Her zamanki soğuk kış gecelerinden biriydi onun için. Fakat sanki bugün, diğerlerinden daha soğuk esiyordu rüzgâr, yüzünü ne tarafa çevirirse çevirsin hep ona üflüyordu soğuk hava.
Âdem, sokak çocuğuydu. Küçücük yaşıyla sadece o günü çıkarma umuduyla yaşıyordu. “Bugünü de bir sabah etsem, kimse bükemez bileğimi evelallah,” diye tekrarlıyordu içinden belirli aralıklarla. Fakat bugün, bir başkaydı. Bugün nedense pek güvenmiyordu bu sözlerine. Sanki hayatı, onca uğraşı, geleceğe uzanmak için tüm gücüyle verdiği savaşı bir işe yaramıyor gibiydi. Yine de tekrarlıyordu içinden umutla: “Bugünü de çıkarayım bi…”
Aslında bazı günler, devlet amcanın yardımları ile toplu konaklama ve günlük barınma yerlerinde geçirirdi gecelerini. Ama yaşı itibarıyla, onu bırakmak istemiyorlardı. Barındırma yurduna göndererek daha rahat bir yaşama kavuşmasını istiyorlardı. Fakat zekiydi kendisine göre Âdem, bir kere girmişti o tuzağa ve hayatı boyunca görüp görebileceği en büyük işkencelerle tanışmıştı o yerlerde. Bir daha da gitmeye niyeti yoktu. Bulunduğu yerde açılan tek günlük barınma mekânı da kendisini tanıyordu artık. Görüldüğü yerde oraya verileceği belliydi. İşte bu yüzden geziniyordu sokaklarda, bu soğukta, tek başına…
Âdem ısıtmaya çalışıyordu kendisini, ellerini ovuşturuyor, ağzıyla sıcak hava hohluyordu minicik parmaklarına. Belki biraz daha büyük olsaydı, isyan edecekti bu hayata. Fakat küçüktü daha, ermiyordu aklı bu adaletsizliklere. Onun için iki çeşitti dünya; biri bu şekilde soğukta geçirdiği gibi, diğeri de sıcak ama işkencelerle dolu barınma evleri…
Ara sokaklarda karıştırırken çöpleri, birden yüzü aydınlandı Âdem’in. Büyük lokantalara yakın olan çöplerin birisinde daha yeni atıldığı belli olan sıcak bir tavuk budu bulmuştu. Ama onu daha da mutlu eden şey, tavuğun yanında içinde iki çöp yanmamış kibrit kutusu olmasıydı. O kadar mutluydu ki, büyük şirketlerin başında olan adamların kazanacağı milyon dolarlar bile, sadece iki kibrit çöpü bulan bu çocuk kadar mutlu olamazdı.
Başladı hayaller kurmaya, binbir düşünce geçti zihninde. Şimdi fazla ıslak olmayan, kar yememiş bir ara sokak bulacak, ağzı kapalı çöplerden aldığı kâğıtları birleştirerek ateş yakacak ve sıcaklığın verdiği keyifle budunu yiyecekti. Bundan daha keyifli ne olabilirdi ki! “İşte,” diye düşündü, “Şans yine güldü yüzüme, biliyodum bugünü de atlatacağımı. Yarına mutlu ve tok karınla gireceğimi!”
Uzun süre kafasında tasarladığı gibi bir ara sokak aradı. Oraları adı gibi bildiğinden, sadece sıcaklığı düşünerek kontrolü verdi ayaklarına. Onlar işini iyi yaparlardı, bölgedeki tüm sokakları gezip dolaştı, çöplerden bulduğu kâğıtları bir poşete koymaya başladı. Ama bir türlü şöyle kimsenin göremeyeceği, sabaha kadar rahat şekilde kalabileceği ve rüzgâr yemeyen bir sokak bulamadı. Aradı… Durdu… Lakin bir türlü bulamadı.
Tam umutları sönüyor ve baktıklarının yani kötünün iyisine gitmeye hazırlanıyordu ki o sokağı gördü. Daha önce hiç rastlamadığı bir sokağı… Belki de onlarca kez geçmişti o yerlerden, ama bir kez bile böyle bir sokak olduğu gelmemişti aklına. Âdem şaşkınlıkla bakakaldı sokağa, çünkü kibrit çöplerini ilk gördüğü andan itibaren hayal ettiği sokak nerdeyse tüm detaylarıyla duruyordu karşısında. Sessiz, sakin, gözlerden ırak, karanlık ve rüzgâr yemeyen…
Yavaşça attı adımlarını, ürkekçe başladı yürümeye. Yürürken kayboldu korkusu, geldi yine kendine güveni. Loş sokak, o adımını attıkça aydınlanmaya daha da net şekilde başladı seçilmeye. İşte biraz önünde tertemiz, bugüne kadar gördüklerinden çok daha temiz bir çöp kovası duruyordu. Açıktı ağzı çöp kovasının, ama mühim değildi. Kovanın durduğu yerin tam tepesini bir çatı kaplıyordu, böylece hiç yağmur almamıştı. Kendine gelen güveniyle, daha da hızlı adımlar atmaya çabaladı, o minik ayaklarıyla… Vardı çöp kovasına ve yüzü bir kez daha aydınlandı mutluluktan. Çünkü bir minder vardı içerisinde, bir de çok kalın olmasa bile bir battaniye… İyice geldi neşesi yerine. Artık uçabilirdi mutluluktan havaya, inanamıyordu tüm bu olanlara.
Baktı tekrardan etrafına, var mı birisi, belki de yardım edeni diye. Göremedi ama kimseyi, belli ki bulut baba yardım ediyordu ona. Kaldırdı o minnacık kafasını yukarıya, “Teşekkür ederim bulut baba,” dedi tüm içtenliğiyle, binlerce insandan, belki de milyonlarca inanandan daha vakur bir şekilde. Bir çırpıda zıpladı ve kaptı battaniye ile minderi. Hemen biraz ötede olan yere geçti, kurdu en güzel şekilde köşesini. Bir kez daha güldü şans yüzüne, dipte -karanlıklarda kalmış kısımlarda buldu boş ve sağlam bir teneke. Koşarak gitti ve çekti yanına tenekeyi. Elindeki poşeti döktü tamamen içine. Yaktı kibritlerden bir tanesini ve attı kâğıt yığının içine. Yükseldi bir anda kocaman ateş, aydınlattı etrafı, renk getirdi Âdem’in yüzüne…
Âdem yedi budunu neşeyle, yayıldı en rahat şekliyle mindere, bir de örttü battaniyeyi üzerine. Değecek yoktu keyfine. Al al olmuş Âdemin yüzü, karnını bir nebze olsun doyuran şekle büründü, ağırlaştı gözkapakları. Küçük bedeni, bugün çok fazla dayanmıştı. Artık yatma vakti gelmişti.
Kapadı gözlerini Âdem, dünyadaki en mutlu çocuk olarak…
* * *
Âdem uyuduktan sonra, elinde bastonuyla eski püskü peştamallar ile yaptığı belli elbiseler içinde yaşlı, pejmürde biri çıkageldi sokağa. Durdu hemen Âdem’in karşısında. Hafiften kambur olmuş beli ile yaslandığı bastonundan, zamanında belki de ak olan sakallarına dokunuyordu hafifçe. Yaşlı kişi Âdem’e bakadururken, yine onun geldiği yönden bir geyik çıkageldi. O da en az yaşlı adam kadar kir içindeydi ve oldukça halsiz gözüküyordu. Bir boynuzu yarıya kadar kırılmış, eskiden çok güzel olduğu belli olan gözleri artık o canlılığını yitirmişti. Durdu yaşlı kişinin yanında ve sanki onun bir şeyler söylemesini bekler gibiydi.
“Eh eski dostum, Blitzen. Demek sonunda Rudolph da karıştı hiçliğe, kaldık sona seninle ben. Böyle yazılmış şerrimiz. Varacaktır olacağına, kâinat dolu değil güzellikle. Her zaman sonlar ermez iyilikle nihayete.”
Elini koydu usulca Blitzen dediği geyiğin başına ve döndü ona doğru. “Son bir iyilik yapmanın zamanı geldi yâren. Okudum bu çocuğun geleceğini, neler olacağını. Bugün dünyanın en iyi insanı belki de bu çocuk ama geleceği karanlık. Başlayacak bir süre sonra çöplerden sıkılmaya, yetmeyecek ona. Girecek evlere ve çöplerini karıştırdığı lokantalara. Düşecek hapislere, isyan edecek. Çıkacak ve yine aynı şeyi yapacak. Ama aynen şu anda bakımevlerine olduğu gibi hırsızlık yaparken de daha temkinli olacak. Bir sürü ailenin ekmeğiyle oynayacak, birilerinin hayatını karartacak ve belki de dünyadaki en büyük günahı işleyecek: Kendinden birinin hayatını, ona verilen mucizeyi alacak…”
Yaşlı kişi bunları anlatırken geyiğin gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Yere doğru yavaş ve usulca aktı… Yaşlı kişi devam etti.
“Bu çocuk şu anda dünyanın en mutlu insanı Blitzen. Ve bu dünyaya son bir iyilik yapacağız. Bu çocuk kötülük işlemeyecek. Ve dünyanın en mutlu insanı olarak kalacak…”
* * *
Küçük Sinem sevinçle kalktı yatağından, yaptı hemen kahvaltısını ve aldı annesinden iznini. Lapa lapa kar yağıyordu dışarıda ve bugün yılbaşıydı. Tatildi! Çıkacak dışarı, kartopu oynayacak ve hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir şeyi; kardan kızı yapacaktı! Ama önce koşmalı, kendini karların içine atmalı, yuvarlanmalıydı doyasıya.
Kapıdan çıkar ve annesinin içeriye girdiğini görür görmez bıraktı kendini karlara. Birazdan çok üşüyecekti belki, ama değerdi olacaklara. Koştu koştu koştu, karın en yoğun olduğu bölgeleri tespit etti. Komşularından bazılarına rast geldi, oynadı birkaç dakikalığına kartopu onlarla. Çığlık attı sevinçle, kahkaha attı en içten şekilde. Sonra devam etti koşmaya, kardan kızını yapacağı en güzel yeri bulmaya. Ve geldi daha önce hiç rastlamadığı o ara sokağa…
Ara sokaktaki karlar daha bir güzel göründü gözüne, sanki daha beyaz daha parlak. Hem tek bir ayak izi bile yoktu karlarda, daha kimse keşfetmemişti demek ki bu bölgeyi. Tamamıyla ona aitti! İyice şenlendi. Hemen attı kendisini o sokağa. Aceleyle başladı kardan kızın gövdesini oluşturmaya. Önce küçük bir kartopuyla başladı yapmaya. Sonra büyüttü büyüttü, ta ki elde taşınmayacak kadar büyüyene dek. Koydu yere ve başladı sürmeye. İşte o zaman köşede duran şeyi fark etti. Kalbinin bir anda durduğunu, duvarların üzerine geldiğini zannetti ilk başta. Neden sonra, sesinin olduğunu hatırladı ve avazı çıkana değin bağırmaya başladı…
* * *
Gelmişlerdi polis merkezinden bir sürü görevli. Biri yanan küçük bir çocuk bedeni olduğunu söylüyordu elindeki telsize. Bir diğeri ambulans çağırıyor, öteki annesinin kollarında eve gitmeyi reddeden küçük Sinem’le ilgileniyordu. Çok korkmuştu Sinem, ama gitmek istemiyordu hiçbir yere. Büyük ihtimalle kendi yaşlarında olan bu kız ya da erkek çocuğu, feci bir şekilde yanmıştı. O ilk görüntü çıkmıyordu aklından. Nasıl olur diye düşünüyordu, nasıl yanar diye kendini iyice kedere sokuyordu. Ve polisin yapmış olduğu ilk incelemeyi duyuyordu: “Hemen yan tarafında yanmış bir kibrit çöpü bulduk ve tenekenin içerisinde de küller vardı. Büyük ihtimalle ısınayım derken kendisini yakmış zavallı çocuk. Altı yaşından büyük değil, yazık…”
Sinem bu cümleleri duyunca daha fazla ağlamaya başladı. Fark etti ne yaptığını polis, utandı. Eğdi başını ve farklı bir iş bahanesiyle çabucak ayrıldı. Sinem biliyordu artık, dünya hiç güzel bir yer değildi. Daha neler neler yaşayacaktı belki de bu çocuk, belki de büyüyecek ve mutlu bir yuvaya kavuşacaktı. Belki… Belki de bir gün kendisiyle tanışacaktı, çok yakın iki arkadaş olacaklardı. Kız ya da erkek, emindi ki onu çok severdi. Ama dünya, buna izin vermemişti.
İşte küçük Sinem, annesinin kollarında ağlar ve bunları düşünürken hemen biraz uzakta, tam da küçük çocuğun bedenin yandığı yerin karşısında, bir şeyler vardı yerde. Zorla da olsa kurtuldu annesinin ellerinden, kaçtı kendisini tutmaya çalışan güvenlik görevlilerinden ve sonunda ulaştı istediği yere. Orada, tam da baktığı yerde, iki tane yeşil fidan yükselmişti karların arasından. Sanki baharmış gibi karın soğukluğuna hiç aldırmayan, yeni yeni filizlenmeye başlamış iki fidan.
Ve fidanların hemen yanında, bir kısmı kara gömülmüş beyaz püsküllü bir ponponu olan kırmızı renkli şapkayı fark etti. Aldı hemen eline ve ne olduğunu anlamaya çalıştı. Fakat daha aklını toparlayamadan, tuttu annesi onu kollarından, zoraki şekilde aldı kucağına ve yürümeye başladı yuvasına, hızlı adımlarla.
Sinem artık annesini kalsın diye zorlamıyordu. Çünkü içinden bir his o çocuğun, artık her kimse, şu anda çok daha mutlu bir yerde olduğunu söylüyordu…
* * *
Yaşlı adam seyretti olanları uzak bir çatıda. Sebep olduğu şeyden övünmese de, dünyanın şimdilik daha iyi bir yer olarak kaldığını biliyordu. Ve artık onun da miadı dolmuştu. Nereye gideceğini bilmiyordu ama gideceği yerin çok daha güzel bir yer olmasını umut ediyordu. “Hadi Blitzen, buradaki maceramız bitti. Diğerlerine katılma vakti.” dedi yaşlı kişi ve dünya üzerindeki son cümlesini kurmuş oldu. Tuttu geyiğin boynunu usulca. Sessiz bir şekilde yükselmeye başladılar havaya, yükseldikçe soluyor, saydam bir hale geliyorlardı. Ve biraz sonra yaşlı adam ile geyikten geriye hiçbir şey kalmamıştı. Sadece bir şapka ve iki dal fidan…
İşte Noel Baba’nın, dünya üzerindeki son görevi böylece nihayete ermiş oldu…
Daha önce söylediğim gibi. Senden okuduğum en iyi öyküydü bu. En azından benim açımdan öyleydi.
Bir çok kısmı duygusal ve imgesel yönden çok güzel resimler oluşturdu kafamda. Oldukça tatlı bir burukluk vardı sona geldiğimde.
Ellerine sağlık.
Şiirsel dramatik anlatımı ve çocuğun öyküsü beni, başlar da duygulandırdı, ikinci kısımda umutlandırdı, son kısımda da gözümün dolmasına neden oldu.
Çok başarılı bir öyküydü. Teşekkür ediyorum. Devrik cümleler çok aşırıydı ancak. Aralara az da olsa kurallı cümleli anlatımlar serpsen çok daha güzel olurdu gibi geldi.
Çok başarılı bir öyküydü 🙂 Harika, gerçekten harika olmuş. Hızır gibi davranmış Noel gerçi ama… Olsun bakalım 🙂
Selamlar magic diye biri 🙂
Oldukça duygusal bulduğum ve samimi anlatımını özellikle beğendiğim bir hikaye ile katılmışsın bu ay seçkiye. Duygusal öyküleri pek sevmesem de senin hikayeni büyük bir beğeni ile okudum. FreshBlood’un aksine devrik cümleler ile oluşturduğun şiirsel anlatımı ise ayrı bir beğendim ben. Hikayeye ayrı bir tat katmış gerçekten de. Sonuç olarak çok başarılı bir hikayeydi.
Kalemine sağlık…
Arkadaşlar hepinize eleştirileriniz ve yorumlarınız için teşekkür ederim.
Devrik cümleleri çok fazla kullanma nedenim, başından itibaren öyle başlayıp sonuna kadar tamamen bu şekilde devam etmekti aslında.
Tümceler devrik olduğu zaman o duygu daha iyi hissediliyor kanaatimce. Daha önceden drama tarzında yazılmış ve okuduğum birkaç öykü ile tiyatro senaryosunda da bu şekle rastladığımdan dolayı, kendi hikayemde de kullanmak istedim.
Okuduğunuz ve zaman ayırdığınız için bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum.
Merhaba;
hikayen gerçekten çok güzel. Normalde aksiyon severim ama bu da bir başkaydı. Çocuğun fakirliği gerçekten üzdü beni. Fakat ölmesi kötü oldu diye düşünüyorum, başka bir şekilde de bitebilirdi. Ama sen bize mutsuz sonları da gösterdin. Ama o fidanlar sanki o çocuğu tamamlıyordu. Neyse ellerine sağlık.
Devrik cümleler daha doğru kullanılabilseymiş; son derece akıcı bir anlatım yakalayabilirmişsin gibi geldi bana. Yine de vermek istediğini tam olarak kaptım diye düşünüyorum. Keyifliydi de.
Kalemine sağlık!