Öykü

Zamanı Durduran Kız

Sınıfa ilk gelen kişiydim. Diğerleri bahçede sıra olurken ben herhangi bir sıraya oturtulmuştum. Dışarıdaki uğultu “Dikkat!” komutu ile bitmiş yerini kocaman bir sessizliğe bırakmıştı. “Korkma!” ile okunmaya başlayan marşımız “İstiklal!” ile son bulduğu anda istiklalini kaybetmiş bedenim birazdan sınıfı dolduracak öğrencileri düşününce korkmaya başladı.

Koridorlar öğrencilerin ayak sesleri ile dolduğunda mideme kramplar girmeye başladı. Birkaç dakika içinde her öğrenci ilk bulduğu sıraya oturup kaynaşmaya başladı. Yanıma oturan sıra arkadaşım olma adayı olan öğrenci “Merhaba!” dedikten sonra ilk kaynaşma cümlesini kurdu.

“İstiklal Marşı’nda neden aşağıda değildin?”

Hiçbir zaman hazırcevap olmadığım için yine cevabım hazır değildi. Konuşan arkadaşıma doğru dönerken gözlerimle bakacak yer aradım. Yıllardır bakacak yer arayan bu gözler yine aradığını bulamadan gün ışığından ötürü ayırt edebildiği pencereye doğru tekrar yöneldi.

Bendeki garipliği fark eden sıra arkadaşım olma adayı olan öğrenci oturduğu yerden kalkıp başka bir sıraya oturarak adaylık sürecini sonlandırmış oldu. Daha önceki yıllarda olduğu gibi yine çift kişilik olan sıralarda tek başıma hüküm sürecektim. O yüzden bu terk edilişlerime artık üzülmüyorum.

Yalnızlığın getirdiği rahatlığı düşünürken herkes ayağa kalktı. Sınıfa giren öğretmen “Günaydın!” dedikten sonra ilk gün geleneği olarak önce kendinden sonra da eğitim öğretim hayatında yapacağımız çalışmalardan bahsetti. Uzun uzun kitap okumanın faydalarından bahsettikten sonra masasına oturdu. Sınıf defteri içinde bulunan öğrenci listesini aldı ve hem yoklama alıp hem de ismi okunan öğrencilere kısa kısa sorular sorarak öğrencileri ile tanışmayla başladı. İşte bu en korktuğum kısımdı. Öğretmenimin ismimi okuması demek tüm sağlıklı gözlerin benim sağlıksız gözlerime odaklanması demek.

Az önce bu sağlıksız gözleri gören arkadaş anında beni terk etmişti. Birazdan tüm sınıf bu gözler ile tanışacaktı. Aslında sağlıksız gözlerin de olumlu bir yanı var. Bu gözler ile terk edilişinin nasıl göründüğünü bilmiyorsun. Kim bilir nasıl acı dolu bir şekilde terk ediliyorumdur?

Yoklama devam ederken bir öğrenci sınıfın kapısını tıklatıp, öğretmenden özür dileyerek içeri girdi. Geç kaldığı için boş gördüğü ilk yer olan benim sırama oturdu.

Kendini Ali Ersin olarak tanıtan öğretmenimiz, öğrencilerin isimlerini tek tek okumaya devam ederken yanıma oturan arkadaş kulağıma doğru eğilerek “Ortak benim adım Sena, ismim okundu mu?” diye sordu. Bir an şaşırdım. Bana ilk defa böyle bir şekilde hitap ediliyordu. Ufaktan bir dönüp bakayım dedim ama ne görecektim ki? Görmüyorum ben. Hiç görmüyor değilim ama çok da görüyorum denemez.

– “Ortak beni duymadın mı yoksa?” diye dirseği ile hafifçe dürttü.

Cevap vermek zorunda olduğumu düşünerek kulağına doğru eğilip,

– Kusura bakma biraz mide ağrısı çekiyorum. 172 Sena Adıyaman, diye bir isim okundu. Sanırım o sensin.

– Geçmiş olsun ortak. İlk gün heyecanıdır, diyerek dirseği ile tekrar arkadaş canlısı bir dürtü hediye etti. Bu sempatik dürtüler ilk göz temasımız ile son bulacak diye düşündüm. Ona doğru dönüp, teşekkür ederim, diye cevap vermek için yönelmişken Ali Öğretmen’in 192 Cansu Yaman demesi ile hayatımın en cesur hamlesi gerçekleşemeden son buldu.

– Burada! Diye seslendim ama sesim heyecandan biraz kısık çıkmış olmalı ki, Ali Öğretmen tekrar ismimi okuyarak cevap beklemeye başladı. Bu arada 3. dürtükleme geldi.

– Ortak var mısın, yok musun? Sesini yükseltmezsen yoksun ona göre, diye kıkır kıkır gülünce, dördüncü dürtüğü de yolladı. Yediğim dürtüklerden midir nedir bu sefer sesim biraz daha gür çıktı.

– Buradayım öğretmenim!

Bu sefer elimi de kaldırdım ki var oluşumu garantiye aldım.

Var oluşuma ikna olan Ali Öğretmen herkese sorduğu sorunun aynısını bana da sordu.

“Kendini biraz tanıtır mısın, Cansucum?” diyerek beklemeye başladı.

Daha ilk günden bir soru almak benim için tarifi olmaz bir sınavdı. Üstelik bu sınav çalıştığım yerden, benden, sorulmuştu. Az önce Ali Öğretmen’in sorduğu sorulara, sinemaya gitmek ya da futbol oynamak gibi hobilerinden bahseden çocukları duyunca benim vereceğim cevap, düşünmek, dinlemek, duvarlarla sohbet edip, perdeler ile elim sende oynamak gibi yanıtlar olsa daha ilk günden çuvallamış olurdum.

Şu an ne söyleyebilirdim ki? Ben konuşma eylemini bırakalı çok oldu. Genelde elimden tutulur, bir yerlere götürülür, götürülen yerlerden tekrar başka bir yerlere götürülürdü. Bugün ki götürülüşümün son durağı bir sıraydı ve yüzüme karşı sorulan, kendini tanıtır mısın? gibi çok zor bir soru vardı. Okulda hep böyle zor sorular mı soracaklar diye bir korkuya kapıldım. Korku adrenalin hormonlarımı saldı. Bu hormonlar sayesinde kalp atışlarım hızlandı. Bir anda zaman durma noktasına geldi. Artık sorunun cevabı için acele etmeme gerek kalmadı. Zaman avcumun içindeydi.

Zaman herkese aynı akmaz diyor Einstein. Mutlu bir anda çabucak akıp giden zaman, sıkıntılı bir an içinde akıp gitmekte neden bu kadar aceleci olmaz. Bu durumun sebebini düşündünüz mü? Ben çok düşündüm. Bu durumu üstün zekâsı ile ünlü bilim adamı Einstein kendi izafiyet teorisinde açıklamış. Eisntein”ın teorisine göre bir nesne ne kadar hızlıysa zaman onun için o kadar yavaş ilerliyormuş. Sürekli korkan bedenimin salgıladığı adrenalin, kalp atış hızımı ışık hızına yaklaştırdığı için her bir saniye nazlanarak ilerlemeye başlıyor benim için.

Zamanın içinde sıkışmış bedenim bir dürtükle kurtuldu.

– “Hocam arkadaşım az önce kulağıma eğildi ve midesinin bulandığını söyledi. Bir dahaki sefere kendisini tanıtsa olur mu?” diye sorarak tekrardan saniyelerin saniye olduğu zamana geri döndüm.

Bu durumu anlayışla karşılayan Ali Öğretmen, listeden benden sonraki öğrenciyi kaldırıp “Kendini tanıtır mısın?” sorusunu yöneltti.

İlginçtir bu zor soruyu bir çırpıda cevapladı. Demek ki bazılarının kendisi vardı. Benim niye kendim yoktu acaba. Aslında benim bir ara kendim vardı ama sanırım herkesin kendisinden farklı olduğu için onu benden aldılar.

Çalan zil sesi ile sırtımdan bir boncuk tanesi büyüklüğünde bir ter aşağıya doğru yuvarlanıp gitmeye başladı. Yine zaman durmuş yuvarlanan boncuk tanesinin sırtımı terk etmesini bekliyordum. O arada meraklı gözler üzerime doğru gelmeye başladı.

Başımı yere doğru eğip boncuk tanesinin yolculuğuna odaklanmayı seçtim. İlk konuşan öğrenci “Geçmiş olsun, Cansu!” deyince sırtımdaki boncuk tanesi hızla kayıp gitti. Bir diğer arkadaş da “Geçmiş olsun!” deyince zaman hızlanmaya başladı. Yaşadığım mide bulantısını hafifletmek için midir nedir, arkadaşı ile girdiği bir iddia uğruna şalgam, ayran, limonata karışımı yapıp içen Ebru’nun midesinin haklı isyanını dinledik.

Ebru’dan sonra herkes bir mide bulantısı hikayesi anlatmaya başlayınca araya girdim,

– Arkadaşlar sanırım kusacağım.

Benim de tebessümle kurduğum bu cümleye herkes güldü. Sonrasında çalan zil teneffüs süresinin bittiğini işaret ediyordu. Meğer ne kadar da kısaymış teneffüs süresi.

Abdullah Kara

Ben Abdullah Kara. Mesleğinde 18. yılını doldurmuş bir matematik öğretmeniyim. Soru yazarlığı üzerine kendimi geliştirdim. Milli Eğitim Bakanlığında soru yazma konusunda eğitimler aldım , sorularım yayınlandı. Öykü yazarlığı konusunda ise yolun başlangıç çizgisindeyim. Zeynep Füsun Kahraman'dan ders almaya başladım. Zamanla daha güzel öyküler yazacağıma inanıyorum. İyi çalışmalar.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *