25 senelik sanat hayatı boyunca yaptığı hiçbir tablo maddi ya da manevi bir dönüşüm sağlamamıştı. Picassovari bir gelecekle ölümünden sonra değerinin ortaya çıkacağını ummak yerine, hayattayken bir karşılık görebilmek istiyordu. Bütün bu zorlama düşüncelerin sanatının özgüllüğünü zedelediğini biliyordu ama “bu hırsın kattığı sos da yine baştan aşağı insana dair bir yaratımdır” diyerek geçiştiriyordu.
Sokaklar, vitrinler ve sergilerle ilgiyi üzerine çekmeyi denedi. Ancak buralardan sonuç alamayınca sosyal medyaya çıkmaya karar verdi. Tablolarının düşük çözünürlüklü resimlerinden ziyade paylaştığı, ana konudan uzak, kısa içeriklerle topladığı takipçileri pek fazla bir şey ima etmiyordu. Sekiz aylık bir süre geçmiş olmasına rağmen hâlâ tek bir kişi bile paylaşılan resimler hakkında yorum yapmamış, yergi ya da övgü paylaşmamıştı.
Bir gün başka bir çözüm yolu ararken sosyal medyada yer alan bir resim dikkatini çekti. Resim, 30’lu yaşlarında, açık süt beyazı teniyle tezat oluşturacak kadar koyu saçlara sahip bir kadının portresiydi. Stüdyo çekimi kadar pürüzsüz ve yüksek çözünürlüğe sahip olan bu sıradan portrede beklenmedik tek bir unsur vardı; resmin sol alt köşesine yarı saydam bir fontla eklenmiş olan metin:
“Bu resim yapay zekâ tarafından üretilmiştir.”
Paylaşıma ait yorumlar ikiye bölünmüştü: “teknoloji” ve “sanat.” Teknoloji tutkunları bütünüyle büyülenmişken sanatseverler bitmek bilmeyen bir tartışma içindeydiler: “Sanat tehlike altında mı?”
İlgi çekici bir konu diye düşündü ve hamlık dönemine ait, çoktandır gözden çıkmış ama atmaya kıyamadığı bir tablosunun resmini “Bu resim yapay zekâ ile üretilmiştir” metnini birebir ekleyerek paylaştı. Sonuç dudak uçuklatıcıydı! Gönderinin altına sadece bir hafta içinde, takipçi sayısının iki misli kadar yorum düşmüştü. Çoğu anlamsız olsa da, yapay ve gerçek, kimin ürettiğine aldırmaksızın resmi eleştirmeye çalışan kişiler de vardı.
Eskilerini biraz daha karıştırdı. Artık yüce insan grubunun insafına sunabileceği uygunlukta üç tablosu daha vardı. Üç hafta boyunca peşi sıra bunları da o sihirli metni ekleyerek paylaştı:
“Bu resim yapay zekâ tarafından üretilmiştir.”
Bir ayın sonunda takipçi sayısı beş misline çıkmıştı. Eski paylaşımlar görmezden gelinmeye devam ederken son dört paylaşımı için sürekli olarak yeni bildirimler geliyordu.
“Demek ki sanat artık bu,” diyordu kendi kendine. “İnsana ulaşmayan sanat, sanat olsa bile değer kazanmaz.” İkna olmaya gayret ederek “Ağaçlar bile rüzgâr karşısında eğilerek yaşarlar, o zaman bizim de dönemin getirisi olan teknolojiyi ve geleceği keşfetmemiz lazım,” diye düşünüyordu. Artık yeni tablolarını da o kutsal metni ekleyerek paylaşıyor, bu sayede el emeği yağlı boya tablolarının birkaç ucuz A0 baskısını bile satmayı başarıyordu.
Kitlelerle iletişimi arttıkça “Olması gereken bu!” diyerek üretime(!) devam ediyordu. Ancak bir yılın sonunda ulaştığı nokta onun zirve noktası olmuştu. Teknolojinin sıradanlaşması ve sanatseverlerin ilgisini kaybetmesiyle birlikte ilerleyişi durmuştu. Sonraki beş yıl boyunca sipariş üzerine yaptığı tabloları “yapay zekâ üretimidir” diye satarak geçimini sağlayabildi, ancak sonrası muallak…
İlk tablolarına ismi yerine sadece imzasını ekleyen bu sanatkarın gerçek kimliği hiçbir zaman öğrenilemedi. Böylece, yapay zekâya atfedilmeyen bu eserler, yıllar sonra bile anonim olarak müzelerde sergilenmeye mahkûm edilmiş oldu.
- Yapay Zekâ Tarafından Üretilmiştir - 1 Eylül 2024
- Lokman Hekim’in Son Dileği - 1 Ekim 2020
- Çipler ve Hisler - 1 Ağustos 2020
Başlığı görünce önyargılarımın esiri olsam da okudum. Hikaye yazmaktan ziyade sitem ve dertleşme çabası içine girdiğinizi düşündüm =).
Fikir hoşuma gitti. Umarım o kitap bir gün tamamlanır.