hayranlıkla izledi onu Sadi. Bu yolculuğun ne kadar süreceğini ve varacakları yerin neresi olduğunu bilmediği hâlde, şimdiden ona söylemek için uygun cümleler seçmeye çalışıyordu.

Neredeyse bir saat süren yürüyüşün ardından, şehrin iki yakasını birbirine bağlayan köprüye vardılar. Aralarındaki mesafe henüz kapanmamıştı. Kadın köprünün korkuluklarına yaklaştığı sırada, yalnızca Sadi’nin işittiği o Ses belirdi yeniden:

“İzlemeye devam et.”

Duyduğu bu tek satırlık cümle ile içindeki çocuksu neşesi ve heyecanı bir anda kaybolan Sadi, orada durup kendisine bir kez daha gülümseyen güzel kadının gözlerine baktı. Ona birkaç adım yaklaşıp seçtiği cümleleri söylemeye başlayacağı sırada kadın, arkasını döndü ve gürültüyle akan nehre attı kendini. Sadi dehşete kapılmış bir hâlde, olduğu yerde donup kaldı. Onu yakalama arzusuyla peşinden koşacak gücü kendinde bulduğunda ise, kadın gözden kaybolmuştu çoktan. Ardında ne bir ses ne bir iz kalmıştı üstelik. Sanki hiç var olmamış gibi, öylece yitip gitmişti ansızın.

Sadi hiçbir şey düşünemeden, nasıl hissedeceğini bilemeden, tükenmiş bir hâlde dizlerinin üzerine çöktü. Tüm bu yaşananların gerçekliğini sorgulamaya başladığı sırada, Ses’in kurduğu cümleler yankılandı yeniden kulaklarında. Herkesin ve her şeyin yok oluşunu izlemeye mahkûm edildiği, küflü bir kafesten mi ibaretti sahip olduğu hayat? Peki ya kolayca yerle bir olan diğer tüm sınırlar… Biraz sonra yüzünde yorgun bir tebessüm belirdi Sadi’nin. Aydınlanmaya başlayan gökyüzüne son kez baktı. Belki de hiç var olmayan o güzel kadının gözden kaybolduğu yerde, tıpkı onun tereddütsüzlüğü ile kendini suya bıraktı.

Büşra Turan