Öykü

Köyün Sınırı

K. küçük bir köydü. Oldukça geniş bir arazi üzerine kurulmuş, etrafı yemyeşil çalılıklarla kaplı, bir sürü canlı türüne ev sahipliği yapan, şenlikleri ve bayramlarıyla rengârenk süslemeler ile herkesin içinde kelebekler uçuşturan K. içinde yaşayanların mutlu olduğu bir yerdi.

K.’nin bayramlarından bahsetmişken en önemlisine değinmeden geçmeyelim. Her baharın başında K. halkının bütün bir coşkusuna rağmen biraz da çekinerek beklediği bir bayramdı bu. Bu bayramda köyün sınırı olarak bilinen dağa çıkılır ve her yıl aralarından bir kişiyi dağın ardındaki mağaranın içine gönderirlerdi. Giden kişi büyük bir korkuyla mağaranın içine girerdi. Köyün içinde dolaşan laflara bakılacak olursa pek kesin bir şey söylenemezdi ama denildiğine göre mağaranın içinde bir büyücü vardı ve size en korkulu rüyalarınızı yaşatıyordu. Kimisine göreyse bu kişi bir büyücü değil de bir canavardı. Bir denilenle bir denilenin birbirini tutmamasına rağmen herkesin kafasındaki profil az çok oluşmuştu. Görünüş olarak hâlâ kesin bir yargıya sahip değillerdi çünkü mağaraya giden kişiler farklı farklı tarifler veriyorlardı. Ama karakter açısından bir tarifi vardı. Kimine göre mağaranın içindeki kişi ya da yaratık açgözlüydü, kimine göre hırsızdı, bencildi, vicdansızdı…

Evet çekinerek beklenen kısımları buydu ama K. halkı aynı zamanda neden büyük bir coşkuyla bekliyordu bu bayramı?

Mağaraya giren kişi aynı olarak dönmüyordu. Bir aydınlanma, bir farkındalık ve arınmayla dönüyordu. Bu açıdan herkes giden kişileri değiştiren şeyi merak ediyor, mağaranın içine girmek istiyor ama geleneklerden ötürü herkes bir sonraki bayrama sıraları gelene kadar beklemek zorunda kalıyordu.

O yıl sıra Thomas’taydı. Thomas uzun boylu, sıska, sarı benizli, çilli, yardımsever ve herkes tarafından hoş görülen bir çocuktu. Bu yıl sıranın kendisinde olduğunu öğrendiğinde ise duydukları üzerine ne yapacağını şaşırmıştı. Herkesin korktuğu, çekindiği bu korkutucu ve acımasız yaratığın karşısına nasıl çıkacaktı? Ya da çıkıp da ne yapacaktı?

Bunun üzerine günleri gerginlikle geçmeye başladı. Ta ki mağaraya gönderileceği gün gelip çatana kadar.

Tüm köy halkı Thomas’ı uğurlamak için dağın zirvesine tırmandı, uğur getirsin diye arkasından güller döktüler. Korka korka içeri girdi Thomas. Oldukça nemliydi mağara. Karanlıkta ne yapacağını ve nereye doğru ilerleyeceğini düşünürken birden bir ışık belirdi. Çok hafifti ama sonuçta oradaydı. Yavaş yavaş oraya doğru ilerlemeye başladı. Bir yandan da “Kimse var mı?” diye bağırıyordu ama aldığı tek karşılık kendi sesinin yankısıydı. Işığa doğru ilerlemeye devam ederken birden kendini sularla çevrilmiş halde buldu.

Suların içinden yürüdü de yürüdü. Korkutucu ve acımasız, vicdansız ya da bencil olarak adlandırılan bu yaratıkla ne zaman karşılaşacaktı?

Ve bir anda ne olduğunu anlamadan durdu. Sular bir şeyi çepeçevre sarmışlardı. Ne olduğunu anlayamadı ama oraya doğru ilerledi. İlerlediğinde ise insanların bunca zamandır bahsettikleri o şeyin ne olduğunu gördü.

Karşısındaki şey ne bir büyücüydü ne de bir canavar. Karşısındaki bir aynaydı. Ve Thomas o an anladı, en çok korkulması gereken canavar herkesin aynada gördüğü o akisten başka bir şey değildi. Bunun farkındalığıyla mağarayı terk etti.