Öykü

Boz Bulanık Bandosu: Sulara Sellere Şarkı

Anacadı:

Anacadı sokaklarında bir ayaklanma var. Uzun süredir bastırılmış büyücüler isyan ediyor. Kısıtlamalara, yasaklara ve en önemlisi Anacadı halkına karşı yabancılaştırılmaya isyan ediyorlar.

Gürültü ve bağrışmaları yatıştıran namlu patlamaları oluyor. Jandarma ile çatışmalar esnasında birçok genç büyücü yaralanıyor, bir kısmı da ölüyor. Öldürülüyor demek daha doğru olur. Yenildiklerinin farkında, büyücüler dağılıyor.

Bir jandarma birliği, kaçan büyücü sürüsünü inlerine kadar takip ediyor. Bu birlik ölümcül silah taşımıyor, yanlarında ancak ağır bir balyoz var. İki uyarıdan sonra, üçüncüsünü beklemeden balyozu indirerek kapıyı kırdılar. İçerideki herkesi derdest ettiler, büyücülerin değerli eserlerini talan ettiler. O eserlerin arasında, büyücülerin eğitimi için kullanılan antik büyü kitabı Verus Artifiçalis de yağmalandı.

Nehir:

Bu anlattıklarım şu anda olmuyor. Hatta, bunları yaşamış olanlar arasında da yokum.

Ben, bir su şamanıyım. Belki de su şamanlarının sonuncusu. Bu yaşlı nehir, bin yıldır akan bir acıdır, şimdi ise Anacadı’nın kanıyla bulanmıştır. Genç büyücülerin feryâtları, akıntıyla bir yüreğime akıyor.

– 19 yaşımda Büyücü Azatlık Harekâtı Şifa Birliklerini kurduğumuzda ne heyecanlı günlerdi. Ne ümitli günlerdi o zamanlar.

Dökülen kanlar bana fısıldıyordu.

– Şimdiyse 31 yaşımda gördüğüm vahşettir. Şifadehendeler katledildi. Şems, Gregor, öz kardeşim Rişar… hepsi gitti.

Hiddet ve öfke doluydu.

– Onun acısı hiç geçmeyecek. Namussuz orospular! Çocuklarımın intikamını almak istiyorum, ama o öç kursağımda kalacak. Verus Artifiçalis‘i çalıp onu okumasını bilen büyücü mektebindeki bütün müderrisleri de tutukladılar. Ortalıkta görünmemeliyim, benden de ifade isteyebilirler. Görünmemeliyim. Görünmemeliyim. Görünmemeliyim…

Ben son su şamanıyım. Siyasi oyunlara karışamam. Atalarımdan taşıdığım miras tehlikede. Ölmekten korkmamın tek sebebi, görevimi bir halifeye devredemeden ölmek. Atalarımın feryât ve çığlıkları arasında ömrüm tükenesiye hapislerde çürümeyi düşünemiyorum. Düşünemiyorum.

Fakat son su şamanı Kris, aynı zamanda Anacadı’da raconu kesen bir tayfasının bir parçası. Kris: Boz Bulanık Bandosu’nun vardası.

Yeni bir tehlike kapıda. Ekibimi uyarmak benim görevimdi. Akıntıyla bütünleşerek, yüzebildiğim kadar hızlı yüzdüm. Dağları, çiçekleri, her şeyi geride bıraktım. Şehrin sinesine yaklaştıkça leş kokusu beni sardı, damarlarımı sıkan bir zehir gibiydi. Kokunun en çekilmez olduğu yere varana kadar yüzmeye devam ettim…

Viran:

— AAAAAAAAAAAAAAAA!

Ciğere zararı dokunduğu kadar kulaklara da hasar vardı Anacadı’nın bu bedbaht köşesinde. Haritalarda adı bile geçmeyen bu köhne semtin lakabı bizim için sadece Viran’dı.

—PITIR PITIR PITIR

Koşan bir adamın ayak sesleri, çığlığın ardından gelen sessizliği bozdu.

— NEREYE KAÇTIĞINI ZANNEDİYORSUN PİÇ HIRSIZ!

Sudan çıkmaya tenezzül etmeden dehşet dolu bir başka ses yükseldi. Tanıdık bir sesti bu.

—GÜM

Âdeta savrulan bir gürle gibi çok ağır bir darbenin sesini duydum. Ve bir tane daha. Ve iki kez daha. Sonra sessizlik çöktü. Hafif hışırtılar arasında, kendimi toparlayarak sudan çıktım.

— ABLAAA, ABLAAA GEEEEL! GEEEEL BACIIIIM!

— ÇANTAAAAAN BURDA!

Yamuk’tu bu. Bozların kas gücü, olmazsa olmazımız. Ayı gibi bir adamdı Yamuk, o yüzden ona böyle bir lakap yakıştırmıştık. Onu sokağın köşesinde karşıladım ve beraber yürüdük.

“Hiç üşenmedin ha,” dedi Kris, sırıtarak. “Senin mesain iki saat önce bitmişti.”

Yamuk bana döndü ve kaşlarını çattı. “Bozlar’ın bu sokaklarda namussuzluğa hiçbir zaman yer yok, mesai fark etmiyor.”
“Ah keşke bu millette de senin gibi bir iş ahlakı olsa, dostum,” dedim, oflayarak.

Yamuk güldü: “Doğrusu ben de hayret ediyorum. Bu kapkaççılar sokaktaki zavallı kadınların çantalarını yok etmek yerine…”

“Sihirbaz mı olsalar?” diye sözünü böldüm.

Yamuk bir an duraksadı, alınmıştı. Sonra homurdandı: “Hadi canım…”
“Böyle meydanda konuşmaya utandığın gibi sonraki garibanı dövdüğün zaman az daha sessiz dövsen iyi edersin,” dedim, göz kırparak.

Anacadı sokaklarında büyü, sihir lafı etmek her zaman tehlikelidir. Çocuklardan bile “ben Zagor gibi şimşek atıyorum,” diyen olsa polisler utanmadan onu da içeri atıyordu. Güvenli bölgeler dışında büyü konusunu açmamak lazımdı. Bizim güvenli bölgemiz Viran Kahvecisiydi.

Viran Kahvecisi:

Yamuk ile Viran Kahvecisi’nin kapısından içeri girdiğimizde, loş ışıklar ve kahve kokusuyla dolu salaş mekan bomboştu. Sadece kenardaki bir masada iki tanıdık sima vardı: Gahel ile Elena. Gahel, hafif kırlaşmış saçları ve bilge bakışlarıyla kahvesini yudumlarken düşüncelere dalmıştı. Elena ise genç güzel yüzünde endişeli ve biraz da şirret bir ifadeyle ona bakıyordu.

Elena’nın sesi gergindi: “Burayı daha ne kadar açık tutabileceğiz?” diye sordu.

Gahel, sakin bir şekilde başını kaldırdı: “Elenacım, bu kahve dışında başka gelir kaynaklarımız olduğunu da biliyorsun. Ve senin kıymetli bir şerik olduğunu hatırlatmak isterim.”

“Ne başka gelir?” diye patladı Elena. “Aleks salağı neye dokunursa batırıyor. Soğukkanlılığı hepimizi bitirecek!”

Gahel, gülümseyerek elini kaldırdı: “Sakin ol, sakin. Bak kimler gelmiş!”

Tipi birbirinden farklı dört kişi, masanın etrafında toplandık. Bir tarafta cılız ve sıska ben, diğer tarafta dağ gibi Yamuk. Karşımızda ise yakışıklı, hafif yaşlı Gahel ve zarif, genç Elena. Diyafoni. Su şamanının masasındaki hemdemleri de birer büyücüydü. Bu dörtlü, Boz Bulanık Bandosu’nun üyeleriydi. Tayfamızın ismiydi bu. Tiplerimizin neden bu kadar farklı olduğunu soranlara, “Biz bir orkestrayız,” derdik.

Yamuk zaferini kutlamak istiyordu: “Ne bu somurtma? Şu an kutlama zamanı!”

Gahel hafifçe gülümsedi: “Bugün senin hangi yaramazlığını kutluyoruz acaba?”

Yamuk göğsünü kabarttı: “Gelirken bir kapkaçı bir güzel yakalamışım!”

“Ve bir güzel de dövmüşsün(!),” dedim.

Yamuk dudak büktü: “Ulan, bu pazular burada paslanıyor! Asıl, şehre inip oradaki pisliklere bir güzel hadlerini bildirmek var.”

Elena alay etti: “Gel kuçu kuçu! Otur! Olduğun yerde kal!”

Gahel Elena’yı ayıplıyor gibi baktı: “Ay Elena! En son Yamuk’a köpek gibi davranmayacağına söz vermiştin.”

Elena omuz silkti: “Oysa Yamuk da adam olacağına söz vermişti.”

Yamuk yumruklarını sıktı: “Elena, biliyorsun ki ben bu tarz laflara yumruklarımla cevap vermeyi seviyorum.”

Gahel içini çeker: “Oğlum sen de sıkıldıkça kavga çıkartıyorsun. Ne zaman akıllanacaksın?”

Bunların susacağı yoktu. “Su Tanrısının adına bir dakika susun!” dedim.

Yamuk kaşlarını çattı: “Senin şu uyduruk Tanrına başlatma beni şimdi!”

Kendinden emin Elena “Evet, rahat ver Yamuk’u ben terbiye ederim. Sen şu garip inançlarını karıştırma, olur mu?” diye onayladı.

Sinir olmuştum: “Senin inandığın ne var ki?”

— Benim inandığım Bozlarımdır!

Soruyu içeri giren adam cevaplamıştı. Yakışıklı, yüzü mermer bir heykeli andıran adamın uzun pelerini, sanki içinde gece semalarını gizliyordu. O Aleks’ti, Boz Bulanık Bandosu’nun başı.

Yamuk, saygıyla ayağa kalktı: “Bak kim gelmiş?”

Elena o alaycı edasıyla “tam da seni konuşuyorduk, biliyor musun Aleks?” diye cevapladı.

Aleks, Elena’yı düzeltti: “Şefim Aleks, bundan sonra!”

Elena beğenmedi bunu: “Iy! İğrenç. Sana asla şef demiyorum.”

Aleks istifini bozmadı: “Artık müfettiş olduğuma göre, o beni bu grubun şefi yapıyor sayılır.“

Gahel de Aleks’i şımartmadı: “Ha! Polis için danışman oldun diye havalara girme hemen.”

Sordum: “Danışmanlık dediğimiz.. Rakip büyücülere karşı mı danışmanlık?”

Aleks gülümsedi: “Elbette. Malzeme ile Mücadele’nin biz de bir parçası olduk.”

Elena daha sinirliydi: “Aleks, biz diyorsun fakat bir tek sen o hınzırlarla resmiyette çalışıyorsun.”

Aleks diretti: “Doğru, resmiyette bir ben varım. Ama bu işten alacağım maaş hepimizin hayrına. Boz Bulanık Bandosu’nun kazandığı temiz para.”

Elena “vay bizim hayırsever!” diye tersledi.

Bozlar gülüşüp konuşmaya devam etti.

Aleks’in keskin bakışları, yüzümdeki zoraki gülümsemenin ardındaki hüznü yakalamıştı. Bana döndü. “E Kris! Bugün kutlama günü! Ama sanki senin içinde bir fırtınalar kopuyor.” Aleks’in insanları böyle kolayca okuyabilmesi zamane büyücüleri için bile hayret vericiydi.

Sesim titredi: “Bugün aslında.. bir yas günü. Aleks, senin bu müfettişlik fırsatı için polislerle ne kadar uğraşarak pazarlık yaptığını biliyorum. Biliyorum ama…”
Aleks “Sakin,” dedi.

Herkes susmuştu. Herkesin bakışları Kris’e çevrildi.

“Bunu biliyorum ama o ortak olduğun aynı polis birlikleri büyücüleri katlediyor. Daha bugün onlarca genç büyücüyü katlettiler. Ve ben o ölümlere şahit oldum, ölülerin kanları bana ulaştı. Kavuşamadıkları hayalleri ve kaybettikleri hayatları için için dinledim.”

Yamuk’un gözünden bir yaş süzüldü.

“Dahası var. Polisler büyücü kalabalıklarını geri püskürttükten sonra ilerlemeye devam etti. Büyücü üslerinden birini bastılar. Büyücüleri gözaltına almanın yanında önemli bir eseri de çaldılar: Verus Artifiçalis’i.”

Aleks sandalyesinde hafif geriye yaslandı. Gahel ise başını eğdi, Verus Artifiçalis’in çalınmasının ehemmiyetini anlamıştı.

Gahel mırıldandı: “Verus Artifiçalis. Adeta başka bir dünyadan gelmiş bir büyü kitabı gibidir o. O kitabın dili günümüz milletlerince konuşulmaz. Okumasını bilen ender büyücüler kitabı okumayı çıraklarına öğretir. Fakat o okuyanlar dahi sözlerin hepsinin anlamını bilmez, büyüleri ezberden öğrenirler. Bu yüzden o kitap son derece nadirdir ve çoğaltımı haşmetli bir iştir.”

Aleks, kaşlarını çattı: “Peki devlet eski bir kitapla ne yapsın?”

Başımı salladım: “Zannedersem sadece büyücü mektebini kapatmak değildi amaçları.”

Elena tırnaklarıyla oynuyordu: “Polis genellikle büyücülerin binaları boşaltmak ya da yıkmak ile yetiniyor. Böyle yağmalamayı yakıştıramadım doğrusu.”

Gahel onayladı: “Ben de yakıştıramadım. Zamanla her şey değişir. Mücadele değişir, mücadele edenler değişir, mücadele biçimi değişir.”

Aleks, Gahel’e döndü: “Son zamanlarda bir söylenti dolaşıyor. İddiaya göre devlet büyülü silahlar geliştirmeye yönelik gizliden bir proje yürütüyor.”

Yamuk öfkelenmişti: “Ne lan o öyle? Güya büyülü silahlar yasaktı!”

Gahel devam etti: “Evet, büyücülerin silahlarına efsun yapmaları cezalandırılan bir suç. Anlaşılan o ki bu tavırda bir değişim var. Devlet, büyülü silah kullanmak konusunda kendine ehliyet vermek istiyor.”

Elena heyecanla bana döndü: “Kris! Tutuklanan büyücülerin nereye götürüldüğünü biliyor musun? Tahminimce kitap da onlar ile aynı yere götürülmüştür.”

Kris’in eli cebine gitti. Eli tekrar göründüğü zaman masaya bir şişe bıraktı. Tıpasını çektiği gibi bir şeyler fısıldadı. Şişenin içindeki su yukarı doğru akmaya başladı. Su bir kristal küreyi andıran bir şekil aldı.

“Su küresine odaklanın. Şu işaret ettiğim, Viran. Bu da Anacadı Nehri. Sabah Viran’dan epey aşağı yüzmüştüm. Parmağımı izleyin. Evet, yaklaşık burası. Nehri kirleten akıntı arkamdan geldiğine göre orta bir noktadan aşağı doğru akması lazım. Anacadı’nın iki yanındaki kollara dikkat edin. Bunlardan, zannedersem.. şu nokta! Kuvvetlerden kaçan bir takım yaralı büyücü buradan suya atladı.”

Kris’in son sözlerine cevaben bu kez de Aleks masaya bir harita serdi.

“Polis ve askerlerin üslerini gösteren böyle bir haritaları var. Kris’in gösterdikleriyle şu haritayı eşleştirirsek eğer.. Bu adliye olmalı! Eski Üniversite Kütüphanesinin yanındaki adliye!”

Gahel katıldı: “Evet, kesin orası olmalı! Madem maksat silah geliştirmek, kitabı âlimlere yakın muhafaza etmeyi tercih edeceklerdir.”

Elena tereddütlüydü: “Ya kitabı şehrin öbür tarafında taşıma ihtimalleri yok mu? Öylesi daha güvenli.”

Gahel savunmaya geçti: “Kitabı sadece bazıları okuyabildiği için okumuş büyücülerden çok uzak tutamazlari. Bu yüzden Aleks’in tespitine katılıyorum.”

Yamuk heyecanla masaya vurdu: “Al işte, bulduk! Yüzlerine maytap patlatıverelim olup bitsin!”

Elena, Yamuk’a tiksintiyle “Salak herif,” dedi.

Gahel başını eğdi: “Vur kaç yapacak halimiz yok.”

O an herkes sustu: Aleks uzun saçıyla oynamaya başladı.

Titrek bir sesle konuştum: “Aleks, hayatında yeni bir sayfa çevirmeye çalıştığını biliyorum ama..”

“Ama soygun planı yapıyoruz!” diye atıldı Aleks.

Yamuk sevinmişti: “O-ley!”

Elena da somurttu: “Of, gene başladılar!”

Aleks parmaklarını pelerinin içine soktu. Elinin bir hamlesiyle bir kalem çıkartı ve çevirip haritayı karalamaya başladı. “Verus şuradaki adliyede saklı diye varsayıyoruz. Ben müfettişlik rozetim ile girmeye izinli olsam da içeri girip çıktığımda eser kaybolursa benim aldığım çok belli olur. O yüzden içeri giren kişi Aleks olmayacak. Mümkünse adliyeden bile olmasın.”

Gahel elini göğsüne bastı: “Sanırsam bir âlimin kılığına girebilirim.”

Aleks, “Pek güzel olur”, dedi.

Elena’nın gözleri parladı: “Madem şu köşede bir üniversite kütüphanesi var, girip çıkan oluyordur. Doğru zamanda doğru kişiyi kaçırsam…”

Aleks uyardı: “Aramızdan kimsenin yüzünü görmedikçe tamamdır. Gün batımına yakın çıkarsak, şu konuma doğru ilerleyelim. Bir saklanma büyüsü işimizi görür. Büyümün çevresi çizdiğim şu çember kadar.”

“Gelip geçenleri izlememiz gerekecek. Elena’nın fırsatı yakaladığı zaman bir araştırmacıyı bize doğru çekecek. Çembere doğru. Dışarıdakilere görünmeyecek kadar bize yanaşınca anında bayıltıp kimliğini alacağız. Gahel mağdurumuzun kılığına girip adliyeden içeri girecek. Emin olabilirsiniz ki bu herifler bir büyü kitabını âlimim diyene veriyorlar. Nasıl olsa büyü yapamayacağını zannettikleri için. Yani Gahel, kılığa girmiş Gahel, hiçbir şey kırmadan, hiç kimseyi incitmeden uysal uysal kapıdan dışarı kitap ile çıkacak. Çembere ulaşırsa oradan kaçışımız gayet kolay olacaktır.”

“Ben, Yamuk, Kris her daim çemberin içerisinde kalacağız. Ancak bir aksilik olduğu takdirde dışarı çıkılacak. Elena da elemanı hallettikten sonra çembere dönecek. Ondan sonrası sadece Gahel’in güzel bir rol yapmasına kalıyor.”

Zor görünen bir görev için Aleks yine çok kolay bir çözüm bulmuştu ve fikir herkesçe tasvip edildi. Bozlar gün batımına yakın gene kahvecide buluşmak üzere dağıldı.

Nehir:

Doğrusu, o saati beklerken yapacak hiçbir şey bulamadım. Gene suya atlayıp yüzmeye başladım. Yüzdüm, yüzdüm, daha yüzdüm… Kris sonunda nasıl olduysa nehri boyamış kanın kaynağını buldu. Bu saatte başka kimse yoktu orada. Gören biri, şehrin bu boş köşesinin unutulmuş bir zamana ait olduğunu zannedebilirdi. Halbuki Viran’ın yanında burası cıvıl cıvıl bir semtti. Jandarmanın müdahalesiyle sakinler meskenlerine kapanmış, sokakta gezenler uzaklaştırılmış ve yenileri gelmesin diye de barikatlar örülmüştü.

– Görünmemeliyim.

Kanın sesi yine yankılanıyordu.

– Görünmemeliyim.

Nehire bakacak biri suyun ne kadar berrak olduğuna hayret ederdi.

– Görünmemeliyim.

O ses, benim içimden mi geliyordu?

Hislerle, anlamadığım hislerle dua etmeye başladım. Büyücülerin kurtuluşu için, ölenlerin huzur bulması için ve Bozların akşam muzaffer olması için.

Gece Sokakları:

Boz Bulanık Bandosu Viran’dan yola çıktılar. Beş kişi bir soyguna gitmek nadirdi ancak bu görev her bir Boz için şahsi bir mana taşıyordu. Yamuk ve Kris’in bu planda rolü bile yoktu, ona rağmen katılmışlardı.

Yamuk bu kadar sessizliğe daha fazla dayanamayacaktı. Yüzü gitgide ekşidi ve sonunda o müthiş aklına(!) yakışır bir laf etti:

“Aleks bekar, Elena bekar. E siz ikinizi ne zaman beraber göreceğiz?”

Elena tereddüt etmeden saniyesinde Yamuk’u kırbacıyla vurdu. O kadar hızlı şaklatmıştı ki Yamuk’u vurduğu anca acı dolu o çığlıktan anlaşılırdı.

Gahel, “Bırak oğlum. O ikisinin evleneceği yok.” dedi.

Aleks onayladı: “Sevgili olmaya da niyetimiz yok.”

Elena: “Aleks ile aramızdaki ilişki sadece şirket ortaklığından ibaret, Yamuk. Küçük kafana bunu sok.”

Elena gene Yamuk’u kırbacıyla vurdu. Aleks sanki hafif gülümsedi.

Elena devam etti: “Zaten, hayatına girip çıkan onlarca kadının yanında ben Aleks için öyle bir önem ifade etmiyorum”

Uzun bir sessizlik oldu. Ne ilginçtir, daha önce konuşmak istemiyorken sessizliği bölen Elena oldu:

“Zaten onun yok mu o fahişesi?”

Aleks’in yüzün kızardı: “Katya onun adı. Fahişe değil.”

Elena alay etmeye devam etti: “Tamam adı fahişe olmayabilir, ama kendi fahişe.”

Gahel ikisini yatıştırdı: “Gençler, gençler! Şirket toplantısında hiç yakışmayacak laflar ediyorsunuz.”

Kris, Gahel’in bu espirisine hafiften kikirdedi. Diğer Bozlar da tebessüm etti. Hava öyle bulutluydu ki daha güneş batmadan etraf kapkaranlık olmuştu.

 Adliye Yakını:

Adliyeden görüş mesafesindeki sık çalılıklara yerleştik. Aleks’in talimatları gibi beş kişi bir çember oluşturdular. Aleks bulduğu bir dal ile yerde bir halka çizdi. Yerdeki izlerin fark edilmemesi için özellikle adliye ile aramıza bir çalı almıştık. Aleks tuhaf bir mum çıkartarak tam çemberin merkezine yerleştirdi.

“Bu büyü yalnızca görünmemizi engelleyecek. Fazla ses çıkarmamaya özen gösterin. Özellikle Yamuk arkadaşımızdan sessiz olmasını bekliyorum.”

Yamuk utangaç bir çocuk gibi başını eğdi.

Aleks’in mumu yakmasıyla o parlak ışık bir an gözlerimi kör etti. Görüşüm düzeldiğinde Bozları tekrar görebiliyordum. Elena önde bekliyor; Gahel, ben, Aleks ve Yamuk arkaya dizilmiştik. Bekledik. Çalıların ardında yürüyen üçerli insanlar kayboldu. Çiftler kayboldu. En sonunda da yalnız başına yürüyenler kayboldu. Bizim susmamızla dünya susmuş gibiydi.

Bekledik. Güneş artık iyice batmış gökyüzü kapkaranlık olmuştu. Adliye binasında ışıklar yakılmış, hatta bir an adliye daha bir parlamıştı. Adliye kapısından dışarı çıkan iki genç jandarma belirdi. İkisi, biri solundan ötekisi sağından tutarak büyük bir kutu taşıyorlardı.

Gahel fısıldadı: “Gecenin ilk aksiliği.”

Anlamıştım. Biz kitabı ele geçirmek için adliyeye girmeye hazırlanmıştık, halbuki kitap adliyeden dışarı çıkıyordu. Kutunun büyüdüğünü gördükçe Verus’un kağıt yerine ağır, deri ciltli bir kitap olduğunu anladım.

Elena atıldı: “Çabuk davranırsak ikisini de halledebiliriz.”

Aleks mani oldu: “Bu kez olmaz. Hatırla Elena, bu soygunda iz bırakamayız!”

Elena’nın hayal kırıklığını hissettim. Sanki amacını yerine getirememişliğin getirdiği bir hüzündü bu. Tam bu sırada jandarmaların nereye döndüğünü fark ettim.

“Kitabı kütüphaneye götürüyor olmasınlar yoksa?” dedim.

Gözler jandarmalar ile bir döndü. Evet, gerçekten de kütüphaneye doğru sapmışlardı. Anlar sonra kütüphaneden içeri girdiler.

Yamuk, “Gözümüz aydın!” dedi.

Aleks toparladı: “Öyleyse plan değişti. Gahel’in kütüphaneye girmesi lazım.”

Dakikalar sonra bir kafile insan kütüphaneye doğru ilerledi. İki yanlarında jandarma vardı. Ortadakilerin gözlüklü, gömlekli tiplerinden âlim oldukları belliydi.

Aleks bozuldu: ”Fakat bu iyi olmadı. Korumalar var.”

Gahel, “Aralarına sızmam imkansız olur,” diye hayıflandı.

Aleks, “Bu ilk grubun bölünmesini beklemek zorundayız,” dedi.

Beklediler de. Kalabalığın kütüphane önüne geldiğini gördük. Korumalar kapıyı açtıktan sonra yanlara çekildi. Âlimler de kapıdan içeri girdi.

Gahel şaşırdı: Daha yağmalamanın ilk gününden bir kitap incelemesi.

Âlimlerden sonuncusu da binaya girdikten sonra korumalar dışarıda beklemeye devam etti. Görevleri henüz bitmemişti, ancak beklenmedik bir şey oldu. Korumalardan biri pozisyonunu bozarak diğerlerine bir şeyler söyledi. Ne olduğunu bilmemiz mümkün değil, belki yeni bir görev yüzünden bu görevi terk etmek zorunda kaldılar. Belki de nasıl olsa kütüphaneye gecenin bu saatinde kimse gelmez diye evlerine gitmeye karar verdiler. Her neden olursa olsun, korumaların hepsi konumlarından ayrıldı.

Aleks sevinmişti: “Önümüz açıldı.”

Elena, “Öyleyse son olarak Gahel için bir kılık bulmak kalıyor,” dedi.

Aleks’in bir fikri vardı: “Şimdi belki âlimlerden biri evine erken döner. Diğerlerinden ayrı yakalarsak gafil avlarız. Adamı nasıl bayıltacağını düşündün mü?”

Yamuk, “Çemberin içine çekerseniz, kafasına bir sağlam yumruk indiririm,” diye teklif etti.

Elena geri çevirdi: “Rica ederim Yamuk. Fakat yüzlerimizi görme ihtimalini göze alamayız. Bu yüzden hazırlıklı geldim.” Elena ceketinin arasından kurmalı bir yay çıkarttı. “Uyutucu okla vurmayı düşünüyorum onu. Çemberin dışında bayıltıp öyle içeri almamız lazım.”

İşte bundan sonra uzun bir bekleyiş bizi bekliyor zannetmiştim. Halbuki yanılmışım. Ayak sesleri! Kütüphanenin içinden değil, dışından gelen ayak sesleri! Dönüp baktığımızda alelacele koşan bir adam vardı. Üstünde papyonlu bir gömleği vardı.

Yamuk hafiften gülmeye başladı. Aleks susması için işaret etti.

Yamuk kendini tutmaya çalışıyordu: “Ya-Yani zanneder misiniz? Âlimlerden biri geç kalmış olsun!”

Gahel’in gözleri parladı: “Tam da cuk diye önümüze düşsün!”

Elena yayındaki oku daha kalın bir okla değiştirdi. Yolun bizden uzak tarafına hedef alarak bir atış yaptı.

– FIŞK!

Elena’nın atışı bir havai fişeği gibi patladı! Neye uğradığını anlayamayan adamcağız kendini ters tarafa atıverdi, bize doğru. Elena tekrar uyutucu okunu yerleştirip ikinci atışıyla da adamı ayak bileğinden vurdu. Zavalı adam oku hissetmeden toparlanmış tekrar ayağa kalkmıştı. 2-3 adım attıktan sonra tekrar devrildi ve bayıldı.

Keyfi net düzelmiş Elena bu kez de alametifarika kırbacını çıkardı. O efsunlu kırbacı adeta çektikçe uzuyordu, Yamuk’a sinir olduğu zaman her mesafeden vurabilmesini açıklardı bu. Kırbaç artık bir ağaç boyuna uzayınca, yerdeki adamı hedef alarak bir güzel şaklattı. Düşen kırbaç adamı bir güzel sararak ona yapıştı. Balığını yakalamış bir balıkçının oltasını çekmesi gibi Elena usül usül kırbacı geri çeker. Yerde sürüklenen adam nihayetinde çemberimize ulaşır. Artık görülemeyeceğinden emin olduğu adamı Elena çözerek sırtüstü yatırır.

Elena, Gahel’e döner: “Nasıl soyalım?”

Gahel, “A hiç zahmet etme! Kıyafetlerimi kendim dönüştürebilirim. Bir tek cüzdanını ve çantasını alsam yeter,” demekle yetindi.

Gahel de benim gibi farklı şekillere bürünmeye yetkin bir büyücüydü. Ben suya dönüşüp akıntılara karışmayı tercih ederdim, o ise başka insanların kılığına girer onlar gibi yürürdü. Cüzdanı okuyan Gahel bu ismi hafif bir nefret ile telaffuz etti: “Jewels”. Doğrusu Gahel hiç kılığa girmese bile ikisinin tipi oldukça benziyordu.

Gahel kılık büyüsünü okumaya başladı. Saçı dalgalanmış, fakat rengi aynı kalmıştı. Boyu biraz kısalmıştı. Kıyafetlerinin değiştiğini fark etmeyecektim o Jewels’in papyonu eklenmese. Büyü tamamlanmıştı.

Gahel tekrar konuştu: “Jewels’ı tanıyorum. İlginç bir şahsiyettir, siyasete girmiş bir âlim. Seneler boyunca büyücülerin büyü kaynağını araştırmıştı. Tabii kendi büyü yapamadığı için hep biraz çirkinlemeyle bakar biz büyücülere. İnanın, uyanmasa şu an burada tekme atmayı o kadar isterim ki şu çirkin suratına. Fakat bugünlerde kendine yeni bir sayfa açmış, politikacı olarak kendini tekrardan yaratmıştır. Siyasette ne kendi araştırmalarından ne de büyücülerden bahseder. Hiç bahsetmez, o iki hayatı ayrı tutar. Belki de iki işin arasındaki koşturmacadan dolayı bugün buraya geç kaldı.”

Gahel, Jewels’in çantasını iyice inceledikten sonra çantayı omuzlar.

Gahel devam etti: “ ‘Kitabı kendim incelemek isterim,’ diyerek yanımda götürmeye çalışacağım. Engel olacaklarını hiç zannetmiyorum. Kütüphaneden çıkarsam çembere gelmemle iş olmuş bitmiştir. Yalnızca, Elena’dan ricam pusuya uğramamam adına etrafı gözetlemesi.”

Elena bunun üzerine silahını değiştirdi ve dürbünlü tabancasını çıkardı.

Gahel: Elveda Bozlar!

Gahel, çemberin dışına çıktığı zaman artık Jewels idi. Jewels kütüphaneye doğru yollandı. Kapıda takıldı. Bir iki defa tıklattıktan sonra kapıyı biri açtı. Jewels kendini açıkladıktan sonra geç kalmış olsa da onu da içeri almaya ikna oldular.

Asıl bekleyiş şimdi başladı. Dört bir yanı gözlüyorduk. Elena kütüphaneden gözünü ayırmıyordu; ben, Aleks ve Yamuk da diğer yönleri izliyorduk. Bir iki damla çiseledi. Aleks mumun yanına gidip ıslanmasın diye üzerine bir tente yerleştirdi. Bekledikçe yağmur şiddetlendi ve hepimiz sırılsıklam olduk. Gök gürledi. Bir kez şimşek çaktı, iki kez şimşek çaktı.. Derken yıldırımları sayamaz oldum. Çok uzun bir fırtınanın ortasında beklemeye devam ettik Gahel’in dönüşünü.

Elena halen Gahel’den bir sinyal alamadığı için pek tedirgindi. Kimse konuşmuyordu ama “acaba Gahel yakalandı mı?” korkusu hepimizi sarmıştı. Fırtına devam ettikçe adeta sel olmuş nehir taşmıştı. Çalıların etrafını akarsu kolları çevrelemişti. Elena ve diğerleri kadar Kris de tedirgindi. İstifim bozulmuştu. Oturduğum köşeden kalktım ve çemberin ucuna yürüdüm.

Elena gördü: “Kris! Ne yapıyorsun?!”

“Belli değil mi? Gahel’i kontrol etmeye gidiyorum,” diyerek yürümeye devam ettim. “Su yolları genişlediğine göre benim de içeri girmem mümkün artık.” Çemberin ucuna ulaşmıştım.

Elena gene baktı: “Dön şuraya! Su kılığından çıkarsan seni koruyacak kimse olmayacak!”

Suya dalmaya hazırlandım. “Plana aykırı hareket ettiğimi biliyorum. Fakat bazen bu işleri akışına bırakmak lazım!” Daldım. Yüzerek suya karıştım. Anlar sonra kütüphanenin su borularına sızdım.

Kütüphane:

Elena haklıydı, Kris ola ki su halinden çıkacak olsa Bozlar’ın başı derde girerdi. Su borularından ilerlemeye devam ettim, yalnızca sesleri dinleyebiliyordum.

– … Bir ulusun gücü ordu gücüdür. …

Durup bu adamın nutkunu dinlemeye başladım.

– Bu bir hayat memat meselesi. Eğer kendimizi savunamıyorsak, Anacadı’nın ne kadar bir bilim yuvası ya da kültür abidesi olduğu hiç önemli değil.

– Fakat bilime aykırı ordular yenilmeye mahkumdur, Kiplik. Geçtiğimiz yüzyılın savaşları bunu gözler önüne serdi.

Kiplik: Svetovski, sen akıllı bir adamsın. Benim dediğim tüfeklerden ok ve yaya geri dönelim değil. Yalnızca büyü gücünü de Anacadı ordusuna katmamız şarttır. Bunu ifade etmek istiyorum.

– Kiplik haklı. Savaşta kazanan daha büyük beyinli taraf değil, daha güçlü olan taraftır. Adalet, denge ve paylaşım gibi aklî değerlerimiz ancak Anacadı’nın gücü mevcut oldukça korunabilir. Ola ki herhangi bir tehdit bizden daha güçlenirse bu değerleri sorgulamak için o gücü bize karşı kullanacaklardır, şüphesiz.

Bu sesin kime ait olduğunu o anda çözemedim.

Svetovski: Ama sizin güç dediğiniz akıl ile gelir. Dediğim gibi ben buraya batıl bir kitaptan kendime ders çıkarmaya gelmedim. Aksine, büyücü ırkının zaaflarını anlamak istiyorum. Ve buradaki tarihî eserin tarihî kalması gerektiğini zannediyorum.

– Büyü gerçek değil! Bunu söylemek niçin size o kadar zor geliyor? Sadece büyücülerin uydurduğu bir yanılsama. Şüphe yok ki kayda düşülmüş ender büyülerin bile altında yatan akılsal bir açıklama olmalıdır. Yalnız bundan yoksun olduğumuz için “büyü” diyerek geçiştiriyoruz.

Kiplik: Ah! Gençliğimde ben de senin gibi düşünüyordum. Bırak hallerine gitsinler, hatalarıyla elensinler. Lakin büyücü kültürü tüm çabalarımıza rağmen yok edilemiyor. Sayıları her ne kadar az olsa da, büyücülerin bir gücü var. Büyülerin bir gücü var hatta.

Gürpınar: Kendimi farklı ifade edeyim. Büyü kavramı yalnızca büyücülerin aklında yer bulmuştur. Büyücü olmayanlar için büyü gerçek değildir, bu yüzden büyü yapamazlar. Büyünün hem gerçek olup uydurma olması aynı anda mümkün değildir, öyleyse büyü uydurmadır ve büyücüler yanılıyordur. Benim buradaki tek amacım büyünün ardındaki pozitif gerçekliği ortaya çıkararak sihiri bozmak.

Kiplik: Dostum sen rüzgarı önüne alacağına, arkana almalısın. … Bunu bekletelim demiştim ama, Jewels rica etsem şu üzerine çalıştığın cihazı çıkarabilir misin?

– Hışır, hışır!

Gahel’in aldığı çantanın hışırtıları olmalıydı bu. Az önce konuşanın da kim olduğu şimdi belliydi.

Jewels: Gençliğimi büyünün kaynağını bulmaya harcadım. O bulmacayı halen çözebilmiş değilim fakat..

Kiplik: Çekinme bizden! Casus masus yok burada. Bak, korumalar da çıktı, sadece dördümüz varız.

Bir an cam bir şeyin sallandığını duydum.

Kiplik: Bir şey yanmasın diye de duvara doğru tutalım…

Jewels: Büyünün kaynağı yalnızca akıl değil. Canlı organizmalarda gizli. Belki hayatın ta kendisinden geliyor.

Bir alet edevatın kurcalanma sesi geldi.

Jewels: Bu elimde tuttuğum modifiye tüfek bir ateş püskürtücüdür. Yalnız içinde yağ yok. Bir dönem üzerine çalıştığım bir ateşbaz tayfası vardı. Onlardan öğrendiklerim sayesinde suni bir ateş püskürtücüsü geliştirdim. Az sonra göreceklerinizin sırrını tutacağınıza güvenerek bu deneyi yapıyoruz…

Sanki bir ocak yakılmış gibi bir ateşin kükrediğini duydum. Kükreyen ateş sonra dindi ve sustu. Alkış koptu.

Jewels: Bu silah, gerçek bir silah değil.

– Çıt

Jewels: Barut yok, yakıt yok. Ateşin kaynağı az önce namluya yerleştirdiğimiz bu güldü. Gördüğünüz üzere kurumuş olması dışında gül tükenmiş değil.

– Pıp.

Jewels: Tekrar vazoya bırakacak olursam zamanla bu gül iyileşecektir.

Kiplik: Gördünüz arkadaşlar! Büyüler gerçek! Jewels bu silahı biraz daha geliştirdikten sonra ordu içinde kullanımı üzerine çalışacağız. Sadece bir…

Svetovski: İtici!

Gürpınar: Korkunç!

Svetovski: Sizin bu ufak gösteriniz bana niçin büyücülerden bu kadar nefret ettiğimi hatırlattı.

Kiplik: Elbette bu son hali değil, bakın Jewels ne kadar çekinerek sergiledi. Biraz nazik olun lütfen!

Svetovski: Jewels sen hiç alınma! Sana saygım var. İkimiz de kendi usulümüzce büyülerin ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Başka bir zaman seninle uzun uzun bu mekanizmanın mühendisliğini konuşmaktan memnun olurum. … Ancak Kiplik’in niyetini pek çirkin ve pek korkunç değerlendiriyorum. Orduda askerlere vermekmiş, bir kişinin dahi bu silahı kullanması fazla.

Gürpınar: Evet Kiplik, dünyada ne kadar az büyü varsa kâr.

Svetovski: Size bir soru yöneltmek istiyorum. İnsanlar niye ateşten korkar?

Jewels: Yanmışlığın tecrübesi.

Kiplik: Evrimsel hafıza.

Gürpınar: Isısının ağırlığı.

Svetovski: Ateş korkunçtur. Orada hemfikiriz. Bizi ısıtan ateş aynı şekilde bizi yakar. Peki söyleyin bana, niçin hepimizin mutfağında buna rağmen ocak vardır?

Kiplik: Pişmemiş yemek daha büyük bir tehlike olduğu için. Elbette ocaklardan yangın çıksa da zaman zaman onları büyük ölçüde kontrol edebiliriz.

Svetovski: Evet, yani ocağın amacının yemek pişirmek olduğu söylenebilir. Ve bu güzel bir amaçtır. Dolayısıyla da ocaklar mutfakların esas bir parçasıdır. … Şimdi gelelim senin ateşbazlara! Onlardan korkar mısın?

Jewels: Korkmam çünkü büyücüler aşağılıktır.

Svetovski: Nahoş geliyor onları düşünmek. Bence bu da yine amaç ile ilgilidir, yahut telos. Ocak yemek pişirmeye tasarlanmıştır, ateşi buna göredir. Normal insanlar ateş saçmaz! Ateşbazlar öyleyse insanlığın dışına çıkmışlardır.

Kiplik: Orduya büyücü almak gibi bir niyetimiz yoktur, asla! E bu cihaz da Jewels’ın ocağı. Ürettiği ateşi kontrollü bir yönde püskürtmeye geliştirilmiştir.

Gürpınar: Anlamıyorsunuz beyler! Bir işe sihir karıştı mı tamamen lekelenir. Kirlenir… Şu vazodan aldığımız çiçeğe bakın bir!

Kiplik: Eski haline döndü işte!

Gürpınar: Silahtan çıktığı zamanki hali düşünün. Hafif kurumuştu, hafif solmuştu. Sihirin her şeyi kirletmesi bunun gibidir adeta, sihir kullanan her şey zehirleniyor.

– Hışır, hışır!

Gürpınar: Size hatta ilginç yeni bir araştırmadan bahsetmek istiyorum. Üniversitemizdeki psikanalistlerin bulgularına göre büyü uzun vadede akıl sağlığına zarar. Büyüye tabii kalanlar, arı kalabilmiş insanların aksine mani ve demansa çok daha sık uğruyorlar. Büyü yapanlar ise daha bile erken yaşlarda deliriyor. Hatta sık büyü yapma da daha hızlı bir akıl dejenerasyonuna sebep oluyor, kötü bir alışkanlık gibi. Anlayacağınız, büyü nerdeyse zarar orada.

Svetovski: Anlamıyor musunuz? Akıl çağında büyüye yer yoktur!

Kiplik: Siz vizyonsuzsunuz, var ya?

Gürpınar: Kiplik, jandarmadan kimse kaldı mı burada?

Kiplik: Sanırım hepsini gönderdik.

Gürpınar: Çünkü adliyeye girip oradaki büyücüleri görmeye fırsatımız varsa.. Benim de göstermek istediğim bir icadım var.

– Hışır, hışır!

Gürpınar: Jewels’ın projesi büyüyü büyücülerden alıyor. Fakat benimkisi büyüleri tamamen yok ediyor! Tabii bu da daha taslak sayılır. Elimdeki bu nesne temas ettiği büyücülerin büyülerini bastırıyor. Anlayacağınız, büyücüleri gerçeklerle yüzleşmeye mecbur bırakıyor. Bu yüzden ona “Gerçeklik Zarı” adını verdim.

Gahel güzel bir rol yapmıştı, fakat şimdi ciddi bir tehlike vardı. Boru boyunca suyu emerek topladım.

Kiplik: E peki madem, saat geç oldu ama belki bizi içeri almayı kabul ederler.

Basınç ile boruyu patlatmayı becerdim.

Svetovski: Neydi o ses?

Kiplik: Ah! Yağmurdan borular mı patladı?

Sular kat arasından aşağı inmeye devam etti. Anlar sonra zeminde ufak bir havuz oluşmuştu.

Araştırmacılar tartışmaya devam etti. Jewels bile hareket etmedi. Kendimi zorlayarak suyun debisini yükselttim. Su artık ayak bileklerine varmıştı.

Kiplik: Buradan çıksak iyi olur.

Eğer buradan beraber çıkarlarsa kitabı ele geçirmek namümkün olurdu. Bir şekilde onları ayırmam gerekiyordu. Yüzerek yerdeki masa ve sehpaları devirmeye başladım.

— Çat!

Svetovski: Adliyeyi boş verin, su her şeyi yutmadan ne bulursanız kurtarmaya çalışın!

Her biri farklı bir tarafa koştu. Sonunda Jewels ve kitap arasında bir şey kalmamıştı. Jewels’dan halen bir hareket görememiştim. Müdahil oldum; Jewels’a bir çelme taktım, düşüp yere kapaklandı. Kitabın durduğu stant ile beraber Jewels’ı sürükledim. Bu kattaki geniş bir camı kırıp öyle dışarı kaçtım. Su halimi o müddet boyunca koruyarak.

Adliye Yakını:

Dışarıda yağmur devam ediyordu. Taşan suyla yerdeki birikinti birleşti. Oradan Aleksler’in beklediği çembere kadar sürükledim Gahel ve kitabın standını. Yanlarına geldiğimizde ancak tekrar insan şekline büründüm.

Çemberin içine girip ellerimle Gahel ve kitabı sürükledim. Elena ve Yamuk bana öfkeyle bakıyorlardı.

Elena bağırdı: “Bu kadar ani davranamazsın! Hiç olmazsa ne yapacağını söyleyebilirdin!”

Yamuk atıldı: “Ya korumalar olsaydı? Bensiz geçemezdin onları!?”

“Yapmam gerekeni yaptım. Kitap da Gahel de bize döndü. Bana isterseniz kızın, ama başka bir yolunu bulamadım,” dedim.

Saatlerdir yağan yağmur aniden durur.

Aleks: Ne demiştim? Ben Bozlarıma inanıyorum!

Gahel ayıldığında artık Gahel’di, Jewels kılığında değil. Gahel tam kendine gelememişti, uyur uyanık bir hali vardı.

Kris: Jewels’ı burada bırakalım, kütüphaneye yakın kalsın. Jewels’ı buldukları zaman olanlardan habersiz olması izimizi korumamız için büyük bir artı olacaktır.

Aleks, Kris’in dediğini onayladı.

Viran Kahvecisi:

Viran Kahvesine döndüğümüzde gün ışıkları görünüyordu. Herkes çok yorgundu. Keyfi yerinde olan Aleks kahve yapıyordu. Kahve yudumlarken duyduklarımı birer birer anlattım. Silah projelerini, orduya büyü gücü vermeyi ve hatta büyünün büyücüleri delirttiğine dair iddiaları da.

Gahel konuştu: “Biliyor musun Kris? Sen olanları benden daha iyi hatırlıyor gibisin.”

Herkes susmuştu …

Gahel devam etti: “Orada olduğum saatler boyunca kim olduğumu unuttum. Bir noktada gerçekten kendimi Jewels zannettim. Belki de bu adamların dediğinde birn gerçek payı vardır. Bir süre büyücülüğe mola vermemde fayda olabilir.”

Aleks sarsılmıştı: “Abicim yapma! Büyüyü senden öğrendik hep. Bizi terk edemezsin!”

Gahel teskin etti: “Rahat ol, Aleks. Bozlar’dan ayrılacak halim yok. Sadece daha az büyü yapmaya çalışacağım.”

Uzun bir sessizlik oldu. Gözler kitaba döndü.

“Bu kitabı tuttuğumuz sürece bizim için büyük bir risk. Bunu vermek istediğim bir tanıdığım var sizin için de uygunsa,” dedim.

İtiraz beklerdim fakat herkes o kadar yorgundu ki karşı çıkan olmadı.

Mektep:

– … Corci Kum mecliste milletvekili için aday olmuştu. Rakiplerinin “o bir kadın” diye karalaması yüzünden ne yazık ki kazanamadı.

– Peki Hocam, Anacadı’da hep mi kadınlar erkeklerin sözünü dinlemek zorunda?

– Anacadı’nın ta kendisi efsaneye göre bir anne figurine dayanır. Ana, Cadı. Denir ki eski bir dilde “cadı,” büyücü manasına gelirmiş. Her şeyi de ben söylemeyeyim, detaylarını araştırmak sana vazife kızım!

– Peki Hocam, sihir gerçek mi?

Hoca da, gözünün ucuyla sınıfın dışında bekleyin Kris’i gördü o anda.

– O da senin vazifen olsun, pazartesine 5000 kelimelik bir yazı bekliyorum!

Kris, müderriseye acil bir durum olduğunu ve görünmeyecekleri bir yere gitmeleri gerektiğini söyledi. Mektebin dışındaki parka gittiler.

Verus Artifiçalis’in sizin büyü grubunuzdan çalındığını biliyorum,” dedim.

Sakladığım iri ciltli kitabı çıkarıp uzattım. Tutmasa düşecekti. Müderrise kitabı aldı ama neye uğradığına şaşırdı.

“Çocuklara ne olduğunu anlat. Bu haftaki büyücüler çatışmasını. Anlatmazsan kimse bunu öğrenemeyecek. Büyücü katliamı kısır döngü gibi devam eder,” dedim.

Müderrise hiddetlenir: “Sen kimsin? Ne diyorsun?!”. Hiçbir şeyi gıdım inkar etmez.

“Ya anan baban evlatlarını sormayacak mı?,” dedim.

“Defol! Git buradan!” dedi.

Kris ile onun bir geçmişi vardı, ancak o geçmiş saklı kalacaktır. Artık Kris’e soracak olsanız o müderrise onun için el alemdir.

Kris

Müderris, talebelerinden her şeyi gizledi. Umarım en azından büyücülere Verus Artifiçalis‘i ulaştırmıştır.

Bozlar da her şeyi gizledi. Aleks’in müfettişlik rolünü sürdürmesi, Viran’daki dengelerin korunması için gerekliydi. Kitabı soran büyücülerle de işbirliği yapılmadı.

Kiplik ve ekibi de kitap ile silahların kaybolduğunu gizledi. Fakat onlar da Bozlar kadar endişeliydi, “acaba kimin eline düştü?” diye. Büyü ve Bilim birlikte büyük bir güçtü ve selin bastığı o gün onlar için ciddi bir kayıptı.

Polis de adliyedeki büyücüleri gizledi. Öldüler mi kaldılar mı bilinmez. Zaten ben Bozlar dışındaki büyücülerle fazla görüşmüyorum. İlgili herkes suskunluğu tercih ettiği için o büyücüler tarihten silindi.

Kris’in sulara sellere şarkısı bu hikayedir. Bu hikayeyi anlatmalıyım, fakat anlatacak kimsem yok. Ondan suya sellere sözlerim. İçimi döküyorum yalnızca. İyisi ben de kaybolup görünmemek istiyorum. Görünmeliyim. Görünmeliyim. Görünmeliyim. Sular alıp götürün beni…

Boz Bulanık Bandosu: Sulara Sellere Şarkı” için 1 Yorum Var

  1. Gerçekten orijinal bir öykü yazmışsınız. Farklı yazım tarzları deneyen yazar arkadaşlarla gurur duyuyorum. Kaleminizin devamını dilerim

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *