Öykü

Sarıkız Operasyonu

Hapishaneye doğru gittiği içine doğuyordu. Ama habersiz olduğu bir şey vardı, hiç ummadığı bir zât onun kurtarıcısı olabilirdi. Elbette ki kaderin taşları, yerli yerine oturursa.

Çelik zırhlarla kaplanmış kamyonetten gözleri kapalı indirildi. Başını sağ sola vurup duruyordu. Kendini sıktı, ayaklarıyla iki tekme savurdu, kurtulamadı.

Eski sahibi, Hasan ağaya, “Abi biraz beklesek, hayvan korktu,” dedi. Başını sıvazladılar. Boğazının yan kısımlarındaki dayanılmaz kaşıntısında ellerini gezdirdiler. Tatlı dilin yılanı bile deliğinden çıkaran tılsımlı etkisine güvenerek seslendiler kulağına: “Hadi kızım, kurbanın olam yorma bizi,” diye.

Sekiz saatlik yoldan geldiği için en az onlar kadar yorgun ve bitikti. Ama eski sahipleri, kasadan inse de paramızı aldığımız gibi gitsek derdindeydi.

Daha fazla direnemedi. Ahırın önünde film izliyormuş gibi sıralanan çocukların arasında indi. Ayaklarını sürter sürtmez, toprağa değeceğini hesaplarken, tam tersi tırnakları sert betonlarla kuşanmıştı.

Yeni evine doğru yol aldığında, sanki birkaç ineğin de acı acı mölediğini duydu. “Kırman lâzım zincirini,” deyişinde sesler duyumsuyordu. Ani bir refleksle halatı tutanların elinden sıyrıldı. Gözü kapalı koşmaya başladı. Başındaki çuvalsa nefesini içeride tutuyor, sıcak havayı karabasan gibi üzerine çullandırıyordu.

İncecik taylar gibi koşuyor… Yolun karşısından gelen köylüye, “Emmi kaçın,” dendi. Karanlığın karşısında yüreğini açarak etrafındaki nesneleri hissetmeye çalıştı. Delikanlının biri ayaklarına taş atınca kuzeye doğru çevirdi yönünü. Kısa ön bacakları yokuş aşağı mücadele vermeye çoktan başlamıştı. Artık olacakları kestiremiyordu. Bir an kendini boşlukta hissetti ve sık bir şekilde örülmüş prangalara girdi. Narin bedeni örümcek ağına yakalanmış bir sinek gibi sivri uçların arasındaydı. Kara gözünden iki damla yaş aktı.

Hasan ağa, içli ‘of’unu binlerce liralık yağ ineğine bir şey oldu diye çekmişti. Yanına vardıklarında, sarı derisinden birkaç damla kan geliyordu. İlk sahibi, “Bir şeycik olmamıştır beyim,” diyerek sıkı sıkı sarıldı halata. Samanlığın önüne getirildiğinde, iki yaşındaki semender cinsi boğa bağırmaya başlamıştı. Kulaklarını Sarıkız kıstı.

Alışma sürecinin geçmesiyle beraber Sarıkız’ı ana ahıra taşıdılar. Ahırın içini ne kadar temiz tutmaya çalışsalar da, toprağın yerini tutmuyordu. Haftalardır güneş yüzü görmedi. Yanı başındaki alacalı inekten kara haberi öğrenmişti. “Ahırdan çıkartmazlar alış.” Büktü boynunu. Boynuzlarına doğru bir ateş yükseldi.

“Demek ömrümün sonuna kadar buradayım.” Geldiği yeri düşledi. Yeşil otlarla bezenmiş, rutubet yerine buram buram çiçek kokan yaylayı.

Arada bir yine deliliği tutuyor, sağma makinesine tekmeyi koyduğu gibi sütleri yere döküyordu. Makineyi yine devirdi. Yağlı sütleri yerde akarken gören Hasan ağanın şalterleri attığı gibi fındıklığa koştu, ince uzun bir odun aldı. “Yer misin, yemez misin, yer misin, yemez misin,” diye diye haşladı hayvanı.

Alacalı inek yandaşının haline acıdı, “Artık kabullen,” diye nasihat vermeye kalkıştı. Çok içerledi Sarıkız. Azar azar sütü kesildi. Hasan ağa, bu kadar yatırım yaptığı inekten kâr edemeyince sık sık kahvehaneye uğramaya başladı. “Nerede o eski süt tankeri inekler…”Ahali de sanki bu söylemleri bekliyormuşçasına, “Doğrudur efendi, hayvancılık öldü,” diyerek sitem ettiler.

İçeride yuvalanan kırlangıçlarla sarı inek dostluk kurdu. Kuşlara, dışarıdaki halleri soruyor, duydukça da özlemi katmerleşiyordu.

Günden güne bataklıkta çürüyordu. Vücudu yavaş yavaş alarm vermeye başladı. Kendisi için haftadan haftaya gelen baytar, artık neredeyse her akşam Hasan ağanın ahırının girişini eskitiyordu. “Hey yavrum hey!” dedi Hasan, “zırt pırt iğne parası da çıktı, battıkça batıyoruz.” Bu yüzden, Kayra isimli genç baytarı çağırmayı düşündü. Diğer baytar gibi çok para almıyordu ancak her şeye karışan bir tavrı vardı. Nefsi içeriden nefes verince, olumsuz düşünceler kışkışlanıp Kayra arandı.

Tahmin ettiği gibi işini yapıp da gitmedi Kayra. Müdahil oldu duruma.

“Şu inekleri bir çıkarsan, bu kadar zorluk çekmezsin.”

Gözlerini kartal gibi baytarın üstüne diken Hasan ağa, “Asıl o zaman sıkıntı yaşarım,” dedi.

Ahırın altını göstererek, “Fayans, girerken de çıkarken de ayakları kayar,” deyip kapıya doğru yöneldi.

Ses etmedi baytar. Karşısındaki dostunun dilini bilmese de, meramını anlamıştı. Başını okşadı, elleriyle nazladı. Sarıkız’da gördüğü bu adama karşı yaramazlık etmedi. Kaşımasına izin verdi. Gitmeden önce de ağızlarını sıkı bir şekilde aradı. Kasaba vermeye yatkın zihniyeti karşısında gördü. “Tanıdık bir kasap var,” diyerekten hayvanın fiyatını sordu. Rakamı duyunca dudağı uçukladı. “Hasan gibi cimri adamlar hep böyledir, kaz gibi karşısındakini yolmaya çalışır,” diye içinden sitem etti defalarca.

Sarıkız’ın günleri seyrekleşiyordu. Son gelişinde Kayra, sağ üst memesinde bir kisin oluştuğunu söyledi. “Zararın neresinden dönersem kârdır,” dedi Hasan ağa. Kafasında bin bir türlü tilkilikler dönmeye başladı.

“Süt sağmıyorum, boşa da saman yiyor, daha ne bekliyorum.”

Kasap Necati’yi aradı. Yarın için sözleştiler. Hayvanın telef olmasını istemiyor, parasını kurtarmayı arzuluyordu.

Necati yabancı bir baytarla gelip hayvanı muayene ettirdi. “Hınzır eti yiyen,” dedi Hasan, “piç kurusu.”

Pazarlık ateşliydi. Hasan gibi cingöz olan kasap, işi tatlıya bağlamak için nereden yürüyeceğini iyi biliyordu. İlk oturumda, “Yağ ineğidir, eti vıcık vıcık olur,” dedi. İkinci oturumda, “Ciğerleri ve meme uçları hastalıklı buna rağmen sağlam etleri almaya çalışacağım,” dedi. Son oturumda da, “Ufacık sünepe hayvan uğraşmama değmez,” diyerek yüzünü çıkışa döndü. Öyleydi böyleydi derken, kasabın biçtiği fiyatın azıcık üstüne razı oldu. Eline aldığı sıcak balyaları da hemen cebine koydu. Kasap Necati, âdettendir diyerek etrafta toplaşan çocuklara dondurma parası dağıttı. Kesim için yarın karar kılındı, başlarına geleceklerden haberi olmayan kasap, kurnazca bir gülümsemeyle köyden uzaklaştı.

* * *

Kesileceği günün gecesinde ağırda üç gölge dolaşıyordu. Gölgeler, ses etmeden ekibin lideri tarafından yapılan plana riayet ediyor, daha önceki yapmış oldukları operasyonların vermiş olduğu güçle serinkanlılıklarını koruyorlardı. Hareketlerden dolayı huysuzlaşan birkaç inek ses çıkarmaya başlasa da, gebe inekler bağırıyordur yargısında bulunan Hasan ağa, yatağından ayrılmadı.

Hazırlamış oldukları büyük tahta palete Sarıkız yerleştirilip, bağlandı. Fayansların üzerinde kayan tekerlekler, ahırın arka kapısından çıkıp, kapalı kamyonetin kasasına yerleştirildi.

Ahıra daha önceden defalarca kez geldiğinden nereden girilip, nereden çıkılacağını iyi belirlemişti. Köyden ayrılırken sadece karartıları vardı. Kimseciklerin haberi olmadı. İl dışındaki çiftliğine günün ilk ışıklarıyla varacaklarını tahmin ediyordu.

* * *

Çılgın gençlere operasyondan ötürü iki tane, iki yüzlük banknot uzattı. Ağızlarını sıkı sıkı tutmalarını iyice tembihledi. Hırsızlık işlerine alışkın olan gençler, “Eyvallah abi,” diyerek arsadan ayrıldılar.

Zihninde geçmişin pas tutturamadığı kötücül anıları vardı. Hayvanların hastalandığında hemen kasaba gönderilmesine tahammülü yoktu. Dedesi eski kasaplardandı. Çocukluğundan beri kaç kere şahit olmuştu hastalanan ineklerin kesilmesine. Oysaki iyileşmeleri için mücadele etmelerini istiyordu. Büyüyünce baytar olacağım demişti. Uygun bir fiyata satılan hasta büyükbaşları, sözde başka müşteriler için alıyor, arsasına taşıyordu. Ancak çok paraya talip iblis sahiplerle mücadele edebilmek için bir de operasyon adamı olması gerektiğini fark etmişti.

Serin çayır Sarıkız’a pamuk gibi yatak olmuş, sanki etrafındaki kır papatyaları, arılar, uçuşan uğur böcekleri ona hoş geldin diyorlardı.

Mavi bir kelebek önünden geçti. Gökyüzünün ahizesi güneşe selam etti. Kaderin taşları yerli yerine oturmuştu.

Enes Dündar

1998 yılında İstanbul’da doğdum. İlkokul ve lise yıllarıma bu şehirde devam ettim. Üniversite eğitimime yine İstanbul’da devam etmekteyim. İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım, 4. sınıf öğrencisiyim. Yazıyı bir nevi yolculuk olarak görüyorum. Bu süreçte yazmaktan hoşlandığım en güzel tür, öykü oldu.