1. Canlı Nâmlı Sanatsal Saatler
Akrebi yaz neşesiyle parıldayan kumlara göm. Yelkovanın karamsar kanadından tel kopar. Yelkovan yelkovan kuşundan mı esinlenilmişti? Esin rüzgârları düşmez kalkmaz yol alırken akıllarına allı turna gelmiyordu? Kanadı vuruk kuş, kralı bile olan akrebi kovalar mıydı? Güdümlü pençeler duvar saatinin karşısındaki pencereleri pençeler miydi?
Hâlimize sarsılmaz gülümseme.
İsimsiz kahraman, dönüp duran saniye atar prens. Beyinlerimizin sulu göllerinde yüzüyor. Payı metro hızında. Paylanır genel bakışta insanlarca. Akrep ve yelkovan. Başrollerin elindeki tabancayı dolduran yardımcı oyuncu. Saniyeyi göstereni göremeyiz. İpekleri ipek böceğinden perdeleri çekeriz.
Saniyeler düşmeyecekse zekâsı bolda yaprağı zorda takvim oluverelim.
2. Kara Yazgı Kararak Yazdı
İnebahtı. Fî Fil tarihinin film sonu yazıları. Akrep ve yelkovanın ilk nefes alışlarından binlerce yıl yılan sonra. Mâzi hayvanat bahçesi. Haçlı taçlı donanmanın başında, üç giyimi kuşamı asilzâde adam. Karşıda yerin dibine girse gökten yere ineceği düşünülen köklü devlet.
Haçlılar onlar nedeniyle kökü tırnakladılar bir müddet.
***
Vaktin dahi hâli vakti yerinde olduğu zamanlar. Toprak bakımından geniş, ahlâk bakımından dar merdiven ülke kaç zamandır topun ağzında.
Kumlu yokuşlarda, atın sırtında kırbaç ilerleyen bir araba. Güneş ışınları hapsedilen sandık. Her taş değişinde volkanik dağlar kadar şangırdayan altın kalıplar. Ekmek kadar tatlı olmayan kıyı kasabası.
Yükseldikçe paçasından yere yapıştırılması güç çoklu millet devletinin elinde oyuncak olmuş komutanın lâkırdıları yayılıyor. Erleri deniz, gemileri yüzen yıldız parçası. Lâkin hiç bağıramamış ”zaf-ER!” diye, savaş meydanının çatışma gizemini saklayan kokusuna doğru.
Üç komutan adının yanına ”maymun” eklenen amiralin durumuna düşmek istemiyor. Altın sandığı uzaktan seçilebilir bir dağ. Kasabanın böcek karanlığı. Mekânların en puslusunda kıtaların hangisinde bilinmez bir ev. Geleceğin ruhu gözlerine görünür. Kalemi uzak gezegen siyahı. Karıştırabilir tarihin boşluğunda gizli tuttuğu olayları. Kadın. Baba değil. Vanga mı? Yüzlerce yıl öteden atası.
Galibiyet değişimi. Altınlar kadının çehresinin yakınlarında. Antlaşma kafa sallar biter. Dört tane yüzyıl sonra boğazların en kudretli ve ünlülerinden birinde kazanacakları galibiyeti İnebahtı kesin zaferine tercih ediyorlar.
Altın koltuğunda oturan zât olaylardan habersiz.
Koyu denizlerin yeşil adalara vurduğu coğrafyalardan hayvanlar. Kafeslere hapsolmuş çıldıran bağırışlar. Her komutana eşit maymun. Tek tane. Rica lâkin emir sesinde uyarı, ”Yanınızdan ayırmayın!” diyor Kara Yazgı.
***
Hayvanlar denize karışmış kanların kokusunu içlerine çekiyorlar. Tarih değişecekse zaman sadece insanları teraziye atmıyor. Muharebe durulup dönüyor. Maymunları bir zamanlar ağaç olan kafesleri dışında ciddiye alan olmuyor. Zaferin melodramatik ayak sesleri.
Uydurulmuş efsaneden sonra çoğunluğu oluşturan kaptan, amiral ve tekne sahipleri hiçbir zaman yanlarından maymun eksik düşürmüyorlar.
Zamanı değiştirmede hançerli hata. Omuzdaki tek maymun yetmez.
Farklı yerden düşme canlılar. Üç maymun. Saniye. Dakika. Saat.
Salise, saniye, dakika ve saatten daha olgundur. Her gün onların dönemeyeceği kadar döner. Olgundur. Hikâyenin kalıbı ona boştur.
3. Bu Gece Üstünüze Yıldızlar Yağsın!
Taşra. Yedi göbekten Ankara. Renkli günün kumlu yolu. Gökkuşağının yere düşüp bittiği sonu. Bahar. Gün ve akşamın birleştiği ince çizgi.
Hayvanat bahçesindeki kafeslerden birinin önü. Elleri cebinde ruhu göğsünde çocuk. Küçük. Prens olsaydı gökkuşağını adımlardı.
Kafese hapis üç maymun.
Gözleri gökyüzünde, maviliklere dalıp gidiyor. Yaz ateşi dibindeki deniz seviyesinde huzur verici.
Görüntünün bulutlarda ve renklerde değişimi. Kafesi saklayan beyaz bir bulut. Kâbus odaklı beynin düşündüğü sükûnet.
Düşen yıldızın ışığının yayılışı ortamı aydınlatıyor. Yıldız savaşlarının asa şeklindeki efsunu. Dünyadaki gözlerin görebileceği en büyük sis bulutu. Havalanıyor hayatını kaybetmiş göğe doğru.
Beyaz duman. Kirlenmemiş duman. Hayal gücü derin insana göre un kurabiyesinin üstündeki un. Sis. Yıldız tozu. Her düşen yıldızın dünya üstüne yansıması.
Gözlerde parıldayan, yanıp sönen dört insan yüzü. Sisi avuçlamak için kafese el atan çocuğun aklında bin soru.
Bir hayli vakittir evlerinden uzak, bir hayli vakittir tutsak, bir hayli vakittir zaman için kullanılan yıldızların eve dönüşü.
Tozların yok oluşu, boşalan kafesin şaşkınlığında çocuğun yüzünün gülümsemesi. Anadolu’ya bakmış yıldızların anlatacakları konuların dağlar kadar birikmiş olması.
Küçük ağızdan hiçbir zaman unutulmayacak olgun repliğin dökülüşünün hazırlıkları başlıyor. Dikkatli gözler boş ve yıldızsız geceyi tarıyor.
“Bir zamanlar Anadolu’da, dersin. Ücra bir yerde görev yaparken işte böyle böyle bir gece yaşamıştık, dersin. Anlatırsın yani, ne bileyim? Masal gibi.”
Gökte dört yıldız parlıyor. Salise. Saniye. Dakika. Saat.
Güzellik tarihle yaşıt.
4. Gökyüzünün Dünyaya Yansıması
Kız sesleri yayılıyor. Gece günü düşüşle yedi. Dört kız boş kafese bakan şaşkın gözlü çocuğun yanında sıralanıyorlar. Kafese doluymuş gibi bakışlar. Utangaç zamanlar, kırık.
”Adın ne?” diye soruyor hemen yanındaki kıza. Dudaklar sarkık. İsmin kafiyeli olması şart.
”Ada,” diye cevaplıyor kız.
Gökada.
Onun yanındaki hedef şimdi. Gözlerle isim sorma denemeleri başarılı.
”Açelya.” Cevap kulaklarda.
Sönmüş mutlu gezegen.
İlk konuşma. Soru sorulmadan verilen cevap. Samimi ruh.
”İlkem.”
Tanrının ilk yıldızı.
Sisin son kırıntılarının gecede yok oluşuyla yeni soru, ”İsmin ne?”
Çocuktan giden son soru. Karşıdan gelebilecek son cevap. Havaya seken sözler.
”Ece.”
Kraliçe.
Yıldızların son konumuna bir bakış atılıyor. Orada değiller.
Yıldızlar düşer.
Yere düşerler ve onları hep Zehra Ece toplar.
Parçalar Dali tabloları gibi. Ama bütün mü? Öykünün kurgu ve atmosfer kısımlarını geri planda tutuyorsun. Okuyucuyu düşünmek güzel değildir, insanı stres eder. Ama otobiyografiden kurtuldukça “yazar” olur insan.
“Salise, saniye, dakika ve saatten daha olgundur.”
Güzel çıkarım. İyi gidiyorsun, kolay gelsin…
Merhaba,
Usta dediğim kişinin yorumuna nasıl bir geri dönüş yazabilirim? Beynimi kurcaladım durdum. Öykünün durumunun böyle olmasını kendim istiyorum. Düşüncelerimin planları. Çokça tuhaf gelecektir, yazdıklarımın belirli bir kitle tarafından okunması taraftarıyım. Bu kadar açıklar vermenin sebeplerinden biri budur. Atmosferin kartal tüyü kadar ağır başlayıp, tavşan tüyü kadar hafif bitmesini istiyorum. Aralara serpiştirilen göndermeleri sepete atan bir okur daha değerli olacaktır. Kurguyu gerilere bırakmam hafiflikten kaynaklanıyor. Yazarlık düşünceleri yaşıma göre çok uzakta. Her ay içimdeki düşünceleri dökebileceğim bir ortam yeterli. Okuyucuyu düşünmek büyük hata (karakterlerin ad anlamlarını araştırırken neler yaşadığım bilinmez), üstüne bir de ”sinemanın düşündüren filmleri” eklenince böyle oluyor.