Öykü

İnecek Var!

Dört katlı, on iki daireli Huzeyfe Apartmanı’nın tek görevlisiydi Mahmut. Yaşı ondan büyük olanlara göre Mahmut Efendi, küçük olanlara göre ise Mahmut Bey’di apartmandaki karşılığı. Eski dilde ‘kapıcı’; yeni ve yenileştirilmiş, “Madem dünya yüküyle kira ödüyoruz daha elit olmalıyız” diye düşünenlere hitaben geliştirilmiş dilde ise ‘apartman görevlisi”ydi.

Saati 20:30’u gösterdiği an, ne bir dakika erken ne de bir dakika geç, zemin kattaki dairesinden çıkar ve çöpleri toplamaya başlardı. Küçümsenemeyecek kadar işini önemsediğini şuradan da anlayabilirdiniz: Saat 20:30, tesadüfen seçilmiş bir rakam değildi. Aşırı istisnai durumlar haricinde neredeyse tüm dairelerde akşam yemeğinin yeni yeni bitip ev halkının dinlenmeye çekildiği saatti. Yani, en üst kattan başladığı çöp toplama işleminde topladığı çöpü koyup asansörü hep bir alt katta duracak şekilde çalıştırdığında arada parazit olabilecek bir asansör kullanıcısı çıkmıyordu.

Her akşam olduğu gibi o akşam da 20:30’da dairesinden çıktı ve spor olsun diye yürüyerek çıktığı basamaklardan, dalgın bir şekilde en üst kata ilerledi. Dördüncü katta sadece iki daireden çöp çıkmıştı; ikinci katta durmuş olan asansöre basıp, inleyen aygıtın dördüncü kata kadar çıkmasını bekledi. Geldiğinde iç kısmında yanan ışığı görür görmez kapıyı açıp çöpleri içine koyacak olduysa da bir şey onu engelledi.

Bir koku.

Ölümün kokusu.

* * *

Aradan yarım saat geçmemişti ki, apartmanın etrafını “Olay Yeri Ekibi” yazılı yelekleriyle emniyet görevlileri sarmıştı. Asansörün içinde yapılan araştırmalar yeni yeni bitiyordu, nitekim asansör kadar apartmanın çevresi de önem teşkil ettiğinden apartmanın etrafında da aramalar sürüyordu.

Saat dokuzu biraz geçiyordu ki sivil giyimli bir komiser ve yardımcısı da olay yerine intikal etmişti. Olay Yeri Ekibi’nden birisinin işaret ettiği yerde duran adamın yanına seğirttiler hemen. Polislerden biri, apartmanın karşısında duran kapalı bakkala baktıktan sonra kendilerini bekleyen adama odaklanmıştı.

“Bu esnaflar da amma tok satıcı be Necip, bu saatte dükkan mı kapatılır kardeşim!” diye homurdanmadan edememişti komiser.

Adam, apartman görevlisiydi ve cesedi bulan kişiydi. En azından, cesetten arta kalanları. Adamın yanına geldiklerinde, olayın üstünden ne kadar geçerse geçsin yüzündeki donukluğun kalacağını anlamıştı polisler. Öyle ki, kendilerinin geldiğini bile iyice yanına sokulduklarında fark etmişti.

– Merhaba, ben İstanbul Cinayet Büro’dan Komiser Tahsin; bu da Necip. Olay hakkında bilgi sahibi olmak istiyoruz…

Adam birkaç saniye daha duraksadı. Nerede olduğunu, neden orada olduğunu, karşısındakilerin kim olduğunu kafasında tartıyor gibiydi.

– Valla, ben bu apartmanın görevlisiyim. İsmim de Mahmut’tur. Çöpü çıkarmaya başlamıştım, en üst kata çıktım ve asansörü çağırdım. Çağırmaz olaydım!

Elini gayri ihtiyari sallamaya ve “Allah kahretsin” diye mırıldanmaya başlamıştı. Gözleri kısılmış, dudakları büzülmüştü. Yüzü de gereğinden fazla asılmıştı. Tecrübeli gözlere sahip olan komiser, adamın o anı bir daha yaşadığını anlamıştı.

Adamın gözleri hafifçe büyümüş, gözbebekleri donuklaşmıştı.

– Ve onu gördüm…

Necip, bir şeyler yakalamış olmanın heyecanıyla atılıverdi:

– Kimi? Kimi gördünüz Mahmut Bey?

– Kimi, değil; neyi! Bir şey, ben asansörü açınca sanki üstüme hücum etti ve havaya karışıverdi…
Sözünü bitirdiğinde hem polislere cevap verebilecekleri bir alan bırakmamıştı hem de gözlerindeki korkutucu bir kararlılık ortamı daha da ürkütücü hale sokmuştu.

Tahsin, nadiren içtiği sigara paketinden bir tane sigara çıkarıp ağzına götürdü ve bekletmeden çakmağını ateşledi. Dumanını Mahmut’tan ters yöne doğru üflerken Necip’e ‘İşimiz var!’ minvalinde bir kaş-göz hareketi yapmıştı.

Adamcağız biraz toparlanmıştı ancak hala yüzü bembeyazdı ve şok hali kolay kolay geçeceğe benzemiyordu. Gözlerine, bir anlığına beliriveren bir kararlılık hali hakim oldu ve otomatik bir sesle konuştu:

– Size söyleyebileceğim daha fazla bir şey yok maalesef amirim.

Komiser omzunu silkip dudaklarını bükerken “Aklına daha fazla şey gelirse bize ulaş” demeyi ihmal etmeden apartmana yönelmişti. Necip peşi sıra gelirken komiser duraksadı. Necip’e beklemesini işaret ederek Mahmut’un yanına döndü.

– Peki senin o saatte evden çıktığını teyit edecek birisi var mı? Karın, çocukların falan?

Adam beklemediği bir sorunun yarattığı afallama haline bürünmüştü. Başını olumsuz anlamda sallarken ekledi:

– Yok komiserim. Benim hanımla çocuklar hafta sonu diye köye gitmişti.

Komiserin bir kaşı havaya kalkmıştı. Birkaç saniye duraksadıktan sonra dilinin ucuna gelen soruyu soruverdi:

– Hep giderler mi böyle?

Mahmut, mahcup bir ifadeyle etrafına bakınıp kimsenin onları duyamayacağını anladıktan sonra komisere biraz sokularak cevap verdi:

– Yok komiserim… Bizim hanımla aramız bozuk da biraz; “Ben annemlere gidicem” dedi, gitti.

Masum görünen çoğu ayrıntının, bazı davalarda en kilit noktalar olduğunu bilecek kadar çok dava görmüştü Tahsin. Bu ayrıntıyı da sonrası için aklına not etmekten geri durmadı. Dahası, Necip’in yanına gittiğinde Mahmut’un karısı ve çocuklarını araştırmasını istedi.

Olay Yeri Ekibi’nden Yasin yanlarına gelip olayla ilgili kısa özet geçmeye başlayınca dikkatleri Mahmut’tan, olaya yönelmişti doğal olarak.

– Komiserim, öldürülen kişinin kimliğini henüz tespit edemedik. Asitle yakılarak öldürülmüş ancak asansörün içinde yakıldığına dair bir bulgu da yok.

– Yani, öldürüldükten sonra mı asansöre konmuş diyorsun Yasin? diye sordu komiser.
Genç memur, omzunu kaldırdı.

– Hiçbir fikrimiz yok komiserim. Ancak araştırmamız sürüyor. Asansörde Mahmut Bey’den başkasının parmak izine rastlamadık… Yani, ceset sonradan konmuşsa bile asansör önceden silinmiş…

Komiser başını dalgınca sallayarak Yasin’i takip etti. Dördüncü kattaki asansör kabinine doğru ilerliyorlardı.

– Apartmanda da keza, pek iz yok. Asitle ilgili hiçbir iz yok! Sanki birisi cinayeti işlemeden önce tüm apartmanı temizlemiş!

Komiserin de, Necip’in de aklına kapıda konuştukları Mahmut gelmişti. Apartmanı temizlese temizlese o temizlerdi! Tam birbirlerine göz ucuyla bakıp aynı şeyi düşündüklerini teyit etmişlerdi ki, olay yerine vardılar.

Asansörün kapısı açık kalsın diye önüne konulan bir tahta parçasıyla olay yeri tüm haşmetiyle karşılarındaydı artık. Cesedi -veya en azından cesetten kalanları- görünce Tahsin’in soluğu kesiliverdi.

Bir poşet yırtılmış da ortalığa içindekiler saçılmış gibi, yukarıdan aşağıya rast gele bırakılıp da aşağıya çarptığında dağılmış bir görüntüsü vardı cesedin. Komiser Tahsin istemsizce başını yukarı kaldırıp asansörün tavanına baktı.

Elbette orada bir şey yoktu!

Onun baktığını görünce Yasin atıldı:

– Amirim, isterseniz asansörün üstünü de inceletebilirim; ne dersiniz?

Komiser dalgın bir edayla, başını sallayarak onaylamakla yetindi. Olay yerini ve etrafı kolaçan ediyordu. Birden duraksadı ve Necip’e döndü.

– Mahmut, asansörü kaçıncı kattan çağırdığını söylemiş miydi?

Necip kafasıyla “Hayır” işareti yaptı. Sonra kendisine bakarak duran komiserin ısrarlı bakışlarını görünce olayı anladı ve bunu sormak için aşağıya, Mahmut’un yanına, gitti. İki dakika geçmemişti ki soluk soluğa geri geldi.

– İkinci katmış komiserim!

Eliyle aşağı inmelerini işaret etti komiser. Önde komiser, arkasında Yasin ile Necip ikinci kata indiler. Görünürde her şey normaldi ancak komiser asansöre yaklaşıp asansör kapısının kolunu incelediğinde falsoyu yakalamıştı. Yanındakilere de gösterip bir an önce Olay Yeri ekibinin gelmesini istedi: Kapı kolunun, asansör kapısına dönük olan kısmında kan izi kalmıştı.

Bir anda, tüm olayın seyri değişmişti. Dördüncü katta cirit atan Olay Yeri ekipleri, ikinci kata inmiş ve ikinci kat kalabalık bir hâle bürünmüştü. Komiser ve yardımcısı da katları gezerek apartman sakinlerine hem ölen kişinin kimliğini tespit edip edemeyeceklerini, hem de katile dair biz iz yakalayıp yakalayamayacaklarını merak ederek sorular yöneltmeye başlamıştı.

Namık Bey ve Tezcan Hanım (Daire No: 1)
Namık Bey, bir özel eğitim kurumunda fizik öğretmeni olarak çalışıyordu. Orta yaşlıydı, saçlarının üst kısmı siyah olmasına rağmen yanlarda hafif beyazlaşmalar gözleniyordu. Tezcan Hanım ise özel bir hastanede diş hekimiydi. Akşamın geç saatleri olmasına rağmen düzenli bir görüntüsü olmasından hareketle, otoriter bir kişiliği olduğu düşünülebilirdi. Hemen hemen Namık Bey’le aynı yaşlarda olmasına rağmen ondan birkaç yaş büyük görünüyordu.

Komiser Tahsin ve Necip kendilerini tanıttıklarında kısa bir süreli şaşkınlık yaşayan çift, olayı öğrenince bu kez de korkmaya başlamıştı. Her ne kadar özgüveni yerinde olan ve modern toplumun içinde “saygın” olarak nitelendirilebilecek insanlar olurlarsa olsunlar; kendilerine çok uzak bir kavrama karşı böyle refleks vermeleri kadar doğal bir şey de yoktu yine de.

Komiser, karşısındaki kanepede oturan ve konuşurken arada bir birbirlerine bakarak söylediklerini teyit ettirmeye çalışan çifte bakarken içinden geçirdi: “Cinayet, ne kadar uzak bir ihtimal olarak görünür normal hayatın akışındaki insanlara; oysa herkesin içinde bir katil yok mudur?”

Ne katiller görmüştü komiser! Gündüzleri ev hanımı olan fakat gece cinnet getirerek kocasını veya sevgilisini paramparça eden, tombul kolları altın bilezik dolu kadınlar; umumi tuvalette bekçi olarak çalışıp akşamında yolda kiraladığı fahişeyi öldüren ve hatta sırf öldürmek için kiralayan 20’li yaşlardaki yağız Anadolu çocukları; mahallenin teyzesi olarak görülen ve her sabah onlarca kediye mama dağıtan o sevimli teyzelerin öldürüp gömdüğü cesetler…

Ancak içgüdüleri de çoğu zaman doğru çıkardı. Karşısında oturan, sudan çıkmış balığa dönmüş çiftin suçsuz olduğunu bağırıyordu altıncı hissi. Necip’in sorduğu ve bitmek üzere olan klişe sorgu sorularını gözüyle kesip, aklına o an gelen soruyu sordu:

– Bu, Mahmut Bey’in karısı köye gitmiş sanırım. Bilginiz var mı, ya da hiç ikisi arasında bir tartışma görmüş müydünüz?

Namık Bey ve Tezcan Hanım’ın ciddi anlamda şaşırdığını, sorunun cinayetle alakasını kurmaya çalışıp akıllarına ilk gelen şeyi sorduklarını izledi Tahsin sessizce. Namık Bey, gözleri fal taşı gibi açılmış bir halde cümleye döktü aklındakileri:

– Öldürülen kişi Nurcan Hanım mı yani?

Komiser, “Henüz belli değil!” diye homurdandıktan sonra sorusunun cevabını beklediğini gösterecek şekilde kararlı bakmaya başlamıştı karşısındakilere. Tezcan Hanım hafifçe öksürüp eşine doğru baktı. Komiserin sabrı taşmaya başlamıştı.

– Tezcan Hanım, bildiğiniz bir şey varsa söyleyin!

Kadıncağız, baştan beri alçak bir ses tonuyla ve dostane konuşan komiserin bir anda yüksek perdeden konuşmasıyla irkilmişti. Eşinin kendisini destekler bakışlarını görünce konuşmaya başladı:

– Şöyle ki, bildiğim bir şey yok ama iki hafta önce apartman yöneticisi Saim Bey’le Mahmut’un bir tartışmasını duymuştum. Çöpü kapının önüne çıkartıyordum, yangın merdivenlerinden gelen sesi duyunca kulak kabarttım. Tam anlamıyla dinlemedim de ama tartışmanın içinde birkaç kez “Nurcan” isminin geçtiğini duydum. Beni ilgilendirmediği için de dinlemedim…

Kadının üstünden büyük bir yük kalkmışa benziyordu. Komiser, Necip’in not alışının bitmesini bekledikten sonra ayağa kalktı ve ev sahiplerine teşekkür ederek Saim Bey’in hangi dairede oturduğunu sorduktan sonra evden çıktı.

Saim Bey (Daire No: 10)
Saim Bey, komiserin düşündüğünden daha genç birisiydi. Taş çatlasa kırk – kırk beş yaşlarında olmalıydı. Bakımlı bir adam olduğu belliydi. Giydiği ev eşofmanı bile şık görünüyordu. Evinin de bu şıklıktan geri durduğu söylenemezdi.

Eh, çekici de bir adamdı. Hele hele apartman görevlisi Mahmut’la kıyaslanırsa, kulvar farkı bile söz konusuydu. Nurcan’ın gönlünün kaymış olması çok şaşırtmazdı komiseri. İşini gücünü, ailevi yaşantısını ve bunun gibi prosedür gereği sorulması gereken şeyleri sorduktan sonra asıl konuya geçtiler.

Beşiktaş’ta bir oto galerisi vardı Saim Bey’in. Evlenmiş ve boşanmıştı, yalnız yaşıyordu. Cinayeti de duymuştu Saim Bey. Polisleri görünce şaşırmadı ancak neden geldiklerini öğrenince şaşırdı.

– Ne yani, Nurcan mı öldürülmüş?

Tezcan Hanım’la aynı tepkiyi vermesi komiserin dikkatine mazhar oldu. Bu ayrıntıyı not etti hafızasına ve sorgusunu sürdürdü.

– Daha netleşmiş bir şey yok Saim Bey. Sizin bundan iki hafta önce Mahmut Bey’le neden tartıştığınızı öğrenebilir miyiz?

Saim Bey duraksadı, tartışmaya kılıf bulmaktan ziyade onu anımsamaya çalışıyor gibiydi. Ancak en azılı katillerin, Oscar’lı oyunculara taş çıkartır oyunculuklarını görmüş gözleri vardı komiserin; bu tarz duraksamalara itimat etmezdi.

– Hah, bildim. Kendisinin sigortasının Nurcan’a kaydırılmasını istiyordu. Ben de bunun olamayacağını savunuyordum. Birkaç dakikalık bir tartışma oldu, sonra apartman toplantısında bunu gündeme getireceğime söz verdim de susup gitti.

Necip, harıl harıl not alırken hafif duraksadı ve göz ucuyla komisere doğru baktı. Komiserin tespitlerinin doğruluğuna itimat ederdi ve Saim Bey’e yaklaşımını merak etmeye başlamıştı.

– Pekala Saim Bey, teşekkür ederiz. Yarın sizi tekrar rahatsız edebiliriz…

Yapay bir “Estağfurullah” ve “Ne demek, vazifemiz!” döküldü Saim Bey’in dudaklarından. Daireden çıktıklarında Necip şaşkınlıkla komisere bakıyordu. İlk kata indiklerinde dayanamadı artık:

– Komiserim, ne iş?

Tahsin, eliyle ‘sus’ işareti yaptıktan sonra olduğu yerde beklemesini salık vererek hala apartmanın dışında beklemekte olan Mahmut’un yanına gitti. Cebindeki paketten bir sigara uzattı ve titreyen elleriyle ikramı geri çevirmeyen apartman görevlisini baştan aşağı süzerek kendisi de bir sigara yaktı.

Adamın sırtını dayadığı alçak boylu duvardan çite sırtını dayayıp sigarasından içti Tahsin. Bir müddet sonra derin bir iç çekip adama döndü.

– Böyle anlarda insanın yalnız uyuması zordur, bilirim. Karını istersen köyden buraya getirtebilirim?

Mahmut gözleri karşıdaki binaya dalgınca bakarken başını çevirmeden cevap verdi:

– Yok, amirim. Teşekkürler. Onun kendi içinde halletmesi gereken şeyler var.

– Sigortalılık gibi mi?
Soru beklemediği yerden gelmişti Mahmut’un. Ağır ağır komisere döndü.

– Yok, o sadece bir şey. Daha farklı şeyler var, inanın bana anlayamazsınız.

Komiser, bitmiş olan sigarasını yere atarak adamın kolunu dostane bir şekilde sıktı. Kendisiyle birlikte ilerlemeye davet etti. Mahmut da buna karşı koymamıştı. Apartmanın kapısında durmakta olan Necip’e, evine gidebileceğini işaret ettikten sonra kendi arabasına Mahmut’la birlikte binip gözden kayboldu komiser.

* * *

Cinayet sabahları farklıdır emniyette. Sanki gün ne kadar güneşli başlamış olursa olsun bir kara perde asılmıştır büronun camlarına. Necip de tam olarak öyle hissediyordu.

Büroda evrak takibinden ve genel sekreterya işlemlerinden sorumlu olan Hale’ye baktı.

– Hale, dün geceki apartmandaki kişilerle ilgili kimlik tespitinden bir şey çıktı mı?

Genç kadın cevap verecekken, büroya Komiser Tahsin girdi. Biraz yorgun gözüküyordu ama kulaklarını dikmiş, Hale’nin vereceği cevabı bekliyordu.

– Yok, çıkmadı. Hepsi işinde gücünde insanlara benziyor.

“Tam tahmin ettiğim gibi…” diye mırıldandıktan sonra kendi odasına geçti komiser. Necip de toparlanıp peşi sıra odaya girdi.

– Amirim, dün gece ne oldu? Merak içindeyim, anlatmayacak mısınız?

Komiser; kaşının biri havaya kalkmış, düşünceli bakışlarından sıyrılamamış bir halde cevapladı soruyu:

– Yok, bir şey olmadı. Sadece Mahmut’la biraz dertleştik.

– Eee?
Meraktan kıvranan Necip’e alaylı bir bakışla baktı komiser. Bu bakışa alışmıştı artık Necip. Komiserin davanın büyük bölümünü kafasında bitirdiğinin işaretiydi. Merakı kamçılandı. Dedikoducu yaşlı mahalle kadınları gibi komiserin masasının önündeki sandalyelerden birine oturup gözlerini komisere dikmişti.

– Kalk kalk, tembelliğin sırası değil… diye eliyle kalkmasını işaret etti komiser.

Masasından birkaç şeyi düzeltip çekmecelerini kontrol ettikten sonra ayağa kalktı. Ceketini sandalyesine asıp kazağının kollarını kıvırmıştı. Necip, peşi sıra ilerlemeye başlamıştı.

– Hale, kızım, bu apartmanın karşısında bir bakkal vardı. Onun kim olduğunu, neci olduğunu bir araştır. Ne çıkarsa çıksın fark etmez, raporunu hazırla masama bırak.

Hale şaşkınca başını sallarken komiser ve Necip, Cinayet Büro’dan çıkmışlardı. Adımları, onları otopsi birimine götürmüştü. Yaşlı Dok, kendilerini enerjik bir şekilde karşıladı. Soğuk masada duran parçalar Necip’in midesini biraz kaldırsa da, komiserin aklındakilere duyduğu merak onu otopsi odasında tutmayı sürdürdü.

– Dok, bize net bir şeyler söyle. Hadi bakalım! diyerek hevesle masaya yaklaştı komiser.

Dok, dudaklarını yalayıp çocuksu bir hevesle önündeki rapora göz attı. Sonra eldivenli eliyle cesetten arta kalan parçalardan belli bölümleri işaret ederek açıklamaya başladı.

– Patolojik inceleme henüz bitmedi Tahsin. Ancak şu bölgelere dikkat edersen, çok temiz bir kesik olduğunu göreceksin. Yani, ilk izlenimdeki gibi asitle yakılmış olması mümkün değil. Özenle kesilmiş bu ceset!

Tahsin, Dok’un kendisine uzattığı rapora gelişigüzel göz atarken bir yandan otopsi sonuçlarını dinlemeye koyuldu.

– Cinayetin tahmini saatinin 18:00-18:30 arası olduğunu düşünüyorum. Ancak çözemediğim bir şey oldu; bir koku var. Cesedin içine kadar sızmış hatta! Eğer yapabilirsen, yaklaşıp şu kesik kolun ucundan koklarsan hafif bir şekilde kokuyu hissedebilirsin…

Komiser, şaşırtıcı bir kararlılıkla eğilip kesiğin olduğu kısmı kokladı ve Dok’a hak verdi. Tam o esnada, Mahmut’un söylediği bir cümleyi anımsamıştı:

“Kimi, değil; neyi! Bir şey, ben asansörü açınca sanki üstüme hücum etti ve havaya karışıverdi…”

Bir koku da olabilirdi bu pek ala. Bir parfüm?

Bu ihtimali dillendirdiğinde Dok başını kesin bir şekilde olumsuz anlamda sallamıştı.

– Parfüm olsa belli olurdu! Ama bir doku örneğini laboratuara yolladım, sonuçlar gelir gelmez sana ileteceğim. Bir de şöyle bir şey var…

Rapordan bir satırı işaret edip konuşmayı sürdürdü Dok:

– Bazı eşleşmeler var, birbiriyle alakasız dokular arasındaki bu eşleşmeler nedeniyle cesedin bir poşetle veya ona benzer bir şeyle taşındığını söyleyebilirim.

Komiser başını salladı, raporu avucunun içinde kıvırıp otopsi odasından çıktı. Necip’le birlikte Cinayet Büro’ya uğrayıp raporu masasına bıraktıktan sonra emniyetten çıktılar. Arabaya bindikleri esnada Necip sabırsızlığının eseri olan soruyu yöneltti komisere:

– Nereye gidiyoruz amirim?

– Saim Bey’i işyerinde ziyaret edeceğiz Necip.
Aradan yirmi dakika geçmemişti ki, Saim Bey’in Beşiktaş’taki lüks otomobil galerisine varmışlardı. Galerinin dışındaki araçları görünce Necip istemsizce bir ıslık öttürüverdi. Tahsin, bıyık altından gülümsemekle yetindi bu tepkiye karşılık. Necip’in aksine ne arabalara ne de futbola merakı vardı komiserin. Onun tek merakı, cinayetlereydi.

Arabayı uygun bir yere park edip galeriye yöneldiler. İçeri girdiklerinde Saim Bey bir satış işlemiyle uğraşıyordu, müşterisiyle konuşurken komisere ve yardımcısına gözü kayınca bir an dikkati dağıldı ancak çabuk toparlandı. On dakikalık kıran kırana pazarlık sonucu adamla el sıkışıyordu. Müşteri, içerideki ofise evrak işleri için geçerken Tahsin gülerek Saim Bey’e yaklaştı.

– Sizi tebrik ediyorum! Zor bir pazarlık oldu ama istediğinizi kopardınız sanırım!

Saim Bey, gülümseyip göz kırptı.

– Eee, komiser bizim işimiz de bu. Ben satmaya, karşı taraf almaya niyetliyse anlaşacağız bir şekilde! Başka yolu yok…

Komiser gülümserken telefonu çaldı, Necip’le Saim’i baş başa bırakıp bir müddet uzaklaştı ve galerinin girişine yakın bir yerde konuşmaktan çok dinlediği bir telefon görüşmesi yaptı. Daha kararlı adımlarla dönmüştü telefon kapanınca.

– Saim Bey, biraz damdan düşer gibi olacak ama siz otomobil kiralama işlemleri de yapıyor musunuz?

Saim Bey, galerideki araçlardan birisiyle ilgili Necip’le konuşurken bir anda gelen soru karşısında afallamıştı.

– Evet, yapıyoruz. Kiralık araçlarımız dışarıda olanlar…

– Peki son günlerde hiç tanıdığınız birisine araç kiraladınız mı? Mesela, apartmanınızın karşısındaki bakkala?
Saim Bey’in ağzı açık kalmıştı.

– Vallahi sizden korkulur! Ne ara öğrendiniz bunu? Yani, bu bir suç değil; değil mi?

Komiser gülümseyerek başını hafifçe önüne eğdi.

– Cinayete ortak olmadıysanız, suç değil.

* * *

Olay Yeri Ekibi, kiralanmış olan Ford Mustang üzerinde araştırmalara başlamışken komiser ve yardımcısı da bakkalı sorguya almışlardı.

Bakkal, 20’li yaşlarda bir gençti. Atletik bir vücudu, keskin hatlarla sınırlanmış bir yüzü vardı. Geniş çenesine eşlik eden etli dudakları bir bütünlük içindeydi. Merak ve endişe içinde komisere bakıyordu.

Önce Hale’nin tespit ettiği araç kiralama belgesini ve sonra aynı araçla yakalandığı MOBESE kamerası görüntüsünü önüne koydu komiser. MOBESE görüntüsüne göre, aracın yolcu koltuğundaki kadının Nurcan olduğu ortadaydı.

Birkaç saniye içinde sorgu odasının kapısı tıklatıldı, içeriye otopsi biriminden bir memur girdi ve komisere elindeki belgeyi takdim ettikten sonra odadan çıktı. Komiser sırtını sandalyeye yaslayıp belgeye göz attıktan sonra gülümseyerek belgeyi de diğer iki evrakın yanına, masaya, bıraktı.

– Evet, gelen rapora göre öldürülen kadının Nurcan olduğu da kanıtlandığına göre belki anlatmak istediğin bir şeyler vardır delikanlı?

Bakkal, önündeki üç kağıda bakarken donup kalmıştı.

“Bana söz vermişti. Yakalanmazsın demişti…” diye mırıldandıktan sonra komisere doğru öfke dolu bir bakış saçarak konuşmaya başladı. Konuştukça, öfkesinin komisere olmadığı ortaya çıkmıştı.

– Nurcan’ı ben öldürdüm. Ama bu iş için para aldım. Bana dava sürecinde ve ceza konusunda yardımcı olacağınıza söz verirseniz kimden para aldığımı söylerim!

Komiserin masaya vurduğu yumruğun sesi dışarıdan dahi duyulmuştu.

– Amerikan filmi mi sandın lan ortamı? Sen öt hele, gerekirse yargı sana yardım eder! Söz möz yok, sen beni işbirlikçi mi sandın?

Genç adamın kararlı tavrından eser kalmamıştı. Başını önüne eğip konuşmayı sürdürdü:

– Haşa komiserim! Olay şöyle oldu aslında, bir süredir Nurcan ile ilişkimiz vardı… Karşılığında benden bir şeyler alıyordu, işte peynir meynir falan. Sonra ben ona aşık oldum, bunu ona söylediğimde…

Duraksayıp gözlerini kaçırmıştı genç adam. Gözlerinin hafifçe dolduğunu görünce komiser tamamladı sözünü:

– Seninle alay etti değil mi?

Genç adam başını salladı. Dudaklarını ısırıyordu.

– Sen de, intikam almak için Mahmut’a olayı anlatmaya karar verdin…

Başını olumsuz anlamda salladı bu kez.

– Yok, öyle yapsaydım Mahmut Abi beni öldürürdü. Ben doğrudan Saim Abi’nin yanına gittim. Meğerse Nurcan’ın onunla da ilişkisi varmış; Saim Abi deliye döndü. İntikam, diyordu başka bir şey demiyordu! Asla yakalanmayacağıma söz vererek bana bir araba kiralattı. Nurcan ve çocukların kaldığı pansiyonun adresini verdi. Gidip Nurcan’ı aldım…

Sonra büyük bir soğukkanlılıkla kadını Kanlıca’da bir ormana götürüp nasıl kestiğini anlatmıştı. Gerçekten de arabanın arkasında içine otomobil parfümünün döküldüğü bir poşete koymuştu cesedin parçalarını… Anlatışı bittikten sonra olayı Mahmut’un üstüne yıkmak için cesedi asansöre attığını da eklemeyi unutmamıştı.

– Peki ya çocuklar ne oldu? diye sordu komiser

Zihnine hücum etmiş “alarm” butonunun sesiydi bu soru bir yerde. Genç adam, çocukların kaldığı pansiyonun adresini verdiğinde Necip ve beraberinde bir memur, pansiyona doğru yola çıkmıştı bile.

Yirmi dakika sonra sorgu odasındaki komiserin telefonu çaldı. Büyük bir heyecanla telefonu açtı Tahsin. Birkaç dakika sonra da geri kapattı, telefonun tersiyle karşısındaki katilin yüzüne bir tokat yapıştırdı.

– Saim’i pansiyondan çıkarken yakalamışlar… Bil bakalım ne olmuş? O iki suçsuz yavrucağı boğup öldürmüş… Sırf senin o aptal kıskançlığın yüzünden! Gerizekalı!

Genç adam, daha fazla dayanamayıp ağlamaya başlamıştı.

Komiser, önündeki evrakları mağrur bir edayla topladı. Dudaklarının titremesine engel olamıyordu. Adamın yüzüne dahi bakmadan sorgu odasının çıkışına kadar gittikten sonra eli kapının kolundayken durdu. Sırtını dönmeden konuştu:

– Mahmut’a söyleseydin de bir şey yapmazdı neden biliyor musun?

Cevap -tabii ki- gelmemişti. Sadece boğuk hıçkırık sesleri dolmuştu sorgu odasına.

– Çünkü Mahmut’un her şeyden haberi vardı. Karısından boşanıp çocuklarıyla yeni bir hayat kurmayı planlıyordu.

Sorgu odasından çıkıp kapıyı sertçe kapattı komiser. Emniyetin dışına doğru ilerlemeye başladı; temiz havaya ihtiyacı vardı. Her adımda daha bir ağırlaşıyordu yükü. Mahmut ile bir önceki gece arkadaşı Nevzat’ın balık lokantasında içerlerken söylediği tek bir söz aklında dönüp duruyordu.

“Cahiliz işte, yaptığımız tüm hatalar bundan. İhmalkarlıklar, günahlar… Cahillikten… İstiyorum ki çocuklarım böyle olmasın, onları farklı yetiştireyim. Gerekirse köye dönüp çobanlık yaparım ama onları bu kirli ortamdan uzakta yetiştiririm…”

İnsan cahil olmaya mahkum, diye içinden geçirdi komiser. Sonra da paketinden son sigara dalını çekerken ekleyiverdi: “Cahiliye asansöründen inecek olanı da, kendi elimizle asansöre çekiyoruz kodumun memleketinde!”

SON

Alper Kaya

1990 yılında Ankara’da doğdu. Orada hiç yaşamadığı hâlde, Ankara’yı çok sevdi. BirGün ve soL’da spor yazıları yazdı. Halen Evrensel’de cumartesi günleri maç yazısı olmayan futbol yazıları yazmaktadır. 2010 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden “Yılın Spor Köşe Yazısı Övgü Ödülü”ne layık görüldü.* Yedi romanı yayımlandı, on kolektif kitapta yer aldı. Yazar, kendisi gibi yazar olan eşi Gizem Şimşek Kaya ve beş kedileri ile birlikte İstanbul’da yaşamaktadır.

İnecek Var!” için 8 Yorum Var

  1. Bir iki minik mantık hatası haricinde sürükleyici ve güzel bir hikaye olmuş. Elinize sağlık.

  2. Güzeldi eline sağlık. Hikaye okurken sonunu tahmin edemeden yapamıyorum. Tahminlerim yanlış çıktı. Ters köşe olunca insan daha bir seviyor 🙂

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *