1. BÖLÜM
“Ah bir yakalayabilsem şu sinyali… Hadi lütfen çalış artık… Hadi… Of! Olmuyor işte! Dört yıldır her gece aynı tepeye çıkıp farklı gezegenlerden bir sinyal yakalamaya çalışıyorum ama olmuyor işte! Olmuyor, olmuyor, olmuyor! Şu lanet olasıca şey bir türlü çalışmıyor!”
Astronot sinirlenmişti. Elinde dört yıl önce gezegenler arası olarak kullanılabilmesi için icat ettiği bir nevi telefon denilebilecek cihazıyla farklı gezegenlerden sinyal yakalamaya çalışıyordu. Farklı gezegenlerden birileriyle iletişime geçebilmek Astronot için çok önemliydi. Çünkü buralardan gitmek istiyordu. Bu kasabadan, bu ülkeden, bu dünyadan gitmek istiyordu. İstediği sinyali yakaladığında farklı bir gezegendeki herhangi birinden, gelip kendisini almalarını isteyecekti.
Çocukluğundan beri astronot olmak istiyordu. Bu yüzden kasaba halkı ona “Astronot” diyordu. Fakat öğretmenleri, arkadaşları onun bu isteğinin hayalden öteye geçemeyeceğini söyleyip duruyordu. Nitekim öyle de olmuştu. Astronot, henüz astronot olamamış ülkenin seçkin üniversitelerinden birinde Fizik bölümünü okuyup fizikçi olmuştu. Üniversiteden mezun olduktan sonra da gezegenler arası kullanılabilmesi için tasarladığı planetfonu icat etmişti.
Astronot dört yıldır her gece hiç bıkmadan Umuttepesi’ne çıkıp farklı gezegenlerden sinyal yakalamaya çalışıyordu. Bu gece de o gecelerden biriydi. Astronot ’un sabrı giderek tükenmeye başlamıştı. Sadece sabrı tükense yine iyiydi. Umutları da giderek tükeniyordu. Savaşların, tecavüzlerin, katliamların, hastalıkların olmadığı yani kısacası “insan” denilen varlığın olmadığı herhangi bir yerde yaşayabilme umudu onu hayata bağlayan tek şeydi. Şimdi ise o da git gide kendisini terk ediyordu.
Astronot planetfonu kapattı ve gecesinin umut parçacıkları olan yıldızları izlemeye başladı. “Bu dünyadan iki şekilde kaçabilirim.” dedi kendi kendi kendine. “Ya yukarı çıkıp ölene kadar orada yaşarım ya da burada ölüp aşağıda gömülerek sonsuza dek yok olurum. Eğer ki yukarı çıkmayı başaramazsam aşağı yuvarlanırım ben de.” diye söylendi. Planetfonuna baktı ve ona “Yukarı mı çıkacağım yoksa aşağı mı ineceğim her şey sana bağlı. Lütfen çalış artık.” dedi ve planetfonu yeniden açtı. Astronot’un planetfonu açmasıyla cihazın sesinin değişmesi bir oldu. Eskiden sabir bir şekilde cızırdayan ses yerini dalgalanmalar halinde kesintili kesintili cızırdayan sese bırakmıştı.
Astronot’un heyecandan elleri titriyordu. Sonunda dört yıldır beklediği sinyali yakalamayı başarmıştı. Hemen sinyali kaybetme ihtimalinin korkusuyla konuşmaya başladı. “Merhaba, ben Astronot. Dilimi bilip bilmediğinizden emin değilim ama size söylemek istediğim birkaç şey var. Dört yıldır sizden bir sinyal yakalamaya çalışıyorum. Şuan bunu başardığımı düşünüyorum. Yani umarım başarmışımdır. Sizden istediğim tek bir şey var, lütfen gelip beni alın. Burada daha fazla yaşamak istemiyorum. Tek umudum sizsiniz. Eğer gelip beni alacak olursanız her gece saat 10’dan 12’ye kadar sizi Umuttepesi’nde bekliyor olacağım.”
Astronot konuşmasını bitirdikten sonra belki onlardan cevap gelir umuduyla planetfonu açık bıraktı ama cevap gelmeyince cihazı kapattı ve evine doğru yol aldı. Astronot her ne kadar dönüt alamasa da farklı gezegenlerden birilerinin söylediklerini duyduğuna inanıyordu. Bu yüzden umutları yeniden yeşermeye başlamıştı. İçine bir gün buralardan gideceğine dair bir his doğmuştu. Ama bir yandan da gitmekten korkuyordu. Çünkü eğer giderse umut ettiği şeye ulaşmış olacaktı. Bundan sonra neyi umut edebilirdi ki? Farklı bir gezegende, insanın olmadığı bir yerde yaşama hayali onun gerçekler karşısındaki tek limanıydı. Umudu ise onu o limana götürecek olan gemisiydi. Şimdi ise o gemi Astronot’u istediği limana götürmeye geliyordu.
2. BÖLÜM
Kasaba halkı Astronot’u dört yıldır ilk defa bu kadar mutlu görüyordu. Astronot üniversiteyi bitirip kasabasına geri döndüğünden beri hiç kimseyle konuşmamış, geceleri Umuttepesi’ne gittiği zamanlar hariç hiç dışarı çıkmamış, kendisini planetfonu icat edip başka gezegenlerdeki varlıklarla iletişim kurmaya adamıştı.
Kasaba halkı Astronot’un aklını yitirdiğini düşünüyordu. Nitekim onlara göre her gece astronot kıyafeti giyip Umuttepesi’ne çıkarak başka gezegenlerdeki varlıklarla iletişime geçmeye çalışmak aklını yitirmişliğin kesin belirtileriydi.
“Anne, Astronot bana gülümsedi. Buna inanabiliyor musun? Astronot gülümsedi!” diye heyecanla annesinin yanına koştu çocuk. Astronot kendisine gülümsediği için çok mutluydu. Çünkü Astronot’u gülerken ilk defa görmüştü. Astronot’la hiç tanışmamış olmasına rağmen yine de onu seviyordu ve Astronot’un ona gülümsemesi onu çok mutlu etmişti.
“Öyle mi çocuğum, çok mutlu oldum senin adına. Ayrıca Astronot için de çok mutlu oldum. Demek ki uzun zamandır ilk defa kendisini mutlu eden bir şey yaşamış.” Diyerek çocuğun saçını okşadı.
Anne, Astronot’u tanıyordu. Astronot’un annesi en yakın arkadaşıydı. Kendisi Astronot liseye başlamadan önce vefat etmişti. Astronot içine kapanmaya o dönemde başlamıştı. Çünkü ideallerini gerçekleştirmek adına onu destekleyen tek kişi annesiydi. Artık o da yoktu. Yanız başınaydı. Kardeşi de yoktu. Babası ve annesi o daha doğmadan önce ayrılmışlardı. Bu yüzden babası nerede, ne yapar onu da bilmiyordu.
Astronot çok zor bir çocukluk dönemi geçirmişti. Çok hayalperest bir çocuktu. Gerçeklere karşı hep mesafeli ve savunmasızdı. Bir gün ilkokul öğretmeni “Yarın, gelecekte yapmak istediğiniz mesleğin kıyafetini giyip gelebilirsiniz.”demiş Astronot da annesine zorla aldırdığı astronot kıyafetini giyip gitmişti.
Astronot o gün çok heyecanlıydı. Çünkü ilk defa hayallerini arkadaşlarıyla paylaşacaktı. Okula geldiğinde sınıfa çok özgüvenli bir giriş yapmıştı. Sanki gerçekten astronot olmuş gibiydi. Kendisine göre, bir günlüğüne de olsa hayallerini yaşayacaktı ama işler hiç de Astronot’un istediği gibi gitmemişti. Sınıfa girer girmez arkadaşları kahkaha atmaya başlamıştı. Hatta öğretmeni bile sınıfı susturmaya çalışırken kendisi de gülmüştü. Astronot hayatının en utanç verici anını yaşamıştı. Astronot’a göre asıl gülünç olan arkadaşlarıydı. Hepsi neredeyse aynı giyinmişti. Çoğu uzun beyaz gömlekler, siyah-kırmızı cübbeler giymişti. Bazısı takım elbise, bazısı da asker üniforması giymişti. Astronot onları çok gülünç bulmuştu. Hepsi annelerine ve babalarına benziyordu.
Astronot o gün ilk defa okuldan kaçmıştı. Çünkü öğretmeninin ve arkadaşlarının kendisiyle dalga geçmelerine dayanamamıştı. Eve geldiğinde odasına çekilip için için ağlamıştı. Bu durumu gören annesi onunla konuşmaya çalışmıştı ama Astronot ona hiçbir şey anlatmamıştı. Yine de annesi Astronot’un neden ağladığını tahmin etmişti. Yanına gidip onunla konuşmuştu. “Neden ağlıyorsun?” diye sormuştu annesi Astronot’un saçını okşarken. Astronot ağlamayı kesmiş ve cevap vermişti. “Hayallerimi yıkıp benimle dalga geçtiler anne. Ama asıl komik olan onlardı. Hepsi annesinin ve babasının kopyasıydı. Annesi Astronot’a sarılmıştı. “Bak çocuğum, hayallerin ve umutların olmazsa bu dünya senin için çekilmez olur. Hayallerin gerçeklerden kaçmak istediğin zaman sığınacağın limanın, umutlarınsa seni o limana götürecek olan gemin olacak. Hayallerini ve umutlarını birkaç insanın saçmalıkları yüzünden yok edecek olursan ölene kadar gerçeklerin içine hapsolur ve mutsuz bir hayat sürersin. İnsanlar yaşadıkça kaçmaya olan ihtiyaçları hep olacaktır. Hayallerine sahip çık çocuğum. Çünkü onlara ihtiyacın var.”
Annesinin bu konuşması Astronot’u çok etkilemişti. O günden sonra kimsenin hayallerine burnunu sokmasına izin vermedi. Hayalleri hakkında konuştuğu tek kişi annesiydi. Şimdi o da yanında yoktu. Annesi planetfonu, diğer gezegenlerden biriyle iletişime geçmeye çalıştığını duysa onunla gurur duyardı. Astronot, uyumadan önce annesinin fotoğrafını öptü ve uykuya daldı.
Ertesi gece saat 10’da Astronot Umuttepesi’ne çıktı. Dün gece iletişime geçmeye çalıştığı varlıklara gece saat 10’dan 12’ye kadar Umuttepesi’nde olacağını söylemişti.
Astronot planetfonunu açtı ve yeniden onlardan bir dönüt beklemeye başladı. Bu sırada yıldızları izlemeye koyuldu. “Oraya geldiğimde,” dedi sanki yıldızlarla konuşuyormuşçasına “özgür olacağım.” Astronot kendisini bu dünyada hiç özgür hissetmiyordu. Atmosfer bile onu hapisteymiş gibi hissettiriyordu artık. Atmosferin dışına, özgürlüğe gitmek istiyordu. Buradan gitmek istiyordu çünkü kendisini bu dünyaya ait değilmiş gibi hissediyordu. Ait olmadığı bir yerde nasıl özgür olabilirdi ki? Bu yüzden özgürlüğüne kavuşabileceği, ait olduğu yere gitmek istiyordu.
Astronot iki saat boyunca Umuttepesi’nde dönüt almayı bekledi ama alamadı. Yine de kararlıydı. Bu işten vazgeçmeyecekti. Gerekirse ölene kadar her gece saat 10’dan 12’ye kadar Umuttepesi’nde onları bekleyebilirdi. Astronot ertesi gece saat 10’da geri gelmek üzere evine gitti.
3. BÖLÜM
Gece 10’a 10 dakika kalmıştı. Astronot, astronot kıyafetlerini giydi, planetfonunu aldı ve Umuttepesi’ne gitmek üzere evinden ayrıldı. Umuttepesi’ne geldiğinde toprağa oturdu. Planetfonu çalıştırdı ve beklemeye başladı. Her zamanki gibi yıldızları izlemeye koyuldu. Sonra düşüncelere, hayallere daldı. O sırada ayak sesleri duydu ve irkildi. Aceleyle planetfonu cebine koydu. Kimin geldiğini görmek için arkasına baktı. Gelen, bir çocuktu. Astronot’un iki gece önce gülümsediği çocuktu ama Astronot onu hatırlayamadı. Çocuk çekinerek Astronot’un şaşkın bakışlarının hapsi içinde usulca yanına oturdu.
“Merhaba Astronot, seninle arkadaş olmaya geldim.” dedi çocuk sevecenlikle. Astronot dört yıldır ilk defa bir insanla konuşacaktı. Kendi kendine ve yıldızlarla da konuşmasa konuşmayı unutacaktı.
“Merhaba” dedi Astronot ve merak ettiği şeyi sordu. “Neden benimle arkadaş olmak istiyorsun çocuk?” Çocuk gülümsedi. “Çünkü iki akşam önce bana gülümsedin. Ben de arkadaş olabileceğimizi düşündüm. Seni uzun zamandır izliyorum Astronot. Sen diğer arkadaşlarımdan farklısın. Aslında sen herkesten farklısın. İnsanlar sıkıcı kıyafetler giyerken sen çok havalı bulduğum astronot kıyafeti giyiyorsun. İnsanlar her gün birbirleriyle konuşup kavga ederken sen yıldızlarla konuşup kendini dinliyorsun. Sen farklısın Astronot. İşte bu yüzden seni tanımaya ve seninle arkadaş olmaya geldim.” Çocuk sevgi dolu gözleriyle Astronot’a baktı ve ondan gelecek cevabı bekledi. Astronot ise yıldızları izlemeye devam ediyordu. Sonra çocuğa baktı ve gülümsedi. Hayatında ilk defa biri onunla arkadaş olmak istiyordu. Hayatında ilk defa gerçek bir arkadaşı olacaktı. “Ben de seninle arkadaş olmayı çok isterim çocuk ama ailen burada olduğunu biliyor mu? Kızmasınlar sana sonra.” Çocuk Astronot’un kendisiyle arkadaş olmak istediğini duyunca çok sevindi. “Elbette annemin burada olduğumdan haberi var Astronot. Hatta o bana söyledi gidip seninle arkadaş olabileceğimi. Annen, annemin arkadaşıymış. Bizim de arkadaş olmamız annemi mutlu edecek.” Astronot annesinin en yakın arkadaşını tanıyordu ama çocuğu daha önce görmemişti. Demek çocuk, Astronot üniversitedeyken doğmuştu. Çocuk yaşına göre çok olgun konuşuyordu. Zeki olduğu her halinden belliydi. Astronot “Anneni tanıyorum, annem onu çok severdi. Onun buradaki tek arkadaşıydı.” gülümsedi ve devam etti “Sen de benim buradaki tek arkadaşımsın çocuk.” Çocuk da ona gülümsedi.
”Astronot, neden her gece Umuttepesi’ne çıkıyorsun?” diye sordu çocuk.
“Umut ediyorum da ondan.” dedi Astronot.
”Umut nedir Astronot? Beklemek midir?”
”Umut, gelmesini istediğin şeyin geleceğine inanmaktır çocuk.”
”Neyin gelmesini istiyorsun ki?”
Astronot planetfonunu cebinden çıkarıp çocuğa gösterdi.
“Bu ne biliyor musun?”
“Hayır bilmiyorum. Nedir o?”
Astronot heyecanla anlatmaya başladı.
“Bu görmüş olduğun cihaz benim icadım olan planetfon. ‘Ne işe yarıyor?’ diye soracak olursan, nasıl ki telefonlar dünya üzerinde farklı yerlerdeki insanların birbirleriyle iletişim kurmasını sağlıyorsa planetfon da gezegenler arası varlıkların birbirleriyle iletişime geçmesini sağlıyor.”
Çocuk büyülenmiş bir şekilde;
“Yani senin uzaylı arkadaşların var ve her gece bu tepeye onlarla iletişim kurmak için mi geliyorsun? Müthiş bir şey bu!”
“Hayır, tam olarak öyle değil. Henüz onlarla iletişime geçemedim ama iki akşam önce onlardan bir sinyal yakaladım ve gelip beni almalarını istediğimi söyledim. Geceleri saat 10’dan 12’ye kadar onları burada bekleyeceğimi belirttim ama henüz onlardan cevap alamadım. Beni duyduklarına inanıyorum. Bu yüzden her gece Umuttepesi’ne çıkıp beni almalarını umut ediyorum.”
“Söylesene Astronot, neden buradan gitmek istiyorsun?”
“Çünkü çocuk, kendimi buraya ait hissetmiyorum.” Yıldızları göstererek “Oraya, yıldızlara aitmişim gibi hissediyorum. Oraya daha önce hiç gitmedim ama buradan daha iyi bir yer olduğuna eminim. Büyüdükçe sen de yazar Goethe’nin ‘Bu dünya hassas kalpler için bir cehennemdir.’ sözüne hak vereceksin. Ben de hassas kalpli bir astronot olarak bu cehennemden kurtulmak istiyorum. Burada hiç mi hiç mutlu değilim çocuk. Ne zaman sevginin, barışın, aşkın gücüne inansam insanlar beni hayal kırıklığına uğratıyor. Savaşıyorlar, şiddet uyguluyorlar, haksızlık ediyorlar ve daha bir sürü şey. En önemlisi de çocuk, insan olmayı unutuyorlar. Ve insan, insan olmayı unuttuğunda vicdanını da, kendisini de unutuyor sonra onlardan geriye nefretle yönlendirilmeye açık bir zihin, et ve kemik yığını kalıyor. İşte çocuk, dünyanın insana yaptığı şey bu. Bu yüzden gitmek istiyorum. İnsan kalabilmek için.”
Çocuk mahzun gözlerle Astronot’a baktı. Dediklerini pek anlayamamıştı. Daha çocuk olduğu için gerçeklerle çok yüzleşmemişti. Hayal dünyasında yaşıyordu orada çok mutluydu. Ama büyüyüp Astronot’un dedikleriyle yüzleşmekten endişe duyuyordu.
“Astronot gidersen beni de gelip alır mısın?” diye sordu çocuk.
Astronot söz verircesine gülümseyerek;
“Elbette. Elbette gelip alırım seni çocuk. Yeter ki ben gittikten sonra geri döneceğime dair umut et.” dedi ve ‘ne demek istediğimi anladın sen’ der gibi çocuğa göz kırptı.
Çocuk, Astronot’un ne demek istediğini anlamıştı: Umut, gelmesini istediğin bir şeyin geleceğine inanmaktı.
Bugünden sonra çocuk ve Astronot görüşmeye devam ettiler. Çocuk her gün olmasa da annesi izin verdikçe Astronot’un Umuttepesi’ne çıktığı saatler onun yanına gitti ve birlikte yıldızlara gitmenin hayalini kurup sohbet ettiler. Zaman geçtikçe aralarındaki bağ daha da güçlendi, kardeş gibi oldular.
4. BÖLÜM
Bir gece çocuk, Astronot’u görmeye Umuttepesi’ne çıktı. Saat gece 10’u geçmiş olmasına rağmen Astronot ortalıkta yoktu. Çocuk bir süre bekledi. Astronot gelmedi. Çocuk endişelenmeye başladı. “Benimle vedalaşmadan gitti.”diye üzüldü. Eve gidip annesine durumu anlattı. Annesi durumdan şüphelenmişti Astronot’un başına bir şey gelmiş olmasından endişelendi. Çünkü Astronot’un Umuttepesi’ne çıkmaması olağan dışı bir şeydi. Annesi ve çocuk koşar adımlarla Astronot’un evie gittiler. Kapıyı çaldılar, açan olmadı. Çocuk, Astronot’un beklediği şeyin geldiğini ve onu alıp başka bir gezegene götürmüş olduğuna inanıyordu. Astronot için mutluydu ama onunla o gitmeden önce son bir kez konuşmayı çok isterdi. Astronot kendisine söz vermişti. Eğer Astronot yıldızlara giderse gelip onu alacaktı. Astronot’un verdiği söz çocuğu rahatlatmıştı.
Anne kapıyı çalmaya devam ediyordu. Kapıyı açan olmayınca komşulardan kapıyı kırmak için yardım istedi. Birkaç işi kapıya omuz atıp onu kırdılar. Kapıyı kıran kişiler, anne ve çocuk içeri girdiler. Ev çok sade ve düzenliydi. Duvarda Astronot’un ve annesinin fotoğrafları, uzayla ilgili posterler, gezegen ve yıldız resimleri asılıydı. Çocuk bu resimlere bakarken diğer odadan birinin bağırdığını duydu. “Çabuk buraya gelin. Astronot burada!” Çocuk sesin geldiği odaya koştu. Astronot, yeşil tek kişilik bir koltukta astronot kıyafetleriyle oturuyordu. Kafasında kaskı olduğu için yüzü görünmüyordu. Elinde planetfonuyla hareketsiz duruyordu.
Komşulardan biri Astronot’un nabzını ölçtü. Derin bir nefes alıp üzüntüyle “Ölmüş” dedi. Çocuğun annesi ağlamaya başladı. Çocuksa Astronot’un ölmüş olabileceğine inanmadı. Çünkü orada, o yeşil koltukta oturan kişinin Astronot değil Astronot’un klonu olduğuna inanıyordu. Ona göre Astronot şimdi başka bir gezegende hayal ettiği hayatı yaşıyordu. Komşuları kaybolduğunu sanıp telaşlanmasınlar ve onu aramaya kalkmasınlar diye de yerine ölü bir klon göndermişlerdi. Zamanı geldiğinde de Astronot söz verdiği gibi gelip kendisini alacaktı. İşte çocuk buna inanıyordu. Komşuların “Astronot öldü.” söylemlerine aldırmadan klon Astronot’un elinden planetfonu aldı ve Umuttepesi’ne Astronot’un gelip onu almasını umut etmeye gitti. Çünkü umut edince gelmesini istediğin şey günün birinde mutlaka geliyordu. Astronot öyle söylemişti ve şimdi o da umut gemisiyle gittiği limanında, ait olduğu yerde, özgürlüğüne kavuşmuştu.
Huzur dolu bir öyküydü. Astronot ve çocuğun dostluğu etkileyiciydi. Sonu beklediğimden farklı gelişti ama çocuğun bakış açısından çok güzel aktarılmış. Bu ayki seçkide herkes bir bakıma içini dökmeye çalışmış gibi geldi bana. Günümüz dünyası, sorunlar ve bunlardan uzaklaşma isteği.
Çok teşekkür ederim. Beğenmenize çok sevindim. Çok haklısınız bu arada. Astronot’u bu şekilde anlatarak günümüz sorunlarının hayalleri olan insanları nasıl etkilediğine de değinmeye çalıştım.